هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ
Heyhâte heyhâte limâ tûadûn(tûadûne).
| heyhâte | : heyhat, yazık |
| heyhâte | : heyhat, yazık |
| limâ | : şeye |
| tûadûne | : siz vaadediliyorsunuz |
«Tehdîd olunageldiğiniz o şey ne kadar uzak, ne kadar uzak»!.
«Ne uzak, ne uzak o vaad olunduğunuz şey.»
Heyhât o va'dolunduğunuz şey ne kadar uzak
Heyhat, o vadolunduğunuz şey ne kadar uzak!
«Heyhât o size vaad edilen şey ne kadar uzak!»
'Oysa tehdit edildiğiniz şey ne kadar, hem de ne kadar uzak!'
“Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”
«Bu size vaâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!»
Va'dolunduğunuz şeyler pek uzaktır, pek uzak!.
"Heyhat! Heyhat! Size vâd edilen şey ne kadar da uzak!"
O korkutulduğunuz şey (azab) ne uzak, ne uzak! (olur şey değil).
Vaad edildiğiniz şey ne kadar uzak, hem de ne kadar uzak.
Size vaadedilen şey, gerçekten ne de uzak, ne de uzak.
Bu size vâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!
"Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat..."
«Oysa tehdit edildiginiz sey ne kadar, hem de ne kadar uzak!»
Heyhat, heyhat! Gerçekten ne kadar uzak bir korkutmadır bu!
"Heyhat, size vaadedilen şeye heyhat..."
Çok uzak, gerçekten çok uzak bu vaad edildiğiniz şey!
Size vaat edilen uzak, hem de çok uzak.
«Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat...»
'Heyhat, heyhat! Size vaad edilen ne kadar da uzak!
"Heyhât, o size va'dedilen şey ne kadar uzak!"
"Heyhat! Size vaat edilen o şey ne kadar uzak!"
'Size söz verilen bu şey imkansızdır, imkansız!'