Feteva-i Hindiye

Sulh

KİTÂBÜ'S-SULH..

1- SULHUN ŞER'Î MÂNASI, RÜKNÜ, HÜKMÜ ŞARTLARI VE NEVİLERİ

Sulhun Şer'î Manâsı

Sulhun Rüknü.

Îcap Ve Kabul

Sulhun Hükmü.

Sulhun Şartları

Sulhun Nevileri

2- BORÇLA İLGİLİ SULH VE BU SULH BEDELİNİ AYNI MECLİSTE VEYA BAŞKA MECLİSTE ALMAYA TEALLUK EDEN MES'ELELER..

3- MEHİR, NİKÂH, HULÛ TALÂK, NAFAKA VE SÜKNÂ HUSUSLARINDA SULH  

Nafakadan Sulh.

4- EMÂNET, HÎBE, İCÂRE, MÜDÂREBE VE REHİN HUSUSLARINDA SULH..

5- GASB, SİRKAT, İKRAH VE TEHDİD GİBİ DURUMLARDA YAPILAN SULH  

6- ÇALIŞANLARIN YAPTIĞI SULH..

7- BEY' ( = ALIŞ - VERİŞ) VE SELEM HAKKINDA SULH..

Selemde Sulh.

8- SULHDA MUHAYYERLİK VE MALIN KUSURU DOLAYISİYLE YAPILAN SULH  

9- KÖLELİK VE HÜRRİYET DAVALARINDA YAPILAN SULH..

10- AKAR KONUSUNDA YAPILAN SULH VE BUNUNLA İLGİLİ MES'ELELER  

11- YEMİNLE İLGİLİ OLARAK YAPILAN SULH..

12- KAN DÖKME VE YARALAMA HUSUSLARINDA YAPILAN SULH..

Kasden Öldürmede Sulh.

13- ATIYYE HUSUSUNDA YAPILAN SULH..

14- BAŞKA BİR ŞAHIS ADINA YAPILAN SULH..

15- MİRAS VE VASİYYET HAKKINDA, VÂRİS VE VASİNİN YAPTIĞI SULH  

16- MÜKÂTEP VE TİCÂRET YAPMASINA İZİN VERİLMİŞ OLAN KÖLENİN YAPTIĞI SULH MÜKÂTEBİN YAPTIĞI SULH..

Ticaret Yapmasına İzin Verilen Kölenin Yaptığı Sulh.

17- ZÎMMÎ VE HARBÎ'NİN YAPTIĞI SULH ZİMMÎLERTN YAPTIĞI SULH..

Harbîlerin Yaptığı Sulh.

18- DA'VACI VEYA DA'VALI ŞAHISLA SULH YAPIP SONRA DA ONUN İBTÂLİNT İSTEYEN KİMSELERİN İKÂME ETTİKLERİ BEYYİNELER..

19- İKRARA TEALLUK EDEN SULH MES'ELELERİ

20- SULH BEDELİNİN NASIL TASARRUF EDİLECEĞİ HUSUSUNDA ANLAŞMADAN SONRA ORTAYA ÇIKAN MES'ELELER..

21- SULH KONUSU İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER.


KİTÂBÜ'S-SULH
 

1- SULHUN ŞER'Î MÂNASI, RÜKNÜ, HÜKMÜ ŞARTLARI VE NEVİLERİ
 
Sulhun Şer'î Manâsı
 

îki tarafın  (yani müddeî ile müddeâ aleyhin   =   davacı ile davalının) karşılıklı rızaları ile nizâi (davayı) ortadan kaldırmak için yaptıkları akde, sulh (- musalaha) denir. Nihâye'de de böyledir. [1]

 

Sulhun Rüknü
 

Sulhun rüknü; (Ta'yin ile taayyün eden şey hakkında) mutlaka îcab ve kabûl'den ibarettir. Hidâye Şerhı'nde de böyledir.

Bir dava vaki olduğu zaman, iddia olunan (= müddeâ aleyh = davalı), iddia edene (=   davacıya   =   müddeîye):  "Sana vereceğim dirhemlere karşılık, şu iddia olunan maldan benimle sulh ol." der; iddia eden de: "Yaptım." derse; bu durumda sulh —sulhu isteyen: Kabul ettim." demedikçe— tamam olmaz.

Keza, ta'yin ile teayyün etmeyen dava vaki olunca, (dirhemler ve dinarlar yahut başka cins üzerine sulh talebi gibi) bu hallerde de sulh tamam olmaz.

Fakat, dirhemler ve dinarlar hakkında dava vaki olunca o cins üze­rine sulh taleb edilirse, davacının "...yaptım." demesiyle, sulh tamam olur. Bu durumda, davalının kabulüne ihtiyaç kalmaz. Çünkü, bu talep bazı hakların düşmesidir. Hakkın düşmesi de düşüreni tamamlar. Zehıyre'de de böyledir. [2]

 

Îcap Ve Kabul
 

îcab ve kabul: Davalının (= müddeâ aleyhin) "Ben, seninle şu da'vandan, şunun üzerine şundan sulh oldum." demesi; diğerinin de: "Kabul ettim." veya "Razı oldum." demesi yahut kabulüne ve rızasına delalet eden bir şeyin olmasıdır. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı bir şeyi iddia eder, iddia olunan da: "Buna karşı, sulh oldum." der; da'vacı ise: "Ol." derse, taraflar o şey üzerine sulh olmuş olurlar. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir. [3]

 

Sulhun Hükmü
 

Sulhun hükmü: Sulh, mal gibi, temlik ihtimali olan bir şeyden olursa, dava olunan hakkında mülkün sabit olmasıdır.

Eğer temlik ihtimali olmazsa, (kısas gibi...) iddia olunan şahıs için beraatın vaki olmasıdır.

Bu, sulhun ikrar üzerine yapılmış olması halinde böyledir.

İnkar üzerine yapılan sulhda ise, sulhun hükmü: Bedel olarak belir­lenen şeyde, iddiacı için mülkin sabit olması; davalı için de davadan beraatın vuku bulmasıdır.

Bu durumda dava olunan şeyin mal olup olmaması da müsavidir. [4]

 

Sulhun Şartları
 

Sulhun caiz olması için çeşitli şartlar vardır. Bunları şöylece sıral-lyabiliriz:

1) Musalihin (= sulh yapan kimsenin) akıllı olması.

Mecnûnun (= delinin) ve aklı yetmeyen sabî'nin (= küçük çocuğun yaptığı sulh sahih olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Sarhoşun yaptığı sulh caizdir.  ( =  geçerlidir) Siraciyye'de de böyledir.

2) Sulhun şartlarından birisi de Küçüğe karşı mazarratı açık olan mudaribin sulh talebinde bulunmamasıdır.

Hatta bir kimse sabiye karşı alacak iddiasında bulunur ve sabinin babası, küçük sabinin malından vererek o davadan sulh olmak isterse, davacının beyyinesi bulunması halinde onun hakkı kadar vermek üzere, sulh yapabilir; bu caizdir.

Eğer davacının beyyinesi bulunmazsa, bu durumda sulh caiz olmaz. Bu durumda baba, kendi malından sulh yaparsa, o caiz olur.

3) Çocuk adına musalaha (= sulh akdi) yapacak olan şahsın, bu çocuğun malında tasarruf hakkı bulunan (babası, dedesi ve vasisi gibi) bir kimse olması da sulhun şartlarından birisidir.

4) Sulhun şartlarından birisi de, sulh talebinde bulunan kimsenin mürtet olmamasıdır.

Bu şartı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

îmâmeyn'e göre ise mürtedin sulhu geçerlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mürtedin tasarrufatı mevkûfedir. (= durdurulmuştur.)

İmâmeyn'e göre, mürtedin tasarrufatı geçerlidir.

Mürteddenin (= irtidad eden, İslam'dan çıkan kadının) sulhu, ihti­lafsız geçerlidir, caizdir. Bedâi"de de böyledir.

Bülüğ ve hürriyet sulhta şart değildir.

İzinli sabinin yaptığı sulh —şayet zarardan ari ve menfaate uygun olursa— sahih olur.

Keza, izinli kölenin yaptığı ve kendinde menfaat bulunan sulh, sahihdir.

Fakat sulh, beyyine ve mutlak te'cile malik bazı hakları iskat etmez. Mükâtebin —aybından dolayı— bedelinin bir kısmından düşürme olur. Gurer'de de böyledir.

5) Sulhun şartlarından birisi de sulh bedeli olan şeyin —teslim almaya ihtiyaç olsun veya olmasın— belirli bir mal olmasıdır.

Sulhun şartı, sulh bedelinin mal olmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan ev, arsa, köle ve benzeri gibi bir şeyi veya bunların hepsini, yahut bir kısmını iddia eder, davalı şahıs da, onu ikrar veya inkar eder yahut susarsa, ve belirli olmayan dirhemler üzerine sulh yapılırsa, burdaki şart, onun miktarını açıklamakdır. Bu durumda sulh, o beldede geçerli olan, yeni dirhemler üzerine vaki olmuş olur.

Şayet, o beldede, muhtelif paralar varsa, sulh onlardan en çok kul­lanılan para ile yapılmış olur.

Mikdarı bildirilmekle birlikte, nakid açıklanmaz ise, bu durumda sulh caiz olmaz. Şayet belirli olursa, sulh caiz olur.

Mikdarmi beyana ihtiyaç kalmadığı gibi vasfım beyana da ihtiyaç kalmaz.

Bu durumda sulh akdi, o şeyin aynına tealluk etmez. Hatta davalı eğer onu hapsedip benzerini iddiacıya vermek isterse, buna hakkı vardır.

îddia olunan şey, teslim etmeden önce zayi olmuş veya ona bir hak sahibi çıkmışsa, sözleşme bozulmaz. Bu durumda, o şeyin benzerini teslim gerekir.

Bu şey helak olduktan sonra, taraflar aralarında mikdar ve vasfı hususunda ihtilafa düşerlerse, bu durumda ikisi de, sulh kabul etmeyip reddederler.

Keza, dinarlarla sulh yapılınca da mes'ele söylediklerimizin aynısıdır.

Buğday, arpa gibi ölçülen; tunç, demir gibi tartılan şeylerle anlaşma yapıldığında bunlar belirli olurlar, sözleşme de ona izafe edilmiş bulunur —hazır olsun, gaib olsun,— bundan sonra da bu şey davalının mülkün de olursa; bu durumda sulh sahih olur. Ve, belirlenen o tartılan ve ölçülen şey üzerine hüküm vaki olur.

Şayet ona işaret eder, fakat ölçülmesini veya tartılmasını söyle-mezse, bu sulh da caizdir; böylece akid taayyün etmiş olur.

Eğer buğday hakkında bir müddet koyarsa, bu datıl (= geçersiz) olur ve sahih değildir.

Şeyhu'l-İslâm Haherzade, ikinci bab da böyle söylemiştir.

Eğer zimmette vasıflanmış olursa; bu durumda şart, onun mik-darını açıklamaktır; müddetini açıklamak şart değildir.

Yine Hâhcr/âde, şöyle buyurmuştur:

Müddetini açıklaması da caiz olur. Ve bu durumda, müddet sabit olur.

Eğer bir elbise karşılığında sulh yapılacak olduğunda, bu elbise beiirli ise, sulh caiz olur.

Burda şart, —başka değil— işarettir.

Eğer elbise belirli değilse, sulh —selemin bütün, şartları yerine geti­rilmedikçe caiz olmaz.

Eğer bir hayvan karşılığında veya selemi —(veresiye verilmesi)—caiz olmayan bir şey karşılığında sulh yapılırsa, meçhûliyetinden (bilinmemesinden) dolayı, bu sulh caiz olmaz. Ancak, sulh yapılan şey muayyen (= belirli) olursa o müstesnadır. Tehâvî'de de böyledir.

6) Sulhun şarlanndan birisi de, sulh bedeli olan şeyin köklü bir ma! olmasıdır.

Müslümanların içki veya domuz üzerine yaptıkları sulh caiz ve sahih olmaz.

Keza, bir küp sirke üzerine yapılan sulh, o sirke değil de şarap ise, sahih olmaz.

7) Sulhun şartlarından birisi de, irial sulh isteyenin bizatihi kendi­sinin olmasıdır.

Bir kimse bir mal karşılığında sulh yapar, sonra da bu maia, bir hak sahibi çıkarsa, bu sulh sahih olmaz. Bedâi'de de böyledir.

8) Sulhun şartlarından birisi de, dava olunan şey ister mal olsun, ister olmasın, ona karşılık olarak alınan, bir şey olmasıdır. Kısas gibi... îster malum olsun, ister meçhul olsun fark etmez. Muhiyt'te de böyledir.

9) sulhun şartlarından birisi de, dava olunan şeyin, kul hakkı olmasıdır. Allah hakkı olmamasıdır.

- îster mal, ayn olsun, ister borç olsun, ister hak olsun fark etmez.

Ayn ve deyn olmayan mal için, sulh sahih olmaz. Zina haddi, hırsızlık haddi, şarap içme haddi gibi...

Şöyleki: Zina eden, hırsızlık yapan ve içki içenle, bir mal üzerine durumu emir sahibine (-  devlet başkanına veya onun naibi olan . hakime) götürmemek için bir sulh akdi yapsalar, işte bu sahih olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, bir hırsızın, çaldığı şeyi, o evden çıkarmadan önce yakalar ve hırsız, belirli bir mala karşılık, anlaşma yaparak, adamın elinden kurtulursa, bu hırsızın, o malı vermesi gerekmez.

Bu durumda, çaldığı malı sahibine vermişse hırsız hakkında dava da açılamaz.

Şayet, bu anlaşma, dava hakime çıkarıldıktan sonra yapılır ve bu sulh, af sözüyle olmuşsa, bi'1-ittifak af sahih olmaz.

Eğer bağış veya berat sözüyle olmuşsa, —bize göre— el kesme cezası sakıt olur. (= düşer) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şüf a hakkı, kazf hakkı, nefse kefalet hakkı gibi... kendisinden ivaz almak caiz olmayan şeylerden dolayı sulh caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer kazf haddi, hakime çıkmadan önce sulh vaki oldu ise, bu sulhun bedelinin verilmesi gerekmez ve had düşer.

Eğer dava hakime çıktıktan sonra, anlaşma yapmışlarsa, bu durumda da sulh bedelinin verilmesi gerekmez. Had ise sakıt olmaz. ( = düşmez) Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse bir şahidle, bir mal karşılığında, yalancı şahitlik yapmak üzere anlaşma yapsa, bu sulh batıldır. Çünkü bu sulh, Allah hakkından dolayı yapılmış olur.

Bu durumda, o şahsın aldığı şeyi geri vermesi gerekir.

Ta'zirden dolayı sulh yapmak caizdir. Bedâi'de de böyledir.

Tashihi mümkün olmayan, fasid bir davadan dolayı yapılan anlaşma, —Havârezm İmamlarının fetvalarına göre,— sahih değildir. Tashihi mümkün olduğu halde, hududu söylenmeyen veya bir hududu yanlış söylenen dava da yine sahih değildir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir. [5]

 

Sulhun Nevileri
 

Sulhun nevilerine gelince:

Sulh, müddeâ aleyhin (= da'valinin) cevap verip vermediğine göre, üç nevidir: (Nihâye'de de böyledir^)

1) İkrar üzerine yapılan sulh;

2) İnkar üzerine yapılan sulh;

3) Sükût (= susmak) üzerine yapılan sulh.

İkrar üzerine yapılan sulh: Davalının, dava konusu olan şeyi ikrar etmesi   üzerine  yapılan   sulhdur.   İkrar  ve  itiraf  edilen  bir  alacak davasından yapılan sulh gibi...

İnkar üzerine yapılan sulh: Davalının, dava konusu olan şeyi inkar   etmesi   üzerine   yapılan   sulhdur.   İnkar   edilen   bir   emanet davasından yapılan sulh gibi...

Sükût (= susmak) üzerine yapılan sulh: Davalının, dava konusu olan şeyi ikrar ve inkar etmeyip, bu hususta, sustuğu zaman yapılan sulhdur.

Bunların hepsi de caizdir.

Şayet sulh,  ikrar üzerine yapılan bir sulh olursa,  satışlarda muteber olan şey onda da muteber olur.

Yapılan dava, bir akar hakkında olur; o da kusuru sebebiyle geri verilirse, burda görme muhayyerliği sabit olur.

—Dava olunan şeyi bilmemezlik dışında,— bedeli bilmemezlik, sulhu ifsad eder.

Sulhda bedeli teslime gücün yetmesi de şarttır. Hidâye'de de böyledir.

Maldan menfaatler meydana gelirse, bu durumda icarlarına itibar edilir. Onda vakit ta'yini de şarttır.

O müddet içinde anlaşma yapanlardan birisi ölürse, bu sulh anlaşması batıl olur. Hidâye'de de böyledir.

Belirli bir müddete kadar, bizzat bir oturum yeri karşılığında yapı­lan sulh caizdir.

Eğer daimi veya ölene kadar diye şart koşulmuşsa, bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer iddia olunan şeyde menfaast olur ve menfaatlerde iki cins bu cinsler ise muhtelif olursa, (Meselâ: Bir kölenin hizmetine karşılık bir oturum yeri üzerine anlaşma yapılırsa) bu bi'1-icma caizdir.

Eğer ikisi de bir cinsten ise, bize göre bu caiz değildir. Bedâi"de de böyledir.

Sükût ve inkar üzerine yapılan sulh, davalı hakkında yemin fidyesidir; davayı düşürür.

Davacı hakkında ise karşılıklı ivaz verme manasınadır. Hidâye'de de böyledir.

Müsâlehün aleyh (= sulh bedeli) ve müsâlehün anh (= da'va edilen şey) bakımından, dört çeşit sulh vardır:

1) Sulh, bilinen bir şeye karşı, bilinen bir şeyden olabilir.

Şöyleki: Davacı, bîr adamın elinde bulunan bir ev hakkında, belirli bir hak iddia eder, daya olunan da, belirli bir mal üzerine anlaşma yaparsa, işte bu caizdir.

2) Sulh, bilinmeyen bir şey karşılığında, bilinmeyen bir şeyden dolayı yapılabilir.

Bu sulh da iki vecih üzeredir:

a) Teslim-tesellüme muhtaç olmaz ise, (Şöyleki: Bir adam, diğerinin yanında olan bir evi iddia eder ve onu belirlemez davalı da, davacının yanında olan bir arsayı iddia eder; o da, onu belirlemez ve aralarında her birinin kendi davasından vazgeçmesi için anlaşma yaparlarsa,) işte bu da caizdir.

b) Eğer teslim ve tesellüme ihtiyaç olursa (Şöyleki: Aralarında anlaşma yaparlar da, birisi diğerine mal verecek olur, fakat diğerinin davasından vaz geçmesi veya iddia eylediğini kendisine teslim etmesi için, onu açıklamazsa) işte bu caiz değildir.

3) Ma'lume (= bilinene) karşı, bilinmeyenden olur. Bu da önceki gibi iki vecih ijzeredir.

a) Eğer dava olunan şey, teslime muhtaç olan bir şeyse, bu sulh caiz olmaz.

Şöyleki: Bir kimse, başka bir adamın elinde bulunan bir evi iddia ettiği halde, onu belirlemiyor ve aralarında iddia eden şahsa, iddia olunan şahsın belirli bir malı teslim etmesi üzerine, anlaşma yapıyorlar; işte bu caiz değildir.

b) Eğer dava olunan şey, teslime muhtaç olmayan bir şeyse (Şöyleki: Bu sûretde dava olunan şahsın, dava edene, davasına karşılık olmak üzere belirli bir malı vermek şartıyla anlaşma yapsalar) işte bu anlaşma caizdir.

4) Sulh bedeli, belirsiz bir şeye karşı, belirli bir şeyden olur. Bu da, yukarıda geçtiği gibi, iki vecih üzeredir.

a) Eğer teslim ve tesellüme muhtaç ise, caiz olmaz.

b) Şayet teslim ve tesellüme muhtaç değilse caiz olur.

Bunda aslolan cehalet liaynihî olursa, akdi bozmaz; liğayrihî olursa bozar.

Bu teslim ve tesellüme mani münazaadır.

Teslim tesellüme muhtaç olmayan her yerde cehalet, münazaaya götürmez ve sulhun caiz olmasınada mani olmaz.

Teslim ve tesellüme muhtaç olan her yerde ise cehalet, —münazaaya uîaştırırsa,— suihun caiz olmasına mani olur. Nihâye'de de böyledir.

Sulh, borç karşılığında yapıldığı zaman, bu sulhun hükmü satişdaki bedelin hükmü gibidir.

Eğer sulh ayn'a karşı vaki olmuşsa, hükmü satılan şeyin hükmü gibidir.

Sulh da, bedel bakımından alış-veriş veya satılan şey uygun olursa, bu sulh caizdir; değilse, caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâiâ'dır. [6]

 

2- BORÇLA İLGİLİ SULH VE BU SULH BEDELİNİ AYNI MECLİSTE VEYA BAŞKA MECLİSTE ALMAYA TEALLUK EDEN MES'ELELER
 

Bir adamın, başkasına bin dirhem borcu olduğunda, bu şahıslar kendi aralarında, beşyüz dirheme sulh olsalar, bu caiz olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bîr adamın, diğerine bin dirhem siyah gümüş borcu olduğunda, bunlar aralarında beşyüz dirhem beyaz gümüşe sulh yapsalar bu caiz değildir.

Ancak, beyaz dirhem borcu olduğu zaman siyah gümüşden anlaşma yapsalar, bu caiz olur. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.     .

Bir adamın, siyah yüz dirhem borcu olduğunda, taraflar ara­larında, hali hazırda veya bir müddet sonra vermek üzere elli gülleye anlaşma yapsalar, bu caiz olur; Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, başka birisi tarafından katışık bin dirhem borcu olduğunda, bu borç karşılığında, beşyüz taze dirheme anlaşma yapsalar ve onu da o mecliste nakden ödese, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, başkasına, katışık bin dirhem borcu olduğunda, ona karşılık, bin yeni dirhem üe anlaşma yapsalar; şayet bunu ayrılmadan teslim alırsa, caiz olur. Teslim almadan önce ayrılırlarsa, bu durumda sulh batıl olur. Eğer, buna bir müddet belirtirlerse, sulh yine batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

Zimmette bulunan dirhemlere karşılık dinarlar üzerine anlaşma yapılır veya durum bunun aksine olursa, bu durumda bedeli almak şart kılınmıştır.

Eğer anlaşma zimmette olan dinarlara karşılık daha az dinarlarla vaki olmuşsa, bu durumda teslim almak şart kılınmamıştır.

Eğer anlaşma zimmette olan yüz dirheme karşılık, bir aya kadar verilecek olan on dirhemle yapılırsa, bu caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adamın, şimdi ödeyeceği bin siyah dirheme karşılık belirli bir müddet sonra ödemek üzere, yeni bin dirheme anlaşma yapılırsa, bu caiz olmaz.

Eğer borç olan siyah dirhem, vadeli bir borç ise ve hali hazırda ödemek üzre yeni bin dirheme anlaşma yapılır ve bu yeni dirhemler aynı mecliste ödenirse, bu sulh caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet, hemen ödenmesi gereken yeni bin dirhem borç olur ve katkıntıh olan bin dirhem üzerine, va'deli olarak anlaşma yapılırsa, bu sulh caiz olur.

Ancak, malın aslı borç olursa, beşyüz dirheme vadeli olarak yapılan anlaşma caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Va'deli olan bin dirhem borcun, şimdi beşyüz dirhem olarak ödenmesi hususunda anlaşma yapılsa, bu sulh caiz olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinin üzerinde bin dirhem beyaz gümüş alacağı olduğunda, bu şahıslar aralarında, bir müddet sonra, siyah beşyüz dirhem altın ödemek üzere anlaşma yapsalar, bu caiz olur.

Eğer, bu şahıslar, darbedilmİş beş yüz dirhem karşılığında anlaşma yaparlar ve bu da vadeli olursa, caiz olmaz.

Hulasa olarak, taraflar, alacaklının hakkından yeni dirhemler üze­rine sulh olurlar ve bu yeni dirhemler miktar bakımından borçtan, hakkından noksan olursa, bu sulh caiz olmaz.

Şayet mikdar bakımından, kendi hakkından az olan yeni dirhem­lerle anlaşma yaparlarsa veya yenilik yönünden hakkı kadar olan dirhemlerle, mikdar bakımından, kendi hakkından daha az bir miktara anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir  adamın,  diğerinde yüz dirhem ve yüz de dinar alacağı olduğunda, bu şahıslar aralarında, bir aya kadar ödemek şartıyla, elli dirhem ve on dinara anlaşma yapsalar, bu sulh caiz olur.

Keza, elli dirheme peşin veya vadeli olarak anlaşsalar, yine, sulh caiz olur.

Keza, elli dirhem beyaz gümüşe karşılık, peşin veya va'deli altın, verilmesi hususunda anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şeyhu'1-lslâm, bu mes'elenin te'vilinde şöyle demiştir:

Altın, yenilik bakımından üzerinde olanın benzeri veya ondan aşağı olursa, sulh caiz olur.

Fakat altın, üzerinde olandan daha yeni olursa, bu durumda sulh caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde, yüz yeni dirhem ve on dinar alacağı olduğunda bunlara karşılık peşin veya vadeli elli dirhem gümüşe, anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, yüz dirhem ile on dinar borcu olduğunda, bu borçtan dolayı, yüz dirhem ve on dinara, vadeli olarak anlaşma yapsalar; bu sulh caiz olmaz.

Bu sulh yapılınca, borçlu onları verirse, bu durumda sulh caiz olur. Taraflar birbirinden ayrılmadan, alacaklı on dirhemi alsa da, yüz dirhemi kalsa, bu da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde, tartısını bilmediği yüz dirhem alacağı olduğunda, ona bedel olarak, bir elbise veya bir yer karşılığında anlaşma yapsalar, bu sulh caiz olur.

Eğer, taraflar belirli (ağırlığı bilinen) yüz dirhem karşılığında anlaşırlarsa, işte bu istihsan yönünden caiz olmaz.

Keza, bu borca, bir vade koymaları da caizdir.

Bu alacağın bir kısmından vazgeçip, bir kısmını da vadeye bağlamak da, caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, diğerinde tartısı belirli bin dirhem alacağı olduğunda, borçlu ona tartısı belirsiz dirhemler ödese; bu caiz olmaz.

Ancak, bu Ödeme anlaşma yoluyla yapılmışsa caiz olur. Ve o, az üzerine hamlolunur. Hıılâsa'da da böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, yüz dirhe­mini bir aya kadar ödemek üzere anlaşma yapsalar ve borçlu bir aya kadar ödemese, bu anlaşma sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin üzerinde şu kadar dinar alacağı olduğunu iddia edince, iddia olunan zat, bunu inkar etse ve bir kısmı peşin, bir kısmı vadeli olmak üzere, belirli dinarlar karşılığında anlaşma yapsalar, bu sulh sahih olur. Cevâhiru'i-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunu iddia ettiğinde, bu alacağına karşılık, zimmetinde bulunan buğday üzerine, ister peşin, ister vadeli olsun, anlaşma yapıp teslim almadan da birbirinden ayrılsalar, bu durumda sulh batıl ( = geçersiz) olur.

Eğer anlaşma, zimmette olan dirhemlerin yerine, belirli bir kür buğday üzerine yapılır ve buğdayı da almadan, taraflar birbirinden ayrıhrlarsa, bu durumda sulh caiz olur.

Şayet sulh, zimmette olan buğday yerine, on dirhem karşılığında yapılır ve taraflar birbirinden ayrılmadan önce; on dirhemi teslim alırsa, bu durumda sulh caiz olur.

Şayet, on dirhemi almadan önce, birbirinden ayrıhrlarsa, anlaşma batıl olur.

Şayet, taraflar, borç olan bir kür buğday için, on dirheme anlaşma yaparlar ve beş dirhemini aldıktan sonra, birbirinden ayrıhrlarsa, yarım kür buğday hakkındaki anlaşma baki kalır. Bu, alınana göredir. Alın­mayan kısmı hakkındaki anlaşma ise batıl olur.

Eğer bizzat bir kür arpaya karşılık, anlaşma yapılır; sonra da teslim almadan önce, taraflar birbirinden ayrıhrlarsa, bu da caiz olur.

Eğer arpa bizzat olmazsa, ayrılmadan önce karşılıklı teslim alır­larsa, yine caiz olur. Eğer teslim almadan Önce ayrıhrlarsa, bu durumda sulh fasid olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kür buğday borcu olan bir adam ile alacaklısı, yarım kür buğday ve yarım kür arpa karşılığında anlaşma yapsalar ve bunlar da bizatihi olmayıp vadeli olsa, bu durumda sulh caiz olmaz. Buğday borcu hali üzre kalır. Ona bir va'de konulmaz. Arpa ise, bizatihi yerinde kalır.

Buğday bizzat olmaz ise, bu durumda sulh caiz olur.

Keza, arpa ayninin gayrı olur ve alacaklı aynı mecliste teslim alırsa, bu da caiz olur.

Keza, buğday va'deli olur ve arpa bizatihi olmaksızın yarım kür olur ve ayrılırlar, buğdayı ona verir de arpayı vermez ise, yine, bu anlaşma fasid olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, başka birine on dirhem ve on ölçek de buğday borcu olduğunda, aralarında onbir dirheme anlaşma yapıp, teslim almadan da ayrılsalar, o bir dirhem sebebiyle anlaşma bozulmuş olur. Sirâciyye'de de böyledir.

İki şahsın, bir adamda, bir kür buğday alacakları olduğunda, onlardan birisi, hissesini on dirhem karşılığında anlaşma yapsa, işte bu caizdir. Bu durumda, bu şahıs ortağına, isterse, bir kür buğdayın dörtte birini, verir; dilerse, beş dirhem verir. Mebsût'ta'dâ böyledir.

îki şahsın, bir kimsede bin dirhemler alacakları olduğunda, bu alacak birisinin sözleşmesiyle vacip olan bir alacak olmasa, (Şöyleki: İkisi de bir adamın varisi olsalar) onlardan birisi peşin ödenmek üzere, yüz dirheme sulh olur ve hissesinden geri kalanı yani dörtyüz dirhemi de, bir yıl va'deli yapsa bu durumda, teslim alınan şeye, ikisi ortak olurlar. Geride kalan dört yüz dirhemin anlaşması, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre  —diğer  arkadaşı  bir  şey teslim  alana  kadar—  batıldır.   (= geçersizdir)

Eğer, arkadaşı bir şey almışsa, o şey, alanın olur.

İmâmeyn'e göre, eğer alacakları vacip bir alacak ise, (ınân ortak­larından birine diğerinin, izin vermesi gibi) onlardan birinin onu tecil etmesi, borcun tamamı hakkında sahihdir. v   Birinin kendi hissesini te'hir etmesi sahih olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, sahih olur. Eğer ortaklar müfâveda ortaklan olur ve onlardan birisi de alacağa va'de tanırsa, onu vadelemesi sahih olur. Ortaklardan hangisi te'cil ederse etsin caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki ortağın, ortaklaşa alacakları olduğunda, bu ortaklardan birisi, kendi hissesi hakkında bir elbise karşılığında anlaşmaya bağlasa, diğer ortağı muhayyerdir: Dilerse o elbisenin yansını alır; değilse, ortağı ona alacağın dörtte birini öder. Dilerse, alacağını (yani alacağın yarısını) borçludan alır.

Şayet hissesini veya ortağından hissesinin yarısını alırsa, sonradan ikisi, alacaklı oldukları şahsa kalan alacakları için müracaat ederler. Kâfî'de de böyledir.

İki adamın, bir başkasında taze bin dirhem alacakları olduğunda, onlardan birisi, hissesini beşyuz katkmtılı dirheme veya beşyüz siyah, dirhem karşılığında sulha bağlarsa, ortağı, ondan, onun yarısını alır. Mebsût'ta da böyledir.

İki adamın her birinin üzerinde, (dirhemler ve dinarlar olmak üzere) iki mal (alacak) bulunduğunda, bu iki şahıs birinde yüz dirhem üzerine anlaşma yapsalar işte bu caizdir ve o yüz dirhem aralarında dirhemlerin ve dinarların kıymetine göre taksim edilir. Dinarlara isabet eden kısım sarf işlemi olur ve ona isabet edenin aynı mecliste teslim alınması şarttır.

Dirhemlere isabet eden ise, işte bir kısmı için almak; bir kısmı için de iskattır. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, iki adamda, alacağının olduğunu iddia ettiğinde, tara­flar vadeli olarak, yüz dirhem üzerine anlaşma yapsalar, bu caiz olmaz.

Bu sulh, ister ikrar üzerine yapılsın, isterse inkar üzerine yapılsın müsavidir.

Şayet taraflar, zimmette bulunan yiyecek üzerine anlaşma yapsalar, —ister vadeli olsun, isterse vadesiz olusn—, bu da caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, tarafların bizzat bir köle karşılığında anlaşma yapmaları caizdir. Bu durumda köle, talibin olur. Ve onu azad etmesi caizdir.

Köle kendisinden istenilen şahsın onu azad etmesi caiz olmaz. Eğer köle talip teslim almadan önce, matlûbun elinde ölürse, bu durumda o, matlûbun malı olarak ölmüş  olur. O zaman alacaklı,alacağı için borçluya başvurur.

Keza, bizatihi olan her şey, teslim alınmadan taraflar birbirlerinden ayrihrlarsa anlaşma batıl olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bin dirhem alacak karşılığında bir köle verilmesi şeklinde anlaşma yapıldıktan sonra, iki taraf da alacak bir şeyin olmadığını doğrulasalar, bu durumda, köle kendisine verilen zat muhayyerdir: Dilerse köleyi geri verir; dilerse, bin dirhem verip, köleyi yanında bırakır.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki şahıs, bin dirheme karşılık, yüz dirheme (bu yüz dirheme elbise almak üzere), anlaşma yapsalar; bu sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin üzerinde alacağmin olduğunu iddia eder ve bir yere karşılık olarak da anlaşma yaparlarsa (Şöyleki: Alacaklı şahıs, alacağına bedel, o evde bir sene oturacak, sonra da iddia olunan şahsa, onu teslim edecek) işte bu caiz değildir.

Keza, bir adam, diğerinde alacağının olduğunu iddia ettikten sonra, bu alacağına karşılık, borçlunun bir kölesinin, bir sene kendisine hizmet etmesi bilahare de onu, borçluya geri teslim etmek üzere anlaşma yapsa, bu sulh caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde yüz Nisâbur dinarı alacağı olduğunda, yüz Buhârâ dinarı karşılığına anlaşma yapıp, teslim almadan da ayrılsalar; (bu durumda sahih olan, teslim almanın şart olmayışıdır.) sulh batıl olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Necmüddin en-Nesefî'den sorulmuş:

—Bir adam, diğerinde, içinde gümüş olmayan bin dirhem alacağı olduğunu iddia ettikten sonra, yüz gıtrifî dirhemi karşılığında anlaşma yapıp, teslim almadan önce de birbirinden ayrılsalar ne olur?

İmâm şöyle buyurmuş:

Bu sulh, batıl olur.

Bu cevap, şayet dirhemler zimmette olursa doğrudur.

Fakat,, dirhemler belirli olursa, sulh caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, vadeli borcu olduğunda, vade gelmeden, bu adam borcunu öder; sonra da o ödenen şeye bir hak sahibi çıkar veya o ödenen şey kalp, katkmtılı olduğundan alan şahıs onu hakimin hükmüyle geri verirse, bu durumda, o mal, eski haline avdet eder; yani borç yine vadeli olur.

Keza, bu şahıs, o vadeli borcu hakkında bir köle karşılığında anlaşır; bu köleye de bir hak sahibi çıkar veya o kölenin hür olduğu belli olur yahut hakimin hükmüyle, bir aybı sebebiyle, o köle geri verilirse, borç eski haline dönüşür.

Sulhdan önce, sulh talebinde bulunur veya hakimin hükmü olmaksızın, bir aybı sebebiyle geri verirse, bu durumlarda mal (borç) vadeli olur.

Eğer va'de söylemez ve red de —aybı sebebiyle— hakimin hükmü olmaksızın olursa, işte o zaman mal (borç) vadeli değil; hal-i hazırda verilmesi gereken bir borç olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, diğerinde bir kür buğday alacağı olduğunda, taraflar bir kür arpa karşılığında anlaşma yaparlar ve borçlu da onu teslim eder ve iddia sahibi, bu arpada kusur, bularak, onu, —meclisten ayrılmadan— geri verirse; bu durumda sulh batıl olur. Alimlerimizin tamamının görüşü budur.

