Edeb ya Hû edeb! Peki nedir edeb?

Türkçenin en güzel kelimelerinden biridir "edeb". Bir başka dile nasıl çevrilebileceğini sorsalar şöyle bir duraklarsınız. İngilizce'de, İspanyolca'da, Fransızca'da, Almanca'da.... birebir karşılık bulmakta zorlanırsınız. Bulduğunuz hiçbir kelime onu tam olarak karşılayamaz, kavrayamaz sanki. Aynı lezzeti vermez. Aynı sesi vermez. Başka hiçbir söz ya da sözcük yerini dolduramaz. Bu dört harften ibaret kısacacık kelime koskoca bir mânâ denizi barındırır içinde. Gözlerimizi kapayıp bir kez fısıldamak bile yeter melodisini duymaya.

Edeb ya Hû edeb!

Sözlükteki pek çok kelimeyi yüksek sesle, hatta düpedüz bağırarak telaffuz edebiliriz. Ama bir deneyin bakın, "edeb" kelimesini haykırmak ne mümkün!

Devamını oku: Edeb ya Hû edeb! Peki nedir edeb?

Yardım Edene Gaybtan Yardım

Bir akşam geç saatlerde loş bir sokakta yürüyordum ki birden çalıların arka tarafından gelen çığlıklar duydum. İrkilmiştim, yavaşça dinlemek için çalılara yaklaştım. Boğuşma sesleri ile karışık, bir kadın çığlık atıyordu.

Paniklemiştim, az ilerimde bir kadına saldırılıyordu. Müdahale etmeli miydim? Kendi güvenliğimden korkuyordum, içimden bir ses eve gitmemi söylüyordu. Belki de gidip polise haber vermeliydim.

Kendi içimde gelgitler yaşıyordum, bu arada kadının sesi gittikçe zayıflıyordu.

Devamını oku: Yardım Edene Gaybtan Yardım

Pazar Sabahı Savaşları

Pazar, gelmesi iple çekilen bir gün. Çünkü pazar dinlenme günü. O gün öğleye kadar şöyle keyifle yatılacak. İş yok, güç yok. Ne dışarda çalışan insanlar için, ne de evde çalışan hanımlar için. Hafta içinin yoğun temposundan sıyrılma günü o gün. Pazar günü stres atma günü. Yorgunlukların, gerginliklerin atılacağı, haftaya dinç ve dinlenmiş olarak başlanacak biricik gün.

Devamını oku: Pazar Sabahı Savaşları

Bir kaşık gülbeşeker lütfen

Çok değil bundan 100 sene önceye kadar her evde bir Gülbeşeker kavanozu vardı ve ev erkânı sık sık bu kavanozdan bir kaşık alarak birçok rahatsızlıklarını tedavi ederlerdi. Ziyafetlerde başköşede bulundurulur, Padişahın sofralarında bu ilacı ikram etmek üzere özel kişiler seçilirdi.
Saraylardan en mütevazı evlere kadar gülbeşeker tanınan bilinen ve çok kullanılan bir ilaçtı.

Devamını oku: Bir kaşık gülbeşeker lütfen

Dur Ey Adam!.. Korkma ki; Koşmak Zorunda Kalmayasın...

Hırstan gözkapakların genişlemiş, gözlerin ne önündekileri ne arkandakileri, ne sağında nede solundakileri görmüyor… Hep uzaklara bakınıyorsun adam…

 

Önünde bir hayat, ardında bir hayat, sağında ve solunda hayatlar var; bak bir kadın var sağında, üçte çocuk hemen sol tarafında, bak ardında iki yaşlı insan var ve önünde insanlar, kadınlar, erkekler, çocuklar var yaşamak isteyen, hemen şimdi seninle yaşamak isteyen insanlar var.

Devamını oku: Dur Ey Adam!.. Korkma ki; Koşmak Zorunda Kalmayasın...

Masallarımız Çalındı Önce..

Maviye çıkardı çocukluğumuz. Ne yana dönsek umut, kime tutunsak vefa… Çaldılar ceplerimizden çocukluk ruhumuzu. Öksüz kaldı saksıda çiçek, bedende ruh, şiirde kelime…

Attila İlhan’ın “o eski heyecan ölür” dediği dizeye sarılıyorum sımsıkı. Ölmemeliydi heyecan. Profesyonelleşmemeliydi insan. Amatör kalmalıydı sevgi.

Devamını oku: Masallarımız Çalındı Önce..

Son..

Son...Bir hâtimle başlıyor bu yazı. Bu yazı baştan sona sızı... Sancı ve acı... Önsözler son sözlere kurban. Bu yazıda son kez kan dökecek can. Son...

Kalemimden son kez dökülecek bu melûl gönül. Bu kanmış, yanmış gönül; bu aldanmış, adanmış gönül artık bir yığın kül... Bu yazı külleri savuran son rüzgâr olacak. Bu yazı gülleri savunan son/bahar olacak. 

Bahara son!..

Devamını oku: Son..

Zaman, yok aslında!..

Zaman filan yok aslında!
Bir ben varım bir de sen, sonra da diğerleri...
***
Zaman yok; sevgi var, ışık var, gündüz var, beyaz var; bir de bunların zıddı!
Zaman; işte bunların, içimizden dışımıza çıkabilmesi için bize verilen müddet: İçinde olanı çıkar hadi dışarı!
Konuş ki kuru dağları ormanlar kaplasın, sarı ovalara çiçekler serilsin...

Devamını oku: Zaman, yok aslında!..

Bir tohum at

Bir tohum at! Attığın tohumu ister unuut, ister unutma. Sonra bir tohum daha at; ister sulaa, ister sulama!..
Ardından bir tohum daha at. Bir tohum daha at sonra, bir daha, bir daha ve bir daha...
*
Bir tohum at!
İster besle kökünü ister besleme, ister destekle gövdesini ister destekleme, istersen ip bağla, istersen buda, istersen kireçle, veya...

Devamını oku: Bir tohum at

Ah medya vah medya!

Ey her şeyi bilen medya!
Ey her alanda pervasızca kalem sallayan silahşörler!
Ey kendini allame-i cihan zanneden çok saygıdeğer muharrirler, muharrireler,
Bu sözlerim sizedir…

Bu yazıyı uzun zamandır yazmayı düşünüyordum ama sürekli sabır çekmeyi tercih ediyordum her nedense. Belki toparlanırlar, belki birileri kalkar benim adıma da gerekeni söyler, böylece bendeniz de bir polemiğe girmekten kurtulurum dedim. Ama nerde… Çıkmadı böyle bir babayiğit.

Devamını oku: Ah medya vah medya!

İncinin Öyküsü

Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası oluşturmuş. İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş. Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar...

Devamını oku: İncinin Öyküsü

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.