Miftahulkulub

11. KISIM


—  «Yanında anıldığım halde, bana salâvat okumayan adamın burnu
yere sürtülsün.»
i Ebüssuud Efendi ; Azhab suresinin 56. âyetinde buyurulan :
—  «Allah ve melekleri, Peygambere salâvat okurlar.»
Manayı açıklarken, şöyle anlatmıştır :
—  Rivayet edildiğine göre, Resulüllah şöyle buyurmuştur; Allah ona salât ve selâm eylesin :
—  «Allah, benim için iki melek tayin etmiştir. Bir Müslüman'ın ya­nında anıldığımda bana salâvat okuduğu zaman, o kimseye şöyle derler :
—  Allah seni bağışlasın.
Allah-ü Taâlâ ile melekleri dahi, o iki meleğin duası üzerine şöyle söylerler :
—  Âmin !.'
Yine bir Müslüman'ın yanında anıldığım zaman, bana salâvat oku­maz ise, o iki melek ona şöyle derler :
—  Allah seni bağışlamasın.
Allah-ü Taâlâ ile melekleri dahi, o iki meleğe cevab olarak şöyle söylerler :
—  Âmin!.»
Şunu da bilmek gerekir ki; Ahzab suresinin 56. âyetinde buyurulan :
—  «Allah ve melekleri, Peygamber'e salâvat okurlar. Ey iman eden­ler, siz de ona salâvat okuyun; tam manası ile selâm verin..»
Emir gereğince, Resulüllah'a salâvat okumak ittifakla vaciptir. An­cak, bunun mikdarı üzerinde değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Denilmiştir ki : .
—  ömürde bir kere salâvat okumak vaciptir: Demişlerdir ki :
—  Resulüllah'ın adı, bir mecliste nekadar anılırsa anılsın, o meclis­te bir kere salâvat okumak vaciptir. Tıpkı, tilâvet secdesi, aksırana rah­met dilemek gibi.. Bir mecliste nekadar secde âyeti okunursa okunsun; bir kere secde etmek yeterlidir. Bir kimse, nekadar aksırırsa aksırsın; bir kere ona:
—  Allah sana rahmet eylesin. Demek de yeterlidir.
Bazıları da şöyle demiştir :
— Resulüllah efendimizin adı her anıldıkta, salâvat okumak vaciptir.
Mecmaul-Bahreyn'de, îbn-i Malik Serahsî'nin şöyle dediği anlatıl­mıştır :
— Resulüllah efendimizin her adı geçtikçe, salâvat okumak müsta­haptir. Tercihli görüş budur; fetva da buna göredir. Allah ona salât ve selâm eylesin.
Metne devam edelim :
Rab olarak, Allah'tan; din olarak, islâm'dan; Nebi ve Resul olarak, Muhammed'den hoşnuduz; Allah ona salât ve selâm eylesin. (Radıyna billahi Rabben ve bil - İslâmi dinen ve bi Muhammedin sallâllâhü aleyhi ve selleme nebiyyen ve resulâ).
Tirmizı'nin Sünen'înde, Resulüllah'ın şöyle buyurduğu anlatılmıştır; Allah ona salât ve selâm eylesin :
—  «Müslüman bir kul, sabaha erdiği akşamı ettiği zaman, üç kere :
—  Rab olarak, Allah'tan; din olarak, İslâm'dan; Nebi olarak, Mu­hammed'den hoşnudum..
Diyerek okursa., kıyamet günü, o kimseden hoşnut olmak, Allah'a hak olur.»
Müslim'in, Sahih, eserinde ise, şöyle bir hadis-i şerif gelmiştir :
—  «Rab olarak, Allah'tan; din olarak, İslâm'dan; Resul olarak, Mu­hammed'den hoşnud olan, imanın tadını tadar.»
Üstteki hadis-i şeriflerin birinde, Resulüllah efendimiz için :
—  «Nebi..» Diğerinde ise :
—  «Resul..»
Tabiri gelmiştir; her ikisi de, dilimizde :
—  Peygamber..
Demeğe gelir ki, metinde ikisi birarada gelmiştir; yani: Vird met­ninde..