Teslim almadan önce tarafların birbirlerinden ayrılmaları halinde batıl olan her sulhda , sonradan, alınan şeyde kusur bulunursa, o geri verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adam,   diğeri  bir  şahıstan  bin  dirhem  alacaklı  olduğu iddiasında bulunduğunda, davalı şahıs da onu inkar ederek, yüz dirheme anlaşma yapmak istese, davacı ise: "Benim sende olan bin dirhemime karşılık, yüz dirheme anlaştım; geri kalanından da vaz geçtim." derse, bu caiz olur. Ve iddia olunan şahıs (da'valı) geride kalan dokuzyüz dirhemden beraet etmiş bulunur.

Bu, kaza yönünden de, diyanet yönünden de böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.

Borçlu bin dirhemi ödediği halde, alacaklı onu inkar eder ve borçlu, bu durumda yüz dirheme anlaşma yaparsa, onun önceki ödediği caiz olur. Alacaklının o yüz dirhemi alması —onun ödediğini biliyorsa helal olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, diğerinde —sattığı bir şeyin bedeli olarak— bin dirhem vadeli alacağı olduğunda, bu alacaklı, kefil vermesi üzere borçıü ile anlaşma yapar ve borcu o vadeden bir yıl sonraya tehir ederlerse, bu sulh da caiz olur.

Bu cevap istihsandır.

Keza, kefil ile birlikte, başka bir kefil daha almak üzre anlaşma yapsalar ve vadeyi de uzatsalar, yine bu sulh caiz olur.

Şayet, yarısını acele ödemek, yarısını vadeye bağlamak üzere anlaşma yapsalar, işte bu sulh fasid olur.

Şayet alacaklı, va'deden sonra, bir sene daha tehir eder; .sulh da yapmazlarsa, bu da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, bu şahıs borçluya: "Yarın beşyüz dirhemini verirsen kalanından vaz geçerim." dese der; borçlu da denilen günde beşyüz dirhemi verirse, kalanından kurtulur.

Şayet beşyüz dirhemi, denilen günde vermezse^ borcu, yine bin dirheme dönüşür.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kav­lidir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer, alacaklı, vakit tayin etmeksizin: "Beşyüz dirrjemi nakden ödersen, kalanından vaz geçerim." der; borçlu da bunu kabul ederse, beşyüz dirhemi verince, kalan beşyüz dirhemden kurtulur.

Şayet alacaklı: "Bugün beşyüz dirhemi verirsen, kalandan vaz geçerim." dediği halde, borçlu, o gün ödeme yapmaz ise, borç eski haliyle kalır.

Eğer borçlu, denilen günde öderse, kalan beşyüz dirhemden berî (= kurtulmuş) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alacaklı: "Yarın beşyüz dirhemi vermen şartıyle, kalan beşyüz dirhemden vaz geçtim." derse, —beşyüz dirhemi verse de vermese de— ibra vaki olur. (Yani borçlu kurtulmuş olur.) Hidâye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğu zaman, beş yüz dirhemi vermesi üzerine anlaşma yapsalar ve diğer beşyüz dirheme bir vakit tayin etmeseler, bu anlaşma caiz olur. Ve kalan beşyüz dirhem de düşer.

Şayet: "Bu gün beşyüz dirhem vermen üzere anlaşma yaptım." ve devamla: "Eğer vermez isen, borcun bin dirhemdir." der ve o gün beş yüz dirhemi verirse, anlaşma geçerlidir. Eğer vermez ise, bin dirhem hali üzere durur.

Eğer: "Bu gün vermen üzere, bin dirheme karşılık, beş yüz dirheme anlaşma yaptım." dediği halde, "vermez isen, bin dirhem hali üzeredir." demez ve borçlu beşyüz dirhemi verirse, bi'1-icma' kalan beşyüz dirhemden beri olur.

Eğer vermez ve o gün geçerse İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre borç yine bin dirhem olarak kalır. Tahâvi Şerhı'nde de böyledir.

Şayet: "Yarma kadar, beşyüz dirhem vermen şartiyle, bin dirhem karşılığında sulh yaptım." der ve devamla: "Eğer veremezsen, borç —hali üzre— bin dirhemdir." derse, beşyüz dirhemi verebilirse ibra bakidir. Şayet veremezse, bi'I-icma ibra geçersizdir; yani borç, hali üze­redir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bana beşyüz dirhemi öde; fazlasından vaz geçtim." der ve bir vakit tayin etmez ise, bu ibra sahih olur.. Ve bu. durumda, borçlu, ne zaman beşyüz dirhemi öderse, o zaman fazlasından kurtulur. Hidâye'de de böyledir.

Alacaklı: "Bana beşyüz dirhem verirsen, beşyüz dirhemi bor­cundan düşürdüm." derse, bi'1-ittifak bu düşürme sahih olmaz. Borçlu ister ödesin, isterse Ödemesin bu böyledir.

Keza alacaklı, borçluya veya kefiline: "Onun beşyüz dirhemini bana ödersen, (veya ödediğin zaman) kalanından berisin." derse; (bun­ların tamamı batıldır) kalandan beraet yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

Ortaklardan birisi, —borçlunun borcundan— bir şey düşürse, —ister tamamını, isterse bir kısmını düşürsün— bu sulh ve akid caizdir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu şahıs ortağının hissesini tazmin eder. (= öder) Kendi hissesi hakkında, alacaktan düşürmesi caizdir; ortağının hissesi hakkında caiz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [7]

 

3- MEHİR, NİKÂH, HULÛ TALÂK, NAFAKA VE SÜKNÂ HUSUSLARINDA SULH
 

Bir adam, bir hizmetçi karşılığında, bir kadım nikahlar; sonra da belirli bir koyun karşılığında anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Eğer veresiye olursa, bu sulh caiz olmaz.

Eğer, taraflar ölçülen veya tartılan bir şey karşılığında anlaşma yaparlar ve o şey bizzat mevcut olursa, anlaşma caiz olur.

Eğer o şey vadeli ise bu durumda sulh caiz olmaz, Hâl-i hazırda, (aynı mecliste, peşinen) Ödeme olursa, sulh caizdir. Aynı mecliste ödenmezse, caiz değildir. Hizmetçi karşılığında, veresiye, dirhemlere anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Eğer hizmetçinin şahsına karşı, belirlenmiş fazla, dirhemlerle anlaşma yaparlarsa, bu sulh da caiz olur.

Bir kimse, belirli bir yer karşılığında, bir kadınla anlaşma yapar ve o yeri de kadına verir, sonra da, kadına cima yapmadan önce, onu boşarsa; bu durumda kadın muhayyerdir: İsterse kölenin yarı kıymetini; isterse o yerin yarısını geri verir. Şayet o yeri satın alırsa, kölenin kıyme­tinin yansım geri verir.

Eğer dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, aldığı dirhemlerin yarısını iade eder.

Keza, şayet orta halli bir köle verir, sonra da kadına yaklaşmadan önce onu boşarsa, kadın kölenin yarı kıymetini iade eder. Bu durumda, kadının muhayyerliği yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kadım, bir ev bir de hizmetçi karşılığında, nikah­ladıktan sonra, eve karşılık, —bir müddete kadar— h'erevî bir elbise vererek anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz.

Eğer ev ve hizmetçi karşılığında, —vadeli olarak— dirhemler ve dinarlar üzerine anlaşma yaparlarsa, işte bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Evin ve hizmetçinin değerinden fazla ile anlaşma yapılması caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, yüz dirhem karşılığında, bir kadın nikahladıktan sonra, onunla, belirli bir yiyecek karşılığında sulh olsalar, bu sulh da caizdir.

Eğer yiyecek belirli olmazsa, vadeli olması halinde sulh caiz olmaz. Peşin olursa yine caiz olmaz.

Bir adam, bir kadını, bir kür buğday karşılığında nikahladıktan sonra, bunlar bir kür arpaya sulh olsalar, bu sulh caiz olur.

Eğer arpa veresiye olursa, bu durumda sulh caiz olmaz.

Aynı mecliste ödeme yapılırsa, anlaşma sahihdir. Eğer teslim almadan aynhrlarsa, anlaşma batıl olur.

Bir adam, bir kadını nikahladığını iddia ettiği halde, kadın, bunu inkar eder ve aralarında yüz dirhem karşılığında —kadının nikahından beri olması üzere—, sulh olurlarsa, bu sulh caiz olur.

İddia sahibi olan erkek, bundan sonra nikaha beyyine ibraz ederse, bu husustaki beyyinesi kabul edilmez.

Keza, kadın: "Beraetim için, sana yüz dirhem verdim." derse, bu sulh da caiz olur.

Kadın: "Davandan vaz geçmen için, yüz dirhem verdim." derse, bu da caizdir.

Eğer: "Seninle benim aramda, nikah olmadığına dair, yüz dirhem verdim." derse, Şeyhu'l-İslâm: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, bu durumda sulh sahihdir. İmâmeyn'e göre ise, bu sulh sahih değildir." buyurmuştur.

Şayet: "Seni nikahlamadım; demene karşılık yüz dirhem vereyim." derse, hilafsız olarak bu batıldır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kadın, "kocasının, kendisini üç talak boşadığını" iddia eder; kocası da bunu inkar eder; sonra da kadının davasından vazgeçmesi için, yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, işte bu sulh da batıldır.

Bu durumda kocanın, verdiğini almak üzere kadına müracaat etme hakkı vardır. Kadında davası üzerinde olur.

"Bir talak; (iki talak veya mal mukabili) boşadı." davası da böyledir. Hızânetü'l-Müftın'de de böyledir.

Bir adam, dahil olmadan önce karısını boşar sonra da, mehrinde ihtilafa düşerler ve koca: "Mehri beşyüz dirhemdir." der; kadın da "bin dirhem olduğunu" söyler ve mehrih yarısı olarak; üçyüz dirheme anlaşma yaparlarsa, işte bu sulh caiz,olur.

Eğer koca: "Ben, sana mehir borçlandım. Ancak, senin için müt'a vardır." der ve aralarında müt'a (= bir menfaat) üzerine anlaşma yaparlarsa, bu da caizdir.

Bundan sonra, kadın mehrinin bin dirhem olduğuna dair beyyine ibraz ederse, bu beyyinesi kabul edilmez.

Koca.önce mehri verir ve sonradan, yaklaşmadan önce onu boşayıp verdiğinin yarısını geri ister ve o yarı da ihtilaf ederler; koca: "Yarısı üçyüz dirhemdir." dediği halde, kadın: "İkiyüz dirhemdir." der ve ikiyüz elli dirheme sulh oluralrsa, işte bu da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın,  kocasının kendisini bain talakla boşadığını iddia ettiğinde, bunlar yüz dirheme ve talakın bain olduğu üzre anlaşma yaparlarsa; bu sulh caiz olur.

Keza, bu kadın, kocasına: "Benim iddia eylediğim, senin de inkar eylediğin şeye karşılık anlaşmadır." derse, bu da caiz olur. Buna göre bu kadın, "kocasının, kendisini üç talak veya bainen bir talak boşamış olduğuna dair şahit dinletirse, mehrini almak için müracaat eder. Meb-sût'tada.böyledir.

Bir adam, başkasının karısını dava, ettiğinde, aralarında "mal mukabili, davadan vazgeçmek üzere," bir anlaşma yapsalar bu anlaşma sahih olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir,

Bişr'in   Müntekâsi'nda,   İmâm   Ebû   Yûsuf  (R.A.)'un   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir kadın, "kendisinin, bir adamın karısı olduğunu" iddia ederek, "onun üzerinde, mehirden bin dirhemin olduğunu" söyler ve "Şu çocuk da onun oğludur; ondandır." der; adam da bunların tamamını inkar eder; sonra da yüz dirheme sulh olurlar ve kadının, bu iddialarının cüm­lesinden vazgeçmesi için, erkek yüz dirhem verir; sonra da, kadın bunların tamamının doğruluğunu belgelese, bu durumda nikah ve nesep sabit, mehirden dolayı sulh da caiz olduğu gibi yüz dirhem de kadının hakkı olur.

Buistihsandır.

Eğer kadın, nikahı çocuksuz olarak iddia eder; mehri de iddia etmez ve aralarında yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz.

Eğer, kadının da'vadan vazgeçmesi için anlaşma yaparlarsa, sonra da mehir veya nafaka iddiasında bulunursa, bu durumda sulh caiz olmaz. Ve adam, verdiği yüz dirhemi geri alır. Adamın kadını nikah­lamış olmasına da bir yol kalmaz. Bu, bir nevi mal mukabili boşama olur.

Şayet kadın, hem nikah, hem de nafaka iddia eder ve yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu durumda sulh caiz olur. Bu yüz dirhem, nafaka olur. Bü durumda koca, kadına, hiç bir şey için müracaat edemez. Ara­larında da nikah kalmaz. Muhıyt'te de böyledir. [8]

 

Nafakadan Sulh
 

Nafakadan sulh, eğer hakimin nakid ve yiyecek gibi bir şey üze­rine takdir yapması ile olmuşsa, bu sulh caiz olur.

Eğer aralarında anlaşma yapmışlarsa, nafaka takdiri caiz olmaz. Köle gibi, hayvan gibi bir bedele itibar olunur ve koca nafakadan kur­tulmuş olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bîr adam, daha yaklaşmamış olduğu karısı ile çocuğunu, bu çocuk kendi eliyle yiyebilene kadar iki yıl emzirmesi ve eğer daha fazla emzi-rirse, belirli bir elbise vermek üzere, anlaşma yapar ve bu kadın o elbiseyi teslim alıp onu zayi eder; çocuğu da bir yıl emzirince, bu çocuk ölür ve elbisenin kıymeti ile mehrinin kıymeti müsavi olursa, bu durumda koca, kadına müracaat ederek, elbisenin parasının yarısını geri ister.

Eğer kadın, bununla beraber bir koyun ziyade eylemiş ve koyunun kıymeti de emzirme bedeline eşit bulunursa, o zaman adam, müracaat ederek kadından elbisenin kıymetinin dörtte biriyle, emzirme bedelinin dörtte birini geri alır. Koyunu da kadın adama teslim eder.

Bununla beraber, o koyuna bir sahip çıkarsa, bu takdirde adam, elbisenin dörtte üçüne ve emzirme bedelinin dörtte birine müracaat edip kadından geri alır. Koyunun kıymetinin de yarısını alır.

Eğer koyuna değil de elbiseye hak sahibi çıkarsa, mes'ele hali üze­redir. Bu durumda kadın, erkeğe müracaatla koyunun yarısını emzirdiği bir senenin ecri mislinin yarısını alır. Adam da kadına müracaat ederek emzirme bedelinin dörtte birini alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın, kocasıyla, her ay üç dirhem nafaka vermek üzere anlaşma yapar, bir ay geçince, onun nafakasını alır ve bundan sonra, ikinci bir anlaşma daha yapıp, her ay başında, üç dirhem nafaka yerine, ü ç    batman    un    karşılığında    anlaşırlarsa,    bu    sulh    caiz   olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet kadın, dirhemlerin yerine, her ay geçtikçe belirli olmayan —miktarda— un almak için anlaşırsa, bu anlaşma caiz olmaz.

Bir kadın, kocasıyla, her ay üç dirhem nafaka üzerine sulh yapar; sonra da kocası: "Benim buna gücüm yetmiyor." derse; ilzam olunur.

Ancak kadın veya hakim, nafakanın bir kısmından vazgeçerse bu caiz olur.

Eğer kadın: "Bu nafaka bana kafi gelmiyor." derse; —kocasının zengin olması halinde— artırmak için dava açma hakkı vardır.

Eğer hakim, her ay için nafaka takdir ederse; kadın bu nafaka kafi gelmeyince, dava açabilir. Ve, bu durumda kifayet miktarı talep de bulunur.

Bu, yakınların nafakasında da böyledir.

Eğer nafaka karşılığında kefil verirse, her ayın nafakası kefile aid olur.

Şayet kefil, bir şey söylerse, onun sözü geçerli olur.

Eğer koca ölür ve kadının anlaşma bedeli, kocanın üzerinde kalırsa, bu durumda, o geçersiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın karısı, bir senelik nafakasına karşılık bir hayvan veya bir elbise alarak anlaşma yaparsa, bu ister peşin, isterse vadeli olsun, caizdir.

Karşılıklı razı olduktan sonra böyle yapsa, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Karı-koca ayrıldıktan sonra,  sabinin (küçük çocuğun) emme ücreti hakkında anlaşma yapsalar, bu caiz olur.

Bu anlaşmadan sonra, kadının yiyeceğine karşılık, dirhemlerle tekrar anlaşma hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, boşadığı kadınla, nafaka olarak belirli dirhemi ;r karşılığında, bu miktarı, iddeti bitene kadar artırmamak üzere anlaş. ıa yapsa,   —kadının  iddetinin  ay  hisabına  göre  olması  halinde—  bu anlaşma caiz olur.

Şayet, kadının iddeti hayız sebebiyle olursa, bu anlaşma caiz olmaz. Çünkü hayız, muayyen değildir. Gerçekten iki ayda üç hayız olur veya on ay geçer de bir defa hayız olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, kocası hayatta olduğu müddetçe, nafakası onun üze­rine olmak üzere anlaşma yapsa, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adamın karısı mükâtebe veya cariye olduğunda, efendisi onu, bir evde otürtsa ve onunla belirli bir giyim ve her sene için belirli bir nafaka üzerine anlaşma yapsa, bu caiz olur.

Bir adamın karısı çok küçük olur ve kocaya gücü yetmezse, babasının, nafakası üzerine anlaşma yapması caiz olmaz.

Kadın yaşlı, kocası küçük olur ve o küçüğün babası, nafaka üzerine anlaşma yapar ve onu da öderse, bu caiz olur.

Bir mükâtep, her ay vermek üzere, karısının nafakası üzerine anlaşma yapsa, —diğer hususlarda caiz olduğu gibi— sulh burda da caiz olur.

Keza, ticaret yapmasına izin verilmiş veya ticaretten men edilmiş köle de karısının nafakası üzerine anlaşma yapsa, caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, karısının bir senelik nafakasına karşılık, ona bir elbise vermek şartıyle anlaşma yapar; kadın da o elbiseyi, ondan teslim alır ve o elbiseye bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda kadın, nafakası için tekrar kocasına  müracaat  eder  ve  o  elbisenin  kıymetini  alır.   Serahsî'nin Muhsytı'nde de böyledir.

Bir adamın, iki karısı bulunur; onlardan birisi cariye olur ve onu evine yerleştirse, bu durumda hür kadın ile her ay miktarı belirlenmiş bir nafaka üzerine anlaşma yapar; cariye ile de ondan daha fazla bir mik­tarla anlaşma yaparsa; bu da caiz olur.

Keza, bu şahsın kanlarından birisi, zimmiye olur ve onunla mü'min kadından daha fazla bir miktarla nafaka anlaşması yapsa bu da caizdir. 

Bir iakir, karısıyla, fazla miktarda nafaka üzerine'anlaşma yaparsa, bu fakir ancak, benzerinin nafakası ile ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir mahreminin nafakası üzerine anlaşma yaptıktan sonra, onun zengin olduğunu iddia eder ve o da, onu doğrulasa, bu anlaşma batıl olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, mahremlerinden birinin nafakası üzerine anlaşma yapar; fakat bu şahıs fakir olursa, onu vermekle cebredilmez. Eğer fakir olduğunu ikrar eder ve halide bilinmezse, onun sözü geçerli olur. Ve yaptıkları anlaşma batıl olur.

Ancak, onun zengin olduğu belgelenirse, sulh geçerli olur.

Küçük çocuğun nafakası, karının nafakası gibidir. Bunun vücûbu için, zenginlik şart değildir: Eğer baba muhtaç ise, sulh yukarıda geçtiği gibidir.

Keza, bir kimse bir ihtiyaç için, giyim üzerine anlaşma yaparsa, bunda da nafaka gibi kifayet miktarına itibar edilir.

Bir kadın, yahudi giyimi üzerine anlaşma yaptığında, o giyimin enini, boyunu, inceliğini, kalınlığını söylemese bile, bu anlaşma caiz olur.

Yakınların giyimleri de böyledir.

Bir adam, sıhhatli ve bulûğa erişmiş kardeşi ile belirli nafaka ve giyim üzerine, her ay için anlaşma yapsa hu caiz olmaz ve ona cebr edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bain talakla boşanan bir kadın, oturma yerine karşılık, dirhem­lerle anlaşma yapsa, bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bir koca, karısının nafaka ve giyimine karşılık, on sene için orta halli bir cariyeyi bir aya kadar vermek şartıyle (veya vade belirtmeden) anlaşma yapsa, işte bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [9]

 

4- EMÂNET, HÎBE, İCÂRE, MÜDÂREBE VE REHİN HUSUSLARINDA SULH
 

Emânet sahibi, bir şey karşılığında anlaşma yapar, mal sahibi de emaneti iddia eder ve kendisine emanet konulan şahıs: "Sen bana, bir şey emanet etmedin." der; sonra da belirli bir şey üzerine anlaşma yaparsa, alimlerin kavillerine göre, bu anlaşma caiz olur.

Mal sahibi, emaneti iddia ederek, onun geri verilmesini ister, emanet edilen zat da, emaneti ikrar eder veya susup bir şey söylemez, mal sahibi ise, "onun zayi olduğunu" iddia eder; sonra da belirli bir şeye karşı anlaşma yaparsa, alimlere göre, bu anlaşma da caiz olur.

Mal sahibi, zayi olduğunu iddia eder; emanet bırakılan şahıs ise,, ya geri verdiğini veya zayi olduğunu söyler; sonra da bir şey üzerine anlaşma yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bu husustaki kavlinin ne olduğunda alimler ihtilaf ettiler. Sahih olanı, bunun caiz olma­masıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de bu caiz değildir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alimler: Önce mal sahibinin: "Sen onu zayi ettin." deyip, ondan sonra da emanet edilen zatın: "O zayi oldu." veya "Ben, onu geri verdim." demesi ile önce emanet edilen zatın: "Zayi oldu." veya "Onu geri verdim." deyip, sonra da mal sahibinin: "Sen, onu zayi ettin." demesi arasında bir fark görmemişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

İcma şunun üzerinedir: Emânet alan şahıs yemin ettikden ve geri verdiğini veya zayi olduğunu söyledikten sonra, anlaşma caiz olmaz.

Ancak sulh yeminden önce yapılıp, kendisine emanet edilen zat "geri verdiğini" veya "zayi olduğunu" iddia eder ve mal sahibi de onu doğrulamaz ve aynı zamanda yalanlamaz, sükût ederse; Kerhî "İşte bu anlaşma caiz değildir. buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavli budur.

İmâm Muhammed (R. A.)e göre bu sulh caizdir.

Şayet mal sahibi, zayi olduğunu iddia eder, emanet edilen zat da onu doğrulamaz ve yalanlamaz ve bizim söylediğimiz bir şeyle anlaşma yaparlarsa, işte bu anlaşma caiz olur.

Bundan sonra, ihtilaf ederler ve kendisine emanet edilen zat: "Ben anlaşmadan önce, o helak oldu." veya "Ben, onu geri verdim; dedim." derse, bu sulh sahih olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Şayet mal sahibi: "Sen böyle söylemedin." derse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur ve sulh batıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Emâneti alan şahıs, onu aslen inkar ettikten sonra anlaşma yaparsa, sulh sahih olur.

Ariyet olduğunu ikrar eder de, geri verdiğini ve zayi olduğunu iddia etmezse, mal sahibi ise, onun zayi olduğunu iddia ederse sulh sahih olur,

Eğer mal sahibi helak olduğunu, emanet sahibi de zayi olduğunu iddia ederlerse, mes'ele bu hilaf üzerinedir.

Mudârabt hakkında da cevap böyledir.

Aslı emanet olan her mal böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer, iki yüz dirhem olan emanet, bizzat durmakta olur ve ikrardan veya inkardan sonra, yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Emanete karşı beyyine getirilmesi halinde bu böyledir. Eğer, emanet bırakan şahsın beyyinesi bulunmaz, emanet konulan zat da bunu inkar ederse, bu durumda da anlaşma caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Emanet koyan şahsın, onu fazla söylemesi helal olmaz. Bunun ne kadar olduğu Allah ile kendi arasındadır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir yer karşılığında —on dirhem bedelle— anlaşma yapmak caizdir.

Şayet, inkardan dolayı anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma sahih olur.

Dinarları teslim aldıktan sonra ister hazırda olsun (sulh meclisinde), ister sulh meclisinin haricinde olsun müsavidir. Fakat, kendisine emanet bırakılan zat, emaneti ikrar eder ve o emanet mecliste hazır bulunursa, bu sulh caiz olur. Eğer emanet mecliste yoksa sulh batıldır. Hulâsa'da da

böyledir.

Bir kadın, kendisinin yanında bulunan başkasına ait bir şeyi bir adama emanet bırakır, sonra da onu geri alıp bir başkasına emanet verir ve ondan da geri alır; bu arada da bu kadının bir şeyi kaybolur ve kadın: "İkinizin arasında gitti; ben kimin zayi ettiğini bilmiyorum." der; o iki kişi de: "Biz kabında ne vardı, bilmiyoruz. Sen onu bize verdin; biz ise teftiş eylemedik ve geri sana verdik." deseler ve bir. mal üzerine anlaşma yapsalar; bu durumda o kadın eşya sahibinin, eşyasını öder.

Kadınla, diğer iki adam arasında yapılan anlaşma caizdir. Sonra da kadın o eşyanın kıymeti karşılığında sulh yapsa, işte bu şu iki yönden hali kalmaz:

1) Kadın, bu anlaşmayı emanet sahibine, eşyanın bedelini ödedikten sonra yapabilir. Bu durumda bedel ne olursa olsun, —ister o eşyanın kıymeti olsun, ister ondan az olsun— fark etmez ve sulh geçerli olur.

2) Bu kadın,  eşyanın kıymetini tazmin etmeden önce anlaşma yapabilir. Bu durumda, sulh bedeli eğer eşyanın kıymeti veya insanların aldanmiyacağı miktarda ondan az bir bedel olursa, o takdirde sulh caizdir ve kadın bu eşyanın bedelini ödemeden kurtulur. Hatta eşya sahibi bundan sonra iddia eylediği eşyaya karşı beyyine getirse bile, bu kadının, emanet bıraktığı o iki adama, müracaat için bir yolu kalmaz.

Eğer insanların aldanmış sayılmayacağı kadar kıymetinden az bir şeye karşılık anlaşma yaparsa, anlaşma caiz olmaz. Bu durumda, eğer beyyinesi varsa, mal sahibi için muhayyerlik vardır: Dilerse, o eşyanın bedleini kadına ödetir; dilerse emanet alan o iki şahsa ödetir.

Eğer, mal sahibi, emanet alan o iki adama ödetirse, bu durumda, bunlar da kadına —verdiklerinin bedelini almak için— müracaat ederler.

Eğer kadına ödetirse, ona karşı sulh geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasının yanında bulunan bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia ettiği zaman, iddia olunan zat: "Bu, filanındır. Benim yanıma emanet olarak bıraktı." der —ve mal sahibi beyyine ibraz ettikten önce veya sonra,— taraflar sulh yaparlarsa işte bu sulh da sahih olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Emanet alan bir şahsın eli altında bulunan bif hayvan harcanır, mal sahibi dç bunun emanet olduğunu inkar eder ve bu durumda emanet alan şahıs, bir mal karşılığında anlaşma yaptıktan sonra emanet alari şahıs, onun emanet olduğunu belgeleyerek: "O harcandı." derse, yapı­lan anlaşma batıl olur.

Bu durumda, mal sahibinin, emanet alan şahsın yemin etmesini isteme hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir. ,

Bir adam, bir hayvanını, bir vakte kadar emanet bıraktıktan sonra, onu ister; emanet bırakılan zat da: "Zayi oldu." der; hayvan sahibi ise, onu yalanlayıp emaneti ikrar ederse; bu durumda emanet bırakılan şahıs, onun bedelini öder; anlaşma yapmaları caiz olmaz. Keza, emanet alan zatın: "Onu sana geri verdim." demesi de doğru olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir mudarıp, mudarabeyi inkar edip sonra da, ikrar sonra yine inkâr eder; sonrada bir mal karşılığında anlaşma yaparlarsa hu caiz olur.

Bir mudaribin, başka bir şahsa borcu olur; onu da mudarabe malından öderse; onu te'hir etmek üzere anlaşma yapması caiz olur. Ondan bir kısmını düşürmesi de caiz olur. Bu durumda, o düşürttüğü malı, mal sahibine Öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir şâhsa karşı, iddiada bulunarak: "Şu köleyi, bana bağış yaptı." deyip onu bağış yapanın elinden alır; bağış yapan şahıs da onu inkâr eder ve o kölenin yarısına anlaşma yaparlarsa (Şöyîeki: Bu kölenin yansı davacının yarısı da davalının olmak üzere) işte bu anlaşma da caiz olur.

Bundan sonra, kendisine bağış yapılan şahıs, bu kölenin kendisine hîbe edildiğini ve onu teslim aldığım belgelese bile, bu belgesi kabul edilmez. Bununla beraber, birisi diğerine dirhemler vermeyi şart koşarsa, bu da caizdir.

Keza, bu şahıslar kölenin tamamı birisinin olmak ve bu şahsın diğerine dirhemler vermesi üzerine anlaşma yapsalar bu da caiz olur.

Keza, kendisine bağış yapılan zat, "teslim almadığını" söyler, bağış yapan da bunu inkar eder ve aralarında, köleye yarı yarıya ortak olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma batıl olur.

Bununla beraber, dirhemlerin birisinin olmasını şart koşarlarsa, dirhemlerin bağış yapana karşı olması halinde, bu sulh da caiz değildir.

Eğer dirhemler kendine bağış yapılan şahsa karşı olursa, bu durumda yapılan sulh caiz olur.

Şayet kölenin, sahibine verilecek dirhemleri de bağış yapana karşı olacak diye anlaşma yaparlarsa, bu da batıldır.

Eğer dirhemler bağış yapılanın üzerine olursa, bu caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, bir yeri, ve birisi ana baba bir kardeş; diğeri de baba bir kardeş    olan iki kardeşine bağışladıktan sonra, bu kadın ölür o iki kardeşi varis olursa, o bağış caiz olmaz.

Bazı alimler: "Caiz olur." buyurmuşlardır.

Bundan sonra aralarında anlaşma yapsalar, sonra da ana baba bir kardeş ölse; onun varisleri de "o anlaşmanın batıl olduğunu" söyleseler, —hibenin aslı batıl olduğu için— o mâlı —aralarında— miras kılarlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, belirsiz olarak, "şu evin yansının, kendisine bağış yapıldığını" iddia etse ve onu da teslim almasa; bağış yapan şahıs da, onu inkar etse, bilahare de aralarında anlaşma yaparak, "bin dirhem karşılığında evin dörtte birinin teslim edilmesini" kararlaştırsalar, iştt bu caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia ederek: "Onu, bana filan şahıs tasadduk eyledi." der ve onu teslim alır; o filan şahıs da: "Onu, sana hîbe ettim. Ben de geri dönmeyi arzu ediyordum." der ve aralarında yüz dirheme karşı evi teslim etmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Söylediğimiz bu işlemlerden sonra dönme yoktur. Evi, elinde bulunduran şahıs sulhdan' sonra ikrar ederek "hibe olduğunu" söyler; veya ev sahibi, hem hîbeyi, hem de tasadduku inkar ederse, durum bizim söylediğimiz gibidir.

Eğer ev aralarında yarı yarıya olmak üzere ve ev elinde olanın yüz dirhem vermesi kaydıyla, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur ve şüyu' ma'nası bozulmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Belirli bir buğday karşılığında bir adamı icarlfyan kimse, ile, bu işçi dirhemler üzerine bir anlaşma yapsalar, bu caiz olmaz. Zira buğday belirli olunca, bu satılan bir şey olur. Satılan bir şeyi de, teslim almadan önce, satmak caiz olmaz. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, bir ev kiraladığı zaman bu şahıslar kira müddetinde ihtilaf ederler ve icara veren: "İki aylığını, on dirheme verdim." dediği halde icarlayan  :  "Hayır, üç aylığını on dirheme verdin." der ve aralarında "iki buçuk aylığı, on dirheme olmak üzere" anlaşma yaparlarsa, işte bu da caiz olur.

Şayet üç aylığı onbir dirheme olmak üzere anlaşırlarsa, bu da caiz olur.

Keza, üç aylığını, bir ölçek belirli buğday fazlasıyla anlaşma yap­salar, bu sulh da caiz olur.

Şayet, o evde iki aylığına oturmak, fakat başka odalardan da fay­dalanmak üzere anlaşsalar, bu sulh da caiz olur.

Burada aslolan, fazlalığa bakmaktır. Eğer fazlalık, bilinmeyen bir şey ise, —ister kiraya veren, isterse kiralayan tarafından olsun— bu durumda sulh caiz değildir.

Üç ay oturmak üzere anlaşma yaparken, icarcının belirsiz bir hay­vana binmesi de söz konusu olsa; veya iki ay oturmak üzere anlaşma yapsalar da, başka bir evin kirasının artacağı söylense, işte bu durum­larda da sulh caiz değildir.

Cinsinin hilafına olursa, sulh yine caiz olur.

Üç ay oturmaya, on dirhem vereceği yerde, icarcının bir yer vermek üzere anlaşması caizdir. Bu, istihsandir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İcara veren ve icara tutan, bir müddet için kefil vermek üzere, anlaşma yaparlar; kefil de buna razı olursa, işte bu caiz olur.

Eğer kefil hazırda yoksa, anlaşma batıldır.

Evde oturmakla birlikte, icarcı, icara veren şahsın hayvanına filan yere kadar, bineceğini de şart koşsa, bu sulh da caiz olur.

İcara tutan bir hizmetçinin hizmet etmesini şart koşsa bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir hayvanı belirli bir yere kadar, belirli bir ücret karşılığında kiraladığında, hayvan sahibi, ücretin daha fazla olduğunu iddia eder; icarcı da daha uzak yere gideceğini iddia eder ve aralarında, hayvan sahibinin tayin ettiği yere, icarcının iddia eyledi ücretle gitmesi Üzerine anlaşma yaparlarsa, işte bu, caiz olur.

Şayet icarcı, hayvanın kaçtığını söyleyerek, icarın aslını inkar eder ve arlarında, o hayvana dirhem ücretle binmek üzere, anlaşma yapar­larsa, bu da caiz olur.

Eğer, icara tutan iddia ederek: "Bu hayvanı, semeri ile birlikte, yükümü Bağdat'a kadar götürmek üzere, beş dirheme kiraladım." der; mal sahibi de, bunu inkar eder ve aralarında Bağdat'a kadar, bu hay­vana, eğeri ile birlikte, bizzat icarlayan şahsın kendisinin binmesi şartıyle anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir köleyi yüz dirheme karşılık, rehin olarak bırakmış olduğunu'* iddia eder; köle yanında olan; da: "Bu köle, benim kölemdir. Sende de yüz dirhemim vardır." der ve aralarında köleyi iddia eden şahsın davasını terk etmesi; rehin bırakan şahsın da, bu rehinden vazgeçmesi şartıyle anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Bundan sonra, rehin alan şahıs, "bu kölenin hakikaten rehin olduğunu" ikrar ederse, bu durum sulhu bozmaz.

Eğer bu köle, rehin alan şahsın elinde bulunur ve bu şahıs: "Sen, onu sende bulunan yüz dirheme karşılık rehin bıraktın." der; rehin veren şahıs ise: "Senin, bende yüz dirhemin var. Ancak, ben köleyi sana rehin olarak bırakmadım." derse bunun üzerine, rehin alan şahsın, kölenin rehin olmasına karşılık elli dirhem fazla vermesi şartıyle yapılan anlaşma da sahih olur. Ve bu durumda köle, yüz elli dirhem karşılığında rehin olmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, kıymeti ikiyüz dirhem olan bir eşyayı, yüz dirheme mukabil rehin bıraktıktan sonra, rehin alan zat: "Rehin zayi oldu." der; rehin veren de: "Zayi olmadı." der; aralarında, rehin alanın elli dirhemi verilmek suretiyle, kalanından vaz geçmesi üzerine anlaşma yaparlarsa, bu sulh İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre batıl olur.

Keza, kendisine rehin bırakılan şahıs, rehni, rehin bırakan şahsa geri verdiğini iddia eder; rehin veren de bunu inkar ederse, cevap yine yukarıdaki gibidir.

