.jpg)
İnsanı şaşırtır.
Telaşlandırır.
Öç duygusuna sürükler.
Yalnızlık korkularıyla yakar.
Geçmişin hatıralarıyla hırpalar.
Çaresizliğin Çaresi Olsaydı...
Anlatması, paylaşması zor duygulardan bir tanesi daha. Çaresizlik!..
Bazen öyle olaylar olur, öyle beklenmedik felaketlerle karşılaşırız ki içimiz bir başka sızlar. Üstelik bunu öyle derinden hissederiz ki sanki tüm hücrelerimiz bu duygumuzun etkisi altına girmiştir. Çaresiz olmayı, elimiz kolumuz bağlı kalmayı, hiçbir çıkar yol bulamamayı yaşarken kendimizi unutur gideriz. Hemen her birimiz hayatımızın bir döneminde bunu yaşadık ve yaşayacağız; belki az belki çok.
Geçenlerde eski bir dostuma rastladım. Neredeyse her cümlesine “Bu yaştan sonra” diye başlaması dikkatimi çekti. Çünkü dostum ellibeşini henüz devirmişti. Sağlığı da yerinde sayılırdı. Durmadan yaşını öne sürmesi tuhafıma gitti...
Çünkü ben ondan en az beş sene daha büyüktüm...
Buna rağmen haftada birkaç konferans veriyor, sık sık seyahate çıkıyor, birkaç dergiye ve Vakit’e yazı yetiştiriyor, kitap üretiyor, her hafta birkaç toplantıya katılıyor, radyo (Moral FM) ve televizyon (Tv. Net) programı yapıyordum...
İnsan olayları kendi dünyasındaki değerlerle, kendine has düşüncelerle yorumladığı için; gün gelip bir haksızlığa uğradığında içinde yepyeni bir duygunun filizlenmeye başladığına şahit olabilir.
Bu öyle bir histir ki gün be gün şiddetini artırır ve birde bakarız ki intikam hırsıyla yanıp tutuşuyoruz. Sanki yaşadığımız o kötü olayın gerçekleşmesine katkıda bulunan kişi ya da kişilerden intikam alırsak rahatlayacakmışız gibi kendimizi bu tehlikeli duyguya odaklarız. Artık yatarken de aklımızda intikam almak vardır, sabah uyandığımızda da düşündüğümüz ilk şey yine odur.
İntikam alırsak acımızın hafifleyeceğine; bizi üzen her ne varsa tümünün yok olacağına olan inancımız giderek artar.
İnsan yalnış yapar. Günah işler. Doğrudan sapar. Yalan söyler. Kötülük eder. Kandırır. Kendiyle ters düşer. İftira eder. Öldürür. Yaralar. Çalar, çırpar. Zarar verir. Yıkar.
Yapması gerekenlerden kaçar. Sorumluluklarını terkeder. Bazen bir şeyi yapmaması yapmasından daha çok zarar verir. Kışın uygun kıyafet giymeden sokağa çıktığı için hastalanan bir insan ben yanlış bir şey yapmadım ki diyemez.
İnsan düşer; yanlışa düşer. Hataya düşer.
Böyle bir yargının nedenlerini anlayabilmek için öncelikle ‘Kadınlar erkeklerden çok mu konuşur?’ konusunda söylenenlere bakmalıyız.
Bu konuda yıllardır yapılan birçok araştırma daha çok konuştuklarını ifade etse de son yıllarda bu tartışma büyüdü. Genel kabul gören bilgi kadınların günlük 12000 sözcük kapasitesine karşın erkeklerin 6000 kelimesi olduğu. Bazı araştırmacılar bunun bazı aile terapistleri tarafından ortaya atılan ve şehir efsanesine dönüşen bir iddia olduğunu söylüyor.
Son olarak Dr. Luan Brizentine Kadın Beyni (The Female Brain) kitabında erkeklerin günlük kelime kapasitesinin 7000, kadınların ise 20 000 civarında olduğunu ve bu bulguyu destekleyen 1000 den fazla bilimsel çalışma olduğunu ifade etti.
Osmanlı’da Kayıt ve Arşiv Geleneği
Kuş kaçtı, Süt taştı, bardak kırıldı kavilinden gelişmeler bile kaydedilir olaylar günü gününe yazılarak saklanırdı.Çoğu zaman tetkiki sıkıcı ama kimi kısımlarında son derece önemli olaylar kayıtlı ruzanameler (günlük) böyledir.
Adâletlü ve müruvvetlü Pâdişâh-ı Zillullâh hazretlerinin rikâb-ı hümâyûnlarına arz-ı hâl budur ki,
Sa‘âdetlü Pâdişâhımın çamaşır leğenleri köhne olup isti’mâli mümkin olmadığı
Büyüklerimiz, değer verdikleri kimseleri, özü doğru sözü doğru biridir diye takdim ederek onlara en güzel iltifatlarını yapmışlardır. Dürüstlüğü kuşanan kişi, hangi dine, hangi kültüre, hangi topluma ait olursa olsun insanlığın müşterek bir değerini kuşanmıştır. İlk karşılaştığımız insanlarda öncelikli olarak dürüstlük ararız. Yakınlarımızın dürüstlüğüne inanıyorsak onlara olan güvenimiz de tamdır. Bu kimselere inanır, güvenir ve onlardan bize bir zarar gelmeyeceğine emin oluruz. Genç bir danışanım, "bütün kavram ve kelimelerin değişime uğradığı günümüzde, dürüstlüğü nasıl tanımlayacağız? demişti.
Sevmekle başladıysa her şey, öyle bitmeli…
Bir kapı aralamaktır veda çıkıp giderken… Ve bir tesellî düşer kalbin en güzel yerine… Bir başka boyutta yazılıdır sevginin adı…
Yüreğe gelen her rüzgarın bir sesi vardır, sabrı tavsiye eden… Duymak gerekir bu sesleri taa derinlerden… Bir tebessümdür yeni olan her şey… Ve alışmaktır yüreğe serpilen her bir gözyaşına… Ve eskiye özlem, adına yeni denen her kapıyı aralamaktır aslında… Yüreğe kazılan her hâtıra için sevmektir, herkesi ve her şeyi… Eskinin hatırına yaşamaktır geleceği…
İşin aslı verileni kabul etmekten geçiyor. Acele etmenin, bir an önce olsun diye dertlenmenin, üzülmenin ve de üzmenin hiçbir işe yaradığı yok. Kırmızı ışıkta eşitleniyoruz."
ACELECİLİK HASTALIĞINA TUTULMUŞUZ!
Alışıldık bir İstanbul trafiğinde seyrediyordum. Dikiz aynasından gördüğüm siyah büyük araba çamurluklara yapıştı yapışacak… Sıkıştırıyor, selektör yapıyor, bir sağa bir sola zikzaklar çiziyor, bir türlü yerinde duramıyordu…
Hayat "gerçekten" zor mu?
Domates mi kırmızı?..
Hayat zor, diyenlere şaşmak lâzım... Çünkü "hayat zor"; eşittir deniz ıslak,
taş sert, domates kırmızı, kar soğuk!..
Kar soğuk olmasa "kar" olmaz!..
Kar olmasa ne kartopu, ne kardan adam yapılmaz...