Metne devam edelim :
Önder olarak, Kur'an'dan; kıble olarak, Kabe'den; farz olarak, na­mazdan, oruçtan, zekattan, hacdan; erkek kardeş olarak, erkek mümin­lerden; kız kardeş olarak, kadın müminlerden; imamlar olarak, Sıddık'­tan, Faruk'tan, Zinnereyn'den, Mürtaza'dan hoşnuduz.
(Ve bil-kur'ani imamen ve bil-kâbeti kıbleten ve bissalâti ves-savmi vez-zekâti vel-hacci fariyzaten ve bil-mü'miniyne ihvanen ve bil-mü'mi­nati ahavatin ve bis-sıddıykı vel-farukı ve zin-nureyni vel-mürtaza eim­meten.)

SIDDIK - FARUK - ZÎNNUREYN - MURTAZA
Metnin son cümlesinde, dört halifeye lakapları ile işaret edilmiştir; lakapları hizasında isimlerinin de bilinmesi için sunalım :
S ı d d ı k : Hazret-i Ebu Bekir.. Faruk : Hazret-i Ömer.. Zinnureyn : Hazret-i Osman.. M ü r t a z a : Hazret-i Ali..
Allah, hepsinden de razı olsun.
Şimdi, bu lakapların ifade ettiği manaların ve bu lakapların, kendi­lerine verilmesinin sebebi üzerinde biraz duralım.
—  Sıddıyk..
Lakabı, kelime olarak, üç manaya gelir :
a)     Son derece doğru söyleyen..
Üstteki mana, Tac'ül-Esami'de açık olarak anlatılmıştır. Yusuf su­resinin 46. âyetinde geçen :
—  «Sıddıyk..»
Lafzı da, bu yolda açıklanmıştır.
b)     Yaptığı işle birlikte sözünü de gerçek eden..
c)     Gerçeği anlayan ve onu daima tasdik eden..
Son iki mana, Cevheri Sahhah'ında geçer.
Birinci mana nazara alınınca, Hazret-i Ebu Bekir hakkında şöyle bir hükme varabiliriz : Son derece doğru sözlü idi..   
Bu manada şöyle anlatmışlardır :
—  Hazret-i Ali, kendisine bir hadis-i şerif anlatıldığı zaman, anla­tana yemin ettirmeden doğruluğunu kabul etmezdi. Ancak, Hazret-i Ebu Bekir müstesna; nasıl anlatırsa anlatsın, ne anlatırsa anlatsın, gerçek olarak kabul ederdi.
İkinci mana nazara alındığı zaman, şöyle diyebiliriz :
—  Hazret-i Ebu Bekir neyi söylemiş ve neyi iddia etmiş ise; gerçek­ten o dediğini yapmış ve sözü ile işini biraraya getirmiştir.
Üçüncü mana olarak anlatılan :
—  Gerçeği anlayan ve daima tasdik eden..
Cümlesine gelince, bunu da ona yakıştırabiliriz, Onun bu daimî tasdiki, Resulüllah efendimizin şanında idi; Allah ona salât ve selâm eylesin. Bu manada bir rivayet şöyle anlatıldı:
—  Resulüllah efendimiz miraca çıktı; Allah ona salât ve selâm ey­lesin. Aynı gecenin sabahında şöyle anlattı :
—  «Bu gece, Mekke-i Mükerreme'den Beyt-i Makdis'e gittim.»
Daha sonra, miracını anlatarak şöyle devam buyurdu :
—  «Orada, peygamberlerin ruhlarına imam oldum; iki rikât namaz kıldım.
Bundan sonra, arştan öteye yükseldim; Yüce Rab ile şu kadar söy­leştim. Yüce Rabbım dahi, ümmetime, bir gün ve bir gecede elli vakit na­mazı farz kıldı.
Döndüğümde, semada Hazret-i Musa'yı gördüm; durumu anlattığım zaman bana şöyle dedi:
—  Geri dön, hafifletmeyi dile; ümmetin gücü buna yetmez.
Dönüp Yüce Rabba geldiğim zaman, bana on vakti bağışladı. Hazret-i Musa'nın yanına geldiğim zaman :
—  Bu da çoktur, ümmetin buna da dayanamaz; git, daha indirilme­sini iste.
Tekrar Yüce Rabba gittim, on vakit daha bağışladı.
Böylece, dört kere gidip geldim; kırk vakit bağışlandı. Sonunda Haz­ret-i Musa'ya geldim, şöyle dedi:
—  Bu kalan on vakit de çoktur; yine hafifletilmesini dile..
 Tekrar dönüp Yüce Rabba gittim; beş vakit üzerinde karar kılındı.
Bundan sonra, yine Beyt-i Makdis geldim; aynı gece, Mekke-i Mü-kerreme'ye döndüm.»
Bu gidip gelme işi, çok kısa bir zaman içinde olmuştu. Hatta bu ma­nada denilmiştir ki :
—  Dönüp geldiği zaman, yatağı henüz soğumamıştı; sıcaktı. Gittiği zaman, eteği ibriğe dokunmuş, devrilmiş, suyu dökülmeye başlamıştı; dö­nüşünde henüz ondaki su dökülmeye devam ediyordu.
Kâfirler, bu miraç durumunu duydukları zaman, inkâr ettiler; akla yatkın bir şey bulmadılar. Dediler ki:
—  Şimdi Ebu Bekir'e bununla sustururuz.
Hemen Ebu Bekir'in yanına gittiler ve şöyle dediler :
—  Duydun mu,, senin arkadaşın nasıl olmaz bir iş iddia ediyor?. Di­yor ki :
—  «Bu gece arşa gittim, geldim.»
Bunu duyan Hazret-i Ebu Bekir, ne durdu, ne tereddüd etti; doğru­ladı, kabul etti ve şöyle dedi:
—  Eğer bunu o söylediyse, doğru söylemiştir; ondan yalan söz çık­maz.
işte, Hazret-i Ebu Bekir'e:
—  S ıddık..
Denilmesi, bu manalara dayanır; Allah ondan razı olsun. Gelelim, Hazret-i Ömer'e :
— Faruk.. .
Lakabının verilmesindeki manaya.. Allah ondan razı olsun. Şöyle anlatıldı:
—  Bir münafıkla bir Yahudi arasında, dava konusu bir mesele oldu.
Yahudi, dava konusu meseleyi, Resulüllah efendimizin meclisine ge­tirmek istedi; Allah ona salât ve selâm eylesin.
Münafık ise, münafıkların başkanı Kâab'el-Eşref'e götürmek istedi.
Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F. : 41
     