Şayet rehin veren şahıs, relinin zayi olduğunu dava eder; rehin alan da, bunu ikrar da, inkarda etmez ve aralarında bir şeye anlaşma yapar­larsa, alimlere göre, bu anlaşma caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Rehnin kıymeti ikiyüz dirhem, borç ise yüz dirhem olur; rehin veren: "Eşyamı sattım.'* der; rehin alan şahıs da, bunu ikrar ve inkar etmez; sonra da aralarında anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet rehin alan ikrar ederek "onun, yüz dirheme satıldığını ve rehin verenin vekilinin sattığını" söyler, rehin veren de: "Ben, satış için vekil yapmadım." der; sonra da "yüz dirhemden vaz geçmek ve rehin alana elli dirhem fazla vermek üzere" anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur.

Bu durumda eşya, rehin alan şahsın yanında çıkarsa, sulh geçerlidir.

Şayet rehin alan şahıs, rehni satar; sonra da rehin veren şahıs ölür ve varisler elli dirhem vermek ve rehinden vaz geçmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh da caiz olur.

Başka birisi gelerek: "Rehin benimdir." der ve rehin alan şahısla on dirhem üzerine anlaşma yaparlarsa, bu da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer rehin veren ölür ve bir başka şahıs da "rehnin kendisinin malı olduğunu" iddia edip; "onu ariyet olarak verdiğini" söylerse, bu durumda taraflar sulh anlaşması yapabilirler.

Bu durumda eğer, rehin alan onu doğrularsa, bu anlaşma sahih olur.

Şayet doğrulamazsa, rehin bırakılan bu şey, rehin veren şahsın varislerinindir. Muhiyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [10]

 

5- GASB, SİRKAT, İKRAH VE TEHDİD GİBİ DURUMLARDA YAPILAN SULH
 

Bir kimse, başka bir adama karşı, onun kendisinden bir şey gasbettiğini iddia ettikten sonra, taraflar bir mal üzerine anlaşma yap­salar; bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.,

Bir adam, değeri yüz dirhem olan bir elbiseyi gasbedip, telef eylese, bu durumda tarafların yüz dirhemden daha fazlaya anlaşma yapmaları caiz olur.

İmâmeyn: "Yüz dirhemden fazlası batıl olur," buyurmuşlardır.

Sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin yoludur. Hızâneiü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Gasbolunan bir köle kaçar veya zayi olur; sonra da onun kıyme­tinden fazlası ile anlaşma yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre anlaşma caiz olur.

İmâmeyn'e göre ise, değerinden fazlası hakkındaki anlaşma batıldır.

Alimlerimizden bazıları: "Bu ihtilaf, köle kaçtığı zamandır. Zayi olduğu vakit, daha fazla kıymetle anlaşmak caiz olmaz." demişlerdir,

Esahh olan ise, bu ihtilafın cümlesinde geçerli olduğudur. CamiuVSağîr Şerhi'nde de böyledir.

Bu ihtilafa göre, bir adam, bir köleyi gasbeder.ve yanında iken de bu köle zayi olur; bir mal üzerine anlaşma yaparlar; sonra da köleyi gasbeden zat, kölenin değerinin noksan olduğunu belgelerse; bu belgesi kabul edilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, bu şahsın beyyinesi kabul edilir ve fazlasını gasbedene geri verilir. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir yere karşılık anlaşma yapıldığında, —kıymet, ister fazla olsun; isterse noksan olsun— anlaşma caiz olur.

Alimler bunda görüş birliğine varmışlardır.

Şayet hakim bir kıymet takdir eder, sonra da taraflar o kıymetten fazlasına anlaşma yaparlarsa, işte bu caiz olmaz. Hnlâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Gasbolunan bir köle kaçar ve efendisi olan zat, belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparsa veya va'deli anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Eğer kaçan köleye karşılık ölçülen ve tartılan bir şey üzerine anlaşma yaparsa, —ister o şey belirli olsun, ister belirsiz olsun— o mecliste teslim alınması halinde anlaşma caiz olur.

Eğer belirli olmaz ve o mecliste de teslim alınmaz ise, anlaşma caiz olmaz.

Eğer köle mevcut olur ve söylediğimiz gibi anlaşma yaparlarsa, —ister peşin, ister va'deli olsun— bu anlaşma caiz olur.

Eğer, köleyi gasbeden şahısla kölesi gasbolan şahıs İhtilaf ederler ve birisi: "O kaçtı." der; diğeri de: "Duruyor. derse; bu durumda dirhemler üzerine sulh caizdir. İster peşin olsun, isterse vadeli olsun fark etmez.

İster ölçülen, isterse tartılan şeylere karşılık anlaşma yapılsın, eğer peşin olursa, anlaşma caiz olur; va'deîi olursa anlaşma caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elbisesini gasbeder ve elbise onun yanında iken de, başka birisi onu zayi eder ve önceki sahibi, bu elbiseyi gasbedenie,  elbisenin  bedelinden  daha  az bir  şey üzerine anlaşma, yaparsa, işte bu caiz-olur.

Sonrada, elbise sahibi, bu elbiseyi zayi eden şahsa elbisenin kıymeti için müracaat eder ve fazlasını tasadduk eder.

Şayet önceki ile anlaşma yapmaz da, sonraki ile anlaşma yaparsa, kölenin kıymetinden az bir şey karşılığında olsa bile, bu anlaşma caiz olur. Önceki de beraet etmiş olur ve bu durumda bir şeyin tasadduk edilmesi de gerekmez. Önceki zata da, bir şey için müracaat edilmez. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, bir kür buğdayı gasbeyledikten sonra, taraflar belirli dirhemler üzerine anlaşma yapsalar, —ister peşin, ister va'deli olsun,— eğer buğday duruyorsa, bu anlaşma caiz olur.

Altın karşılığında anlaşma yapıldığı zaman da böyledir.

Diğer tartılan şeyler de böyledir.

Şayet, ölçülen şey karşılığında vadeli olarak anlaşma yapılırsa işte bu caiz olmaz. Bu, ister buğday, isterse başka bir şey karşılığında olsun farketmez.

Eğer gasbolunan buğday zayi olmuş bulunur ve dirhemlere veya dinarlara karşılık, vadeli olarak anlaşma yapılırsa, işte bu da caiz olmaz. Eğer peşin olur ve teslim de alınırsa anlaşma caiz olur.

Şayet teslim almadan, taraflar birbirinden ayrılırlarsa, anlaşma batıl olur.

Eğer ölçülen veya tartılan şeylere karşılık anlaşma yapılır, o da vadeli olursa, bu anlaşma da caiz olmaz.

Eğer bir kür buğdaya karşılık, yarım kür buğdaya anlaşma yapılırsa bu da caiz olmaz. İster gasbolunan buğday duruyor olsun, isterse zayi olsun fark etmez. Böyle yapmak faiz. yerinde olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kür buğday ve bir kür de arpa gasbeder bunların ikiside zayi olduktan sonra, buğdaydan vaz geçmek üzere, arpaya karşı va'deli anlaşma yapılsa bu caiz olur.

Keza, onlardan birisi duruyor olsa, zayi olandan vaz geçmek üzere yapılan anlaşma da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müııtekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam para, buğday ve arpa gasbettiğinde, malı gasbedilen şahısla buğday ve arpanın hissesine karşılık, bir seneye kadar ödenmek üzere bin dirheme anlaşma yapsalar, bu batıl olur.

Eğer gasbeden şahıs: "Buğday duruyor." der; malı gasbolunan şahıs da: "O zayi oldu." derse, bu durumda gasbedenin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, yüz dirhem ve on dinar gasbeder ve bunların ikisi de zayi olduktan sonra taraflar bir kür belirli buğday üzerine anlaşma yaparlar; bilahare de o buğdaya bir hak- sahibi çıkar veya onda bir kusur bulunur ve onu geri verirse, dirhemleri ve dinarları için onları gasbeden şahsa müracaat eder.

Eğer, bu şahıslar peşin veya va'deli elli dirheme anlaşma yaparlarsa, işte bu sulh caiz olur. Bu durumda teslim aldıktan sonra, ona bir hak sahibi çıkar veya o dirhemler kalp olursa, onun misli akadarı için, gas­beden şahsa müracaat edilir; sulh bozulmaz.

Keza, elli dirhem ağırlığında yeni gümüş karşılığında anlaşma yaparlarsa, hüküm yine yukardaki gibidir.

Şayet elli miskal yeni gümüş ve on dinarı gasbeder, buna karşılık da —peşin veya va'deli— elli dirheme anlaşma yaparlarsa, bu sulh da caiz olur. Ancak, bunun için dirhemlerin, taze gümüşün aynısı olması gerekir.

Şayet daha kıymetli ise, sulh caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir kür buğday gasbettikten sonra, aynı buğdaydan yarım kür buğdaya anlaşma yapsalar, şayet gasbolunan buğday ortada yoksa, bu anlaşma caiz olmaz. Gasb eden şahıs ister gasbettiğini ikrar etsin, ister inkar etsin değişmez.

Şayet, başka bir yarım kür buğdaya anlaşma yaparlarsa, gasbeden şahıs, ister gasbı inkâr, isterse ikrar etsin sulh (= anlaşma) caiz olur. Ancak, fazla olan o şey kul ile Allah arasında temiz bir şey olmaz.

Eğer o bir kür buğday elde mevcut ise, onu kendisinden gasbolunan şahsa vermek gerekir.

Şayet buğday hazır olduğu halde, gasbeden şahıs gasbı inkar eder ve gasbolunan yarım kür buğdaya veya başka bir yarım kür buğdaya karşılık anlaşma yaparlarsa; hüküm bakımından, bu anlaşma caiz olur. Fakat* gasbolunan şahsa, "kalan yarım kür buğdayın verilmesi" —onunla Allah arasında— emredilir.

Eğer gasbeden şahıs gasbı ikrar ederse, gasbolunan buğdaydan veya. başka bir buğdaydan, yarım kür buğday karşılığında anlaşma yapmak caiz olmaz.

Şayet bir elbiseye karşı anlaşma yapılır ve oda verilirse, bu durumda sulh caiz olur.

Buğday hakkında verdiğimiz cevap, diğer ölçülen şeylerde de aynısıdır. Mevzûnât (= tartılan şeyler) ve adediyât (= sayılan şeyler) de de hüküm aynıdır.

Gasb olunan şey, eğer taksime (= bölünmeye) ihtimali olmayan, bir şeyse (bir köle, bir hayvan veya bir cariye gibi...) kendisinden gasbedilen şahıs da, gasbeden şahısla, onun yarısına anlaşma yaparsa, gasbolunan şeyin hazırda olmaması halinde hiç şüphesiz anlaşma caiz olmaz.

Gasbolunan şey hazır olur ve gasbeden şahıs da gasbı ikrar ederse, yine anlaşma caiz olmaz.

Bu şahıs gasbı inkar ederse, sulh yine caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka bir adamdan bin dirhem gasbedip, onu gizler ve onun asıl sahibi, gasibla beşyüz dirheme anlaşma yapar ve gasbeden, o bin dirhemden beşyüz dirhemini verir veya başka bir beşyüz dirhem verirse, bu anlaşma, hükme göre caiz olur. Geri kalanı, gasbeden verirse verir; değilse, Allah ile kendi arasında kalır.

Şayet gasbedilen dirhemleri, gasbolunan zat, gasbedenin elinde görüyor ve gasbeden şahıs da, onu inkar ediyorsa; cevap yine aynıdır.

Bundan sonra, gasbolunan zat, beyyine ibraz eder ve geri kalan malı da kendisine hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, iki adamdan bir köle veya bir elbise yahut benzeri bir şeyi gasbedip, onu da zayi ettikten sonra, o adamlardan birisi, kendi hissesi karşılığında dirhemler veya dinarlarla anlaşma'yapıp alacağım alırsa, bu caiz olur. Ortağı da, o alman şeye ortaktır.

Şayet anlaşma bir yer karşılığında yapılırsa, bu durumda diğer ortağı muhayyerdir: Dilerse, hissesini, gasbedene ödetir; dilerse, ortağının aldığı şeyin yarısını alır.

Eğer o yer durmakta olur ve ortaklardan birisi de kendi hissesi hakkında, anlaşma yaparsa, bu yerin gasbedenin elinde görünür halde duruyor olması halinde, gasbeden onu ikrar ediyor, diğer ortağı ise susuyorsa, bu şahsın ortaklık hakkı yoktur.

Eğer gasbolunan şeyin yeri bilinmediği gibi, gasbeden şahsın da yeri bilinmiyorsa, diğer husus hali üzerine durur; susan ortak da teslim alı­nan şeye ortak olur.

Eğer gasbolunan şey, gasbeden şahsın yanında duruyor ve sahibi de onu görüyor ve ancak gasbeden şahıs gasbı inkâr ediyorsa, Asi, kitabında: "Susan ortağa, ortaklık hakkı yoktur." denilmiştir.

Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

Asi kitabında, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli zikredilmemiştir.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Sükût eden ortağa teslim alman şeyde ortaklık hakkı vardır.

Şeyhu'l-İslâm'da şöyle buyurmuştur:

Şu ihtilafa göre, eğer mal sahibi bilmeyecek şekilde gasbedüen şey gaib ise, gasbeden de onun yerini biliyorsa, durum yine aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir aam, diğer bir şahsın gümüş bir kabını zayi ettiğinde, hakim, ona kıymetini ödemesini hükmeylese; kıymeti teslim-tesellüm etmeden de, taraflar birbirinden ayrılsalar; bize göre, hüküm batıl olmaz.

Keza, hükümsüz olarak, kıymeti üzerinde anlaşma yapsalar ve o kıymeti teslim almadan da birbirinden ayrılsalar; bu anlaşma da batıl olmaz.

Keza, taze gümüş veya dirhemler zayi olduğunda, taraflar zayi olanın kıymetinden daha aza, —vadeli olarak anlaşma yapsalar, bize göre, bu da caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, zayi olan gümüş veya dirhemlere karşılık, on dirheme —va'deli— anlaşma yapsalar, bu da caiz olur. Hızânetü'l-Miiftîn'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, gümüşle süslenmiş bir kabı gasbedip evine koyduktan sonra, onun sahibi gelir ve taraflar onun kadar gümüş karşılığında veya altın karşılığında anlaşma yaparlar; bilahare de bir şey alıp-vermeden ayrılırlarsa, bu anlaşma batıl olmaz.

Keza, bir adam kıymeti yüz dinar olan bir halkayı gasbedip, onu da kaybeder; o halka sahibi de elli dinara anlaşma yaparsa, bu sulh caiz olur.

Eğer gasbeden şahıs yitirdiği o halkayı bulursa, o zaman halka sahibi, ona yarı yarıya ortak olur.

Şayet anlaşma halka mevcut iken yapılırsa, caiz olmaz.

Keza, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden gümüş bir şey gasbeder ve o kaybolduktan sonra da, onun değerinden daha fazlaya anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz.

Şayet gasbeden şahıs onu zayi eder ve gasb edilen adam da buna razı olarak gümüş şeyinin ağırlığında taze gümüşe anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin evinden bir şey çalar ve o şeyi de evden çıkarmadan mal sahibine vermek ister ve belirli bir mal üzerine de anlaşma yaparlarsa bu anlaşma batıl olur. Ve hırsız, malı sahibine geri verir. Bu teklif, mal sahibinden gelirse, bu durumda hırsıza bir şey gerekmez ve davadanda beraat eder. Çaldığı malı da geri sahibine verir.

Şayet dava hakime çıktıktan sonra, mal sahibi anlaşma yapmak ister ve bu, af sözüyle olursa, bi'1-ittifak bu durumda af sahih olmaz.

Şayet bağış veya vazgeçme gibi olursa, bize göre dava düşer.

Eğer içki içen birisi, mal vermek üzre anlaşma yaparsa, bu anlaşma sahih olmaz; af da, doğru olmaz. Bu durumda mal, içki içene geri verilir. Anlaşma, ister mal verilmeden önce, isterse sonra olsun müsavidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir tamircinin dükkanından, bir topluluğun papuçiarını çalar; dükkan sahibi olan tamirci de hırsızla anlaşma yaparsa, eğer papuçları çalınanlar mevcut iseler anlaşma caiz olmaz.

Ancak onların sahipleri izin verirse, bu durumda anlaşma caiz olur.

Şayet çalman papuçlar zayi olmuşsa, sahipleri izin vermeden de, dirhemler üzerine yapılan ve kıymetlerinden de aşağı olmayan bir sulh anlaşması caiz olur. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adamı, hırsızlık suçuyla habsettiklerinde bir topluluk onu dava eder; sonra da anlaşma yaparlar; hırsız da hapisten çıkınca, hırsızlık yaptığını inkar eder ve: "ben hırsız değilim. Nefsimden korktuğum için anlaşma yaptım." derse; alimler: "Eğer hakimin hapishanesinde ise sulh caizdir;   yok   eğer,   valinin   hapsanesinde   ise   sulh   caiz   değildir." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir eşya verdiğinde,, onun yolu kesilerek, o eşya elinden ahmr ve eşya elinden alman şahıs, hırsızla anlaşma yapar ve: "Ben, malım için anlaşma yaptım." der; emanet sahibi de: "Sen, benim emanetim için anlaşma yaptın." derse; şayet o emaneti verirken bir şey söylemiş, olur ve hırsız da huzurda bulunursa, bu durumda onun sözü geçerli olur. Değilse yapılan anlaşma, malın tamamına göre yapılmış olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bu durumda anlaşma mekruh olur ve caiz değildjr. Sirâciyye'de de böyledir.

İddia eden iki kişi olur ve hükümdar da iddia olunan şahsı zor-larsa; ikisi birden anlaşma yaparlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir topluluk, gece veya gündüz, —bir adamın evine girer ve silah­larını çekerek, bir şeyi ikrar etmesi veya bir şeyden vazgeçmesi için ona karşı zor kullanırlar, o da dediklerini yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre bu anlaşma caiz olduğu gibi bu durumdaki ikrar da, ibra da caiz olur. Çünkü, O'na göre, ikrah (= zorlama) ancak sultan tarafından yapıldığı zaman, vaki olur.

İmâmeyn'e göre ise ikrah, sözünü yerine getirmeye gücü yeten kim­selerin tamamından tahakkuk eder.

Fetva da buna göredir.

Şayet, gelen bu topluluk silah çekmez fakat, o şahsı döverler ve bu iş gündüz ve şehirde olursa, anlaşma caiz olur.

Eğer büyük bir odun parçasıyla hiddet yaparlarsa, bu da yerindedir.

Eğer, —gece veya gündüz— yolda veya mahallede olursa, bu durumlarda sulh ve ikrar batıl olur.

Şayet silah çekmezler ve meselâ: Bir koca, karısına hiddet göste­rerek, mehrinin az bir şey olduğunu ikrar etmesi veya ondan vazgeçmesi hususunda zorlarsa, bu durumda koca, yabancı gibi olur.

Eğer koca, kadını boşamakla veya nikahlamakla veya esir etmekle korkutarak zorlarsa, işte bu ikrah olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [11]

 

6- ÇALIŞANLARIN YAPTIĞI SULH
 

Bir adam, çamaşır yıkayan bir şahsın yanına vararak, elbisesini yıkatmak istediğinde, çamaşırcı onu yıkarken yırtarsa, bu durumda, temizleyicinin çamaşır sahibi ile, elbise çamaşırcının olması veya elbiseyi sahibinin geri alması üzerine, belirli miktardaki dirhemler karşılığında sulh olsalar, bu anlaşma, bu halde caizdir.

Bu durumda dirhemlerin, peşin veya vadeli olması da farketmez.

Bu anlaşma dinar karşılığında yapılırsa, hüküm yine böyledir.

Bu anlaşma, Ölçülen veya tartılan şeyler karşılığında yapılır ve bunlar da belirli şeyler olursa, yine bu sulh caiz olur.

Elbiseyi sahibinin veya yıkayıcının alması müsavidir;

Eğer ölçülen veya tartılan şey zimmette olur ve anlaşmada "elbise çamaşırcının olacak kaydı." bulunursa, bu durumda sulh caiz olur.

Şayet "elbise elbise sahibinin olacak" kaydı varsa; anlaşma caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer çamaşırcı: "Ben, sana elbiseyi verdim." der, elbise sahibi de, onu inkar eder ve sonra da anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz.

Bu durumda çamaşırcıya ücret de verilmez. İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre bu anlaşma caiz olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli de budur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet çamaşırcı iddia eyleyerek "elbiseyi sahibine verdim." deyip ücret ister; elbise sahibi de bunu inkar eder ve taraflar ücretin yarışma sulh olursa, bu anlaşma caiz olur.

Eğer elbiseci, elbiseyi aldığını doğrular ve ücretini verdiğini de iddia eder; temizleyici de, onu inkar eder ve bu şahıslar, temizleme ücretinin yansına anlaşma yaparlarsa, bu sulh da caizdir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, ipliğini dokuyucuya yerdiğinde, dokuyucu ona muha­lefet ederse (Şöyleki: O, yedi parça doku dediği halde, dokumacı dört parça dokur veya dediğinden daha çok parça dokursa) bu durumda iplik sahibi muhayyerdir. İsterse dokunan bezi alıp onun, ecr-i mislini verir; dilerse, elbiseyi dokumacıya bırakıp ipliğini ödetir.

Eğer elbiseyi dokumacıya bırakmak ve karşılığında da dokumacının belirli dirhemleri va'deli olarak vermesi şartıyla anlaşma yaparlarsa, bu bu anlaşma caiz olmaz.

Alimlerimiz, bunu şöyle açıklamışlardır:

İplik sahibi elbiseyi dokumacıya terk edip, ipliğinin bedelini ona ödetir, sonra da bir müddete kadar dirhemler üzerine anlaşma yapar­larsa, bu borç olur ve haramdır. Fakat iplik sahibi, elbiseyi almak ister, sonra da dokumacı ile bir müddete kadar, belirli dirhemler karşılığında anlaşma yaparlarsa, işte bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer iplik sahibinin, bezi alarak ücretin bir kısmım verip, bir kısmım  düşürmesi  şartı  ile  anlaşma yaparlarsa,  bu da caiz  olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, boyacıya bir dirhem mukabili, bir kafîz boya ile boyamak üzre, bir elbise verir; boyacı da onu iki kafîz ile boyarsa, bu durumda elbise sahibi muhayyerdir. Elbiseyi alıp, dirhemi verir, sonra da bir ölçek buğday karşılığında anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Eğer, elbise sahibi bu durumda buğdaya vadeli olarak anlaşma yaparsa, İmâm Muhammed (R.A.) bunu kitab da zikretmemiştir.

Alimler de bu hususda ihtilaf etmişlerdir. Irak alimleri: "Caizdir." demişler; Belh alimleri ise: "Caiz değildir." demişlerdir.

Şayet bir kafîz boyaya anlaşma yaparlarsa, bu belirli olursa caiz olur. Eğer belirsiz olursa caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer boyacı, va'deli olarak anlaşma yaparsa bu caiz olur.

Keza bir kırat altına anlaşma yaparsa aynı mecliste altını teslim alması halinde bu da caiz olur. Eğer aynı mecliste teslim almaz ise ve kıymeti de ikinci ölçekden fazla değilse, bu anlaşma caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [12]

 
7- BEY' ( = ALIŞ - VERİŞ) VE SELEM HAKKINDA SULH
 

Bir adam, kölesini, bin dirhem siyah gümüşe satar; sonra da bin veya yüz dirhem katkmtılı dirheme peşin veya vadeli olarak anlaşma yaparsa, bu batıl olur.

Keza, bu şahısların, belirsiz olan, tartılan veya ölçülen bir şey karşılığında anlaşma yapmaları da caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir şey satın aldığında o şey başkası tarafından iddia olunur ve müşteri de anlaşma yaparsa, bu sulh sahih olur. Satıcısına müracaat etmek isterse, ona gücü yetmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Hasan bin Ali'den sorulmuş:

Bir adam, diğerini fasid bir satışla dava ettiğinde satılanı teslim aldıktan sonra, beyyine ibraz edemese ve dinarlar üzerine aralarında anlaşma yapılsa; bu anlaşma sahih olur mu?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Hayır, olmaz.

— Anlaşmadan sonra beyyine bulunsa, bu beyyine dinlenilir mi? İmâm:

"Evet, dinlenir." buyurmuştur. Tatarbâniyye'de de böyledir.

Bir adam, başka bir adamda, sattığı kölenin bedeli olarak, bin dirhem alacağı bulunduğunu iddia eder ve bu satış, fasid bir satış olur ve köle de zayi olmuş bulunur; taraflar da beşyüz dirheme anlaşırlar ve talip, "kölenin kıymetinin bin dirhem olduğunu" iddia eder; borçlu ise, "dörtyüz dirhem olduğunu" iddia ederse, bu halde anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [13]

 

Selemde Sulh
 

Selem sahibi bir kişi, müslemün ileyh ile, müslemün fih'den dolayı re'sü'1-mâle karşı anlaşma yapsalar caiz olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Selem: Karşılığını sonra almak için, Önceden verilen para veya mal.

Selem sahibi: O para veya malın sahibi olan şahıs.

Müslemün ileyh: Kendisine para veya bir mal verilip de, karşılığı sonradan alınacak olan kimse.

Müslemün fih: Peşin para veya mal verilip de, sonra alınacak olan mal veya karşılık (= bedel)

Başka bir cins karşılığında, (yani re'sü'l-mâl'in dışında) müsle­mün fih hakkında yapılan anlaşma caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın üzerinde, bin dirhem ve bir kür selem olduğunda, taraflar yüz dirhem üzerine anlaşma yapsalar, bu caiz olur. Bedâi de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın, bizzat selemin yarısı ile, re'sül-mâlin yarısını almak üzere, anlaşma yapmasında bir beis yoktur.

Bir adamın, diğerinde bir herevi selem elbisesi olduğunda re'sü'l-malin yarısına anlaşma yapsalar, bu anlaşma selemin yarısını vermek şartıyle anlaşma caiz olur.

Kendine selem verilen zat, kesilmiş elbisenin yansını getirirse selem sahibi onu almak hususunda cebr edilmez. Dilerse kabul eder; dilerse, elbiseyi tamam getirene kadar kabul etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Selem va'deli olduğunda, taraflar re'sü'l-mâlin yarısını almak üzere anlaşma yaparlar ve selemin yansı da tenakuz eder ve va'de gel­meden önce, selemin yarısı acele edilirse; nakz caiz olur. Bu durumda re'sü'l-mâlden  yarısı  noksanlaşır;   tacil  caiz  olmaz.   Mebsût'ta  da böyledir.

Bir adam, diğerine, bir ay müddet tayin ederek bir kür buğday teslim eder ve yine aynı adama bir kür de arpa teslim edip onun müddetini de iki ay olarak belirtir, akdin gününden itibaren de bir ay geçip buğdayın zamanı gelir ve buğdayı almak üzere anlaşma yapsalar, arpanın va'desini de artırırlarsa, bu caiz olur.

Şayet buğdayı geri bırakıp da, arpayı hemen almak üzere anlaşma yapsalar, işte bu caiz olmaz; Muhıyt'te de böyledir.

Selemin   vakti   geldiğinde,   onu   bir   ay   tehir   etmek   üzere re'sü'l-malden bir şey vermek caiz olur.

"Bu durumda, selemin reddedilmesi (= geri verilmesi) de caiz olur. denilmiştir.

Va'denin şartı hususunda kitab da rivayet yönü yoktur.

Selem va'deli olunca, kendine selem verilen zat va'deyi bir ay uzatmak için, dirhem ziyade kılsa bu caiz olmaz.

Şayet selem karşılığı olan maldan bir kısmını alır, kalanın müdde­tini uzatırsa bu da caiz olmaz.

Keza, va'deyi uzatmak için, re'sü'l-mâlden bir kısmını almak da caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Selem, bir kür buğday olduğunda, taraflar kalanından vaz geçmek üzere, yarım kür buğdaya anlaşma yaparlarsa, işte bu caiz olur.

Selem, bir kür taze buğday olduğunda, taraflar bir kür eski buğdaya anlaşma yaparlarsa, bu da caizdir.

Eğer selem bir kür eski buğday olur ve yarım kür yeni buğdaya anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli ile İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşü budur. Muhıyt'te de böyledir.

Şj2İem buğday, re'sü'l-mâlde yüz dirhem olduğu zaman, taraflar selemden dolayı, iki yüz dirhem veya yüz dirhem yahut elli dirheme anlaşma yapsalar, bu batıl olur.

Fakat: "Selemden dolayı, re'sü'1-mâl üzerine, yüz dirheme karşılık seninle anlaşma yaptım." derse bu caiz olur.

Keza: "Selemden dolayı, re'sü'l-mâlden elli dirhem üzerine seninle anlaşma yaptım.'* derse, yine bu sulh caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

"Selemden ikiyüz dirhem üzerine, re'sü'l-mâlden seninle anlaşma yaptım." derse, fazlası caiz olmaz. Bu durumda ikale, re'sü'1-mâl kadar vaki olur.

Bunu Şeyhu'l-İslâm söylemiştir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî de, bu ikâlenin batıl olduğuna işaret etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.                                                          

Bir adam, sayılı dirhemleri, h\x müddete kadar bir kür buğday için, teslim edip, bir zaman sonra da, kendine selem bırakılan şahısla, o zamana kadar, yarım kür buğday artırmak üzere anlaşma yapsalar, bu bi'1-icma caiz olmaz.                                            

Caiz olmayınca da, kendine selem yapılan zâtın, selem sahibine, re'sü'l-malin üçde birini geri vermesi gerekir. Tam bir kür buğday da onun üzerindedir.                                                      

İmâmeyn ise: "Bir şey vermek gerekmez; üzerinde bir kür buğday borç olarak kalır." buyurmuşlardır. Manzume Şerhinde de böyledir.

Bir adam, bir kür buğday için, bir elbise teslim ettikten sonra, selem alan şahıs, bu elbiseyi teslim alınca, onu başka birine teslim eder; bundan sonra da önceki adam, önceki mal sahibi ile re'sü'1-mâle karşı anlaşma yaparsa, bu anlaşma, ikinci müslemün ileyhe verilmeden önce olmamışsa her yönden bozukdur. (Görme muhayyerliği, hükümle kusurlu olması, teslimden önce meclisten ayrılma gibi...)

Keza müslemün ileyhin mülkünden, bu elbise bağış yoluyla çıkarsa;' mal sahibi ona müracaat eder. Bu müracaat, ister hakimin hükmüyle olsun, ister hükümsüz olsun müsavidir. Şayet, satın alma, bağış yapma, miras kalma gibi bir sebeple iade edilirse, selemin önceki sahibinin hakkı, elbisenin kıymetidir; elbisenin kendisi değildir.

Şayet elbisenin kendisini almak üzere anlaşma yaparlar ve bu anlaşma, hakim elbisenin kıymetine hükmetmeden önce yapılmış olursa, bu durumda, kıyasen caiz olmaz; istihsanen ise caizdir.

Eğer bu sulh hakimin kıymet takdirinden sonra ise, kıyasen caiz değidlir.

Bu anlaşma istihsanen caiz olur mu?

Âlimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Eğer ona.fesh ve temlik gibi bir sebeble, hakimin hükmü olmadan dönmüşse, o zaman, önceki selem sahibinin hakkı, elbisenin kıymetidir; kendisi değildir.

Eğer  elbisenin  kendini  almak  üzere,   anlaşma  yaparlar  ve  bu anlaşma, hakimin, bu elbisenin kıyemtini hükmetmesinden önce olmuşsa, kıyasen caiz olmaz; istihsanen caiz olur.

Eğer hakimin hükmünden sonra ise kıyasen de, istihsanen de caiz olmaz.

Şayet, birinci müslemün ileyh, ikini müslemün ileyhe elbise veril­meden önce, anlaşma yapar, sonra da elbise hakimin hükmünden sonra, birinci müslemün ileyhe avdet ederse, bu durumda —hangi sebeple olursa olsun— anlaşmaları caiz olmaz. Ancak hakimin hükmüyle, kusuru sebebiyle reddedilirse, elbise Önceki sahibine verilip, kıymeti ondan alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Re'sü'l-mâlden kendi hissesini almak üzere, selemde, ortaklardan birinin anlaşma yapması, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir. Bu şahsın ortağının izni beklenir; eğer o reddederse anlaşma batıl olur. Selem aralarında hali üzere baki kalır. Şayet ortağı izin verirse, ikisi hakkında da geçerli olur ve alınan re'sü'1-mâle ortak olurlar; kalan da aralarında müşterek kalmış olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Anlaşma caiz olur; re'sü'l-mâlin yarısı onun olur; arkadaşı isterse teslim alınana ortak olur; isterse, nasi­bini borçludan alır." demiştir. el-Ihtıyâr'da da böyledir.

Bu, re'sü'1-mâl katışık olduğu zaman böyledir. Eğer, re'sü'1-mâl katışık değilse, —her birinin hissesi ayrı ayrı ise— bu durum hakkında alimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "İkisine göre de anlaşma caizdir." dediler, bazıları da: "İhtilaf üzeredir." dediler.

Sahih olanı da budur. Tebyîn'de de böyledir.

Müfâveda ortağı olan şahıslardan birisi, diğer birine selem verse, onlardan birisi de re'sü'1-mal üzerine anlaşma yapsa, bu caiz olur.

Inân ortakları da böyledirler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğer birinde selem olarak bir kür buğdayı ve ona bir de kefili olduğunda kefil, selem sahibi ile re'sü'1-mâle karşı anlaşma yaparsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu anlaşma, kendisine selem verilenin izin vermesine kadar bekletilir. Eğer o izin verirse, anlaşma caiz ve selem sahibinin re'sü'l-mâlde hakkı olur.

Eğer bozarsa, anlaşma bozulmuş olur.

Yabancı da böyledir. Eğer re'sü'1-male karşı anlaşma yaparsa, o malı tazmin eder ( = öder) Mühıyt'te de böyledir.

Alacaklının kefili, selem cinsinden bir yiyecek üzerine anlaşma yaptığında, eğer bu yiyecek yenilik, bakımından selemden aşağı olursa caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alacaklı, tamamını kefile bağış yaparsa, kefil, kefil olunan şahsa müracaat eder..

Şayet alacaklının kefili, selemden dolayı bir elbise veya tartılan bir şey üzerine anlaşma yapsa, bu caiz olmaz.

Müslemün ileyhin kefili, selemin haricinde bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu —yukardakinin hilafına— caiz olur.

Sonra selemin kefili, borçlu ile, selemin cinsinin haricinde bir şey üzerine, anlaşma yaparsa borçlu, kefilin alacağından beri olur; ala­caklının alacağından ise beri olamaz. Bundan sonra bakılır: Eğer kefil alacaklıya yiyeceği öderse, hepsi de beri olurlar.

Şayet alacaklı borçluya müracaat ederek, yiyeceği ondan alırsa; o da kefile müracaat ederek, verdiğini geri alır. Kefil ise, muhayyerdir. İsterse selemi öder; isterse, aldığım olduğu gibi geri verir. Mühıyt'te de böyledir.

Kefil, selem sahibi ile,  re'sü'l-mâlde dirhem artırmak üzere anlaşma yapar ve onu  da teslim  alırsa,  bu  anlaşma caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kefil,  müslemün  ileyhin  buğdayı  artırması  üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma da caiz olmaz. Mühıyt'te de böyledir.

Selem  sahibi,   kefilin  buğdayı  artırmasına  karşı,  dirhemleri artırırsa, bu caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Kefil, kefil olduğu şeyden, noksan ölçülmüş bir şey getirip selem sahibine: "Al bunu." derse, bu müslemün ileyh'den caiz olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Kefilden de caiz olmaz.

Eğer zirai şeylerden getirirse, müslemün ileyhden caiz olur. Mühıyt'te de böyledir.

Kefil, selemi, şart koşulan yere değil de başka bir yere korsa, sahibi müracaat ederek şart koşulan yere koydurur.  Mebsût'ta da böyledir.

Eğer kefil, anlaşma yaparak, yiyeceği şart koşulan yere değil de başka bir tarafa korsa, hamal ücretini verip, şart koşulan yere taşıtırsa, bu caiz olmaz; alacaklı onu reddeder. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birine emrederek, bir kür buğday selem kor; sonra da selem sahibinin velisi, re'sü'1-mal üzerine anlaşma yaparsa, ona göre, bu caiz olur ve emredene buğdayın benzerfni öder.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kav­lidir. Keza anlaşma yoluyla vazgeçmesi de caiz olur. Eğer emreden, borçlu ile, re'sü'1-mal üzerine anlaşma yapar ve onu da teslim alırsa caiz olur. Bu sulh yoluyla değil de, vazgeçme menzilinde olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinde "yüz dirhem ve bir kür buğday" selemi olduğunu iddia eder; bundan dolayı da yirmi dirheme anlaşma yapar­larsa, selem olan re'sü'I-mal dirhemler ise, bu anlaşma batıl olur. Ve eğer, re'sü'I-mâl dinarlar ise, (Şayet re'sü'1-mâl beş dinar ise, anlaşma da beş dinara yapılmış ve yirmi dinar peşin ödenmişse) sulh caizdir.

