Reşahat

Büyüklere ait sözler üzerine

BÜYÜKLERE AİT SÖZLER ÜZERİNDE

Hazreti Ali'ye ait «yakîn her an çoğalmakta, artmaktadır, künhü keşfetmekse mümkün değildir» hikmeti üzerinde demişler­dir ki:

— Bu sözün tam mânasını verebilmek kimseye müyesser ol­mamıştır. Tahkik ehlince anlaşılmış bir keyfiyettir ki, Zât, sıfatla­rın verâsından zahir olur; ona yaklaşır, fakat varılamaz.

*

Sohbetinin Allah ile olmak şeklindeki bir kelâmı ele alıp bu­yurdular :

— Kastedilen sohbetten murad, huzur ve âgâhlıktır. Bu da sohbetin icaplarındandır. Zira sohbet edenlere birbirinden âgâh (birbirini bilici) olmak gerektir. Karşılıklı sıfatlar olarak insanın yaradılıştan aldığı hisselerse celâl ve cemâl vasıflarıdır. Bütün sı­fatlardan insanda pay vardır. Biri de Zâtî huzur... Zira Allah, ba­şı olmayan öncelik ve sonu olmayan nihayetsizlikte kendi zâtiyle hazırdır. İnsanda meydana gelen huzur ve âgâhlık da o denizden damla ve o güneşten zerredir. Belki zatî huzur güneşinin ışığıdır ki, mazharların aynasına düşüp onu nuruyle ışıldatmıştır. insan oğluna düşen, her an hâlini muhasebe edip, kendisinde ister huzur ister başka bir tecelli, ne görürse Allah'tan bilmek ve bu tecelli­lerde hiç bir hakkı olmadığını kestirmektir. Şeyhülislâm Hoca Ubeydullah Ensârî hazretlerinin buyurdukları gibi «anlamak, re­fikini bilmektir.»

*

«Reşahat» sahibi:

— Bazı büyüklerin dokunduğu bir sır olarak, bu taifenin eriştiği bir kemâl noktası vardır ki, onda, her nefes alışta, o zamana kadar elde edilen dereceler miktarınca derece kazanılır.    Bir nefeste, bütün bir ömür boyunca elde edilen derece kadar derece.. Nitekim meşhur hikâyedir :   Bu taifeden bazılarını «zındık» diye zamanın hükümdarına gammazlamışlar ve «halkı delâlete sürük­lüyorlar, haklarından gelin!»    şeklinde tahriklerde bulunmuşlar.dı. «Onları öldürürseniz bâtıl mezhepleri ortadan kalkar, halk kur­tulur, padişaha da büyük sevap düşer» demişlerdi. Bunun üzerine padişah bunları toplatmış, huzuruna çıkartmış ve hepsinin birden öldürülmesini ferman etmişti. Padişah, cellâda «teker teker başla­rını kes!» emrini veriyor. Cellât, aralarından birini çekip tam ba­şını kesmeğe hazırlanırken öbürü atılıyor ve    «aman, daha evvel benim başımı kes, o benden sonraya kalsın!»    diye yalvarmaya başlıyor. Başı kesilecek adam değiştirilip bir başkası orta yere ge­tirilince yine bir başkası atılıyor ve önce kendisinin öldürülmesi­ni istiyor. Cellât hayrette... Soruyor : «Siz ne garip insanlarsınız! Birbirinizi çiğnercesine öne geçip başınızı bir an evvel teslim et­mek isteyişinizdeki sır nedir?» Diyorlar ki : «Biz öyle bir makam­dayız ki, tek nefes içinde bir ömür kazandığımız kemâl derecesin­de yüksekliğe ulaşırız. Arkadaşlarımızdan evvel ölmek isteyişimiz, geride kalanların bu müddet içinde    yeni terakkilere ermelerini sağlamak içindir!» Cellât, büsbütün hayretler içinde vaziyeti pa­dişaha haber verdiriyor.    Padişah da işi şeriat hâkimine havale edip «Bunların hâllerini inceleyiniz ve şeriata aykırı olup olma­dıklarını tesbit ediniz!» diyor. Şeriat hâkimleri bu taifenin doğru­luk ve yüceliğine hükmedince padişah sesini yükseltiyor : «Eğer bunlar zındık ise dünyada sıddîk yok demektir!» Ve türlü ikram­larla onları bırakıyor.   Hoca hazretleri bu mevzuda buyurdular : «Bir adamın yüz altın sermavesi olsa da onunla ticarete başlayıp sermavesini yüz bin altına çıkarsa elbette ki.    kârı da ona eöre olur. Eğer bu artan nisbetten faydalanılamayacak olursa, vazivet ticareti bırakmış olmaktan beter ve kâr kaybı sermayeyi kat kat geçer.»

*

Buyurdular :

— Hâl sahiplerinin istiğrak ve istihlâk (harcanma) durumla­rı terakki ve yükselme sebebi değildir. Zira terakki amelledir. İs­tiğrak ve istihlâk ise amelden kalmaktır. Belki gerçek istiğrak ve istihlâk ahret vatanına ait bir keyfiyettir ve bir işaret olarak bu dünyada görülmektedir. Eğer dünyada zahir olmasaydı ahrette kemâliyle belirirdi. İşte bu yüzdendir ki, büyükler, hâl sahipleri­nin, hâllerinden geçtiklerini bildirmişlerdir.

* Buyurdular :

— Şeyh  Muhammed  Pârisâ  hazretlerinin   «hakikatte  zikir,

Allah'ın zâtiyle zâtına tecelli etmesidir; kulun (Mütekellim - ke­lâm edici) ismi haysiyetinden...» sözü son derece derin bir mâna taşır. Bu mâna, uzun zaman zikre çalışıp gönülde âgâhlık karar kılmadıkça anlaşılamaz. Eğer bu dereceye eriştikten sonra bir hamle daha edip bu nisbeti de üzerinden atabilecek olursa Allah'­ın inayetine ermiş olur.

*

Buyurdular:

— Büyükler «Allah'a yol, kulun kudretiyle değil, acziyle açılır» demişlerdir. Acizden murad, «Allah'ı Allah'tan başkası bil­mez» hakikatini anlamaktır. Yani marifetin insana ait bir vasıf ol­madığını bilmek, insanda tecelli eden kudretin insan malı olmadı­ğım anlamak... İnsanın, Allah'a ait ilim suretlerini aksettiren bir ayna olduğunu kavramak... Böyleyken bunca acz marifete engel değildir. Bazıları bu ilim üstü acz hâline cehldir demişlerdir. Bu görüş yanlıştır. Bu acz basit cehl değildir. İlmin üstünde bir şey­dir.

*

Buyurdular :

— Şeyh Ebubekir Vasıtî hazretlerinin beraberlik ve ayrılık üzerindeki sözüne göre, amelde Allah'ın inayetini görmek bera­berlik, kulluğunu kendi vasfiyle eda ettiğini sanmak da ayrılıktır. Bu mânayı hisseden kurtulmuştur.    Bu sözün zevkle idrakinde gayr olanların kargaşalığından kurtuluş vardır.

*

Buyurdular:

— Ulular «Cem - toplam» ve «cem'ül cem - toplamın topla­mı» mevzuunda şöyle demişlerdir : «Cem' odur ki, onunki onun ve seninki senindir. Cem'in cem'i ise onunki de senin demek...»

Günün Sözü

"Beni Rabbim terbiye etti; edebimi (en) güzel kıldı.” (Hadîs-i Şerif—el-Câmi‘u’s-Sağîr)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.