Sonunda, Resulüllah efendimize geldiler; Allah onâ salât ve selâm eylesin, Yahudi'nin lehine hükmetti.
Münafık, bu hükme razı olmadı; Yahudi'yi alıp Hazret-i Ömer'in hu­zuruna getirdi.
Yahudi durumu olduğu gibi anlattı; verilen hükme münafığın razı olmadığını da söyledi.
Hazret-i Ömer, münafıka sordu :
—  Durum, bu Yahudi'nin dediği gibi midir?. Münafık şöyle dedi :
—  Evet öyledir. Ama ben Peygamber'in hükmüne razı olmadım; geldim ki, sen hüküm veresin.
Bunun üzerine, Hazret-i Ömer şöyle dedi :
—  Siz yerinizde durun; şimdi gelir sizin için hüküm veririm.
Hemen evine gitti; eğri bir kılıç alıp geldi; münafıkın boynunu vur­du. Sonra da şöyle dedi :
—  İşte, Allah Resulünün hükmüne razı olmayan hakkında böyle hükmederim.
Hemen Cebrail aleyhisselâm geldi; Nisa suresinin 60 âyetini getirdi :
—  «Hele şunlara bir bak; sana gelenlere ve senden önce gelenlere iman ettiklerini söylemelerine rağmen, putu hakem tayin etmek istiyor­lar; halbuki onu inkâr emri almışlardır.»         
Metinde :
— «Put..»
Manasını verdiğimiz lafzın aslı T a ğ u t olup bundan murad Kâab'el­Eşref, olduğu tefsircilerin yorumudur.
işbu durumdan ötürü :
—  Faruk (hakla batılı ayıran)..
Hazret-i Ömer'e nam oldu.. Allah ondan razı olsun.. Gelelim, Hazret-i Osman'a :
—  Zinnureyn..
Lakabının verilmesindeki sebebine.. Şöyle anlatıldı :
— Hazret-i Osman, Resulüllah efendimizin iki kızı ile evlendi, önce Rukıye ile evlendi; o öldükten sonra da, Ümmülgülsum ile evlendi. Üm­mülgülsum da vefat ettikten sonra Resulüllah efendimiz şöyle buyurdu :
.— «Üçüncü bir kızım daha yanımda olsaydı, onu da sana nikâhlar­dım.»
Allah-ü Taâlâ, Resulüllah efendimize salât ve selâm eylesin; Haz-ert-i Osman'dan ve Rukıye'den, Ummülgülsum'dan razı olsun.
Metne devam edelim ;
Önder olarak diğer ashaba razıyız; Allah onlardan razı olsun (ve bisair'is-sahabeti rıdvan'ül-lâhi taâlâ aleyhim ecmaine kudveten).
Şerh :
Ashabın tamamı birer önderdir; her biri bir adalet timsalidir. Bu manada, Resulüllah efendimiz şöyle buyurmuştur :
—  «Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyacak olsanız, hi­dayeti bulursunuz..»
Metne devam edelim :
Yüce Allah'ın helâline razıyız, ona göre hesab olunacaktır; Allah'ın haram kıldığı hususlardan dahi razıyız, ona göre azab olunacaktır (ve bi-helâlillâhi Taâlâ helâlen ve bihi hisaben ve biharamillâhi taâlâ ve bihi azaben).
Sevab olarak cennete, azab olarak cehenneme razıyız (ve bil-cenneti sevaben ve bin-nari azaben).
Merhaba merhaba (merhaben merhaben).
Şerh: MERHABA Denilmiştir ki :
—  Merhaba..
Kelimesi, karşıdaki kimseye ikram babında söylenir. Bir manası ile şöyle demektir :
—  Güzel, geniş, rahat yere hoş geldin..
 