Fakat, beş dinarı, selemin karşısına koymazsa, anlaşma tamamı hakkında caiz olur mu?

İmâm Muhammed (R.A.) bunu kitapda zikreylememiştir. Alimler de bu hususta ihtilaf eylemişler ve Fakıyh Ebû Ça'fer el-Hindüvânî: "Caiz olmaz." demiş; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî (Ebû Ca'fer'in hocası) ise: "Caiz olur." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

İki zimmî, bir zimmiye şarap selem yaptıktan sonra, onlardan birisi, müslüman olsa, bunun selemden hissesi batıl olur ve re'sü'1-mâli için müracaat eder.

Eğer belirli bir yiyecek karşılığında, re'sü'1-mâli anlaşma yapar veya va'deli anlaşırsa, caiz olmaz.

Şayet bir nasrânî, şarabını başka bir nasrâniye teslim eder ve buğdaya karşılık olarak, şarabı da teslim aldıktan sonra, bu şahıslardan birisi müslüman olsa, selem bozulmaz.

Eğer onlardan müslüman olan re'sü'l-maie~ karşı anlaşma yaparsa bü caiz olmaz.                                                                

Bir nasrânî, diğer bir nasranîye bir hınzır teslim eder, diğeri de onu teslim alır ve o domuz helak olur; sonra da bu şahıslardan birisi müs­lüman olursa, selem bozulur. Domuzun kıymeti ona aittir. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [14]

 

8- SULHDA MUHAYYERLİK VE MALIN KUSURU DOLAYISİYLE YAPILAN SULH
 

Bir adam, diğerinde yüz dirhem alacağı olduğunu iddia eder ve buna karşı da bir köle alarak anlaşma yapar ve iddia eden için üç gün muhayyerliği şart koşarlarsa, bu akid de muhayyerlik de caizdir. Bu durumda iddia olunan zatın, ikrarı ve inkarı müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, bir köle üzerine anlaşma yaparlar ve iddia sahibi bir aya kadar on dinarı artırıp muhayyerliği de şart koşarsa, bu da sahih olur.

Akid gereğince, borçlu bin dirhemden .berî olur ve alacaklı, ay tamam olunca on dinarı alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğerinde on dinar alacağı olduğunda, bir elbise karşılığında anlaşma yapsalar ve borçlu, nefsini üç gün muhayyer kılıp elbiseyi de alacaklıya verir; üç gün geçmeden de bu elbise zayi olursa; bu durumda onun kıymetini tazmin eder. (= öder) Dinarlar ise sahibinin olur.

Şayet muhayyerlik alacaklı için şart kılınmış; bu müddet içinde de elbise zayi olmuşsa bedelini ödeyici olarak zayi olmuş olur.

Elbise zayi olmaz fakat muhayyerlik süresi tamam olursa, bu durumda anlaşma tamamdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamln, diğerinde alacağı olduğunda, buna karşılık bir köle üzerine anlaşma yapıp, üç günlük muhayyerliği de şart koşarlar, bu üç gün geçtikten sonra, muhayyerlik sahibi: "Anlaşmayı bozmuştur." diye iddia ederse; o üç gün içinde, beyyinesi olmadıkça bu sözü doğrulanmaz.

Eğer, bu şahıs feshe dair beyyine ibraz eder; diğeri de üç günün geçtiğini isbat ederse, bu durumda fesh beyyinesi kabul edilir.

Eğer üç günün geçip geçmediğinde ihtilaf ederlerse, bu durumda muhayyer olan şahsın sözü geçerli olur. Beyyine getirilmesi halinde ise, diğerinin beyyinesi geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.

İki adamın bir adamda alacağı olduğunda borçlu onlarla bir köle karşılığında anlaşma yapar ve ikisine de muhayyerliği şart koşar; sonra da onlardan birisi, sözleşmeye razı olduğu halde, diğeri onu bozmak isterse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bozma hakkı yoktur.

İmâmeyn'e göre, ise bozma hakkı vardır.

Şayet alacaklı bir kişi, borçlu ise, iki kişi olursa, o iki borçlu bir köle üzerine anlaşma yaparlar, üç gün de muhayyerlik şartı koyarlar ve şartı hıyar, alacaklı için olursa, borçlunun biri hakkında anlaşma caizdir; diğeri de bozabilir. Bir rivayette ise caiz değildir.

Eğer muhayyerlik hakkı, borçlulara olur ve onlardan biri, anlaşmaya izin verdiği halde, diğeri vermezse, mes'ele ihtilaf üzeredir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu akid tamamı hakkında caizdir.

İmâmeyn'e göre ise, izin veren hakkında caiz; diğeri hakkında ise, caiz değildir. Muhiyt'te de böyledir.

İnkârdan sulha gelince, bunda dava olunan şahsa muhayyerlik hakkı şart koşulmuş ve bu şahıs muhayyerliği sebebiyle sözleşmeyi fesh etmişse, bu durumda davacı, ona karşı davasına döner. Mebsût'ta da böyledir.

Görmediği bir şey üzerine anlaşma yapan bir şahıs için, o şeyi gördüğü zaman, muhayyerlik hakkı vardır. Siraciyye'de de böyledir.

Bir adam, başka bir şahsı dava ettiğinde, dava olunan kimse bir yük üzerine anlaşma yapıp, onu da görmeden teslim alır; sonra da dava sahibi, o yüke karşılık, başka bir davacı ile anlaşma yapar ve o yükü, o davacı onu görmeden teslim alırsa son alan şahıs onu geri verebilir. Fakat birinci olaıak alan ^efcıs onu geri veremez. Bu geri veriş, ister, hakimin hükmüyle olsun; isterse hükümsüz olsun, müsavidir.

Şayet kusurundan dolayı görme muhayyerliği varsa, —hakimin hükmüyle— onu son alan geri verebilir. Önceki de onu aldığı zata iade eder. Muhıyt'te de böyledir.

Ayıp muhayyerliği, mal davasında, anlaşma ile sabit olur. Hatta, bir adam alacak iddiasında bulunduğunda bir köleye karşılık anlaşma yapsalar, alacaklının, aybı sebebiyle bu köleyi geri verme hakkı vardır. Bunun hükmü, alım-satımın hükmü gibidir.

Eğer hakimin hükmüyle geri verirse, bu durumda anlaşma fesholur ve onu satıcısına iadaeder.

Şayet hakimin hükmü olmaksızın geri verirse, onu önceki satıcıya geri verme hakkı olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Kendisiyle akid yapılan zatın, aybda red (= geri verme) hükmü, satılan şeyin hükmü gibidir. Kusuru ister az, ister çok olsun reddedebilir. Hükümlü veya hükümsüz reddedince, dava devam eder. Mebsût'ta da böyledir.

Anlaşma yapılan şeyde ayıp bulunduğu halde onu geri vermeyede zayi olması, artması veya noksanlaşması yüzünden güç yetmezse, bu durumda davacı, davalıya, o noksanlığının karşılığı için müracaat eder Eğer beyyine ibraz eder veya yemin ederse, aybın hissesine hak sahibi olur. Yemin edemezse, bir şeye malik olamaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia ettiğinde, bu ev karşılığında bir köleye, anlaşma yaparlar ve o köleye de bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda iddia sahibi, davasına müracaat eder.

Bu, hak sahibi olan zatın, anlaşmaya izin vermediği zaman böyledir. O izin verirse anlaşma caiz olur ve bu köle davacıya teslim edilir. Hak sahibi olan zat da davalıya müracaat ederek kölenin bedelini, ondan alır.

Eğer hak sahibi, kölenin tamamına değil de, yarışma hak sahibi ise, davacı muhayyerdir: İsterse, kalan yarıya razı olur ve yarısı için de davasına devam eder. Dilerse, tamamını geri vererek, davasına müracaat eder.

Bu, anlaşma belirli bir mala karşı yapıldığı zaman böyledir.

Ancak, anlaşma alacağa karşı yapılır, (dirhemler, dinarlar tartılan ve ölçülen şeyler veya vasıflı elbise gibi...) ve vadeli olursa, hak sahibi çıkması sebebiyle, anlaşma batıl olmaz. Fakat, sahibi onların benzerine müracaat eder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirheme bir köle satın alıp, karşılıklı olarak teslim-tesellüm yaptıktan sonra da, onda bir kusur bulur; satıcı da onu inkar eder veya ikrar ettiği halde, yeniden peşin veya vadeli dirhemlere anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur. Eğer dinarlar karşılığında anlaşma yaparlarsa, onu peşin almak gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Kusurdan dolayı, tarafların bir elbise üzerine anlaşma yapmaları caizdir.

Belirli buğdaya karşı yapılan anlaşma da caizdir.

Bunları teslim almadan, taraflar birbirlerinden ayrılsalar da zarar etmez.

Eğer, buğday belirli olmaz ise, vadeli olunca anlaşma caiz olmaz; peşin olursa, —ayrılmadan almak şartıyla— caiz olur.

Eğer teslim almadan, taraflar birbirinden aynlırlarsa, anlaşma batıl olur.

Keza, eğer kölede, geri vermeye güç yetmeyecek bir kusur meydana gelir veya bu köle müşterinin yanında Ölür yahut aybını öğrenmeden, onu azad eder ve sonra aybını Öğrenir ve o aybdan dolayı anlaşma yaparlarsa, bu sulh anlaşma caiz olur.

Şayet müşteri, köleyi öldürüp sonra da aybına muttali olmuşsa, bu durumda, o kölenin aybmdan dolayı yapılan anlaşma batıldır.

Bu cins mes'elelerde aslolan müşteriye karşı red taazzur ettiği zaman, kusurdan dolayı onun müracaat hakkı vardır ve yapılan anlaşma caizdir.

Şayet kusurdan dolayı red hakkı yoksa, yapılan anlaşmada caiz değildir.

Eğer aybını bildikten sonra azad eder; sonra da aybmdan dolayı anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz.

Keza, satış kendisine arz edildikten sonra, kusurunu öğrenirse, o kusurdan dolayı anlaşma caiz olmaz.

Bir adam, diğerinden bin dirheme bir köle satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, başka birine satar; bilahare de önceki müşteri, o kölenin aybını öğrenerek, önceki satan ile dirhemlere anlaşma yaparsa, bu sulh caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer köle, ikinci müşterinin elinde öldükten sonra, bu ikinci müşteri, o kölenin aybını öğrenirse, bu durumda, onu kendisine satan adama müracaat eder ve kölenin kusurunun (= aybmın) karşılığını ondan alır.

Bu noksandan dolayı, birinci müşteri satıcıya müracaat edemez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir.                             

Şayet anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre, caiz olur ve müracaat da eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir elbiselik kumaş alıp, onu da keserek gömlek diktikten sonra, onu satsa veya satmadığı halde, onun bir kusu­runu görse, bilahare de, o ayba karşılık, belirli miktardaki dirhemler üzerine anlaşma yapsa, bu caiz olur.

Keza, bu şahıs onu kırmızı boya ile boyadıktan sonra satsa veya satmayıp bir küsurundan dolayı anlaşma yapsa, bu sulh anlaşması da caiz olur.

Ancak, bu şahıs, o kumaşı kestiği halde dikmese ve satsa; sonra da kusurundan dolayı anlaşma yapsa, bu sulh sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar, kusurundan dolayı, bir hayvana, bir ay binmek üzere, anlaşma yapsalar, bu caiz olur.

Alimler: "Bunun açıklaması şöyledir: Bu hayvana şehirde binmek şart koşulursa, sulh caiz olur. Şehrin haricinde binmek halinde ise sulh caiz olmaz." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir kadından bir şey satın aldığında, onda bir kusur bulunur, ve taraflar, bu kusura karşılık, kadınla nikahlanmak üzere anlaşma yapsalar, bu nikah caiz olur.

Bu kusurun varlığının, kadın tarafından kabul edilmesi halinde böyledir.

Eğer, bu kusur mehre muadil ise (ki en az mehir on dirhemdir) işte o mehirdir.

Ondan az ise onu on dirheme tamamlar. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bir hayvan satın aldığında, onu teslim almaz ve satıcı, bütün ayıplardan vazgeçmek üzere anlaşma yapar; sonra da hayvanda bir kusur meydana gelirse, bu durumda müşteri, onu iade edemez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

tmâm Muhammed (R.A.)*e göre ise bu durumda müşteri, onu iade eder. Hâvî'de de böyledir.

Vurmadan meydana gelen bir noksanlık için anlaşma yaptık­larında, vuran şahıs, diğerine: "Baş yarma, yaralama, saçı karıştırıp bozmadan dolayı, seninle anlaşma yapıyorum." dese, bu caizdir ve bu sınıf kusurlardan beri olunur. Eğer, bunların haricinde bir kusur mey­dana gelirse, ondan dolayı ayrıca anlaşma yapılır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, yirmi beş mevcut, beş de sonradan olacak kusur karşılığında, belirli dirhemler üzerine anlaşma yapsalar bu caiz olur. Bu akid ayıplardan ibarettir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) zamanında, Küfe ehli bir hayvan hakkında anlaşma yaptı. İbnü Ebî Leylâ da: "Bir hayvanın ayıblan söylenmedikçe ibra caiz olmaz.1' buyurdu. Hayvan tellalları, bir hay­vanda olan kusurları topladılar. Bu kusurlar yirmi beşi buldu. Bundan sonra da, beş kusur daha meydana çıktı. O beş kusuru da söylediler.

Bir hayvan satarken, Ebû Leylâ'nın kavline muhalefetten kaçınmak için, kusurların hepsini söylemek gerekir. Çünkü, İbnü Ebî'Leylâ bir hakimdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir müşteri, satın aldığı hayvanın gözünde olan bir kusuru için anlaşma yapsa da, başka aybını söylemese bu anlaşma caiz olur. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.

Bir adam, elli dinara bir cariye satın alıp, karşılıklı teslim-tesellümden sonra, bu müşteri o cairyede bir kusur bulur ve satıcının, bu cariyeyi geri alıp, kırk dokuz dinar yermesi üzerine, anlaşma yaparlar ve bu durumda satıcı, o aybı doğrularsa, onun, kalan bir dinarı da vermesi icabeder.

Keza ef er bu aybm müşterinin yanında meydana gelmediğini, kendi yanında iken de mevcut olduğunu biliyordu ise, hüküm yine aynıdır.

Şayet: "Benim yanımda, kusuru yoktu." der veya isnad edilen aybı doğrulamadığı gibi inkar da etmezse; bu kusur, benzeri müşterinin yanında meydana gelmesi mümkün olan bir kusur olması halinde geride kalan dinar caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.Â.)'e göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göje ise, her iki halde de caiz olur. Hulasa'da da böyledir.

Eğer satıcı, müşteriden, bedelini tamamen vermek üzere, elbise alırsa red (= geri vermek) caiz olur.

Bu durumda satıcının müşteriden aldığı elbise, helal olur mu?

Satıcı kusurunu kabul ederse, bu durumda elbise satıcı için helal olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Bu elbiseyi müşteriye geri vermek lazımdır. Şayet kusuru inkar eder ve kusur da benzeri sonradan olmayan bir kusur olursa, cevap aynısıdır.

Eğer benzeri olursa, bu elbiseyi satıcının geri vermesi gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adam,  bir  hayvan  satın  alıp,  karşılıklı  teslim  tesellüm yapıldıktan sonra da, onda bir kusur bulunur; bu kusuru da satıcı inkar eder;   bilahare  de,   taraflar  bedelini  geri  vermek  üzere  bir  elbise karşılığında anlaşma yaparlarsa, işte bu anlaşma caiz olur.

Şayet, o elbiseye bir hak sahibi çıkarsa, onun hissesi kadar bedeline müracaat eder. O da kusur miktarıdır.

Eğer hayvana bir hak sahibi çıkarsa, müşteri elbiseyi satıcıdan geri alır. Çünkü, bu durumda anlaşma da, satış da batıl olmuştur. Hâvî'de de böyledir.

Satılan şeyde kusur bulunduğu zaman, bir mal üzerine anlaşma yapılır, onu da müşteri teslim alır; sonra da onda başka bir kusur bulursa,   sulh   bedeli   olarak   aldığı   ile   beraber,   onu   geri   verir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir cariye satın alır; onu da nikahlanmış olarak bulur ve satıcıya geri vermek ister; sonra da dirhemler üzerine anlaşma yapar; bilahare de kocası, bu cariyeyi boşarsa; müşteri dirhemleri geri verir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıstan, elbiselik alıp, onu gömlek yapmak için keser ve fakat dikmez; sonra da Onda bir kusur bulur; satıcı da onu kabul eder ve anlaşma yapıp o elbiseliği, satıcı geri alır ve bu durumda müşteri, bedelinden iki dirhem düşerse, bu caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir cariye satın alır; teslim tesellümde yaparlar; sonra da müşteri onda bir kusur bulur; taraflar onun bedelinden yirmi dirhem düşme hususunda anlaşırlar; başka bir adam da böylece almaya razı olursa; bunun o yabancıya satılması olur. Bu, müşteri yirmi dirhemi düşerse caizdir. Satıcının düşmesi caiz değildir.

Yabancı dilerse, o cariyeyi dokuzyüz doksan dirheme alır; dilerse almayıp terkeder. Hulâsa*da da böyledir.

Bir adam, bin dirheme bir cariye satın" alıp, teslim-tesellüm de yapıldıktan sonra, o cariyeyi başka birine ikibin dirheme satar ve yine teslim-tesellüm yaparlar, sonra da ikinci müşteri, bu cariyede bir kusur görür  ve  aralarında,   "ikinci  müşterinin,  önceki  satana binbeşyüz dirheme geri vermesi" üzerine anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. İkinci satıcıya bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden, on dirheme bir elbise satın alır; satıcı dirhemleri müşteri de elbiseyi teslim aldıktan sonra da müşteri, o elbi­sede bir kusur bulur; satıcı ise bunu inkâr eder; başka bir kdam da ara­larına girer ve birinci satıcı, ikinci satıcıdan iki dirhem düşürmek şartıyle sekiz dirheme almak üzere, anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Ve bu durumda elbise, sekiz dirheme müşterinin olur.

Şayet adam, elbisede başka bir kusur daha bulursa, onu, önceki müşteriye geri verir.

O müşteri önceki satıcıya, onu geri verir mi?

Burada iki vecih vardır: Eğer onu hükümsüz kabul etmişse, red ( = geri verme) yokdur.

Eğer hükümle kabul etmişse, satıcıyı dava etme hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, on dirheme bir elbise satın aldığında, satan dirhemlerini, müşteri de elbiseyi teslim alırlar; müşteri o elbiseyi temizlikçiye verir; o da, onu yıkar ve yırtılmış olarak getirir, müşteri de: "Ben, satıcının yanında mı yırtıldı, yoksa temizlikçinin yanında mı yırtıldı bilmiyorum." der ve aralarında müşterinin elbiseyi kabul etmesi, satıcının, fiattan bir dirhem düşmesi ve temizleyicinin de bir dirhem vermesi şartıyle anlaşma yaparlar ve temizleyici ücretini müşteriden alırsa; bu caiz olur.

Keza, bu anlaşma satıcının kabul etmesi üzerine yapılırsa, o da caiz olur.

Anlaşma yapmazlar ve müşteri dava etmeyi arzu ederse; bu durumda ona: "Hangisini istersen, onu dava et." denir.

Eğer müşteri, satıcıyı dava ederse, müşterinin ikrarı üzerine temiz­likçi kurtulur. Zira, bu durumda kusur, temizlikçiye verilmeden önce varmış gibi olur.

Şayet müşteri, temizlikçiyi dava ederse, —ikrarı sebebiyle— satıcı kurtulur. Ve, bu durumda kusur, temizlikçinin yanında olmuş olur.

Keza, bu kusur, boyacının yanında meydana gelir ve boyacı onu boyadıktan sonra aralarında bu elbiseyi, bir yabancının dokuz dirheme satın alması ye önceki satıcının noksan alması şartıyle anlaşma yapar­larsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine "kendisi için, bir cariye satın almasını söyler; o da satın alır; satan şahıs bedelini, söyleyen şahıs da cariyeyi teslim aldıktan sonra da, söyleyen şahıs, bu cariyede bir kusur bulur ve söyleyen şahıs ile satan şahıs, bir şey üzerine anlaşma yaparlar ve müşteri hazır bulunmazsa, kıyasen bu anlaşma batıl olur. Fakat istihsanen bu sulh caizdir. Hâvi'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa "kölesini satmasını emreder ve müşteri onda bir kusur bulur ve emreden şahıs, anlaşma yaparak, fiatından bir şey düşmek üzere, bir parça kumaşı kabul etmeye razı olursa, işte bu anlaşma da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, belirli bir bedelle, bir köle satın aldığında satan bede­lini, satın alan da köleyi teslim alırlar; sonra da bu kölede bir kusur bulunur ve onu satıcının yaptığı sanılıp, onun bedelinden bir kısmını, aybından vazgeçme karşılığında düşürmek üzere, anlaşma yapılır; bir başka adam da, beyyine ibraz ederek "o köleyi, kendisi için satin almasını, satın alan şahsa emrettiğini" söyler ve: "Ben anlaşmaya razı değilim." derse, bu durumda sulh, (- anlaşma) müşteriye ilzam edilir; emredene ilzam edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir cariye satın aldığında, bu cairye müşterinin yanında doğurur; sonra da gözünün birinin görmediği meydana çıkar ve satıcı onu gizlediğini ikrar ederek, cariyeyi ve çocuğunu geri vermesi şartıyle, bedelini satın almış olan şahsa, geri vermek üzere anlaşma yaparlarsa, bu caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyede, kusur olduğunu iddia eder; satıcı da bunu inkar eder ve müşterinin o kusurdan vaz geçmesi üzerine, bir mal karşılığında anlaşma yaparlar; sonra da, bu cariye de bir kusur olmadığı veya o kusurun kaybolduğu meydana çıkarsa, satıcı sulh bede­lini geri ister. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir müşteri, satın aldığı hayvanın gözünde kusur bulur ve bede­linden bir dirhem düşürmek üzere anlaşma yaparlar; sonra da hayvanın gözündeki kusur (beyazlık) giderse, bu anlaşma batıl olur. Ve müşteri, bu hayvanın bedelini tam öder.

Keza, bir adam, diğerine karşı mal iddia eder ve bir mal üzerine de anlaşma yaparlar; sonra da o malın başkasının olduğu anlaşılırsa, davacı aldığı sulh bedelini iade eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, satın aldığı bir cariyenin bedelini vererek* onu teslim alır; bu cariye de müşterinin yanında hayız görmez ve müşteri onu bu yüzden geri verir;  sonra da satıcıyla,  bir şey karşılığında anlaşma yaparlar, bilahare de, cariye hayız görürse, geri alabilir mi?

—Evet isterse müşteri onu geri alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir kür buğdaya bir kür buğday satın aldığında, karşılıklı da teslim-tesellüm yapıldıktan sonra, bu şahıslardan birisi, aldığı buğdayda kusur bulur; diğeri de dirhemlere veya bir kafiz buğdaya yahut bir ölçek arpaya anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz.

Fakat, nevileri ayrı olursa (Mesela: Bir kür buğday vererek, bir kür arpa satın almış olursa) anlaşma caiz olur.

Şayet, —vadeli olarak— dirhemlere karşılık anlaşma yapmışlar ve buğay sahibi arpa da kusur bulmuşsa, o da yerinde duruyorsa işte bu anlaşma da caizdir. Eğer arpa zayi olmuşsa (durmuyorsa), bu durumda sulh (anlaşma) caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, müştereken satın aldıkları bir şeyde, bir kusur bulurlar ve bu şahıslardan birisi, kendi hissesi için anlaşma yaparsa, bu anlaşma caizdir; diğer ortağı onu dava edemez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

İmâmevn'e göre, diğer adam onu dava edebilir. Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre onlardan birisi, hakkından vazgeçerse, diğerinin hakkı batıl olur.

İmâmeyn buna muhaliftir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, her biri on dirheme olmak üzere iki elbise satın alıp, bunları da teslim aldıktan sonra,  onların birisinde kusur bulur ve diğerinin bedelini bir dirhem artırmak şartıyle, o kusurlu elbiseyi vermek üzere anlaşma yaparlarsa bu durumda reddi (= geri vermesi) caizdir. Fazla dirhem ise batıldır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, bin dirheme satın aldığı bir cariyeyi bedelini vererek teslim aldıktan sonra, onun bir gözünün görmediğini anlar; satıcı da bunu doğrular ve ona karşılık bir köleye anlaşma yaparlar; bu köleyi de teslim alır ve onun da gözü görmüyor olur; bu durumda on dirheme anlaşma yaparlarsa, bu sulh (= anlaşma) caiz olur.

Eğer, bu cariyeye bir sahip çıkarsa, müşteri onun hissesi kadarı için, satıcıya müracaat eder. O da yarıdır.

Şayet bu cariyenin, hür bir kadın olduğu belgelenirse, köleyi de geri vererek bin dirhemini tekrar alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, cariyesini sattığında, müşteri onda bir kusur bulur ve onun bedelinden bir miktarının düşürülmesi (indirilmesi) şartıyle anlaşma yaparlarsa, bu sulh istihsanen caiz olur.

Aybı yüzünden bir şey noksanlaştırıldığında, eğer o düşülen şey, aybin karşılığı veya daha çok yahut daha az ise, bil-ittifak her halde de anlaşma caizdir.

Fakat, kusurun karşılığından çok fazlaya anlaşma yapılmışsa işte bu ihtilaflıdır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.

İmâmeyn'e göre ise caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah Teâlâ'dır. [15]

 

9- KÖLELİK VE HÜRRİYET DAVALARINDA YAPILAN SULH
 

Bir adam, nesebi bilinmeyen birisi hakkında "kölemdir." diye iddia eder; iddia olunan şahıs da bunu inkar ettikten sonra bu şahsın yüz dirhem vermesi üzere, anlaşma yapılır ve o, davacının davasından vazgeçmesi için bu dirhemleri verirse bu anlaşma caizdir.

Bundan sonra, iddia eden zat, beyyine getirerek "onun, kendi kölesi olduğunu" söylerse, bu beyyinesi kabul edilmez.

Beyyİnesi olmasa bile velâ hakkı kabul edilir.

İddia sahibi, ondan bir mal için, bir kefil olsa, bu kefalet caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kadına: "Sen benim cariyemsin." dediğinde, o kadın: "Hayır, ben hürrüm." der, buna göre de yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Eğer, bu kadın beyyine ibraz ederek, "onun cariyesi iken, azad edildiğini; bir senedir hür olduğunu veya aslen hür olduğunu, anadan babadan hür olduğunu" isbat ederse, bu durumlarda anlaşma yaptığı adama müracaat ederek, verdiği yüz dirhemi geri alır.

Şayet beyyine ile, "bir başkasının cariyesi iken, azad edildiğini; azad edileli de bir yıl olduğunu" söylerse; bu kabul edilmez. Bu durumda kadın, yüz dirhemi almak için müracaat da edemez. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer, bu cariyenin yerinde köle olsaydı ve o köle de anlaşmadan sonra, aslen hür olduğunu veya azad edildiğini belgeleseydi; anlaşma inkar üzerine yapılmışsa, kölenin beyyinesi kabul edilir ve o efendinin yanında olan bütün malı için müracaat eder ve alırdı.

Eğer, anlaşma ikrar üzerine yapılmış, sonra da beyyine getirmiş olur ve verdiği malı almak isterse, İmâmeyn'in cevabı aynıdır. Yani iddiası kabul edilir.

İmâmeyn'e göre, davada tenakuz, beyyinenin kabulüne mani değildir. (Cariyede olduğu gibi...)

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu şahsın beyyinesinin kabul edilmemesi gerekir.

Çünkü, İmâm-ı A'zam (R.A.)'a göre, davada tenakuz, davanın sıhhatine manidir. Davasız beyyine kabul edilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu kölenin, azad edilmiş olduğuna dair beyyinesi, makbul değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Dava olunan zat, beyyine ibraz ederek, "filanın kölesi iken, bir yıl önce azad edildiğini" söylerse, mes'ele hali üzeredir yani beyyinesi kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir köle, iddia ederek, "efendisinin, kendisini azad eylediğini" söyler ve efendisi ile yüz dirheme anlaşma yapar ve efendisi, davasından vaz geçmesi için, yüz dirhemi köleye verirse, bu durumdaki sulh batıl olur.

Bu köle ne zaman azad edildiğine dair beyyine ibraz ederse, azad edilmiş sayılır.

Bu mes'elede, cariye de köie gibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir ümmü'l-veled ve müdebber,  "efendileri tarafından azad edildiklerini" iddia edena ve öu davalarından vaz geçmelerine karşılık, efendileri ile bir mal karşılığında sulh (=? ^ulaşma) yaparlarsa, bu sulh bu batıl olur.

Keza, ürnm-ü veled veya müdebbere olduklarını iddia edip buna göre sulh yapmaları da batıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, efendisine karşı iddiada bulunarak "kendisini azad eylediğini" söyler; efendisi de onu edince, bu köle "ikiyüz dirheme anlaşma yaparak, azad edildiğini tahakkuk ettirmek" isterse; bu caizdir.

Şayet köle, bundan önce "azad edildiğine dair" bir beyyine bulursa, efendisine verdiği şeyi geri alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, iddia ederek "azad edildiğini" söyler, önceden de bir şey vermiş olur ve "efendisinin, kitabet bedelinden yarısını düşür­mesi" üzerine anlaşma yaparsa, bu sulh da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Sonra da bu mükâtep daha önce azad edildiğini belgelerse önceki anlaşma geçersiz olur. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. [16]

 

10- AKAR KONUSUNDA YAPILAN SULH VE BUNUNLA İLGİLİ MES'ELELER
 

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yurdun kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde,  taraflar yurttan bir eve karşılık anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma, —iddia edilen şahsın (= da'vahnın) başka bir yurdundan belirli bir eve karşı yapılmış olması halinde— caizdir.

Bu anlaşma, dava edilen yurttan belirli bir eve karşı yapılırsa, davacının davası kabul edilir mi? Ve geri kalan yurt hakkında getireceği beyyinesi geçerli olur mu?

Şeyhu'l-İslâm Şerhı'nde: "Eğer anlaşma, o yurttan belirli bir ev üzerine yapılırsa; bu durumda, bu davacının davası dinlenilmez." buyurmuştur.

Zahiru'r-rivaye budur.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu davacının davası dinlenir.'' buyurduğunu rivayet etmiştir.

Şeyhu'1-İmâm Zahirüddin de bununla fetva vermiştir.

Şayet iddia edilen zat (= davalı) iddia edeni (= davacının) iddiasını doğrularsa, bütün rivayetler birleşir ve o zaman evin kalan kısmının da davacıya teslim edilmesi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir yurdu iddia ettiği halde, onun neresi olduğunu belirtmez ve aynı yurttan belirli bir ev üzerine veya başka bir yurttan bir ev üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Davacının iddia eylediği yurdun belirli bir evine karşı, taraflar/ anlaşma yaparlar, sonra da, iddia sahibi beyyine ibraz ederek "yurdu? tamamının kendisine ait olduğunu" söylerse, zahiru'r-rivayede geri/ kalanı almak için getireceği beyyinesi kabul edilmez.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu davacının beyyinesi kabul olunur." buyurduğunu'nakletmiştir.

Bu durumda, o yurdun tamamı, ona hükmedilir.

Eğer iddia sahibi beyyine ibraz edemez; fakat iddia olunan şahıs onu tasdik ederse, bu durumda da yurt, iddia edenin olur ve davalının sahih olur, yurdu iddia edene teslim etmesi emredilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasının yurdundan belirli bir ziraat iddia ettiğinde, iddia olunan zat ile, buna karşı belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, alimlerimize göre bu sulh caiz olur.

Şayet başkasının elinde olan yerden, iddia olunan şahsın ( = davalının) hissesi üzerine anlaşma yapılır ve bu durumda davacı (= iddia 'eden), iddia olunanın (= davalının) hissesini biliyorsa, bütün bu sulh, bütün alimlere göre caizdir.

Eğer müşteri, satıcının hissesini bilmiyorsa veya satıcı da, müşteri de —her ikisi de— bitmiyorlarsa, bu satış caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'nin kavli budur.

Anlaşma da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu şekildeki satış caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, davalı (= iddia olunan zat) onu inkar eder ve davacı dirhemler üzerine anlaşma yaptıktan sonra, davalı iddiayı doğrular; davalı da anlaşmayı bozmak ister ve:  "Ben, senin inkarın sebebiyle anlaşma yaptım." derse, bu durumda da anlaşmayı bozmaya hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin yerinde hak iddia ettiğinde, o yerin üzeinden su kanalı götürmek veya oraya duvar yapmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh batıl olur.

Eğer bir vakit tayin etmezse, bu böyledir. Şayet bir sene veya daha çok bir zaman takdir ederlerse, bunda alimler İhtilaf etmişlerdir;

İmâm Kerhî: "Bu anlaşma caiz olur." buyurmuştur. Fakiyh Ebû ^aferise: "...Caiz olmaz." demiştir.

Şayet bir adam, diğerinin arsasında bir hak iddia eder buna karşılık onun suyundan bir ay arazisini sulamak üzere anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin evinde bir hak iddia eder ve bu davalının o evin üzerinde bir sene gecelemesi üzerine anlaşma yaparlarsa, kitapta "bunun caiz olduğu" yazılıdır. Bazı alimler: "Bu, tavan dam kapalı olursa böyledir; değilse tavanı icarlamak caiz olmadığı gibi bu da caiz olmaz." demişlerdir.

Bazı alimler ise: "Bu anlaşma, her haliyle caiz olur." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın elinde, bir ev bulunduğunda, diğer birisi onda hak iddia eder ve ev birinin, tavanı da diğerinin olmak üzere anlaşma yapar­larsa, üzerinde bina olmaması halinde, bu anlaşma caiz olmaz.

Eğer üzerinde bina varsa, o zaman altı birinin üstü de diğerinin olmak üzere yapılan anlaşma caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, bir yer iddia ettiğinde, iddia olunan zat buna karşılık, bir kölenin bir sene hizmet etmesi üzerine anlaşma yaparsa, bu sulh caiz olur. Davacı anlaşma yapılmış olan köleyi alıp evine götürür.

İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî şöyle buyurmuştur:

"Köleyi evine götürür demekle, onu misafir olarak götürür denmek istenilmektedir. Onunla murad, "köyündeki evine götürür." demektir.

Şeyhu'l-İmâm Serahsî, şöyle buyurmuştur:

Hizmet sahibi burda, "misafir etmeye götürüyorum." der ve o köleye, hizmeti karşılığında ücret öder. Muhıyt'te de böyledir:

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yerde hak iddia ettiğinde, ö yer hakkında "bir evde, daimi kalmak üzere" veya "ölene kadar" diye anlaşma yaparlarsa,  bu sulh  caiz olmaz.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, bu davacı ile davalı o evin muayyen (= belirli) bir yerinde bir müddet oturmak üzere, anlaşma yaparlarsa bu sulh caiz olur. Sonradan, bu davacı, davalı ile o yerde oturmak üzre yapılan anlaşmanın yerine, dirhemlere karşı anlaşma yapsa bu da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, taraflar, aralarında "ev sahibinin, bir seneye kadar bu evde oturması ve sonra bu evi iddia eden şahsa vermesi" şartıyle bir anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Borçlu bir sene o evde oturacak sonra iddia edene teslim edecek diye anlaşma yapılırsa bu sulh caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia eder ve elinde bulunan şahıs ile "beş yıl ekip biçmesi üzerine" anlaşma yaparlar ve "sonunda da o yerin iddia eden şahsın olacağını" kararlaştırırlarsa bu anlaşma caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin yurdunda bir hak iddia ettiğinde, yurt elinde bulunan şahıs ile bir müddete kadar, bir köle veya bir hayvana karşılık anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma fasid olur. Bu anlaşma ister ikrar üze­rine yapılsın, isterse inkar üzerine yapılsın müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev satın alıp, onu mescit yaptıktan sonra, başka bir adam da gelerek "o evde, hakkı olduğunu" iddia eder ve sonra ara­larında anlaşarak, o yerin umûma ait mescit olmasını isterlerse, bu anlaşma caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir yurt üç kişinin elinde bulunur ve her birinin elinin altında, —ayrıca— bir menzil ve sahası olur; o hususta davalaşırlar ve her birinin tasarrufunda bulunan yer, hükmedilmeden önce, aralarında ortak mal olur; yarısı birinin, diğer yarısı da ikisinin olmak üzere anlaşma yapar­larsa, bu sulh caiz olur.

Keza, onlardan birisi, ortağının elinde bulunan yerin yarısının, kendisinin olmasını şart koşarsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Yurt iki kişinin elinde bulunur ve bunlardan her biri, yurdun kendinin olduğunu iddia ederse, bu yurt aralarında, yarı yarıya hükme­dilir.

Şayet aralarında üçte ikisi birine, diğer üçte biri de diğerine olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Yurt, bir adamın elinde bulunduğu halde, oradan bir yerde başka birinin elinde bulunur ve bu şahıslardan birisi: "Yurt, benimle senin aranda yarı yarıyadır.*' der; diğeri de: "Bilakis tamamı benimdir." derse; bu durumda, diğer şahsın bulunanın yarısı, tamamını iddia edenin olur. Saha da, aralarında yarı yarıya ortaktır.

Eğer, hükümden önce, aralarında anlaşma yaparlar ve yurdun, yarı yarıya veya üçte ikisi birine, üçte biri de diğerine olmak üzere anlaşırlarsa, bu sulh caiz olur.

Keza, hükümden sonra anlaşırlarsa, yine caiz olur.

Şayet onlardan biri, evin alt katında, diğeri ise üst katında olur ve onlardan her birisi, evin tamamını iddia etmekte olursa, her biri, elinde olana sahip.olur. Sahaya da yarı yarıya ortakdırlar.

Eğer, hükümden önce veya sonra anlaşma yaparlar ve "üstte otu­rana, alt kat ile sahanın yarısı; altta oturana da, üst kat ile sahanın yarısı olacak" derlerse, bu sulh da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, bir duvar hakkında davaya tutuştuklarında, aralarında, "onu yıkarak üçte birini birisi, üçte ikisini de diğeri yapmak, masrafı da ikisine aynı riisbette olmak, üzerinin ağacını da aynı nisbette koymak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh anlaşmaları caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin, üst katını iddia ettiğinde, o kat hakkında belirli bir yer üzerine, veya başka belirli bir evin üst katı üzerine anlaşma yaparlarsa, işte bu da caizdir. Çünkü, bu durumda meçhulden ma'lum üzerine anlaşma yapılıyor demektir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir yerin binasını iddia ettiğinde,  bu ev karşılığında, bedel olarak belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Keza, eğer binanın yarısını iddia ederse, (Şöyleki: İki kişi, bu yeri gasbedip bina yaptılar; yansı birinin, yarısı da diğerinin olduysa) burda da anlaşma caizdir.

Bir koyunun ayaklarım veya bir kölenin gözlerini iddia eylemek bunun hiîafınadır; bunlardan sulh caiz değildir. Muhiyt'te de böyledir.

İki kişi,  bir adamın elindeki yeri iddia ederek:  "Bura, bize babamızdan miras kaldı." derler; yer elinde bulunan şahıs ise, bunu inkar eder; sonra da o iki kişiden birisi, kendi hissesi için yüz dirheme anlaşma yapar ve arkadaşı da o yüz dirheme ortak olmak isterse; bunu yapmaya hakkı olmaz. Diğeri de o evden bir şey alamaz. Ancak beyyine ibraz ederse, o zaman alır.

Şayet birisi, bütün dava için yüz dirhem üzerine anlaşma yapar ve kardeşine teslim etmeyi söyler; teslim de ederse, anlaşma caiz olur ve yüz dirhemin yarısını alır.

Kardeşi izin vermezse, yine davası geçerli olur.

Ev elinde olan şahıs da, diğerinin verdiği yüz dirhemi ona reddeder. (= geri verir.) Mebsût'ta da böyledir..

İki adamın her birinin, elinde bir ev bulunduğunda, bu şahıs­lardan herbiri, diğerinin elinde bulunan evi iddia eder ve bundan dolayı da, "her biri, diğerinin evinde oturmak üzere" anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişiden her biri, diğerinin evini iddia ederler; sonra da bu şahıslar  isimlendirmeden  elinde  olanı diğerine teslim etmek  üzere, anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evi iddia ettiğinde, bu evden dolayı belirli dirhemler karşılığında, diğerinin de bir kür buğday vermesi şartı ile anlaşma yaparlarsa; bu anlaşma, iddia edenin evi iddia olunana terk etmesi şartiyle yapılmışsa, bu durumda dirhemler de, bir kür buğday da iddia olunan şahsa aittir.

Eğer buğday bizzat ise, hiç şüphesiz anlaşma caizdir.

Eğer buğday bizzat değil de, zimmette ise, şayet buğdayın taze veya orta halli yahut engin diye belirtilmiş oiması halinde, anlaşma yine caiz olur. Bu durumda buğday, ister peşinen ödensin, isterse vadeli ödensin farketmez.

Eğer buğdayın vasfı belirtilmemişse, bu anlaşma, bütün ev hakkında batıldır.

Eğer anlaşmada buğday, iddia ediciden, dirhemler de iddia olunan şahıstan olacak diye, şart koşulmuş, buğday da bizzat var ise, bu durumda da anlaşma caizdir.

Eğer buğday bizzat yok da zimmette ise vasfının belirtilmiş olması ve selemin bütün şartlarının da bi'1-ittifak mevcut bulunması halinde (Şöyleki: Buğday va'deli, verilecek yer belli, buğdayın karşılığının kaç dirhem olduğu da belli olursa) anlaşma tamamen caizdir. Bu durumda dirhemler, aynı mecliste peşinen ödenir veya buğdaya tahsis edilir diye şart koşulur ve o meclisten, dirhemlerin tamamı teslim alınmadan ayrıhnırsa, buğday hakkındaki anlaşma batıl (= geçersiz) olur.

Şayet buğdayda bütün şartlar mevcut olmazsa (Şöyleki: Ödenecek yer belli edilmez ve buğdayın dirhem karşılığı bildirilmezse) İmâm Ebû Hanîte (R.A.)'ye göre, dirhemler hakkındaki anlaşma —ister peşin, ister vadeli olsun— batıl olur.

İmâmçyn'e göre, eğer re'sü'1-mâl peşin ise, bu durumda tamamı hakkında anlaşma caizdir.

Eğer peşin değil ise, sadece buğday hakkındaki anlaşma geçersizdir.

Eğer buğday hakkında bir vade koymazlarsa, bütün alimlere göre, dirhemlerden bedel buğdayın hissesi batıldır.

Bu durumda anlaşma batıl olur mu?

Bu mes'ele ihtilaflıdır: İmâmeyn'e göre, bu anlaşma eğer buğday vasıflı ise, caizdir.

İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.)'ye göre ise, eğer buğday iddia olunana, dirhemler de iddia edene aitse, bu anlaşma caiz değidlir.

Şayet, buğday bizzat mevcutsa, sulh tamamı hakkında caizdir.

Eğer buğday zimmette ve vasıfları belli ise, Cevap bizim yukarıda söylediğimiz gibidir.

Eğer buğday iddia edenden, dirhemler ise iddia olunandan ise, yine dediğimiz gibidir.

Bu, eğer anlaşma iddia eden şahıs davasını bırakacaksa böyledir.

Fakat anlaşma, iddia eden şahsın, iddia olunan şahıstan evi alması üzerine yapılmışsa, mes'ele hali üzerinedir.

Şayet buğday ve dirhemler, iddia eden şahıs tarafından ise veya bir kür buğday iddia olunandan da, dirhemler iddia edenden ise, bu durumda cevap, önceki fasılda olduğu gibidir.

Bu söylediklerimiz, eğer buğdayın tamamında vade konulmuşsa böyledir.

Fakat, buğdayın bir kısmında selem miktarınca vade varsa, hakkında anlaşma caizdir.

Buğdaydan vadeli olan kısım —akdin caiz olması için— dirhemlere çevrilir. Davalı (= iddia olunan zat) evden bedel, belirli bir hayvan üze­rine davacının (= iddia edenin) bir kür taze buğdayı vadesiz vermesi karşılığında anlaşma yaparsa bu —bir kür buğday, vasfı belirtildiği halde mevcut olmazsa (Zira zimmette olan,, ölçülebilen'şeyler, ne zaman dirhemler ve dinarlara karşılık olurlarsa, o zaman bedel olurlar.) bu sulh caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda, bedel ile satın almak —ister peşin ister vadeli olsun, vasıfları belirtildikten sonra caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ev hakkındaki davasından dolayı bir kür orta halli buğday karşılığında anlaşma yaptıktan sonra; o buğday karşılığında belirli olmayan bir kür arpaya anlaşma yapsa, bu caiz olur. Mebsût'ta da

böyledir.

Ev davasından dolayı, dirhemler üzerine anlaşma yapıldığında, anlaşma bedelini peşin almadan taraflar birbirlerinden aynhrlarsa, bu durumda, bu anlaşma bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir yer hakkındaki davasından dolayı, şahitler tayin etmeden ve hudud belirtmeden anlaşma yapsa veya belirsiz olan bir yer hakkındaki   davasından   dolayı   anlaşma   yaptıktan   sonra,   bir   yer hakkında davacı olup onu, anlaşma yaptığı yerden başka bir yer sansa; davalı da: "Bu, anlaşma yaptığın yerdir." dese, anlaşma reddedilir ve dava yeniden geri döner. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin duvarındaki ağaç atım yerinin kendisine ait olduğunu veya kendisinin yolunun bulunduğunu yahut tarlasında su kanalının olduğunu iddia eder; davalı da bunu inkar eder sonra da belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Çünkü, bu durumda meçhulden, maluma karşı anlaşma yapılmıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Komşusu tarafına kapı veya penceresi olan bir adamı, komşusu dava eder; belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlar; ve davalı bu dirhemleri, dava açmaması için komşusuna verirse, bu anlaşma batıl olur.

Keza, aralarında kapı veya pencere bulunan komşularından, bun­ların sahibi, onları kapatmak üzere, diğerinden belirli dirhemler alsa bu sulh batıl olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir parça yer satın aldığında, onu satan şahıs, sonradan bu yeri bir başkasına da satar ve bu ikinci müşteri, o yeri alır; önceki de dava etmek ister ve ikinci müşteri: "Benimle anlaş; belirli bir mal al; bu yeri bana bırak." der; o da öyle yaparsa; bu anlaşma caiz olur. Ve o yer, ikinci alanın mülkü olur. Bu şart üzerine satın aldığı için, verdiğini geri alma hakkı olmaz. Hizânetü'l-Müftm'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin tarlasında ziraat iddia ettiğinde, tarla sahibi, buna karşılık, belirli dirhemlerle anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet tarla iki kişinin olur ve ikisinin de o tarlada ekilmiş şeyleri bulunur; bir başkası da iddia da bulunur; bunlar da onu inkar ederler ve onlardan birisi, yüz dirhem vermesine karşılık, ziraatın yarısını iddia edene vermek üzere, anlaşma yaparsa, ekili şeyin yetişmiş olması halinde, bu anlaşma caiz olur. Eğer yetişmemiş ise, anlaşma caiz değildir.

Ancak diğer ortağı razı olursa, o zaman caiz olur.

Bu, ziraatla birlikte yerini de teslim etmek üzere yapılan anlaşmaya muhaliftir; o şekildeki anlaşma caiz olur.

Şayet ziraatın tamamı bir adamın olur, başka bir adam da gelerek, onu iddia eder ve iddia eden şahıs, davalıya —yeri hariç, o ziraatın yansını teslim etmek üzere— dirhemleri verirse, mahsûlün yetişmiş olması halinde anlaşma caiz olur. Yetişmemişse, anlaşma caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir topluluğun ortak bir kanalı bulunduğunda, onu kazmak, menfezlerini yenilemek veya üzerine köprü yapmak üzere, masrafları aralarında ortaklaşa olmak şartiyle anlaşma yapmaları halinde bu anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın gölgeliği veya helası büyük bir yol üzerinde olduğunda halk onun kalkması için dava eder ve hela sahibi, onların davalarından vaz geçmeleri ve o helanın yerinde kalması şartiyle, belirli dirhemlere karşılık anlaşma yapsa; işte bu anlaşma caiz olmaz. Bu hela, ister, taze; ister eski olsun; isterse hali bilinmesin farketmez.

Şayet imam (= devlet yöneticisi) dava eder ve o gölgeliğin sahibi, onun yerinde kalması için, belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparsa; imam da onun vereceği malda, müslümanlarm maslahatının olduğunu bilir ve o malı hazineye alırsa, —bu gölgeliğin kimseye zararı olmaması halinde— bu anlaşma caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer davacı, gölgeliğin kalkması için mal verirse, o gölgeliğin eski olması halinde, bu anlaşma caiz olur. Eğer yeni ise caiz olmaz. Sahih olan budur.

Şayet hali bilinmiyor, davacı da dirhemleri onun yıkılması şartıyle vermişse; bu anlaşma caiz olmaz.

Eğer gölgelik sahibi, davacıya o gölgeliği yıkıp kaldırmak üzere dirhemler vermek için anlaşma yaparsa, işte bu anlaşma caizdir. Gölgeliğin durumu nasıl olursa olsun, bu hüküm değişmez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer gölgelik, başkalarının gelip geçilmediği hususi bir yolda olur ve dava sahibi, gölgelik sahibinden bir miktar dirhemler alıp, onu yerinde bırakmak üzere anlaşma yaparsa,  —gölgeliğin eski olması halinde— bu sulh caiz olmaz.

Eğer gölgelik yeni olur; davacı da o sokak sakinlerinden olmadığından, o gölgeliğin altında oturma hakkı olmayan biri olursa, bu durumda anlaşma oturma hakkı olan bir şahsın ona dava için izin ver­mesine kadar durdurulur. Eğer, izin verilirse, anlaşma caiz olur; izin verilmezse, caiz olmaz.

Eğer gölgelik sahibi, davacıdan dirhemler' alıp, o gögleliği kaldırmak üzere anlaşma yapmışsa, —gölgeliğin eski olması halinde— bu anlaşma caizdir. Eki değil de yeni ise, veya hali bilinmiyor ise, yine bu anlaşma sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, kendi mülkünde hurma ağaçlan olur ve bunların kökleri komşusunun arsasından çıkar; o komşu da, bu kökleri kesmek ister, hurma ağacı sahibinin, o kökleri kesmeyip bırakmasına karşılık bu komşusu ile belirli dirhemlere anlaşma yapması caiz değildir. Komşusu, o kökleri kesmesi için, hurma ağacının sahibine, dirhemler vererek anlaşma yapması da caiz değildir; batıldır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın yerinde bulunan hurma ağacının ken­disine ait olduğunu iddia eder; davalı şahıs da bunu inkar eder; sonra da, inkar bu ağacın o seneki meyvesi, davacının olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz. Çünkü, bu anlaşma meçhul üzerine yapılmıştır; yok üzerine yapılmıştır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam meşelikte, diğerinin elinde bulunanların kendisine ait olduğunu iddia eder; ve meşelik sahibinin, bir sene, o meşeliğin avını davacıya vermesi şartıyle anlaşma yaparlarsa; o meşelikte bulunan av hayvanlarının meşelik sahibinin mülkü olmaması halinde, bu anlaşma, hiç bir durumda caiz olmaz.

Eğer mülkü (= malı) ise (Şöyleki: O av hayvanını, meşelik sahibi yakaladıktan sonra -ormana bırakmış ve onu avlamaksizm yakalama imkânına sahip olursa) bu durumda, anlaşma caiz olur. Şayet avla-maksızın yakalama mümkün olmaz ise, anlaşma sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, şüf'ası bulunan bir yeri, satın aldığında, o yerin şefisi ile  şüf'a hakkından  vaz geçmesi  üzere,  belirli  dirhemlere  karşılık anlaşma yapması halinde, şüf'a batıl olur; mal da gerekmez. Şayet mal almış  olursa,   onu,   geri  vermesi  gerekir.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Eğer müşteri, o şefi ile,."bir ev verip, şefinin de belirli bir bedel vermesi" üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Mebsut'ta da böyledir.

Şayet satın alınanın yansını veya üçte birini yahut dörtte birini almak üzere, geri kalandan şüf'a hakkını terk etmek üzere, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir evde şüf'a hakkının bulunduğunu iddia ettiğinde, müşteri, onunla "başka bir evi, dirhemler karşılığı vermesi, diğerinin de şüf'a hakkını bırakması" üzerine anlaşma yaparsa, bu sulh caiz değildir; fasiddir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir ev satın alır; başka birisi de "o evde, şüf'a hakkının olduğunu" iddia eder ve "bu evin yansını, bedelin yansına karşılık vermek şartıyla" davasından vazgeçmek üzere, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Başka bir evin yarısını, aynı şekilde vermek üzre anlaşma yapsalar bu da caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir yer satın aldığında; şefi, şüFa hakkını önce teslim eder; sonra da bu şefi, şüf'a hakkını teslim ettiğini inkar eder ve müşteri ile bedelin yarısına, evin yarısını vermek üzere anlaşma yaparsa, bu caiz olur.

Keza, istekten sonra, şefi' ölür; sonra da müşteri, şefiin varisleri ile, "bedelin yarısına, evin yarısını vermek üzere" anlaşırsa, bu anlaşma caiz olur. Eğer müşteri ölür de, aynı şekilde müşterinin varisleri anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ortaklar ve komşu, şüf ada dava etseler ve aralarında yarı yarıya alıp, onu da müşteriye teslim etmek üzere anlaşma yapsalar, bu da caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [17]

 

11- YEMİNLE İLGİLİ OLARAK YAPILAN SULH
 

Bir adam, "diğer bir şahsın üzerinde, malı olduğunu" iddia ettiği halde, o şahıs bu iddiayı inkar eder ve iddia olunanın yemin etmesine karşılık, maldan Vazgeçmek üzere, anlaşma yaparlarsa; iddia olunan zat yemin etse bile bu anlaşma batıl olur. İddia eden şahsın davası devam eder.

Şayet beyyine ibraz ederse, malını ondan alır. Beyyine bulamaz ve yemin etmesini isterse; eğer önceki yemin hakimin yanında yapılmamışsa, hakim ikinci defa yemin verir.

Eğer yemin, önce hakimin huzurunda yapılmışsa, bu durumda hakim, ikinci defa yemin ettirmez. Füsûlü*l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki şahıs, davalının yemin etmesine karşılık, davadan vaz geçmek üzere, aralarında anlaşma yaptıklarında, beyyine ibraz edene kadar davalı yemin etse; bu durumda davadan vazgeçilmiş olur mu?

Alimler bu hususta ihtilaf eylediler: Bazıları: ('..,dava düşmez." demişlerdir.

Doğrusu da budur.

Hatta, ikinci defa yemini hakimin huzurunda olsa bile, dava düşmez. Zehıyre'de de böyledir.

Davacının yemin etmesi ve davalının malı tazmin etmesi ( = ödemesi) üzerine anlaşma yapıldığında, davacı yemin ettiği halde, davalı ödeme yapmaktan kaçınır veya ödeme yaparsa, bu durumlarda bir şey gerekmez; anlaşma batıldır.

Keza, her ikisinin de yemin etmesi üzerine anlaşma yaparak, dava­cıya iddia ettiği şeyin yarısının verileceğini bildirirlerse, işte bu anlaşma da batıldır.

 Fetâvâyi Hindiyyc

Eğer davacının bu gün yemin etmesi, bugün geçerse yemin etmeyeceği üzerine anlaşırlar ve davacı o gün geçene kadar yemin etmezse, bu durumda yemin verme hakkı olmaz. Bu durumda dava, devam eder; anlaşma batıldır.

Keza, taraflar davalı yemin etmezse, malı onun ödemesi üzerine anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da batıldır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinde malı (alacağı) olduğunu iddia eder; davalı da bunu inkar eder; ona karşı da beyyinesi olmaz, yemin etmesini ister; hakim de "yeminin gerektiğim" söyler; adam da "belirli dirhemler karşılığında, yemin etmemek için" anlaşma yaparsa, işte bu anlaşma caizdir. O adam da yeminden bendir.

Eğer: "Senin, benim üzerimde olan hakkın için" derse, bu durumda anlaşma caiz olur. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Alacaklı veya borçlu, "iddia olunan malın yansını almak üzere, yemin etmeye" anlaşma yaparlar, veya "alacaklının yahut borçlunun, bugün yemin etmesi" üzerine anlaşma yaparlar ve mezkûr şahıslar, o gün yemin etmezse malı onun vermesi gerekecek" olursa veya alacaklı o gün yemin yaparak, iddia eylediğini alacak olursa; bu anlaşma, tamamı hakkında batıldır. Çünkü, bu şeriate muhaliftir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

"Alacaklının, talak üzerine yemin etmesi için veya köle azat etmesi yahut hac yapması veya te'kidli yemin etmesi için anlaşma yaparlar ve o da yemin ederse; bu durumda iddia eylediği mal onundur. Borçlunun yapacağı bir şey kalmaz. Alacaklıya da, talak ve ıtak lazım olmaz.

Ancak borçlu beyyine ibraz ederek, o malı ödediğini kanıtlar veya onun vazgeçtiğini isbat ederse; o takdirde alacaklının kölesi azad olmuş; karısı da boş olmuş olur. Çünkü, bu durumda yemininin bozuk olduğu —âdil beyyine ile— meydana çıkmıştır.

Keza, borçlu, "bu davadan kurtulmak üzre" yemin ederse, bor­cundan kurtulamaz. Talak ve ıtak da vaki olmaz.

Ancak, alacaklı davasının hak olduğunu beyyine ile isbat ederse, o takdirde talak da itak da vaki olur. Çünkü, adil şehadet sebebiyle borçlunun yemininin asla uymadığı belli olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [18]

 

12- KAN DÖKME VE YARALAMA HUSUSLARINDA YAPILAN SULH
 

Bir nefis ve ondan aşağ hakkında, —ister kasden, isterse hataen olsun cinayetten dolayı anlaşma yapmak caizdir.

Ancak kasden yapılan cinayet için, diyetin fazlası ile anlaşma yapmak caizdir, ihtiyar'da da böyledir.

Bu anlaşmada malı suçu işleyen verir; akrabalarının vermesi gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Hataen işlenen cinayetlerde (yaralamalarda diyetten fazlasıyla anlaşma yapılması caiz olmaz. Ihtiyar'da da böyledir.

Taraflar diyet miktarına anlaşma yaparlarsa bu böyledir.

Bunun dışında, fazla bir şeye karşılık anlaşma yaparlarsa, —aynı mecliste teslim etmek şartıyla —bu anlaşmada— borç sebebiyle, borçtan ayrılınmış olmaması için caizdir.

Şayet, hakim, diyeti "yüz deve" olarak hükmeder; katilin velisi de, —buna karşı— yüzden fazla sığır üzerine anlaşma yaparsa, işte bu caiz olur.

Eğer deve yerine tartılan veya ölçülen şeyler üzerine, —va'deli olarak— anlaşma yaparsa, —dirhemler ve dinarların dışında— bu caiz olmaz. Çünkü, bu durumda borç, borca muaraza etmiş olur.

Eğer develere karşı, onların kıymeti veya daha fazlası üzerine, —o hususta insanların aldanmayacağı şekilde,— anlaşma yaparlarsa, işte bu anlaşma da caizdir.

Eğer hakim, dirhemler veya dinarlar hükmeylemiş de, katil —yanında bulunmayan— buğday, arpa, deve veya sığır üzerine anlaşma yapmışsa; bu anlaşma caiz olmaz.

Çünkü insanın yanında olmayan bir şeyi satması caiz değildir.

Ancak selem olursa o müstesnadır.

Eğer hakim deve veya sığır hükmeder; katil de bundan dolayı yanında olmayan buğday veya başka bir şeye karşı anlaşma yapar; sonra da onu ayrılmadan temin ederek öderse; bu durumda anlaşma caiz olur.

Şayet ayrılmadan ödeme yapamaz ve arpayı veya buğdayı teslim edemezse, bu durumda anlaşma caiz olmaz. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Cinayet, işleyen şahıs değil de, bir başka şahıs diyetten fazlasına anlaşma yapar; onu da öderse, bu fazlalık batıl olur.

Şayet başka cins üzerine anlaşma yaparlarsa, o caiz olur.

Dirhemler olarak hükmedilir de, ona karşılık ikiyüz dinara anlaşma yapar ve aynı mecliste teslim alırsa, bu caiz olur. 

Şayet bir şeyle hükmedilmeden önce, belirli olmayan yüz deve üze­rine anlaşma yaparsa, o zaman alacaklı muhayyerdir: Develerin yaşlarında noksanlık varsa, alacaklı, onları almayı reddedebilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bir şahsı kasden, diğer bir şahsı da hataen öldürdükten sonra, ölenlerin velileri, diyetlerinden daha fâzla bir miktar karşılığında anlaşma yaparlarsa, bu sulh (- anlaşma) her ikisi hakkında da caizdir.

Eğer o veliler, iki diyet üzerine veya onlardan daha aza anlaşma yaparlarsa, ona, yarı yarıya ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İçki karşılığında nikah olan kadına, mehr-i misil gerekir. Kasden öldürülen bir adam için, diyet olarak içki şart koşuiursa, bu durumda bir şey gerekmez.  Yani,  bu diyet batıl  olur.   Kâfî'de de böyledir.

Hata ile işlenen cinayette de diyet vacibdir. İhtiyâr'da da böyledir.

Kasden kesilen elden dolayı, içki veya domuz üzerine anlaşma yapılsa; bu anlaşma caiz olmaz.

Diyetten af sahih olur. Bu durumda, eli kesilen, el kesene bir şey için müracaat edemez.

Cinayet hataen işlenmiş olursa, eli kesilen şahıs diyet için müracaat eder.

Anlaşma hür bir kişiye karşı yapılmışsa, durum böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Başka bir ölüm cinayetinin affına karşılık, af ile anlaşma yapıl­ması caizdir. İhtiyar'da da böyledir.

Bir adam, diğerini kasden yaraladığında yaralanan şahıs, ya iyileşir veya ölür. Bu durumda, kasden yaralayan şahıs, eğer yarala­madan, vurmadan,  baş  yarmadan,  el   kesmeden   veya   başka   bir cinayetten dolayı anlaşma yapmışsa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet, eseri kaldığı halde bir eseri kalmadan yara iyileşirse, bu anlaşma batıl olur.

Eğer o yaralamadan dolayı, yaralanan şahıs ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o anlaşma batıl diyet yacib olur.

İmâmeyn buna muhaliftir. Taraflar eşyayı hamseden (yaralama vurma, baş yarma, el kesme ve diğer bir cinayet gibi beş şeyden) ve onlardan dolayı meydana gelen şeylerden anlaşma yaparlar, ve yara­lanan bundan ölürse, bu anlaşma caizdir.

Yaralanan iyi olursa, burada zikredildiğine göre yine, bu anlaşma caiz olur.

Bir adam, diğerini yaraladığında, yaralanan şahıs, bu yaralamadan dolayı anlaşma için, bir vekil tutar ve ölürse bu anlaşma nefisden olur. Eğer iyi olursa, bu durumda bir diyetin yarısı, yaralanana teslim edilir. SerahsFnin Muhiyti'nde de böyledir.

Cinayet  kasden  olduğu  zaman yaralanan şahıs,  yaralayanla —ölüm hastalığı sırasında— az bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Eğer yaralama hataen olur ve anlaşma yapan da ölüm hastalığı üzerinde bulunur ve malının üçte birinden diyeti düşerse; bu vasiyyet akrabaları için sahih olur; katil için sahih olmaz. Eğer diyet katil üzre vacib ise, ölenin akrabaları onu alırlar. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir adam, kasden ölümden dolayı hal-i hazırda ödenmek üzere, bin dirheme anlaşma yapar; anlaşmadan sonra da, onu bir yıl sonraya   ertelerse,   —malının üçte birinden—   bu   te'hir  caiz  olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın parmağını, kasden veya hataen keser; sonra da bir mal karşılığı anlaşma yapar; bilahare, o kesilen parmağın yanındaki parmak da çolak olursa, kıyasa göre, kesen şahsa, o parmağın diyetini de vermesi gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre birşey gerekmez. Hâvî'de de böyledir. [19]

 

Kasden Öldürmede Sulh
 

Bir adam diğerini kasden öldürür; ölenin de iki oğlu olur ve onlardan birisi, kendi hissesi için yüz dirheme anlaşırsa, işte bu caizdir; kardeşi ona ortak olamaz. Eğer ölüm hataen olur; ve oğullardan birisi, bir mal üzerine anlaşma yaparsa, diğeri ona ortak olur. Mebsût'ta da böyledir.

Tarafların kasden ölümde bir deve karşılığında anlaşma yapma­ları caizdir.

Bu durumda katil, orta halli bir deve verir.

Kasden öldürme işinde, taraflar belirli bir köle karşılığında sulh olurlar ve bu köle de hür çıkarsa; budurumda katile, diyet lazım gelir.

Şayet katil ile ölenin velisi arasında ihtilaf çıkar ve katil "Seninle şu köle karşılığında anlaştık." dediği halde, veli: "Hayır, şu köleye anlaştık." derse, anlaşma caiz olur. Bu durumda yeminli olarak katilin söylediği söz geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kasden öldürülen bir kişi için, iki köle üzerine anlaşma yaptığında, bu kölelerden birisinin hür olduğu_ anlaşılırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o kölenin kıymeti ile diğer köle diyet olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise köle ile dirhemlerden diyetin tamamı olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin, kasden öldürülmesinden dolayı, (öldürenin yakın­ları) bir evde oturmak veya bir köleyi, bir sene hizmet ettirmek üzere (katil ile) sulh yapsalar, bu caiz olur.

Cariyenin onlara devamlı hizmet etmesi veya bu cariyenin karnındaki çocuğun yahut bir hurmalığın devamlı gelirinin onlara verilmesi şartıyla sulh yapsalar, bu caiz olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Kasden öldürülen bir adam için, koyunların karnındaki yavrular veya memelerindeki sütler yahut hurmalığın hurmaları, yirmi sene (onun velîsine ait) olmak üzre anlaşma yapsalar, bu durumda katile diyet gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hurma ağaçlarının üzerindeki hurmalara karşı anlaşma yapılırsa, bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Ölen kişinin velisinin, katil ile, "Onun başka biri üzerinde kısası gerektiren hakkını affetmesine karşılık, kendisinin de onu affetmesi" üzerine anlaşma yapması caiz olur.

Bu anlaşma, hakikatte bedelsiz af dır.

Sonra, bu velî, eğer katilin af etmesinden dolayı af ederse, bu durumda, katile hiç bir şey için müracaat edemez.

Eğer affetmezse, işte bu iki vecih üzredir.

Şayet kısas katil için vacip ise, (Affedicinin babası, oğlu veya bun­lara benzeri gibi) o zaman, affedici diyet için katile müracaat edebilir.

Yok; eğer kısas katil için yabancıya ait ise, o zaman affedici, bir şey içinkatile müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa'nın Müntekâsı'nda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerinin sağ elini keser; eli kesilen de, elini kesenin sol elini kesmek üzere anlaşma yapar ve keserse, bu bir afdır; ne sol eli kesene ne de sağ eli kesene bir şey gerekmez.

Şayet sol elini kesmeden önce davalaşırlar; sonra da anlaşma yaparlarsa, bu durumda sol eli kesme yoktur. Eli kesilen şahıs, elinin diyeti için, elini kesen şaHsa müracaat eder.

Eğer eli kesenin elini ve ayağını kesmek üzere, veya eli kesenin kölesini öldürmek üzere anlaşma yaparlar ve elini ayağını keserse, bu durumda kesilen zat, eli ve ayağının diyeti için, kesen şahsa müracaat eder.

Eğer kölesini Öldürürse, köle sahibi kölesinin kıymetini alır, kestiği elin diyetini öder.

Şayet bir hürrün elini kesmek veya filanın kölesini öldürmek üzere anlaşma yaparlar ve bunu yerine getirirlerse; o takdirde, elini kestiği hürrün elinin bedelini veya kölenin kıymetini borçlanır. Eli kesilen de elinin diyeti için elini kesene müracaat eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Taraflar, cinayet işleyenin ayağını kesmek üzere anlaşma yapar­larsa, bu meccânen af olur. Eğer öldürmek hataen olmuşsa, ona diyet gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Taraflar kasden el kesmeden dolayı, ayak kesmek üzerine anlaşma yaparlarsa; bu anlaşma batıl olur. Bir şey için de müracaat edilmez.

Bu, meccânen af olur. Ekseri rivayetlerde böyledir.

Bazı rivayetler de ise: "Diyet için müracaat eder." denilmiştir.

Şayet cinayet hataen olmuşsa, bi'1-umum rivayetlere göre, eli kesilen, elin diyeti için müracaat eder. -

Keza, kasden öldürmede de diyet için müracaat eder. Ve, "şu, şu-kadar miskal altın, gümüş..." diye anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Her birinden yarı nisbetinde alır. Muhıyt'te de-böyledir.

Bir kimse,  kasden adam öldürür;  ona karşılık bin  dirheme anlaşma yaparlar; onu da ödemezse, ona bir şey gerekmez.

Bu kimseler, bir köle karşılığında anlaşma yaparlar; bu köleye de bir hak sahibi çıkarsa, yine bir şey gerekmez. Yalnız, maktulün velîsi, kölenin kıymeti için, katile müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Fuzûli bir adam, kasden ölüm yerine, bin dirheme anlaşma yapıp, onu da ödediğinde, bu bin dirheme bir hak sahibi çıkarsa, ölenin velîsi, anlaşma yaptığı adama, onun misli için müracaat eder. Sonra da fuzûli anlaşma bedelini öderse, onun, katile müracaat hakkı olmaz.

Eğer katil: "Anlaşma yap." demiş fakat: "Ödeme yap." dememiş, fuzûlî de ödeme yapmışsa, o takdirde katile müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle ile hür bir şahıs, bir adamı kasden öldürdüklerinde, o kölenin efendisi ile hür adam, bir başkasına anlaşma yapmasını söyle­seler; o adam da onların yerine bin dirheme anlaşma yaparsa, katil olan köle ile hür, bu bin dirhemi yarı yarıya ortak olarak öderler.

Bazı rivayette böyle zikredilmiştir. Hataen de olsa böyledir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir köle, bir adamı kasden öldürdüğünde, maktulün iki velîsi olur ve bunlardan birisi, katilin kölesi üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Ve, bu durumda o köleye.sahib olan velîye: "Kölenin yarısını ortağına ver. Veya diyetin yansım öde." denilir.

Şayet bununla beraber, başka bir köle üzerine de anlaşma yaparsa, ortağının onda hakkı olmaz.

Eğer, bu velî, katilin kölesinin yarısına anlaşma yaparsa, bu da caiz olur. O köle, anlaşma yapanla, kölenin efendisinin arasında yarı yarıya ortak olur. Sonra da diğer velînin nasibi mala çevrilir.

Eğer dirhemler veya tartılan yahut ölçülen şeyler üzerine —peşin veya va'deli— anlaşma yapmışsa, bunda diğer velînin hakkı olmaz. O da diyetin yarısı için, katilin efendisine müracaat eder.

Kasden adam öldürmede, ölenin iki velisi olursa, onlardan birisi, kendi hissesi için diyetin yarısı karşılığında yarı cariye, müdebbere veya ümm-ü veled almak şartıyle anlaşma yapabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Ticârete izinli bir köle, kasden bir adam öldürse, onun, kendi başına anlaşma yapması caiz olmaz. Onun kölesi bir adam öldürse, o zaman anlaşma yapması caiz olur. Kenz'de de böyledir.

Bir köle bir adamı kasden değil de hataen öldürse, kölenin efendisi de ölenin yakınları ile diyetten noksana veya bir yer yahut belirli bir hayvan karşılığında anlaşma yapsa, işte bu anlaşma caiz olur.

Ortaklar, o anlaşma yapılan malı aralarında pay ederler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle,  kasden birinin elini  kestiğinde,  efendisi,  o köleyi, —hükümle veya hükümsüz olarak— eli kesilen şahsa verir, eli kesilen de onu azad eder; sonra da bu şahıs, elinin kesilmesi sebebiyle Ölürse, bu durumda o köle, cinayet sebebiyle anlaşma yapabilir.

Eğer azad edilmemiş olsaydı, efendisine geri verilir; sonra da, ölenin velîlerine: "İster onu öldürün, ister affedin." denilirdi. Camiu's-Sağîr Şerhî'nde de böyledir.

Bir cariye,  hataen bir adam öldürdüğünde, ölenin iki velîsi bulunur; .sonra da bu cariye, bir oğlan doğurur; cariyenin sahibi, o iki velîden biriyle, "diyetten hissesinin yerine, o çocuğu vermek üzere" anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Diğer velinin efendide beşbin dirhemi vardır.