Bazı lügat kitaplarında ise, şöyle bir mana verilmiştir :
—  Rahatlık, genişlik, hoşluk senin içindir..
Resulüllah efendimize dahi, miraca çıktığı gece, sema kapılarına ba­kan meleklerin :
—  Merhaba, bu ne güzel geliş..
Dedikleri, hadis-i şeriflerle sabittir.
Metne devam edelim :                         
Yeni erdiğimiz sabaha, mutlu güne; iki keremli, yazıcı, şahid, adil yazıcı meleğe.. Allah, sizi saygılı yaşatsın. (Bis-sabah'il-cedidi ve bil-yevm' is-saidi ve bil-melekeyn'il-kirameyn'il-kâtibeyn'iş-şahideyn'il-adileyni hay­yakümellâhü taâlâ.)
Bu günümüzün ilkinde, amel defterlerimizin başına şunu yazın :
—  Rahman rahim Allah'ın adı ile..
(Figurreti yevmina haza'ktübna fievveli sahifetina hazihi bismillah'ir-rahnıan'ir-rahim..)
Şahid olunuz :
—  Allah'tan başka ilâh yoktur, birdir, ortağı yoktur.. Diyerek şehadet ediyoruz. Yine şehadet ediyoruz :
—  Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür.
(Veşheda bienna neşhedü en lâ ilahe illallâhü vahdehu lâşerike lehu ve neşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh.)
Şerh:
Yahudiler dediler ki :
—  Üzeyr, Allah'ın oğuldur. Hıristiyanlar da dediler ki :
—  İsa Allah'ın oğludur. Biz, bu görüşe katılmıyoruz; Resulüllah efendimiz hakkında da, öyle yersiz bir itikad beslemiyoruz.
Allah-ü Taâlâ, müşriklerin katma sözlerinden yana yüce, münezzehtir.



Günün Sözü

"Kim, elinde et ve balık kokusu (bulaşığı) olduğu hâlde geceler de, kendisine (zarar-hastalık) bir şey dokunursa, kendinden başkasını levmetmesin.” (Hadîs-i Şerif—el-Câmi‘u’s-Sağîr; el-Hâkim, el-Müstedrek)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.