Şayet cariyenin üçte birini vermek üzere anlaşma yaparlarsa; bu da caiz olur. Bu durumda diğerine, cariyenin yarısını veya diyetin yarısını verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müdebber, kasden bir adam öldürdüğünde, onun efendisi, bu müdebberin kıymeti olan bin dirheme anlaşma yaparsa bu anlaşma da caiz olur. Bundan sonra, aynı müdebbere, bir başkasını daha hataen öldürürse, efendisinin onun kıymetini vermesi gerekir. Eğer, önceki hata ile olsaydı da, efendisi kıymeti olan bin dirheme, anlaşma yaptıktan sonra, aynı müdebber bir başkasını daha öldürmeydi, işte o zaman efendi ikinci kıymeti ödemezdi. Bilakis önceki kıymete, ölenlerin velîleri ortak olurlardı. Muhıyi'te de böyledir.

Bir müdebber, bir adamı hataen öldürüp, başka birinin de hataen gözünü çıkarsa, bu durumda onun efendisi, onun kıymetinin üçte ikisini öldürdüğü şahsın velisine, üçte birini de gözünü çıkardığı şahsa verir. Şayet bu müdebberin efendisi, onun gözünü çıkarttığı şahıs ile yüz dirheme anlaşma yapar; müdebberin kıymeti de altı yüz dirhem olur; gözü çıkan da o yüz dirhemi alır ve diğer yüz dirhemden de vaz geçmezse, işte o zaman, o yüz dirhemi ikisi arasında taksim ederler; üçte ikisini ölen adamın velisi alır, üçte birini de gözü çıkan alır.

Şayet taksimden sonra, o yüz dirhemden vaz geçerse taksim değişmez.

Eğer gözü çıkan zat, yüz dirheme anlaşma yapıp, kalanından vaz geçerse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o yüz dirhem aralarında üçte ikisi ölene, üçte biri de gözü çıkarılana olmak üzere taksim edilir. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir müdebber, hataen birini öldürür; birinin de gözünü çıkarır, bu müdebberin  efendisi  de  anlaşma yaparak,  bu  müdebbereyi  onlara verirse, bu sulh caiz olur.

Şayet ihtilaf ederler ve velilerin her biri: "Ben, ölenin velisiyim." dediği halde beyyineleri bulunmazsa, bu durumda, bu köleyi aralarında yan yarıya taksim ederler.

Şayet müdebberin efendisi, onlardan birine: "Sen, ölenin velisisin.'* diğerine de: "Sen de gözü çıkanın sahibisin." derse; onun, —yeminle birlikte söylediği— sözü geçerli olur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer müdebber, öldürdüğünü ikrar ederse, ikrarı caiz olur. Şayet efendisi,  ölenin velîlerinden birisi ile,  bir  elbise üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Diğer velî ise, efendiden, mü­debberin yarı kıymetini alır.

Eğer beyyine ibraz eder veya efendi "onun, ölenin velisi olduğunu" ikrar ederse, bu böyledir. Aksi takdirde bir şey lazım gelmez. Mebsût'ta da böyledir:

Bir adam, kendi karısını yaraladığında, bu kadın, bu yaradan dolayı mal mukabili boşanmak üzre anlaşma yaparsa, işte o yaralama üzerine boşanmış olur. Şayet kadın, yaralanma davasından vazgeçerse, bu durumda boşanma ve tesmiye caizdir; diyet muhâlea bedeli talâk ise, bâin olur. Talak ister hulû' sözüyle olsun, ister açık sözle olsun müsa­vidir.

Bunların tamamı, kadın yaralama davasından geçtiği halde yaranın yeri kalırsa, o zaman böyledir.

Fakat, yaralama davasından vazgeçer de, yaranın izi kalmazsa, talak boşyere vaki olur. Bu durumda kadının, mehrini kocasına vermesi —her ne kadar, yaralama boşanmasında söylemiş olsa bile— gerekmez.

Bu vazgeçtiği zaman böyledir.

Fakat kadın, o yaradan ölürse boşanma caizdir. Mehir tesmiyesi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıldır. Tesmiye batıl oluncada, kıyasda, kısas gerekir. Istihsanda ise, diyet gerekir; diyet de kocanın malından olur.

Sonrada bakılır: Eğer muhâlea sözüyle talak vaki olmuşsa, bu talak, bain olur.

Eğer sarih sözle talak vaki olmuşsa, bu talak ric'î olur.

İmâmeyn'in kavline göre, hulû' baki kalır ve kocaya diyet gerekmez; o af olur.

Sonrada talaka bakılır.

Eğer hulû' sözüyle talak vaki olmuşsa, bu durumda talak bain olur.

Eğer talak sarih olarak vaki olmuşsa; Ebû Süleyman'ın rivayetine nazaran, talak ric'î olur. Ebû Hafs'ın rivayetine göre ise, talak bain olur.

Bu söyledilkerimiz, —başka değil— yalnız yaralamaya karşı muhâlea yapmış olmaları halinde böyledir.

Fakat, yaralamadan meydana gelecek şey üzerine muhâlea yapılmışsa, cevab İmâmeyn'e göre yalnız cerahat üzerine yapılan mü-hâlea gibidir.

Bu, yaralama kasden olduğu zaman böyledir.

Şayet, yaralama hataen olmuş ve —başkasına değil— yalnız yara­lamaya karşı muhâlea yapılmış ve davadan vaz geçilmiş, yaranında eseri kalmışsa, bu durumda muhâlea da, mehir tesmiyesi de caizdir; Talâk da baindir.

Da'vadan vaz geçilmiş ve yaranın yeride baki kalmamışsa, talak boşa vaki olmuştur. Bu durumda mehri geri vermek lazım gelir. Şayet kadın, o yaralamadan dolayı ölmüşse, bu durumda cevap, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabıdır.

İmâmeyn'e gelince, muhâlea da, tesmiye de caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam başka birinin karısını hataen yaraladığında, bu kadın, Kocasıyle "eğer kocası, yaralayan şahsı tamamen affederse, bir talak boşanmak üzere' anlaşma yapar; sonra da kadın o yaradan ölürse; bu talak bain olur.

Eğer bu yaralama kasden olursa, bu sulhun tamamı caizdir ve talak darıc'îdir.

Bir adam, karısını döver; kadın da, bundan dolayı "bir talak boşaması" üzerine, onunla anlaşma yapmış olursa bu sulh caiz; talak da bain olur. Dişini karartır veya kırarsa, bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kasden bir adam öldürür ve bundan dolayı, yüz dirheme anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Anlaşma bedelini ödedikten sonra, bu mükâtep azad edilse bile, bu anlaşma geçerlidir. Sulh bedelini ödemeden azad edilirse, o zaman, anlaşma bedeli ondan istenir. Anlaşma bedelini ödedikten sonra, aciz kalsa bile, yine sulh geçerlidir. Şayet ödemeden önce aciz kalırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göte azad olunana kadar, ondan bir şey iste­nilmez.

İmâmeyn'e göre ise, sulh bedeli, onun efendisinden istenilir. Ona: "Ya köleyi ver; veya bedelini öde." denir.

Eğer anlaşma dirhemler veya belirli yahut belirsiz yiyecek üzerine yapılır; onu da teslim almadan, anlaşmacılar birbirinden aynlırlarşa; bu anlaşma hali üzere kalır.

Eğer mükatepten kefil alınırsa işte o kefil anlaşma bedeline kefil olmuş olur ve bu kefalet caizdir.

Keza, bedel bir köle gibi veya belirli bir elbise gibi bir şey olursa, bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet anlaşma bir köle üzerine yapılır, bir de kefil alınır; bu köle de teslim edilmeden önce ölürse; bu durumda kefil, kölenin kıymetini öder. Dilerse mükâtebe müracaat eder. Eğer köle —ölmez de—, duruyor olursa, onu teslim almadan satabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer mükâtep, kasden bir adam öldürür; buna da beyyine bulunur ve ona karşılık, —vadeli olmak üzere— bir mal karşılığında anlaşma yapılırsa, bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâtep,  kan bedelini,  zimmette olan bir mal karşılığında anlaşma yapar ve ölüm de ikrarıyle veya beyyine ile sabit olur; bir adam da ona bedel kefil olduktan sonra, bu mükâtep aciz kalıp köleliğe dönerse, bu durumda anlaşma yapan o zat, azad edilene kadar bu mü-kâtepten bir şey alamaz; —mükâtep azad edilmeden önce— kefilden alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtep kasden bir adam öldürdüğünde, maktulün iki velîsi olur ve onlardan birisi, "yüz dirhem üzerine" anlaşma yapıp onu alır; mükâtep de aciz kalarak köleliğe avdet eder; sonra da diğer velî gelerek, mükâtebe, (—borç olarak— yarı kıymetini hükmettirirse, bunu yap­maya hakkı vardır.

Şayet, bu iki veliden birisi, —anlaşma olmaksızın— affederse, bu durumda mükâtebin kıymetinin yarısı diğer velîye hükmedilir.

Eğer velîlerden birisi, belirli bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Fakat, onu teslim almadan tasarruf edemez.

Eğer belirli olmayan bir şey üzerine anlaşma yapıp, onu da teslim almadan, taraflar birbirinden ayrılırlarsa, bu durumda anlaşma batıl olur.

Şayet belirli bir yiyecek üzerine,.yarı kıymetinden fazla olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur.

Keza, mükâtebin yan kıymetinden fazla olmak üzere, bir arsa veya dirhem yahut dinarlar üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Eğer kıymetinden daha fazla borca anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Mükâtebin kıymetinin yarısına bir kefil olursa, bu caiz olur.

Kefil yiyecek veya elbise üzerine anlaşma yaparsa, bu caiz olur ve bu kefil, mükâtebe müracaat eder.

Eğer, mükâtep kıymetinin yarısı için rehin verir; rehin de zayi olursa, bu durumda kıymetinin yarısı ödenmiş olur.

Eğer, rehnin yarıdan fazla kıymeti varsa, işte bu fazlalık batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [20]

 

13- ATIYYE HUSUSUNDA YAPILAN SULH
 

Defterde bir adamın adına bahşiş yazılmış olduğunda, başka bir adam o hususda münazaa edip "onun kendine ait olduğunu" iddia eder; davalı da, bu davacı ile dirhemler veya dinarlar üzerine anlaşma yaparsa, —ister peşin, ister va'deli olsun— bu anlaşma batıl olur.

Bu şahıslar, belirli bir şey üzerine anlaşma yaparlarsa, yine bu sulh batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam için, defterde bağış yazılı olur ve bu şahıs ölür, iki oğlu kalır; onlar da "deftere birinin isminin yazılması üzerine" anlaşma yaparlar ve bahşişi o alıp, diğerine bahşişden bir şey olmaz; bahşiş alan da, ona belirli bir mal verirse, işte bu anlaşma da caiz olmaz; sulh ve bahşiş  bedelini  birbirlerine  iade ederler.  Kerderî'nin  Vecizi'nde  de böyledir.

Bir kadın öldüğünde, iki adam onun bağışı hakkında münazaa ederler ve onlardan her birisi, "onun, kendi anası veya kız kardeşi olduğunu" iddia ederek, "onlardan birisinin adına yazılmak üzere" anlaşma yaparlarsa, işte bu anlaşma —adına yazılan şahsın olmaz da, ikisi ona ortak olurlarsa— batıldır.

O kadının bir oğlu olduğu halde, onun bağışı kardeşinin üzerine yazılmış olur; oğlu da dava ederek belirli bir dirhem veya bir arsa üze­rine, bağış kardeşine verilmek üzere, anlaşma yaparlarsa, o dirhemleri almak caiz olmaz. Keza bir yabancının ismi yazılmış olur; onunla da ölen kadının bir akrabalığı bulunmaz ve bu kadının da bir oğlu olursa, İmâm (= devlet yetkilisi) o atıyyeyi oğluna verir. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [21]

 

14- BAŞKA BİR ŞAHIS ADINA YAPILAN SULH
 

Hür ve baliğ olan bir kimsenin başka biri adına yaptığı anlaşma sahih olur.

İzinli kölenin ve sabinin anlaşması sahih değildir. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir hak iddia ettiğinde, yabancı bir şahıs da anlaşma yapar; bu durumda davacı alacak iddia eder; da'valı da bunu inkar eder; yabanc ise anlaşma yapıp, davacıya: "Senin da'van için, filan bin dirheme anlaşma yaptı." der; da'valı da: "Ben, anlaşma yaptım." derse, bu sulh anlaşması da'vahmn iznine kadar bekletilir. Eğer o izin verirse, bu anlaşma caiz olur. Ve bedeli vermek de gerekir.

Eğer izin vermez ve bu anlaşmayı reddeylerse bu durumda anlaşma batıl olur. Ve yabancı aradan çıkar. Şayet: "Senin da'vandan dolayı filana karşı yüz dirheme anlaşma yaptım." derse, bunda alimler ihtilaf eylediler:

Bazıları: "Bu ve bundan önceki mes'ele aynıdır." demişlerdir; bazı­ları da: "Bu, senin davandan dolayı filana karşı, yüz dirheme, benimle anlaşma yaptı; demek yerindedir." demişlerdir.

Şayet: "Bin dirhem üzerine, benimle anlaşma yaptı," veya: "Filan benim malımdan bin dirheme anlaşma yaptı." yahut: "Bende, bin dirhemi vardır; onu ödeyeceğim." derse, bu üç durumda da anlaşma yabancıya karşı, geçerli olur. Ve malı, ona vermek gerekir; bu durumda davalı da dönüş yapamaz.

Bu söylediklerimiz da'valı, davayı inkar eder veya yabancı bir kimse, ondan habersiz anlaşma yaparsa, böyle olur.

Eğer onun emriyle anlaşma yaptığı halde, o davayı inkar ediyor; me'mur da davacıya: "Davandan dolayı, filanla bin dirheme anlaş." der; o da anlaşırsa; bu anlaşma geçerli olur ve da'valı da o bin dirhemi alır. Me'mur ise aradan çıkar.

Şayet me'mur, iddiacıya: "Seninle bin dirheme anlaşma yaptım." derse, alimler bunda ihtilaf etmişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Benimle anlaş."  derse;  bu durumda da'valıya karşı anlaşma geçerli olur. Ancak, bedel anlaşma yapana ait olur.

Benim malımdan, filan ile anlaş." demesi halinde de hüküm böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer "Benim ödemem şartıyle filan ile, bin dirheme anlaş." derse, bu anlaşma davalıya karşı geçerlidir. Bu durumda, davacı muhayyerdir: Bin dirhemi, ister iddia olunandan; isterse anlaşma yapandan alır.

Bu söylediklerimizin tamamı, davalı, iddiayı inkar ettiği zaman böyledir.

Eğer, davalı borcunu kabul eder; yabancı da onun izni olmaksızın anlaşma yapar ve o yabancı: "Filan ile-, bin dirheme anlaşma yap." derse, o zaman da'valının izni beklenir: Eğer; "Anlaşma yaptım." derse, alimler, bu durum hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Eğer: "Benimle, bin dirhem üzerine anlaşma yap." derse, bu anlaşma yabancıya karşı geçerlidir; sulh bedeli onun malından ödenir.

Bu durumda bu yabancı, davalıya müracaat edemez.

Şayet: "Filanla anlaşma yap; ben, anlaşma bedelini öderim." derse, yine davalının izni beklenir.

Bunlar, davalı borcu kabul eylediği, yabancı da anlaşmaya me'mur olmadığı zaman böyledir.

Eğer me'mur: "Filanla anlaş." derse, bu anlaşma geçerli olur. Bu durumda, malı (borcu) da'valı öder.

"Benimle anlaşma yap." derse, yine bu anlaşma caizdir, bu durumda malı, davalı öder.

Eğer me'mur, kendi malından ödeme yaparsa, onu, davalıdan alır. Eğer: "Benim malımdan, filan ile anlaşma yap." veya: "Ben, onu öderim." derse, bu anlaşma davalıya karşı geçerli olur. Malı yabancı öder ve bu. durumda —akd yönüyle değil— kefalet hükmüyle ödeme yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Seninle anlaştık." derse, bu durumda "Benimle anlaş." veya "Filanla anlaş." demek gibi, akd îcabeder; denilmiştir.

"Bu durumda, bir şey gerekmez." diyenler de olmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bu, davacının iddiası, alacak ise böyledir.

Eğer iddia bir ayn olur; davalı da onu inkar eder ve yabancı, —ister iddia edenin emriyle olsun, ister emri olmaksızın olsun,— anlaşma yaparsa; bu durumun cevabı da aynı alacakta olduğu gibidir. Fakat, davalı ikrar eder; yabancı da, onun. emri olmadan anlaşma yapar ve: "Filanla anlaş." derse, bu durumda, davalının izni beklenir ve bu anlaşma, yabancıya karşı geçerli olmaz.

Şayet: "Bu hususta anlaşma yaptım." derse, —öncekinde olduğu gibi— alimler, ihtilaf eylediler.

Eğer: "Benimle anlaş." veya: "Benim malımdan filanla anlaşma yap." yahut: "Ben iki bin dirhem, öderim." derse; bunlar ona karşı geçerli olur. Ve o ayn onun olur. Şayet: "Filanla bin dirheme anlaş; ben, onu öderim." derse; bu durumda, davalının izni beklenir: Eğer davalı izin verirse, o kefil olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer anlaşma, davalının izniyle olur ve me'mur: "Filan ile anlaş." derse, bu durumda davalıya karşı, anlaşma geçerli olur ve anlaşma yapan me'mur, ortadan çıkar.

Eğer: "Seninle anlaşma yaptım." derse, alimler ihtilaf eylediler.

Eğer: "Benimle anlaş." veya "Benim malımdan, filan ile anlaş." derse, bu anlaşma davalıya karşı geçerli olur. Bu durumda me'mur, verdiğini, o davalıdan ister ve alır.

Eğer: "Filanla anlaş; ben, onu öderim." derse; yine, davalıya karşı,, bu anlaşma geçerli olur. Ve akid, davacı ile davalı arasında yapılmış olur. Kefalet bakımından me'mura tazminat gerekir. Füsûlü'l- Imâ-diyye'de de böyledir.

Anlaşma yapmak isteyen zat, iddiacı ile anlaşma yaptıktan sonra: "Ben ödemem." derse, anlaşmayı kendi nefsi veya malı karşılığında veya ödeme üzerine yapmışsa, o malı ödemeye cebredilir. Böyle olmaz ise, bir şey gerekmez ve cebredilmez. Zehiyre'de de böyledir,

Bir adam, diğerinin adına iddiada bulunur; başka bir adam da davalının emri olmaksızın, yüz dirheme anlaşma yapar; davacı ise dirhemleri zayıf bulur veya anlaşma bir yer üzerine yapılır ve. iddia sahibi, o yeri kusurlu bularak, onu reddederse, bu durumda sulh yapana bir şey gerekmez.

Da'vacı da davası üzerinedir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, belirli bir köle üzerine anlaşma yapar; o köleye de bir hak sahibi çıkar; veya bu kölenin hür, müdebber veya mükatep olduğu meydana çıkarsa, sulh yapana birşey gerekmez ve dava hali üzerine avdet eder.

Şayet, belirli dirhemlere karşı anlaşma yapıp, onu da ödedikten sonra, o dirhemlere bir sahip çıkar veya dirhemler zayıf olursa; bu anlaşmanın, davalı ile yapılmış olması halinde ona müracaat eder. Meb-süt'ta da böyledir.

Eğer, davacı, sulh bedeline hak sahibi olursa, sulh yapana veya davalıya müracaat eyler. Havî'de de böyledir.

Şayet anlaşma, davacı ile fuzûlî tarafından —belirli bir mal üzerine— yapılır ve o mal fuzûlînin olur; davalı da davayı inkar ederse; bu anlaşma caiz olur. Bu durumda fuzûlî anlaşmayı, ister kendi malına izafe etsin, isterse etmesin; ister onu ödesin, isterse ödemesin müsavidir.

Anlaşma caiz olunca da İddia sahibi —şayet mümkün ise— sulh bedelinin ödenmesini ister.

Eğer teslimi imkânsız ise, sulh yapan, o sulhu fesh edebilir ve sulh bedeli için müracaat eder.

Şayet davacı, davalıyı dava ettiğinde b'eyyine ibraz ederse, hakkını alır. Zehıyre'de de böyledir.

Anlaşma, davacı, ile fuzûlî arasında olur ve "iddia edilen mal, davalı şahsın olacak, davacı iddia olunan maldan vaz geçecek, fuzûlî malından ödeme yapacak veya sulh  bedelini  ödeyecek,"  diye sulh yapılırsa bu anlaşma caiz olur. Bu durumda iddia olunan şey, davalı şahsın olur. Bu durumda davalı şahıs, ister iddiayı inkar etsin, isterse ikrar etsin müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Yabancı bir adam, dayalı şahıs ile anlaşma yapar ve "evi, şu kadara, davacıya vereceğini" söylerse bu sulh caiz olur. Keza, evi, ona satmak üzerine anlaşma yapsa; yine caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir kür buğday alacağı olduğunu iddia eder; davalı da bunu eder; bir fuzûlî de ondan on dirheme, o buğdayı almak üzere anlaşma yapıp, bedelini öderse, bu anlaşma batıl olur.

Bu durumda fuzûlî, on dirheme anlaşma yapıp, onu da Öderse, bu anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Da'vaya vekil olan bir şahıs izinsiz anlaşma yaparsa, bu anlaşma sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir ev hakkında, şu kadar gün içinde sulh yapması için tayin ettiği vekil, onun dediği şekilde anlaşma yaparsa, bu sulh caiz olur.

Keza, bu anlaşma, birisinde olan alacak üzerine yapılsa, yine caiz olur.

Bir adam, diğer bir*-şahıs için: "Onu dava vekili yaptım." der; o şahıs da vekil olmadan önce, o dava üzerine anlaşma yapmış olursa, bu caiz olur.

Bu vekil önce dava açsa da, sonradan anlaşma yapsa, işte bu caiz olmaz.

Keza bir adam, diğerine: "Seni, şu kölemi satmaya vekil tayin ettim." veya: "Şu davama vekil ettim." derse bu da caiz olur. O vekil önceki söylenen şeyden başkasına vekil olamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir dava için, başka bir şahsı bir ev hakkında vekil tayin ettiğinde, bu vekil, evi elinde bulunduran şahısla yüz dirheme anlaşma yaptığı halde, bu sulhu müvekkiline izafe eylemese ve onu belirtmese; bu anlaşma istihsanen caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [22]

 

15- MİRAS VE VASİYYET HAKKINDA, VÂRİS VE VASİNİN YAPTIĞI SULH
 

Tereke, varisler arasında ortak olur; bu varisler, mal mukabilinde o terekeden, varislerden birini çıkarırlar; bu tereke bir akar veya uruz olur da verdikleri şey, çıkardıkları o varisin hissesinden az veya çok olursa; şayet tereke altın, verdikleri ise gümüş veya tereke gümüş, ver-dilkeri de altın olursa, bu durumda yapılan sulh sahih olur.

Çünkü, bu cinsin hilafına satışdır ve müsavat şart değildir.

Bu durumda, verilenin ayni mecliste alınmasına itibar edilir.

Şayet, bu varisin elinde, terekeden bir şey kalmışsa —inkar eylediği zaman— onu almak kafi gelir.

Eğer ikrar ediyorsa, onu, —karşılığını vererek— yeniden almak gerekir. O da hakkına dönüş yapar. Kâft'de de böyledir.

Ölen zat, dirhemler veya uruz terk ettiğinde, dirhemler üzerinede anlaşma yapılırsa, bu durumda aldığı dirhemler hissesi olan dirhem­lerden fazla olursa, sulh caiz olur. Zira dirhemler, dirhemlerin misli; fazlası da urûzun karşılığı olmuş olur.

Bu durumda iki bedeli de, aynı mecliste almak şart kılınmıştır.

Şayet verese terekeyi ikrar ederse, nasibini alması hususunda, bir mani yoktur.

Eğer nasibi varislerin üzerinde, alacak ise (Şöyleki: Terekeyi inkar ederler veya onu ikrar ettikleri hâlde, terekeden onun hissesini vermeye bir mani bulunursa) o takdirde nasibini aynı mecliste almasına ihtiyaç yoktur.

Şayet dirhemlerden hissesini almazsa, sulh caiz olmaz.

Dirhemler hissesinden az olursa yine böyledir.

Hakim Ebû'1-Fadl şöyle buyurmuştur:

Dirhemlerden hissesi kadar da olsa, hissesinden az da olsa, anlaşma batıldır. Hissesini bilmezse, yine anlaşma caiz olmaz.

Eğer uruz veya dinarlar üzerine anlaşma yaparsa, bu —her ne kadar az olsa bile— caiz olur.

Şayet tereke dinarlar veya uruz olur ve sonra da dinarlar üzerine anlaşma yapılırsa, işte bu bizim dirhemler hakkında söylediğimiz tafsilat üzerinedir.

Eğer bu durumda dirhemler üzerine anlaşma yapılırsa, her haliyle caiz olur. Mııhıyt'te de böyledir.

Eğer tereke altın gümüş ve bunlardan başka şeyler olur; gümüş veya altın üzerine de anlaşma yaparlarsa, bu durumda, verecek şahsın, aynı cinsten kendi hissesinden fazlasını vermesi gerekir. Ve, bu hissesinin ( = nasibinin) mukabilini (= karşılığını, bedelini) altın ve gümüşten olması halinde, hemen— teslim alması gerekir.

Şayet anlaşma bedeli uruz ise, ribâ korkusu olmadığından bu sulh mutlaka sahihdir. Eğer terekede dirhemler ve dinarlar varsa ve anlaşma bedeli de dirhemler ve dinarlar ise, hangi şekilde olursa olsun, anlaşma caiz olur. Fakat, aynı me:cliste, bu bedeli teslim almak şarttır. Kâfî'dede böyledir.

Bu şahıs, özellikle akar ve eşya (= hissesinden nasibinden) dolayı anlaşma yapsa veya bazılarını hariç tutmak üzere, bazı şeyler için anlaşma yapsa, bu da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Terekede borç bulunmaz, eşyalar da belirli olmazsa, tartılan ve ölçülen şeyler hakkında yapılan anlaşma caiz değildir." diyenler olduğu gibi, "caizdir." diyenler de olmuştur.

Şayet tereke, ölçülen ve tartılan cinsten değilse ve eşya da belirli değilse esahh olan, anlaşmanın sahih olmasıdır. Hidâye'de de böyledir.

Bir kadın, mehir bedelinden dolayı anlaşma yapar; varisler de onun nikahını ikrar eder ve tereke insanlar üzerinde borç olarak bulun­makta olursa, o zaman kadın, ya bütün borçlulara karşı varisler için, hissesi nisbetinde anlaşma yapar; veya terekeden dolayı anlaşma yapar.

Şayet varisler, bu kadının nikahı hakkında bir şey söylemezi erse, bu durumda anlaşma batıl olur.

Eğer varisler, —bunu isterlerse— her birinin alacağı nisbetinde anlaşma yapmaları caiz olur.

Bunun yolu şudur:

Bu kadın, varislerden, —mehir hissesi kadar— belirli bir şey satın alır. Sonra da helalîaşırlar. Daha sonra da oturup, aralarında bir sulh. anlaşması olmaksızın, sözleşme anlaşması yaparlar. Zahîriyye'de de böyledir.

Borçludan almak üzre anlaşma yaparlarda, diğer mallardan kadının hissesini terk ederlerse, bu anlaşma geçersiz olur.

Eğer alacak anlaşmaya dahil olmaz ise, geride kalan tereke hakkında yapılan anlaşma sahih olur. Ve borçlulardaki alacaklarını feraiz üzerine alırlar ve aralarında pay ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet kadın, mehrini veya mehir bedelini almak için belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapar; terekede de görünen ve bilinen bir borç olmadığı gibi, nakit para da olmaz ise; bu durumda anlaşma yine de caiz olur.

Sonradan, —varislerden bilmediği— belirli borç meydana çıkarsa, veya belirli bir mal meydana çıkar da, varisler onu bilmezse, o belirli mal ve borç anlaşmaya dahil olur mu? İşte burası ihtilaflıdır: Bazı alimler: "Dahil olmaz." demişler ve "o alacak ve mal, varisler arasında feraize göre pay edilir." buyurmuşlardı. Bazıları ise: "Arılaşmaya dahil olur. O alacak da, mal da aralarnda hakları gereğince taksim edilir.'' demişlerdir.

Bu söz, anlaşma fasid olduğu zamana göredir.

"Anlaşmaya dahil olmaz." diyenler, "O alacak ve mal, varisler arasında ortak olursa, anlaşma batıl olmaz." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer ölenin üzerinde borç var ise, kadında nikahı bedeli bir anlaşma yapmışsa, bu anlaşma caiz olmaz. Çünkü o borç, terekeye dahildir.

Eğer "bu tasarrufa mani" derler; varisler de "caiz olmasını" isterse bunun yolu şudur: "Varisler ölenin borcunu, kendii'.eri terekeye müra­caat etmemek şartıyle öder veya bir yabancı, onu, ölüye teberru olarak öder yahut o borç, başka bir maldan verilir; sonra da aralarında feraize uygun bir anlaşma yaparlar. Eğer varisler borcu ödemez ve fakat maldan ayırır sonra da aralarında anlaşma yaparlarsa bize göre bu caiz olur.

Bu, eğer alacaklı —hakkı ona verilmeden önce— anlaşma yapmaya izin verirse böyledir.

Bu durumda o zat, alacağını almak için, varislere müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının malında belirli bir mal üzerine anlaşma yaptıktan sonra, kocasının borcu meydana çıkarsa, bu kadın hissesine düşen borcu Öder ve sulh bedelini alır. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın, ölüp, mirası kalır; o mirasda kocası ile kardeşine kalır; kardeşi, bu kadının kocası ile belirli bir dirhemler ve belirli bir eşya üze­rine anlaşma yaptıktan sonra aralarında ihtilaf çıkar ve bu ihtilaf anlaşmanın-aslından, çıkmış olursa, anfâşma üzerinde görüş birliği yaparlarsa, ne alâ; bir mes'ele kaimaz. Eğer, da'vacı mal taksiminden herkes hakkını aldıktan sonra, diğeri de gasb iddiasında bulunur, diğeri de onu inkar ederse; bu durmmda —yemini olarak— inkar edenin söylediği söz geçerli olur.

Her iki tarafa yemin ettirilmez.

Eğer ihtilaf, üzerlerinde sözleşme yaptıkları şeyden veya onun mik­tarından çıkmışsa, o takdirde her iki tarafa da yemin ettirilir.

Eğer ihtilaf malın sıfatından ve malın zatından çıkmışsa, bu durumda inkar edenin sözü geçerli olur. Bu durumda her iki tarafa da yemin verilmez.

Eğer ihtilâf zimmetten çıkmışsa, her iki tarafa da yemin ettirilir ve hisseleri verilir. Şayet taraflardan birisi, beyyine ibraz ederse, fazla olanın beyyinesi geçerli olur.

Eğer koca, kardeşine: "Ben, seninle şu eşya üzerine anlaşma yaptım. Ancak, sen onu bozup dağıttın." der, kardeş ise: "Ben öyle yapmadım." derse, bu durumda, kadının kardeşinin,- yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerden biri hazırda olmaz; hazırda olanlar ise, kadınla ortaya çıkarlar ve o hazırda olmayanın hissesini bir tarafa çıkarıp, geri kalanı taksim-ederlerse, hisselerine düşen caiz olur.

Eğer o hazırda olmayanın yüzünden, mal tevkif edilirse, hakim aralarında adaletle hükmeder ve hazırda olanlarla gaibin haklarını ayırır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam ölür, iki oğlu kalır; kendisi de borçlu bulunur ve terekesi arazi, borcu ise dirhemler olursa; oğullarından birisi, alacaklı ile, belirli dirhemlere karşılık anlaşma yaparak, "babasının, dirhemler cinsinden olan borcu karşılığında, kendi hissesi alacaklının olsun" ister ve onu öderse işte bu caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), bu sulhun caiz olduğunu Em âlî kitabında zikreylemiş ve "Caizdir." buyurmuştur.

Şayet borç belirli değilse, bu sulh batıl olur. Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.                    ,

Eğer alacak, varislerden bir kişiden iddia edilir, varis de, bunu inkar ederse; terekeden Ödenmek üzere sulh yapılır. Şayet o varis borcu öderse, bu ödeme sahih olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam ölür, iki oğlu kalır; bir adam da babalarından yüz dirhem alacağı olduğunu iddia eder; oğullarından birisi bunu kabul edip: Ben ondan hissemi sana veririm." derse (ki bu elli dirhemdir) alacaklı geri kalan elli dirhemini, o oğuldan alamaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu batıldır. Kalanını da alır." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bir şey alamaz. Kalan elli dirhemini diğer oğlundan alır. Eğer, birinci oğul tamamını öderse, elli dirhemini kardeşinden ister. Oğlun biri huzurda olmayınca da durum böyledir.

Alacaklı, alacağını hazırda olandan tamamen alırsa, yaptıkları anlaşma batıl olur.

İki ev, varislerin tamamının elinde bulunduğunda başka bir adam onlardan hak iddia eder; varislerin bir kısmı hazır, bir kısmı ise gaib olur ve   hazırda  olanlar, iddiacı ile  anlaşma  yaparlarsa,  bu anlaşma tamamının adına yapılmış olursa,  caiz olur. Bu durumda anlaşma yapanlar, huzurda olmayanlara müracaat edemezler.

Şayet davacı onlardan birini dava eder; o da anlaşma yaparsa, bu anlaşma da sahihdir.

İddia edilen şeyi, ikrar edenlerin anlaşma yapmaları da caizdir.

Şayet böyle iddialı bir yeri alan iddiacıdan, bu yeri birisi satın aldıktan sonra, iddiacının hakkını inkar edenler olursa, bu durumda müşteri muhayyerdir. İsterse, bu alım-satımı bozup, verdiği parasını iddiacıdan geri alır; isterse, münkirlerin (inkar edenlerin) hüccetlerini (delillerini), davayı kazamp-kazanmayacaklarmı bekler.

Bunu, Şeyhu'i-İslâm Hâherzâde ve Şemsü'l-Eimme Serahsî zikrey-lemişlerdir. Anlaşmayı kabul etmeyen iddiacıya hissesi için müracaat edebilir.

Keza, hazırda olanlar iddiacı ile anlaşma yaparlar da, kendi hisse­lerini iddiacıya teslim ederler ve başkalarının hakkına dokunmazlarsa, bu durumda onun müracaat hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerden bazıları, ölen de alacaklının olduğunu iddia ederler; bir kısmı da hazır olmazsa, bu durumda yapılan anlaşma sahih olmaz.

Eğer iddiacı beyyine ile gelir, varis de hakimin emriyle onun hakkını öderse, anlaşma sahih olur.

Şayet hakimin emriyle, kendi malından verirse, diğer varislere his­seleri kadarını almak için müracaat eder.

Eğer terekeden hakimin hükmü olmaksızın ödeme yaparsa; hazırda olmayan için, hissesi kadarını vermesi gerekmez.

Şayet hakimin hükmü olmadan, kendi malından ödeme yaparsa, bu durumda hazırda olmayana müracaat edemez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki adam, bir kişinin elinde bulunan evi veya araziyi iddia ettiğinde, o iki adam: "Bu, bize miras kaldı; biz babamızdan miras olarak aldık." derler; iddiacı da bunu inkar eder; sonra da onlardan birisi, kendi hissesi için anlaşma yaparak o davaya karşılık, yüz dirheme sulh olur; ortağı da o yüz dirheme ortak olmak isterse, bu caiz olmaz.

Eğer onlardan birisi davanın tamamı için anlaşma yapmış olup, yüz dirhemi iddiacıya ödese, o takdirde kardeşi hissesine düşeni tazmin eder.

Eğer muhayyerlik şartıyla anlaşma yaparsa; kardeşi dilerse yüz dirhemin yarısını öder; dilerse ödemez.

Eğer öderse, anlaşmanın tamamı caiz olur ve sulh bedeline ortak olurlar.

Şayet teslim etmezse, onun hakkındaki sulh batıl olur. Diğer davalı hakkındaki sulh ise caizdir.

İddia olunan zat (da'valı) sulhu imzalamakta (kabul ve infazlamak hususunda) muhayyer olur mu?

Ziyâdât kitabında, bu meseleye benzer bir mes'ele zikredilmişdir. Şöyleki:

İki adamın ortak bulunduğu bir köleyi, bu adamlardan birisi (tamamını) satar; müşteri de arkadaşının hissesini, ödemek üzere, satan şahsa teslim eder; köleyi satan şahıs da arkadaşının hissesini ödemezse; bu durumda müşteri satıcının hissesi hakkında muhayyerdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, isterse alım-satımı fesheder; isterse, satanın hissesine sahib olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, muhayyer olamaz.

Burda köle ile ev arasında bir fark yoktur. Ev meselesi ihtilaflı olunca köle mes'elesi de ihtilaflı olur. Ve ihtilaf yukarıdaki şekildedir.

Büyük varis, mirasın vasisi tarafından bir takım eşyaları iddia ettikten sonra, hepsine bedel, belirli bir köle veya bir elbise üzerine, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Keza:""Elimde bulunanı sana feda eyledim." derse, yine bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İki varis, belirli bir şey veya alacak üzere, vasilerini dava ederler; vasi de ikrar etmeksizin, onlardan birisiyle anlaşma yaparsa, diğerinin, kendi hissesi için, vasiye müracaatta bulunmaya hakkı olmaz.

Şayet kardeş, diğer kardeşiyle birlikte anlaşma yapmazsa; iddia edilen şeyin vasinin yanında mevcut olması halinde, hissesini ondan alır. Diğer kardeşi, onun aldığına ortak olamaz.

Eğer iddia olunan şey zayi olmuş ve vasinin onu ödemesi üzerine vacib olmuşsa, o takdirde, iki kardeş ona ortak olurlar.

Eğer sulh bedeli bir yer ise, sulh yapan muhayyerdir.

Şayet sulh bedeli (Meselâ: Yüz dirhem) alacak olur, varislerin içinde küçük olan ve büyük olan kimseler bulunur ve vasi, dava için büyükle anlaşma yaparsa, dava umûmî olmuş olur. Büyük olan, hissesini alıp, küçüğe infak ederse, küçüklere karşı anlaşma caiz olmaz. İmâm: "Küçükler için, hisselerinden dolayı vasiye müracaat hakları vardır.

Fakat, büyüklerin bu hakkı yoktur.'' buyurmuştur.

Burda geniş tafsilat: Eğer bülüğa erişirlerse, ve böyle yapmayı dilerlerse, anlaşmaya izin verirler ve hisseleri için vasiye müracaat ederler. Vasi de büyüklere müracaat eder. Bu durumda onlar, bir şey için küçüklere müracaat edemezler.

Eğer küçükler büyüyünce sulhu reddederlerse, davalarına dönerler vaside verdikleri için büyüklere müracaat eder.

Büyüklere gelince, küçüklere yaptıkları harcamalar için, onlara müracaat edemezler. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam ölür ve bin dirhem bırakır; iki adamın da ölen şahısta biner dirhem alacakları olur; onlardan birisi hazırda bulunur ve varis, onunla beşyüz dirheme anlaşma yapar, adam da onu alır; sonra da diğer alacaklı  gelerek,   varisin  elinde  kalan  beşyüz  dirhemi  ve  anlaşma yapandan da beşyüz dirhemin yarısını alırsa, ikinci adam bin dirhemin dörtte üçünü önceki de dörtte birini almış olur. Şayet önceki adam hakimin hükmüyle beşyüz dirhemi almış olsaydı; sonra da ikinci adam gelerek, varisin elinde olan beşyüz dirhemi alsaydı; öncekinden bir şey alamazdı. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine bir köle veya bir ev vasiyet eder; bu şahsın bir oğlu ile bir de kızı kalır ve bunlar kendisine vasiyet edilen zat ile bu köleye karşılık, yüz dirheme anlaşma yaparlar ve o yüz dirhem miras malından olursa, o köle oğul ile kız arasında, iki hisse oğuia, bir hisse kıza olmak üzere pay edilir.

Eğer o yüz dirhem ikisinin Özel malından ise, o zaman, köleye ara­larında yarı yarıya ortak olurlar. Çünkü, o aralarında muâvazadır. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Vasî ikrar ederek, ölenin yanında bin dirheminin olduğunu söyler, ölen zatın da iki oğlu olur; sonra da onlardan birisi, kendi hissesine karşılık, dörtyüz dirheme, —vasinin malından— anlaşma yaparsa işte bu caiz olmaz.

Keza, bin dirhemle birlikte, eşyası da olsa; eğer vasi bunları zayi etmişse, dörtyüz dirheme anlaşma yapmak caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Ölen bir şahıs, malının üçte birini, vasiyyet eder; küçük .ve büyük yaşlarda varisler bırakır ve bu varislerden bir kısmı, vasiyyet malı husu­sunda, belirli dirhemlere karşılık, koendısine vasiyet yapılan zat ile o vasiyet olunan şeyi varislere teslim etmek üzere, anlaşma yaparlarsa; bu durumda, varislerden bir kısmı, diğerleri için de anlaşma yapmışlar, terekede de borç ve başka nakid yoksa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet başka birisine borç var ise, yine anlaşma caiz olmaz.

Eğer nakid varsa ve o üçte bir de sulh bedeli nakid ise, veya ondan daha fazla ise, yine caiz olmaz.

Şayet sulh bedeli üçte birden daha fazla ise, o zaman caiz olur. Eğer sulh bedelini kendisine vasiyet edilen zat, aynı mecliste kabul ederse, bu böyledir. Böyle değil de, ayrıldıktan sonra kabul ederse, nakid hakkın­daki anlaşma bozulmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer miras dört kişi arasında olur; onlardan ikisi büyük, ikisi de küçük yaşta bulunur, ölen zatın da vasisi ve kendisine vasiyet edileni bulunur  ve  bunların  hepsi  toplanır,  aralarında bir  değere  karşılık anlaşma yaparlar; sonra da o iki büyük olan varisten birisi, belirli bir ziynet eşyası ile bir elbiseyi; diğeri de, belirli bir ziynet eşyası ile başka bir şeyi alır; küçük varisler de öyle yaparlar; kendisine vasiyet edilen de öyle ederse, işte bu caiz olur.

Şayet bu taksimi yapmadan önce dağıtırlarsa, bu anlaşiria batıl olur. Ancak bu batıl olmak, ziynet eşyası hakkındadır; yoksa, diğer eşya hakkında değildir. Ziynet eşyası hakkında olan anlaşmanın geçersiz olması, diğer eşyalar hakkındaki anlaşmayı bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerin, vasiyet eden şahıs ölmeden önce, vasiyet hakkında anlaşma yapmaları caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Baba, köle veya mükâtep; sabide hür ise, ona karşı yapılan anlaşma da caiz olmaz.

Keza, baba kafir olur, oğlu ise, müslüman olursa, ona karşı yapılan sulhta caiz olmaz. Bunak olan büyük ve deli de çocuk hükmündedir. İster, bulûğa eriştikten sonra delirsin; isterse o anda delirsin bize göre aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir sabinin, başka birinde alacağı olduğunda, babası az bir mala karşılık anlaşma yapar; sabinin beyyinesi olmadığı gibi borçlu da, borcu inkar etmekte olsa, bu durumda anlaşma caiz olur.

Şayet alacak beyyineli ve belli olur, borçlu da onu ikrar etmekte olursa, bu durumda babanın, —insanlar aldanmayacak şekilde— yaptığı anlaşma caiz olur. Şayet babanın bir şey satmasını gerektiriyorsa, onu kendi malından satar. Eğer gerektirmiyorsa, mubayaa caiz olmaz. Sira-ciyye'de de böyledir.

Bir vasî, yetimin malından, bir adama bin dirhem verir; beyyinesi olmadığı için ye karşı tarafın inkarından dolayı, bin dirhem yerine beşyüz dirheme anlaşma yapar; sonra da beyyine (yani adil bir şahit) bulursa onun bin dirhem olduğuna dair, ona yemin ettirilir. Sabî, büyüdükten sonra, adil bir şahit bulursa, ona "bin dirhem olduğuna dair" yemin ettiremezler. Kunye'de de böyledir.

Bir sabinin (=   küçük bir çocuğun) bir kölesi veya bir evi olduğunda bir başkası "onun, kendisine ait olduğunu" iddia eder ve sabinin babası da, sabinin malına karşılık, o şahısla anlaşma yapar; iddiacının ise, adile olan beyyinesi (yani şahidi) bulunursa; anlaşma, iddia   edilen bedel   üzerine   yapılır.   Veya,   insanların   aldatılmış sayılmayacağı kadar fazla olursa, bu da caiz olur.

Şayet iddiacının hiç şahidi olmaz veya adile olmayan şahidi olursa; bu durumda sulh, asla caiz olmaz.

Eğer iddiacının şahidleri gizli iseler, bazı alimlerimiz: "Sulh, yine caiz olmaz." demişler; bazıları ise: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kav­line binâen, caiz olur." demişlerdir.

Bazı alimler de: "Eğer, iddiacının şahitleri meşhurlardan ise, babanın anlaşma yapması uygun olur." demişlerdir.

Şayet baba,1 şahsî malından anlaşma yaparsa, bu durumda, sulh her haliyle caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer varislerin tamamı küçük yaşta olurlar ve vasi de, baba gibi anlaşma yaparsa; dava lehlerine olsun, aleyhlerine olsun, akar veya taşınır mal hakkında olursa, yukarıdaki gibi olur.

Fakat, varisler büyük yaşta olurlar, ve hepsi huzurda bulunurlarsa, vasinin onların hakkında anlaşma yapması caiz olmaz.

Da'vanın aleyhlerine veya lehlerine olması da farketmez.

Bu dava —ister akar, ister menkûl hakkında olsun,-— asla caiz olmaz.

Bu durumda, iddiacının şahitleri ister adil olsun, isterse olmasın, fark etmez. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet varislerin tamamı zengin olur ve onlara karşı anlaşma yapılırsa, bu caiz olmaz. Müddeî (— davacı) için beyyine olsun veya olmasın müsavidir. Dava ister akar hakkında olsun, isterse menkûl hakkında olsun farketmez.

Şayet dava akar hakkında olursa, tamamının izni olmadan yapılan anlaşma sahih olmaz.

Eğer dava, menkûl hakkında olur; iddiacının da onlar için beyyinesi bulunursa, o zaman, anlaşmaları —alınan sulh bedeli, iddia edilen şeyin kıymetinin misli veya insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar fazla olsa bile—caiz olur.

Eğer bunun aksi olursa, anlaşma sahih olmaz.

Şayet davacının beyyinesî yoksa, nasıl anlaşırlarsa öyle olur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.

Fakat, varisler, küçüklü büyüklü olur; büyükler hazır bulunurlar ve onlara karşı anlaşma yapılırsa, bu anlaşma bütünü hakkında caiz olmaz.

Eğer dava akar veya menkûl hakkında olur; iddiacının ise beyyinesi bulunur veya bulunmazsa; bu durumlarda anlaşma küçükler hakkında —onların hisselerine bir zarar dokunmazsa— caiz olur.

Eğer dava menkûl hakkında olursa; sulh, küçüklere karşı da, büyüklere karşı da —zarara uğramazlarsa— caiz olur. Eğer zarara uğrarlarsa, —ister iddiacının adile olan beyyinesi olsun, isterse olmasın—, caiz olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre, şayet küçüklere zarar isabet etmiyorsa, onlara karşı yapılan anlaşma caiz olur; fakat, büyüklere karşı yapılan sulh caiz olmaz. Onlara zarar isabet etsin veya etmesin müsavidir.

Eğer büyük olan varisler zengin iseler, onlara karşı yapılan anlaşma, bir zarara uğramadıkça küçükler hakkında caiz olur; büyükler hakkında caiz olmaz.

Da'valının beyyinesi de olsun veya olmasın fark etmez.

Eğer dava akar hakkında olursa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —bir zarara uğramazlar ise— sulh caiz olur. Eğer zarara uğrarlarsa, davacının beyyinesi ister olsun, isterse olmasın, bu anlaşma, onlar için caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre, küçükler hakkında —şayet zarara uğramazlar ise— caiz olur. Büyükler hakkında ise, ister zarar olsun, istere olmasın bu anlaşma caiz olmaz.

Baba olmadığı zaman, büyük baba vasiyyet hususunda baba gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, dedenin vasisi olsa, ananın ve kardeşin, sabiye karşı, vasi yerine anlaşmaları caiz .olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Ananın vasisi, amcanın vasisi, kardeşin vasisinin anlaşmaları, ---bunların terekeleri hakkında— babanın vasisinin anlaşması gibidir.

Şayet dava küçük hakkında vaki olursa, akar da bundan hali kalmaz.

Şayet tereke başka cihetten ise, onların vasilerinin anlaşmaları caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir acjam, ölen bir kişiden alacak iddiasında bulunduğunda; vasi, yetimin maİındah bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu —iddiacının beyyinesi olmadıkça— caiz olmaz.

Şayet vasi ölenin malından anlaşmasız bir ödeme yaparsa, bu caiz olmaz. Varisler bu durumda muhayyerdir: Dilerlerse vasinin ödediğini, vasiye, dilerlerse, kendisine ödenmesi gereken şahsa ödetirler.

Şayet kendisine ödenmesi gereken şahsa, ödetirlerse, vasi, onlardan hiç birine, ödediği için müracaat edemez.

Eğer vasiye ödetirlerse, vasi diğerine müracaat eder; ister, onun aldığı elinde mevcut olsun, isterse zayi olmuş bulunsun müsavidir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet vasi; bir şahsın, ölen kimseden hak iddiasına karşılık, veya bir sabiye karşılık anlaşma yapar ve bu durumda, davacının davasının doğruluğuna dair beyyinesi bulunur veya hakim durumu bilmekte olur yahut hakim öylece hükmeylemiş bulunursa, anlaşma caiz olur; böyle olmaz ise, caiz olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Baba ve vasi, kasden adam öldürmeden dolayı sabinin ödemesi vacib olan diyeti hakkında —sabinin malından vermek üzere— anlaşma yaparlarsa bu caiz olur.

Ancak anlaşma, diyetten az bir şey için olursa, o zaman caiz olmaz.

Bir adam, "kölesinin, başka bir adama bir sene hizmet etmesini" vasiyet eder; ve bu köle, onun malının üçte birinin dışında olursa; varisler,  onun hizmetine karşılık, dirhemler vermek üzere anlaşma yaparlar veya vasiyet eden, evinde birinin oturmasını yahut hayvanına, bir sene müddetle başkasının binmesini veya elbisesini bir ay başkasının giymesini vasiyet ederse; bunlara karşılık varislerin dirhemler vererek anlaşma yapmaları, istihsanen caiz görülmüştür.

Keza, bir küçüğün varisinin vasisi böyle yapsa ve hizmet etmesi vasiyet edilen köle, hizmet etmeden önce ölse; ona karşılık yapılan anlaşma da caiz olur.

Eğer anlaşma bîr elbiseye karşılık yapılır, onun da kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; bu durumda anlaşma yapılan zat, elbiseyi geri vererek, kendisine kölenin hizmet etmesi için başvurabilir. O elbiseyi teslim almadan önce, satmak yoktur.

Şayet dirhemler karşılığı anlaşma yaparsa, bu dirhemlerle, "teslim almadan önce, elbise satın alabilir.

Eğer varis söylediklerimizin bir kısmını satın alırsa, bu caiz olmaz.

Şayet: "Senin hizmetine karşılık, bu dirhemleri sana verdim." derse veya "Ivazen yahut bedelen veya hizmetine mukabil verdim." veya "hizmetini birakasın diye verdim." derse, caiz olur.

Şayet: "Onun hizmetini bana bağış yapasın diye, bu dirhemleri sana bağışladım." derse; —dirhemleri teslim ettiği zaman— yine caiz olur.

Eğer varis iki kişi olur ve onlardan birisi, on dirheme karşılık yalnız kendisine ait zamanın hizmetine karşılık olarak, —ortağının dışında— anlaşma yaparsa işte bu caiz olmaz; ancak istihsanen caiz olur. Köle bü­tün varislerin olur; bu varislerden birisi de,, köleyi satar; ve bedeli de hizmet etmesi vasiyet edilen zata verirse; bu durumda kölenin hizmeti geçersiz olur; ve onun parasında da hakkı olmaz. Hizmet sahibinin rızası ile, cainayet bedeli verilirse, bu caiz olur.

Eğer, bu köle hata ile öldürülür ve onun kıymeti alınırsa, varisler, o kölenin kıymeti ile, hizmet için, bir köle satın alabilirler.

Şayet, belirli dirhemler veya yiyecek üzerine anlaşma yapılırsa, bu ivaz yoluyla caiz olur. Eğer kölenin bir eli kesilir ve varisler onun diyetini alırsa; alınan bu diyet köle ile birlikte kendisine vasiyet olunan şahsın olur.

Şayet varisler, bu kölenin kendilerine teslim edilmesi şartıyle, ken­disine vasiyyet edilmiş olan şahsa, on dirhem vermek üzere anlaşma yaparlar; köle de buna razı olursa, bu iskat yoluyla caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir başka şahsın, evinde oturmasını vasiyyet eder ve ölürse, bu şahsın varislerinin, ev kendisine vasiyyet edilen şahısla, belirli dirhemler üzerine anlaşma yapmaları caiz olur.

Keza, varisler, o şahsın başka bir evde oturması üzerine anlaşma yapsalar, bu da caiz olur.

Ölen şahıs, kölesinin, bir sene bir adama hizmet etmesini vasiyet ettiğinde, varisler buna mukabil, bir evde oturması veya bir kölenin, hayat boyu, o şahsa hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Önceki bölümde, hizmet etmesi vasiyet edilen köle hizmet müdde­tini bitirmeden ölür veya ev, oturma müddeti bitmeden önce yıkılırsa, anlaşma bozulmuş olur. Vasiyet olunan zatın önceki vasiyet olunan evde oturma hakkı avdet eder.

Keza, bir adam, kölesinin bir şahsa bir yıl hizmet etmesini vasiyet eder; varisler de başka bir kölenin, belirli senelerce, ona hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlar veya belirli senelerce, o evde oturması üzerine anlaşma yaparlar ve o müddet geçmeden önce, anlaşma yapılan köle ölür veya ev yıkılırsa, anlaşma yapılan zatın, o müddete kadar hakkı baki kalır.

Alimler şöyle demişlerdir: Bu cevap, anlaşma yapılan kölenin hizmet süresi veya evde oturma müddeti bitmeden, *evin yıkılmasının cevabına hamledilir.

Fakat, asıl vasiyet edilen köle, hizmetini bitirmeden önce ölür veya ev yıkılırsa, vasiyet olunanın hakkı kalır mı?

—Anlaşma yapılan köle hizmetim bitirmeden ölür veya ev yıkılırsa, kalan müddet için, anlaşma yapılan zatın hakkı avdet eder.

Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet olunan evin yerine, başka bir kölenin bir yıl hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlar ve anlaşmalı köle kendine vasiyet edilen adama, altı ay hizmet ettikten sonra ölürse, vasiyet olunanın altı aylık hizmet hakkı avdet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, koyunlarının memesinde olan sütü vasiyet eder; varisler ise, o sütten noksan veya fazlası üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Şayet dirhemler karşılığında anlaşma yaparlarsa, işte o caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, kölesinin kazancını başka bir şahsa vasiyyet ettikten sonra kendisi ölür; varisleri de vasiyet olunan zat ile bu kölenin kazan­cına bedel, belirli dirhemlerle anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Her ne kadar kölenin kazancı fazla olsa bile, bu hüküm böyledir.

Eğer, ölen şahıs, kölenin, kazancım daimi olarak vasiyet eder; varisler de, belirli bir bedel üzre, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur; bedel belirsiz olursa, caiz olmaz.      ,

Varislerden yalnız birisinin yaptığı anlaşma caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Vasiyet olunan katırı veya köleyi, varislerden birisinin vasiyet olunan şahıstan icarlaması, —yabancı birinin icarlaması caiz olduğu gibi— caizdir.

Kölenin kendisine hizmet etmesi veya evde oturması, kendisine vasiyet edilen zatın, bu köleyi veya bu evi icara tutması caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hurmalığının gelirini daimi olarak vasiyet ettikten sonra, kendisine vasiyet olunan şahıs, varisler ile hurmalığın meyveleri meydana gelmeden önce, belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapsa, bu sulh caiz olur.

Bu, o hurmalığın bir senelik mahsulü çıktıktan ve çıkan mahsûlün geliri belirdikten! sonra olur.

Bu anlaşma caiz olunca, mevcut olanla mevcut olacak olan nasıl taksim edilecek?

Bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) bir şey söylememiş ve bu bölüm kitapta ihtilaf konusu olmuştur. Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim ei-Meydânî şöyle buyurmuştur:

Anlaşma bedeli, hali hazırda mevcut olana göre taksim olunur. Gelecekte olacak mahsul ikiye bölünür; yansı hali hazırda olanın karşılığı olarak kabul edilir; diğer yarısı da gelecekte olacağın hizasına konur.

Fakıyh Ebû Ca'fer Hinduvânî de şöyle buyurmuştur:

Sulh bedeli, hali hazırda olan mahsûle göre taksim edilir. Gelecekte olacağın da kıymea taksim edilir. Eğer hali hazırda olanın kıymeti, gelecekte olacağa müsavi ise, bedel onlara yarı yarıya taksim edilir. Şayet üçte ikisi kadarsa, ikisine karşı üçte birli taksim edilir.

Bu ihtilafdaki fâide, bir köle üzerinde anlaşma yapılınca meydana çıkar. Şöyieki: Kendisine vasiyet yapılan şahsın yanında olan kölenin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim'e göre, kendisine köle vasiyyet edilen zat, kölenin hali hazırdaki kıyme­tinin yarısı için ve iler de olacağı değerinde yarısı kadar için müracaat eder.

Fakıyh Ebû Ça'fer'e göre ise, eğer her iki kıymet eşit ise, cevap aynıdır. Eğer kıymet üçte birli ise, ona göre müracaat edebilir.

Fakıyh Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim'e göre, eğer istikbâlde olacak kıymeti, halde bilinmiyor ise, istikbaldeki kıymetini haldekine nazaran artırır. Hizmet sahibinin rızasiyle olursa, cinayet sebebiyle olanı vermekte böyledir.

Bir köle hataen öldürülse ve onun kıymetini alsalar; hizmet sahibi için bir köle satın almaları caiz olur. Şayet belirli dirhemler veya belirli yiyecek bedeli olursa, ivazla, hakkı iskat yoluyla caiz olur.

Fakıyh Ebû Ca'ferin gittiği yoi: İstikbâlde çıkacak kıymet, halde olan durumla bilinirse, (Şöyle ki: Bakılır: Bu hurmalık ne kadar mahsul veriyor? Ve onun satın alma gücü nedir?

Eğer onun mahsûlü binbeşyüz dirhemlik geliyor, mevcut olanda ikiyüz elli dirhem ise, bilinirki kıymeti üçte birdir. Bu hesaba göre, mü­racaat eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, hamile olan cariyesinin karnında olanı, bir başkasına vasiyet eder ve vasiyet eden bu zat ölür, varisleri de vasiyet olunan şahısla belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapıp, bu bedeli öderlerse bu, —vasiyyet edicinin hakkını yerine getirme yoluyla— caizdir.

Varislerin emri ile, başka bir şahıs anlaşma yaparsa, o da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Cariyesinin karnında olanı, birisine vasiyet eden zat öldüğünde, varisleri başka bir cariyenin karnında olan şey karşılığında sulh olur­larsa, işte bu anlaşma caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Cariyesinin  karnında  olanı   vasiyet  eden   zat   Ölüp,   bunun karşılığında belirli dirhemlerin verilmesi üzerine anlaşma Yapılır, son­rada bu cariye ölü bir oğlan doğurursa, bu anlaşma geçersiz olur.

Şayet o cariyenin karnına birisi vurur ve bu cairye ölü bir çocuk düşürürse, bu durumda diyet ve anlaşma caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Cariye doğurmadan iki yıl. geçerse, bu sulh batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, filan kadının karnında olanı, bir başkasına vasiyet edip, "karşılığı da bin dirhemdir." derse, bu durumda hamile kadının babasının yapacağı anlaşma sahih olmaz. Anası anlaşma yapsa o da —böylece— sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesinin karnında olanı, bir çocuğa veya bir bunağa vasiyet ettiğinde, varisleri, o sabinin babası veya vasisi ile —dirhemler karşılığında— anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma, caiz olur.

Keza, bu vasiyet, mükâtebeye yapılsa, anlaşma yine caiz olur.

Bir kimse, filan kadının karnında olanı, bir şey mukabili vasiyet ettiğinde o kadının karnında olan köle ölür ve onun yerine efendisi anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz. Hamilenin efendisi, ölüm hastalığından önce, anlaşma yaparsa, bu sahih olur.

Sonra da hamile cariyenin efendisi, onu ve karnında olanı azad ettikten sonra, cariye bir oğlan doğurursa, bu oğlan hür olur. Onun hakkındaki vasiyette, sulh da geçerli olmaz. O cariyeyi satsa bile, bu böyledir. Cariyenin efendisi, onun karmndakini müdebbere eylese, yine böyledir. Şayet vasiyyet eyleyen cariyenin efendisi, o cariyeyi azad eylerken, hayatta olsaydı ve cariye azad edildiği halde çocuk azad edil­meseydi, sonra da vasiyet eden zat ölseydi; bu vasiyet o çocuk için, geçerli olurdu. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [23]

 

16- MÜKÂTEP VE TİCÂRET YAPMASINA İZİN VERİLMİŞ OLAN KÖLENİN YAPTIĞI SULH MÜKÂTEBİN YAPTIĞI SULH
 

Bir mükâtep, bin dirhem olan kitabet bedelini ödediğini iddia ettiği halde, efendisi bunu inkar eder ve beş yüz dirheme anlaşma yaparlar ve fazlasını efendi  bırakırsa,  işte bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâtebin. efendisi, zaman gelmeden ödemek üzere, kitabet bedelinin bir kısmını düşürse, işte bu da caiz olur.

Eğer kitabet bedeli bin dirhem olur ve zamanı geçtikten sonra, daha fazla vermesi üzerine anlaşma yaparlarsa bu da caiz olur.

Kitabet bedelinin ödenme müddeti geçtikten sonra, bir kısmını acele ödemek, bir kısmını da sonraya bırakmak üzere, anlaşma yapar­larsa, bu da caiz olur. Bir kimse, evinde bulunan bir kadınla (cariye ile) acele (peşin) vermek üzre, dinarlarla, onu mükâtebe yapmak üzre, anlaşma yaparsa, bu da caiz olur. Şayet veresiye anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Dirhemleri bozup, yerine dinarlar vermek üzere yapılan anlaşma da caiz olur. Onu sonra ödemek üzre anlaşma yapsalar, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Taraflar, kitabet bedelinin yazın verilmesi üzere anlaşma yaptık­ları halde, sonradan, bir seneye ertelemek üzre anlaşsalar, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir mükâtep, bir adamda alacağının olduğunu iddia ettiği halde, davalı bunu inkar eder ve mükâtep, onun bir kısmını düşmek bir kısmını almak üzere anlaşma yapar ve bu mükâtebin alacağı hakkında beyyinesi bulunursa, o düşürdüğünü de" alabilir.

Şayet beyyinesi yoksa, bu anlaşma caiz olur.

Bu hal, mükâtebin alacağını düşürdüğü vakit böyle olur. Fakat bir kısmını almayı ertelerse, —borcun, ödünç vermek olmaması halinde— bu caiz olur. Mııhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir mükâtebde alacağının olduğunu iddia «der; mükâteb de bunu inkâr ettikten sonra, bir kısmını vermek, bir kısmını düşürmek üzere anlaşma yaparlarsa bu da caiz olur.

Mükâtebin oğlu da babası gibidir.

Bir mükâtep, iddia ettiği emanet hakkında, anlaşma yaparsa, bu hür kimsenin anlaşması gibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle kaçtıktan sonra anlaşma yapsalar, eğer kölenin kazancından yanında bir şey yoksa; —efendisi hakkında— yapılan anlaşma sahih olmaz. Bu anlaşma, azad edildikten sonra, borcunun ödemek üzere, köle ile yapılır köle aciz olmadan önce, beyyinesi olursa sahih olur. Şayet kölenin elinde kazancından bir şey varsa, anlaşma caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

tmâmeyn, buna muhaliftir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir mükâtebin efendisi, o mükâtebde alacağının olduğunu iddia eder; mükâteb de bir kısmını düşürmek, bir kısmını ödemek üzere, anlaşma yapar ve şayet mükâtep, efendisinde alacağı olduğunu iddia eder, efendisi de bunu inkar eder ve aralarında bir kısmını almak, bir kısmını   da   düşürmek   üzere,   anlaşma   yaparlarsa;   —beyyinesinin bulunması halinde bu anlaşma caiz olmaz. Şayet beyyinesi yoksa, bu anlaşma her durumda— caiz olur. Muhıyi'te de böyledir. [24]

 

Ticaret Yapmasına İzin Verilen Kölenin Yaptığı Sulh
 

Ticarete me'zun bir köle de, düşürmede, geriye bırakma ve anlaşma ile işini halletmekte, mükâtep gibidir.

Ticarete ehli bir kölenin, alacağının bir kısmı hakkında yapacağı anlaşma —eğer— beyyinesi yoksa caiz olur.

Şayet beyyinesi varsa, bu sulh caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, ticaret yapmasına izin verilmiş olan bir köleden alacaklı olduğunu iddia ettiğinde, bu köle, —inkar veya ikrarla— üçte birini düşürmek, üçte birini tehir etmek ve üçte birini de ödemek üzere anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Eğer kölenin efendisi inkar eder, iddiacının da beyyinesi bulunmaz; köle de o adamla anlaşma yapar ve elinde ticaret malından birşey bulunmazsa, efendisi hakkında, yaptığı anlaşma caiz olmaz. Fakat, köle hakkında, yapılan bu anlaşma caiz olur ve azad edildikten sonra, bor­cunu öder.

Eğer elinde ticaret malı varsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, her ikisi hakkında da, yapılan bu anlaşma caiz olur.

İmâmeyn'e göre ise, caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, ticaretten men edilmiş bir köleden, alacak iddiasında bulunduğunda, o köle, bir kısmını düşürmek ve bir kısmını te'hir etmek üzere anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz.

Bu durumda yiyecek üzerine yapılan anlaşma da caiz olmaz. Keza, dirhemleri gasbeder ve dinarlar üzerine anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir köle ticaret yapmasına izin verilmiş bir köleden, alacaklı olduğunu iddia eder ve onun iddia ettiği alacağın bir kısmını vermek üzere, anlaşma yaparlar ve bu durumda iddia sahibinin beyyinesi bulunursa, bu anlaşma sahih olmaz.

Eğer beyyinesi yoksa, caiz olur.

Şayet davacı izinli köle olur da; davalı da mahcur (= ticaretten men edilmiş) köle olursa; —beyyinesi olsun veya olmasın— yapılan anlaşma caiz olmaz.

Fakat o kök azad edilirse, iddiacı alacağım ondan alır.

Davacının beyyinesi olsa bile, davalının efendisi. hakkında, bu anlaşma caiz olmaz. Muhıyt'te.de böyledir.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. [25]

 

17- ZÎMMÎ VE HARBÎ'NİN YAPTIĞI SULH ZİMMÎLERTN YAPTIĞI SULH
 

İki müslüman arasında caiz olan her nevi anlaşma; zimmet ehli arasında da caizdir.

Dolayısiyle iki müslüman arasında caiz olmayan anlaşma, ehl-i zimmet arasında da caiz olmaz. Bundan bir husus hariçtir. O da, şarap ve domuz hakkında yapılan anlaşmadır. Çünkü bu tür anlaşmalar zimmet ehli arasında olursa, caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir zimmî, diğer bir zimmiden, bir dirhem karşılığında on dirhem satın alıp,  karşılıklı teslim-tesellüm yaptıktan sonra da, aralarında anlaşma yaparak, on dirhemden beş dirhemini geri verecek olsa; şayet o on dirhem, bizatihi hazırda duruyorsa, —faiz manasından dolayı caiz olmaz.

Eğer o dirhemler zayi olmuşlarsa, —iskat yoluyla— anlaşma caiz olur.

Bir nasrani diğer bir nasraniden bir domuz gasbettikten sonra, —dirhemler ve dinarların dışında,— tartılan veya ölçülen şeylerle anlaşma yapsalar; eğer domuz elde mevcut ise, bu anlaşma caizdir. Kendisine karşı anlaşma yapılan şey ister belirli olsun, ister hal ve zim­metle —bir müddete kadar— vasıflı olsun, fark etmez.

Şayet domuz zayi olmuşsa, belirli olmayan tartılan ve ölçülen şeyler karşılığında yapılan anlaşma caiz olmaz.

Eğer belirli olur ve o da hali hazırda teslim edilirse, anlaşma caiz olur.

Eğer dirhemler ve dinarlarla, vadeli olarak anlaşma yaparlarsa, işte bu da caiz olur.

Şayet domuz mevcut olur ve vadeli olarak başka bir domuza karşılık anlaşma yaparlarsa bu caiz olmaz.

Eğer her ikisi de, bizatihi belirli ve hazır ise, anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [26]

 

Harbîlerin Yaptığı Sulh
 

Bir harbî, diğer bir harbîden, bir mal gasbettikten sonra, bu mal zayi olsun veya olmasın— anlaşma yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu anlaşma caiz olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaliftir.

Keza, mûslüman bir tüccar veya orada müsîüman olmuş bir kimse, aynı şekildedir. Şayet harbînin malı telef olur veya ondan bir başkası, zoraki alır, sonra da anlaşma yaparlarsa, —gasbolunan şey ister, duruyor olsun, ister olmasın— İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre caiz olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Keza, bir adam, dar-i harbde, harbî olan iki tüccarın malından, bir şey gasbettiğinde, aralarında anlaşma yapsalar, bütün alimlerimize göre, bu caiz olmaz.

Bir harbî de, müslümanın malını gasbederse, yine anlaşma caiz olmaz. Attâbiyye'de de böyledir.

Bir harbî, diğer arkadaşına borç verdikten sonra, bunun bir kısmını düşüp, bir kısmını ertelemek üzere anlaşma yaparlar ve bu harbî de mûslüman olursa, bu anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İki harbî, dar-i harbde mûslüman olduktan sonra, onlardan birisi, diğerinin malını gasbeder veya o şahsı yaralar, sonra da anlaşma yapar­larsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu anlaşma uygun olmaz. İmâm Muhammed (R. A.)'in kavli de budur. Hâvî'de de böyledir.

Bir mûslüman, dâr-i harbde, bir harbîye ]borç verdikten sonra, bir kısmını düşüp, bir kısmını da ertelemek suretiyle anlaşma yapar; vade zamanı gelip geçer ve bu harbî de emanlı (= güvenceli) olarak dar-i İslam'a girer; mûslüman da ondan alacağını almak isteyerek,.ondan düştüğüne de müracaat ederse, o —gönlü ile— vermedikçe, onu alamaz. Ve ona, düştüğü için müracaat da edemez.

Keza harbî, müslümandan alacaklı olsa yine böyledir.

Bu, İmâm Ebû Hanifc (R.A.) ve İmânı Muhammet! (R.A.)'in kav­lidir.

Şayet bu muamele, iki harbî arasında olsaydı, sonra da onlardan birisi güvenceli olarak dâr-i İslâm'a gelseydi, bu durumda hakim, bun­ların arasında bir şey ile hükmedemezcii.

Fakat, ikisi de müslüman veya ikisi de zimmî olurlarsa, hakim hükmederek, hem düştüğünü, hem de ertelediği alacağını tamamen alırdı. Ve borçlu, borcunu ödemeye zorlanırdı.

Harbî olan bir kimse, dar-i İslâm'a, güvenceli olarak girip, borç verir veya alır; yahut kendisi başkasının malını gasbeder veya onun bir malı gasbolunur; sonra da düşmek veya ertelemek üzere anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Bu muamele ister müslümanla, ister güvenceli ile; ister kendi yurdunda, isterse başka yerde olsun, müsavidir.

Keza kendi yurtlarında karşılaşsalar, sonra da güvenceli olarak dönseler; aralarında yapılan anlaşma caiz olur ve geçerli bulunur. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [27]

 

18- DA'VACI VEYA DA'VALI ŞAHISLA SULH YAPIP SONRA DA ONUN İBTÂLİNT İSTEYEN KİMSELERİN İKÂME ETTİKLERİ BEYYİNELER
 

Anlaşma yaptıktan sonra, iddia sahibi beyyine ikame ederse, ona itibar olunmaz; beyyinesi dinlenmez.

Ancak, anlaşma bedelinde kusur olur, bunu da davalı şahıs inkar ederse, o takdirde beyyinesi kabul edilir. Ve aybi sebebiyle, anlaşma bedelini geri verir. Bedâi"de de böyledir.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.yin şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:

Davalı, da'vacının "filanda bir alacağım yoktur." diye ikrar eylediğine dair; beyyine ikame etse bile sulh geçerlidir.

Sulh geçersiz olduktan sonra beyyine ikame ederse ve şayet hakim "adamın, anlaşmadan önce ikrar ettiğini" biliyorsa, bu durumda sulh batıl olur. Hakim sulhtan sonra, ikrar ettiğini bilse de, hüküm aynıdır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem alacağı olduğunu iddia ettiğinde, davalı bunu inkar eder; sonra da bir şey karşılığında anlaşma yaparlar; daha sonra da davalı "borcunu ödediğine dair" beyyine ibraz ederse; bu beyyine kabul edilmez.

Şayet, davacı bin dirhem alacağı olduğunu iddia eder, davalı da, onu ödediğini veya ibra edildiğini iddia eder ve bir şey karşılığında anlaşma yaparlar; sonra da davalı, onlardan birine (ifa veya ibraya) beyyine ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilir ve sulh bedeli geri verilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan evin, kendisine ait olduğunu, iddia eder ve evi teslim etmek üzere de» bin dirheme anlaşma yaparlar; sonra da ev elinde bulunan zat, evin kendisinin olduğuna veya filandan satın aldığına dair beyyine ibraz eder yahut babası filandan, kendisine miras olarak kaldığını isbat ederse, bu durumda verdiği bin dirhemi, geri almak için müracaat edemez.

Anlaşmadan önce, o talibden satın aldığını isbat ederse, bu durumda sulh batıl olur.

Şayet beyyine ibraz edemez, fakat, sulh yaptığını belgelerse, buna itibar edilmez.

"Önceki sulhtan sonra vaki olan, bütün sulhlar sahihdir; ikincisi batıldır." derse yine böyledir; yani, buna da itibar edilmez.

Alım-satımdan sonra vaki olan anlaşmalarda, iki defa satın alınmış ise, ikinci satın alış haktır. Şayet anlaşma yaparlar ve sonra da satın alırsa; bu durumda anlaşmayı batıl kılar ve satın ahşa izin veririz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bit evin kendisine ait olduğunu iddi aettiğinde, davalı "iddiadan önce, anlaşma yaptıklarını" iddia ettiği halde, bu iddiasına bir beyyine ibraz edemezse; hakim evi, yine de iddia olunana hükmeder.

İddia eden şahıs, o evi bir başkasına satarsa, bu durumda, davalının "o davadan dolayı, daha önceden anlaşma yaptıkları hakkında" iddia­cıya yemin verme hakkı vardır.

Şayet iddiacı yeminden kaçınırsa, bu durumda davalı muhayyerdir. Dilerse, evin satışına rıza gösterip, parasını kendisi alır; dilerse, evin bedelini ödetir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin, kendisine babasından miras kaldığını iddia ettikten sonra, aralarında, bir şeye karşı anlaşma yaparlar; sonra da ev elinde bulunan şahıs, "o evi, babasından satın aldığım" belgeler veya o evi filan ve filandan satın aldığını" belgelerse; bu belgesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bin dirhem ve bir ev borçlu olduğu iddia olunan adam, yüz dirheme anlaşma yaptıktan sonra, iddiacı, "onlardan birisinin, iddia olunan şahsın olduğunu" ikrar ederse; bu durumda diğeri hakkındaki anlaşma caizdir ve iddia olunan şahıs, bir. şey için, iddia edene müracaat edemez.

Keza, bin dirheme, ev hakkında anlaşma yaptıktan sonra, iddiacı beyyine ibraz ederse, bin dirhem batıl olur; bu durumda hilafsız olarak, ev onun hakkı olur.

Bu, şunun hilafmadır: Bir adam, bir köle ile bir cariyeyi iddia eder; onlar için de bir mal ile anlaşma yaparlar; sonra da ikisine karşı beyyine ibraz ederse, bu durumda beyyinesi sahih ve her ikisi de iddiacının olur

Bir adam bin dirhem ile bir ev iddia ettiğinde, bunlara karşılık, bin dirheme anlaşma yaparlar; sonra da bin dirhem ile evin yansı hakkında beyyine ibraz ederse; her ikisi hakkında da yapılacak bir şey yoktur.

Şayet bin dirhem ile evin yarısı hakkında, beyyine ibraz ederse, bin dirhemi ödenmiş, evin de yarısı onun olmuş olur. Çünkü bu anlaşma, hakkın bir kısmını iskat (= düşürmek) için yapılmıştır.

Şayet iddia olunanın şahsın elinde bulunan eve, bir hak sahibi çıkarsa, o adam, bin dirhem için müracaatta bulunamaz. Seralısfnin Muhiyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan evin kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde, davalı bir köleye karşılık anlaşma yapar ve teslim- tesel­lüm yapıldıktan sonra, bu köle hür olduğunu isbat eder ve hakim de onun hür olduğuna hükmederse; sulh batıl olur. Keza, o köle kendisinin müdebber olduğunu veya mükâteb olduğunu ibraz ederse, yine sulh batıl olur.

Cariye de böyledir. Yani cariye, kendisinin ümmü veled, veya mü-debbere yahut mükâtebe olduğunu isbat eder ve hakim, onun bu beyyi-nesini kabul ederse, anlaşma batıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, alacaklı yüz dirhem ve bir elbiseye anlaşma yaptıklarını belgeler; iddia olunan da, "onun kendisini ibra ettiğini" isbat ederse; bu durumda geçerli olan, anlaşma beyyinesidir.

Alacaklı, yüz dirheme anlaşma yaptıklarını belgelerse, bu durumda beraat beyyinesi daha evla olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bin dirhem borçlu olan zat, "dört yüz dirhem verince, kalanının beraatı üzerine" beyyine ibraz eder; alacaklı da: "Ben beşyüz dirhe­minden vazgeçtim ve beşyüz dirheme anlaşma yaptık." derse; her halü kârda, borçlunun beyyinesi geçerli olur.  Kerderî'nin  Vetizi'nde de böyledir.

Dava bunların benzeri olur (bir kür buğday veya bir kür arpa gibi) ve bunların yarışma anlaşma yapılır; sonra da iddiacı tamamının kendi­sine ait olduğuna beyyine ibraz ederse davası sahih olmaz ve şahitleri dinlenmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir ev ile bin dirhem alacaklı olduğunu dava ettiğinde,   buna   karşılık,   beşyüz   dirhemle,   evin yansına anlaşma yaparlar; sonra da davacı beşyüz dirhemle, evin kendisine ait olduğunu belgelerse; bu durumda bin dirhemden, kendisine bir şey hükmedilmez; evin kalanı ona hükmedilir.

Şayet evin tamamı ile beşyüz dirhemin üçte birini beyyinelerse ona hiç bir şeyle hükmedilmez. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Sulh zayi olan dirhem ve dinarlardan noksanına yapılır, sonra da onları zayi eden şahıs, yapılan anlaşmada çok aldandığını belgelerse, bu belgesi İmâm Et>û Hanîfe (R.A.)'ye göre makbul olmaz-. İmâmeyn'e göre ise, makbul olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir ev İddia ve dava ettiğinde ev elinde bulunan şahıs, "bir şey karşılığında anlaştıklarına dair" iki şahit dinletip onu da verdiğini söylerse, bu —her ne kadar, anlaşma miktarını belli etmese bile—caiz olur.

Şayet şahitlerden birisi dirhemleri belirtir de, diğeri bir şey söylemez veya her ikisi de "sulh bedelinin tamamını ödediğini" söylerlerse bu da caiz olur.

Eğer ev sahibi davayı inkar eder; alacaklı da iki şahit getirerek anlaşma yaptıklarını söyler ve şahitlerden birisi "belirli dirhemlere anlaştıklarım" söylediği halde; diğeri belirsiz bir şey söylerse, veya her iki şahit de, bedeli belirtmezlerse; şehadetleri kabul edilmez.

Şayet şahitlerden birisi: "Belirli dirhemlerle anlaşma yapıldı." der; diğeri de böylece ikrar ederse, işte bu şehadet caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde olan evi dava eder; şahitler de bedelin miktarında ihtilaf ederler ve onlardan birisi: "Yüz dirheme anlaştılar." dediği halde diğeri: "İki yüz elli dirheme anlaştılar." derse; iddiacı, bu ikisinden daha fazla olduğu iddiasında bulunuyorsa, şehadetler kabul edilir. Eğer iddiacı ev iddia ediyorsa bu şahitler kabul edilmezler. Muhiyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [28]

 

19- İKRARA TEALLUK EDEN SULH MES'ELELERİ
 

Bir  adam,  diğerinden  bin  dirhem  alacaklı  olduğunu  iddia ettiğinde, davalı bunu inkar eder; sonra da iddia eylediği bin dirheme karşılık bir köle satmak üzere, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur ve borcu kabul etmiş olur. Hatta o köleye bir hak sahibi çıksa veya kölede bir kusur bulunsa da, onu geri verse işte o zaman, bin dirhemini almaya hakkı olur.

Eğer "Senin iddia eylediğin bin dirheme karşı, işte bu köleyle anlaşma yaptım." derse, bu, bin dirhemi ikrar sayılmaz. Hatta o köleye bir hak sahibi çıkar veya o kölede bir kusur bulunup onu geri verirse, işte o zaman, o bin dirhem için müracaat edemez. Ancak bin dirhemin davasına müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir:

İki kişi, —birisi diğerine" teslim etmek üzere— bir ev hakkında veya bir köle teslim etmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu bir ikrar olmaz.

Keza, iki kişiden birisi, diğerine "alacağından vaz geçmek üzere, bir köle teslim etmek şartıyla" anlaşma yaparlarsa, bu da bir ikrar sayılmaz.

Birisi evden, diğeri de köleden vaz geçmek üzere anlaşma yapar­larsa, işte bu bir sıilhdur; ikrar değildir.

Keza, birisi çıkıp, diğerine evi teslim etmek üzere anlaşma yapar­larsa, bu caizdir; fakat ikrar da, inkar da olmaz. Hangisi beyyinelerse, —sulhtan önce olduğu gibi— o hak sahibi olur. Mebsût'ta da böyledir.

Taraflar, davacının iddia ettiği eve karşılık, belirli bir köle vermek üzere, —vadeli olarak anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz.

Bir davadan dolayı anlaşma yapmak ikrar değildir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan belirli bir şeyi iddia ettiğinde, diğeri onu inkar eder; sonra da o belirli şeyi itiraf ederek anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Ve bu, inkar eden şahıs hakkında, satış gibi olur. İddia eden hakkında da bedelde artım gibi olur. İhtiyar'da da böyledir.

Bir adam, bir kadını nikah eylediğini iddia ettiğinde, kadın bunu inkar eder ve yüz dirheme —kadının nikahı ikrar etmesine karşılık olarak— anlaşma yaparlar ve kadın da, nikahı ikrar ederse; bu caiz olur. Bu durumda erkeğin, o malı vermesi lazımdır. Bu, şayet yanlarında şahitler varsa böyledir.

Eğer şahitler yoksa, aralarında nikah olmayınca birleşmeleri yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem alacağı olduğu iddiasında bulunduğunda iddiacı, diğerine "Bana olan bin dirhemi ikrar eyle. Senden yüz dirhemini düşeyim." der; o da ikrar ederse, o yüz dirhemi düşmek caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden kan veya yaralama iddiasında bulunup bunu da kasten yaptığını söylediğinde davalı bunu inkar eder ve davalının yüz dirheme karşılık; ikrar etmesi üzerine anlaşma yaparlar; o da ikrar ederse, bu sulh batıl olduğu gibi ikrar da batıl olur.

Bu ikrar sebebiyle, ikrar eden şahıs yüz dirhemi alamaz. Şayet öldürme ve yaralamanın kasten değil de hataen olduğu iddia edilirse, cevap yine aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kazf cezası iddiasında bulunur ve davalının, "kendi­sinin ona yüz dirhem vermesi üzerine, ikrar etmesi hususunda" anlaşma yaparlarsa, bu ikrar da, sulh da batıl olur.

Şayet davalının vereceği yü z dirheme karşılık, davacının iddiasından vaz geçmesi üzerine" anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da caiz olmaz.

Keza içki cezası veya zina cezasına karşılık, yüz dirheme anlaşma yaparlar, davalı da bunu ikrar ederse, bu ikrar sahih olmaz.

Eğer bir kimse, başka bir şahsın eşyasını çaldığını ikrar eder ve ondan yüz dirhem karşılığında vaz geçeceği hususunda anlaşma yapar­larsa bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın, "bir şeyini çaldığını" iddia ettiğinde, iddia olunan, hırsızlığı ikrar ederek, iddia eden de ona yüz dirhem vere­cektir." diye anlaşma yaparlar, davalı da böyle yapar ve çalman şey bir eşya olur, o da bizatihi durmakta olursa, bu anlaşma caiz olur. Bu durumda, çalınan şey de iddia edenin olur. Ve iddia eden şahıs, yüz dirhemi, iddia olunana verir.

Eğer, çalınan şey zayi olmuşsa; bu anlaşma caiz olmaz. Kitab'da her iki halde de caiz olmaz denilmiştir. Bunun te'vili şöyledir: Çalınan dirhemlerin miktarı belli olmazsa anlaşma her iki halde de caiz olmaz. Fakat çalınan dirhemlerin miktarı belli olursa, aynı mecliste yüz dirhemi alması caiz olur.

Şayet iddia olunan şey, altın olur da dirhemlere karşılık anlaşma yaparlarsa, —çalman şey, ister duruyor olsun, ister durmuyor olsun— anlaşma caizdir.

Durmadığı zaman caiz olmasının te'vili: Bu hüküm, altının ağırlığı biliniyorsa böyledir. Şayet, bilinmiyorsa, anlaşma caiz değildir. Zahîriy-ye'de de böyledir.

Birinin elinde bulunan ev hakkında, iki kişi iddiada bulunur ve her ikisi de ikrar edince, "evi, yarı yarıya taksim edecekleri- hususunda anlaşma  yaparlar  ve  her  ikisi  de, ikrar  edince,   evi   yârı   yarıya paylaşmaları caizdir.

Keza, onlardan birinin, evin bazı dairelerini ikrar etmesi üzere, anlaşsalar, o da ikrar eylese, bu da caiz olur. Bu durumda, iddia eden şahıs geri kalan için dava açabilir.

Keza, bir köle hakkında iddia eden elinde bulunan evin diğerinin olduğunu ikrar ederse, köle ikrar edenin, evde ikrar olunanın olmak üzere, anlaşma yaparlar ve davalı ikrar ederse, bu sulh caiz olur ve şart­lan yerine getirilir.

Bu durumda, bu köleye bir hak sahibi çıkarsa, iddia eden, davasına döner. Bu, ikrarsız olsa da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen yüce Allah'dır. [29]

 

20- SULH BEDELİNİN NASIL TASARRUF EDİLECEĞİ HUSUSUNDA ANLAŞMADAN SONRA ORTAYA ÇIKAN MES'ELELER
 

Taraflar, bir kölenin, bir sene hizmet etmesine karşılık, bir ev veya evde kalmak üzere anlaşma yaparlarsa, bunların tamamı caiz olur.

İcaresi caiz olanın, kare hukmüde caiz olur.

Anlaşma yapanlardan birinin ölümü sebebiyle, anlaşma batıl olursa, davacı veya varisleri, —anlaşma ikrar üzerine yapılmışsa— o evi alır.

Eğer anlaşma inkar üzerine yapılmışsa davasına başvurur.

Şayet biraz menfaat temin ettikten sonra ölmüşse; —ikrar üzerine yapılan anlaşmada— o menfaat mukabili, evden hakkını alır. İnkarı halinde ise, davada sarf ettiği miktara başvurur. Tehzîb'de de böyledir.

Köle veya hayvan, hiç bir menfaat sağlamadan ölürse; anlaşma batıl olur ve davalı davasına devam eder.

Şayet yarı menfaatten sonra ölürlerse, anlaşmanın yansı batıl olur. İddiacı.bi'Mcma yarı davasına avdet eder. Hizmet etmesi için kendisine tahsis  edilmiş bulunan şahsı, onu  icara  verebilir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir;

Köleyi veya hayvanı, asıl sahibinin icarlaması İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Kölenin bir sene hizmet etmesine karşılık, bir ev verilerek anlaşma yapılır; sonra da o köleyi efendisi azad ederse; bu durumda köle azad edilmiş olur.

Sonra, bu köle muhayyerdir: Dilerse hizmet eder; dilerse, etmez. Şayet hizmet ederse, anlaşma batıl olmaz.

Önce, taraflar ayrılmişsa; anlaşma batıl olmaz.

Eğer belirli değilse, Asi kitabında İmâm Muhammed (R.A.): "Anlaşma batıl olur." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Kasden öldürülmüş bir adama karşılık, bir köleye anlaşma yapıldığında, bu köleyi teslim almadan önce satmak caiz olur.

Bir eve karşı, köle ile anlaşma yapılsa, onu satmak caiz olmaz. Çünkü o, satılacak şeyi teslim almadan önce satmak olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evden hak talebinde bulunur; buna karşılık da iki köleye anlaşma yaparlar; davalı kölenin birini verir diğeri ise, ölmüş olursa, bu durumda, davacı muhayyerdir: İsterse, aldığı köleyi geri verip davasına müracaat eder; dilerse, o köleyi elde tutar ve ölen kölenin yerine davasına devam eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir yerde, hakkı olduğunu iddia eden şahıs, başka bir yere karşılık, anlaşma yapar ve anlaşma yaptığı bu yeri teslim almadan önce de, o yer suya garkolursa, bu durumda davacı muhayyerdir: Şayet sulh ikrar üzerine yapılmışsa ve dilerse, anlaşmayı bozar ve eski yerine müracaat eder. Eğer inkar üzerine yapılmışsa, isterse su çekilene kadar sabreder.

Eğer beklemeyi ihtiyar eder ve su baskını da o yere bir noksanlık getirirse, —anlaşma ister ikrar üzerine, isterse inkar üzerine olsun— muhayyerdir.

Şayet su baskını o yere bir noksanlık vermemişse, muhayyerlik yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerinin elinde olan evi iddia ettiğinde, bin dirhem ile bir kölenin bir sene müddetle hizmetine karşılık anlaşma yaparlar; köleyi de, bin dirhemi de iddiacı teslim aldıktan sonra da, bu köle ölürse, iddiacı davasına müracaat eder.

Şayet hakkına ait beyyinesi olursa, hakkı bin dirhem ile, hizmetin kıymetine taksim edilir.  Bin dirheme isabet eden kısım, ev elinde bulunan için caiz olur; hizmete isabet eden de iddiacının olur. Eğer iddiacının beyyinesi olmaz ise, bin dirhemi almış olur. Bu durumda hizmet hakkı batıl; sulh sahihdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, anlaşma, ikrar üzerine yapılmış olur ve anlaşma yapılan şeyin bir kısmına, bir hak sahibi çıkarsa, bu şahıs hissesi kadarı için, iddia olunan şahsa müracaat eder.

Eğer anlaşma yapılan şeyin tamamına hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı ivazın tamamı için, iddiacıya müracaat eder. Sonra da hak sahibi ile, husûmete müracaat eder.

Eğer anlaşma yapılan şeyin üçte birine veya dörtte birine yahut benzeri bir miktarına hak sahibi çıkarsa, sahibi olduğu kadar hak için, davaya başvurur. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Şayet sulh inkar veya sükût üzerine yapılırsa, sulh bedelini, davacı, davalıya geri verir. (=  reddeder) Ve davacı hak sahibiyle, davasına devam eder. Şayet tamamına değil de, bir kısmına hak sahibi çıkarsa, davacı, o miktarın hissesi kadarını, davalıya iade eder. Ve hak sahibiyle davasına devam eder. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evin, yansım ken­dine ait olduğunu iddia ettiğinde, davalı ile, belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapar ve dirhemleri teslim aldıktan sonra da, o "evin yansına bir hak sahibi çıkar ve: "Evin yarısı benimdir." der; bu durumda da iddiacı: "Evin yarısı benim; yarısı da diğerinindir." derse, bu durumda iddia olunan zat, bedelin yarısı için, davacıya müracaat eder.

Şayet iddiacı: "Evin yarısı benimdir; fakat, yarısının kimin olduğunu bilmiyorum." der veya: "Yarısı benimdir." deyip, susar; sonra da evin yarışma bir sahib çıkarsa; bu durumda iddia olunan zat, iddia edene, bedelden hiç bir şey için müracaatta bulunamaz.

Eğer davacı: "Evin yarısı benim, yarısı da iddia olunandan başkasınmdır." dedikten sonra, iddia olunan anlaşma yapar; ondan sonra da bu evin yarışma, birisi sahip çıkarsa; bu durumda iddai olunan zat, iddia edene hiç bir şey için müracaat edemez.

Şayet davacı, evin belirli olan yarısını iddia eder; davalı da anlaşma yapar; sonra da davacının iddia eylediği yarıya, bir hak sahibi çıkarsa, işte o zaman davalı, davacıya yaptığı anlaşma bedelinin tamamı için müracaat eder.

Eğer hak sahibi, diğer yarının sahibi ise, o takdirde davalı, davacıya müracaat edemez.

Eğer hak sahibi, ortak olarak sahiplikte bulunuyorsa, o zaman davalı sulh bedelinin yarısı için iddiacıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Eğer, bu hak sahibi, açıklamaksızın evde hak iddia ediyor ve dirhemlere karşılık da, anlaşma yapılarak bu anlaşmanın bedeli de ödenmiş bulunuyor ve sonra da bu evin bir kısmına,  hak sahibi çıkıyorsa, îvaz olarak, bir şey ödemez.

Şayet, davalının elinde bulunan evin tamamına hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı anlaşma bedelinin tamamı için, davacıya başvurur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin yarısını iddia ettiği halde diğer yarısı hakkında bir şey söylemez; ev elinde bulunan zat da, bunu kabul eder ve ona karşılık, yüz dirheme-anlaşma yaparlar; sonra da başka bir adam, evin yarısını iddia edip, diğer yarısı hakkında bir şey îöylemez, daha sonra da iddia olunan zat, o ikinci iddiacı ile de belirli lirhemlere karşılık anlaşma yapıp onlar da teslim eder; sonra da yarısına >ir başkası sahip çıkarsa, o bu durumda davalı anlaşma bedeli için 'erdiği dirhemlerden dolayı müracaatta bulunamaz. Keza davalı ikinci ddiacıyı doğrulamaz ve bu ikinci iddiacı da beyyine ibraz eder; hakim le, evin yarısını ona hükmeder, sonra da davalı belirli dirhemlerle nlaşma yaparsa; bu durumda önceki iddiacıya, bir şey için müracaatta 'Uİunamaz. İkinciye karşı da bir müracaat yapamaz. Evin yarısı kendi- İne hükmedilen zat, hissesini teslim aldıktan sonra, ondan o hisseyi, leyhine hükmedilen zat satın alır, daha sonra da, evin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, o takdirde davalı önce anlaşma yaptığı adama ve önceki hak sahibine müracaat ederek verdiğinin yarısını onlardan geri alır.

fuhıyt'te de böyledir.

Bir adam diğerinin elinde olan evi iddia ettikten sonra bir köleye arşılık anlaşma yaparlar; bu köleye de bir hak sahibi çıkarsa; bu urumda davacı davasına avdet eder. Bu, hak sahibi anlaşmaya izin vermediği zaman böyledir; izin verirse, caiz olur. Ve bu durumda köleyi, iddiacıya teslim eder; hak sahibi de kölenin kıymetini davalıdan alır.

Şayet, hak sahibi anlaşmaya razı olmayıp kölesini alırsa; sulh batıl olur. Ve davacı davasına müracaat eder.

Şayet sulh ikrar üzerine yapılmışsa, davacı iddiasına devam eder.

Eğer anlaşma inkar veya sükût üzerine yapılmışsa; davasına müra­caat eder.

Eğer, bu kölenin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda iddiacı muhayyerdir: Dilerse kalan yarıya razı olur ve yarısı için davasına devam eder; dilerse, köleyi verir ve davasının tamamına devam eder. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Sulh bedeline, aynı mecliste veya taraflar meclisten ayrıldıktan sonra, bir hak sahibi çıkar veya verilen dirhemler kalp ve katkıntılı olurlar ve bu anlaşma aynı cinsden yapılmış olursa (Şöyleki: Bin dirhem iddia olunduğunda sulh da yüz dirheme yapılmışsa) davacı, sulh bedeli için, davalıya müracaat eder. Davanın aslına riicü edemez.

Şayet anlaşma, cinsin hilafına olursa (Mesela: Yüz dinar iddia edildiğinde, yüz dirheme anlaşma yaparlarsa) bu anlaşma muvaza olur; suhl bedeline müracaat eder.

Bu istihkak aynı mecliste olursa böyledir. Meclis değişirse, davanın aslına müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın üzerinde, bir kür buğday borç bulunduğunda buna karşılık, bir kür arpaya anlaşma yaparlar ve davalı bunu verip, taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra, o arpaya bir hak sahibi çıkarsa, bu anlaşma bozulur.

Anlaşma bozulunca da davacı aslî olan hakkına yani bir kür buğdayına müracaat eder.

Her ikisi de aynı mecliste iken hak sahibi gelip ve arpasını almak için müracaat etse bile sulh geçmiş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar, fülûsa karşı, dirhemlerle anlaşma yapıp teslim-tesellüm ettikten sonra da, dirhemlere, bir hak sahibi çıkarsa, o dirhemlerine müracaat eder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem ve bir de ev alacaklı olduğunu iddia ettiğinde, iddia olunan şahısla yüz dinara anlaşma yaptıktan sonra, bu eve bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı, davacıya bir şey için müracaat edemez.

Bir adam, diğer birinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve buna karşılık, bir köle ile yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Şayet, bu köleye bir sahip çıkar ve davacı davasına, müracaat ederse, kölenin kıymetine bakılır: Eğer kıymeti ikiyüz dirhem ise, bunun üçte ikisi hakkında sulh bozulur; geride üçte bir hak kalır. Ve adam davasında üçte ikiye müracaat eder.

Şayet kölenin kıymeti yüz dirhem ise, sulhun yarısı bozulmuş olur. Bu durumda davacı davanın yarışma başvurur.

Şayet davacı evi elinde bulunduran şahsa elbise verirse, mes'ele yine hali üzeredir. Sonra da, köleyi bir hak sahibi çıkar ve bu kölenin kıymeti de yüz dirhem olursa, o takdirde, davacı davalıya, elbisenin yarısı ve davanın yarısı için müracaat eder.

Eğer, davalının elinde iken, bu elbiseye bir sahip çıkarsa, o zaman, davalı, davacıya kölenin ve yüz dirhemin yansı için müracaat eder.

Şayet kölenin değeri yüz dirhem olur ve ihtilaf davacı ile davalının arasında olur, evde iddiacının davası kadar olduğu halde, davacı: "Evde benim hakkım, onun yarısıdır." der; evin değeri de iki yüz dirhem olur ve davacı "hakkım yüz dirhem ve elbisedir. Evde ve elbisede olan hakkım taksim edilsin." der; iddia olunan da: "Hayır evde olan hakkın, onda birdir; kıymeti de yirmi dirhemdir. Elbisenin değeri de yüz dirhemdir." derse; bu durumda o köle ve yüz dirhem altıya taksim edilir; elbisenin hizasına beş parçası konur; elbiseye hak sahibi çıkarsa, altıda beşi, ona karşılıktır.

Bu hususta ihtilaf edilrise, davalının yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Ve davacıya, kölenin ve yüz dirhemin altıda beşi için müra­caat eder. Muhiyt'te de böyledir.

Akid zamanı mehir belirtilmez, fakat kadın mehrine karşılık bir köle olmak üzere anlaşma yapar veya nikahtan sonra, kocası, kadına bir köle verir sonra da, o köleye bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda kadın, kölenin kıymetini almak için müracaat eder.

Şayet bin dirheme nikahladıktan sonra, bu bin dirheme mukabil, bir köleye anlaşma yaparlar; sonra da, bu köleye bir sahip çıkarsa işte o zaman —yukardaki mes'eleye muhalif olarak— kadın,  bin dirheme müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir evin kendisine ait olduğunu iddia edince, taraflar, başka bir eve karşılık anlaşma yaparlar, bunların her ikisi içinde bina yapılırsa, ev cariye gibi bina da çocuğu gibi olur. Her birine müracaat­taki hüküm —çocuk gibi— binanın kıymetinedir.

Binanın yerinde, iddiacı ile iddialı ihtilaf ederlerse, mülkiyeti ikisine de hükmedilmez.

Bu şahıslardan birisi, diğerine bir köle teslim eder; o da teslim alır, diğeri de bir bina yaparak içine oturduktan sonra —sulh bedeli olarak alınan— köleye bir hak sahibi çıkar veya bu köle hür çıkarsa anlaşma batıl olur. Bu şahıslardan her biri, davasına avdet eder; —beyyine ibraz edene kadar— yapılan binayı yıkmak olmadığı gibi, oturanı men etmek de olmaz.

Şayet, bir köle karşılığında o yeri satın alarak, bir de bina yapıp içine oturduktan sonra, o köleye bir sahip çıkarsa, bu şahıs o binayı yıkması hususunda cebredilir. Kâfî'de de böyledir.

En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [30]

 

21- SULH KONUSU İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
 

Bir hükümdar veya hakim, şarap içen bir şahısla, ondan maİ almak üzere anlaşma yaparak onu af eyleseler; bu anlaşma sahih olmaz. Alman mal, şarap içene iade edilir. İster davası mahkemeye intikal etsin, ister etmesin bu müsavidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, karısına zina isnadında bulunup, lanetleşme gerekir, sonra da —kadının lanetleşme istememesi için— bir mal mukabili anlaşma yaparsa bu da batıldır. Mahkemeye intikal ettikten sonra, affı da batıldır.

"Bu caizdir." diyen de olmuştur. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin karısıyla zina ettiğinde, kadının kocası da bunu bilir ve her ikisinin de cezalanmasını ister; suçlular da ikisi birden veya onlardan birisi belirli dirhemler veya başka bir şeye karşılık kendi­lerini affetmeleri şartıyle anlaşma yaparlarsa bu anlaşma batıldır; mal gerekmez; af da geçersizdir. İster dava hakime intikal etsin, isterse etmesin müsavidir: Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zina edilen bir kadın, dirhemlere karşılık anlaşma yapıp onları da alsa veya onları geri verse; her haliyle bu anlaşma batıldır. Bu durumda erkek verdiği malı geri alır. Mebsût'ta da böyledir.

Hakimin, böylesi anlaşmalara bizatihi mübaşeret etmesi uygun olmaz; bilakis bu gibi şeyleri başkasına havale eder.

Hakimin hasımları, iki veya üç defa anlaşmaya teşvik etmesi uygun olur. Tarafların aralarında sulh ümidi olur ve iki taraf da hüküm değilde, anlaşma talebinde bulunursa o zaman anlaşma (= sulh) ciheti tercih edilir.

Fakat, iki taraf da hüküm cihetini istiyorsa, o zaman anlaşmaya mahal kalmaz.

Şayet husûmet, iki yabancı arasında olursa; onların arasında anlaşma değil, hükmeylemek uygulanır.

Eğer husumet iki kabile arasında veya akrabalar arasında olursa, onlar iki veya üç defa anlaşmaya teşvik edilirler. Bu durumda taraflar anlaşmadan kaçınırlarsa, o zaman mahkeme yapılırlar. Zehıyre'de de böyledir.

Koyunun memesindeki süt veya karnındaki yavru karşılığında yapılan anlaşma, caiz olmaz. Bu, bil-ittifak böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle hakkında yapılan dava için, "şu buğdayın ununun kepeğine" veya "sağ bir koyunun, şu kadar kilo etine karşılık" diye yapılan anlaşma caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir insan, diğerinden bir mal veya bir hak iddiasında bulunduktan sonra, belirli bir mala karşılık anlaşma yaptıklarında, gerçekten o mal veya o hak sabit olmazsa; davalının verdiği malı geri alma hakkı vardır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Davacı davalı ile anlaşma yapıp sulh bedelini dealdıktan sonra: "Ben, davamda haksızdım." derse, bu durumda davalının, verdiği sulh bedelini geri alma hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden mal veya bir hak iddia ederek davalı ile anlaşma yapar;  sonra da  "hakkının başka bir şahısta olduğunu" açıklarsa; bu durumda da aldığı sulh bedelini geri iade eder. Kerderı'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında elli dinar ortaklık malı, elli dinar da alacağı olduğuna iddia ettiğinde davalı şahıs, ortaklık malını ikrar ettikten sonra, elli dinara anlaşma yaparlarsa, ortaklık hakkındaki sulh sahih olmaz; alacak hakkındaki sulh ise caiz olur.

Şayet davalı şahıs, ortaklık malını inkar ettikten sonra anlaşma yaparlarsa, o zaman, alacak hakkındaki sulh da ortaklık hakkındaki sulh da caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Borçlu, borcunu verdiği halde, alacaklı bunu inkar eder; sonra da bir mal mukabili anlaşma yaparlarsa, zahirde bu sulh caiz olur. Diğer yönü, Allahu Teâlâ ile kendisi arasındadır. Bu durumda alacaklının sulh bedelini alması helal olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, elinde bulunan bir yeri, "filanın kendisine tasadduk ettiğini" iddia ettiği halde, diğer şahıs, "onu bağış yaptığını" söyler ve "ondan döndüğünü" beyan eder ve bu durumda aralarında yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Bu sulhtan, taraflardan herhangi biri sonradan geri dönme gücüne sahip olamaz.

Keza, bir adam, elindeki evin kendine bağış yapıldığım söyler ve bağış yapan şahıs da, bu bağıştan dönmeyi muradeder ve bu durumda o evi yüz dirheme karşılık teslim edeceğine dair anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Şayet ev sahibi, onun bağış olduğunu da sadaka olduğunu da inkar ederek evi alacağını söyler; ev elinde bulunan şahıs da bir elbise mukabi­linde anlaşma yaparak, o elbiseyi alıp evi teslim ederse; bu sulh da caizdir.

Bu evin» aralarında yan yarıya ortak olacağına dair anlaşma yaparlar ve ev elinde olan da yüz dirhem anlaşma bedeli verirse; bu anlaşma da caiz olur.

Bir adamın elinde, bir köle bulunduğunda, bir başkası "o köleyi, ona tasadduk eylediğini" iddia eder; köle elinde bulunan da buna inkar ederek, bir elbise karşılığına davasından vazgeçmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

On dirhemlik bir davada taraflar beş dirheme anlaşma yaptıktan sonra, bu anlaşmayı bozsalar; bu durumda, sulh bozulmuş olmaz. Gunye'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevadiri'nde İmâm Ebû Yûsuf R.A.)'ün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, bir köleyi bin dirheme satıp, parasını da aldığı halde, bu köleyi teslim etmese ve müşteriye teslim etmek üzere, onu, başka bir şahıs zimnına alıp, müşteri köleyi isteyince de, onu zımnına alan şahıs, müşterinin, "kölenin parasını vermesi karşılığında" anlaşma yapsa, bu anlaşma da caiz olur.

Nitekim, bir adam, "kölesini bin dirheme sattığı hususunda" başka bir şahsı dava ettiğinde köle yanında bulunan zat da onu inkâr eylese ve bunlar aralarında anlaşma yaparak, "parasını verip, kölesini almaya" sulh olsalar, bundan sonra da, davalı şahıs, "köleyi sattığım" ikrar eylese; bu durumda köle, kendisinin parası da alanın ölür.

Bir kimse alacağına karşılık bir köle almak üzere, borçlu ile anlaşma yapar; sonra da borçlu, borcunu ikrar ederse; fazla alacaklı şahsın, o köleyi, alacağı miktardan fazlaya (yani kâr ile) satması doğru olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğun da, borçlu olan şahıs, —sulh yoluyla— konuşmaksızın, yarısını teslim ettikten sonra, onun geri verilmesini istese, —eğer verdiği bir uruz ise— bunu geri almaya malik olamaz. Kerderî'nin VecizFnde de böyledir.

Binefsihî (= nefsini, kendini ortaya koyarak) kefil olan zat, kefa­letten kurtulmak üzere, bir mal karşılığında anlaşma yapsa, bu anlaşma batıl (= geçersiz) olur.

Bu durumda kefalet batıl olur mu?

Bunda iki rivayet vardır: Bir rivayete göre, bu durumda kefalet de sakıt olur. (- düşer) Zehıyre'de de böyledir En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [31]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/385.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/385.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/386.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/386.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/386-390.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/390-393.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/394-403.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/404-407.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/407-410.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/411-418.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/419-426.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/427-428.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/429.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/430-436.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/437-447.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/448-450.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/451-462.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/463-465.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/466-469.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/469-477.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/478.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/479-483.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/484-501.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/502-503.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/503-504.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/505-506.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/506-507.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/508-512.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/513-515.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/516-523.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/524-527.

 

Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.