Miftahulkulub

BAŞLARKEN



RİSALE-İ PENDİYE (öğüt Kitabı)
    
    
III. KİTAP
    
    
Bu Eserin Yazarı :
•     1801-1863 yılları arasında yaşamış­tır.
•    Kabri, İstanbul - Beşiktaş'ta meşhur Yahya Efendi Dergâhı'ndadır.
•    Abdulkadir Geylânî Hazretleri'nin 15. göbekte torunudur.
•    Kurduğu tarikat, kendisine has olup Kadirî ile Nakşibendî arası bir yol tutmuştur.

RİSALE-i PENDİYE (Öğüt Kitabı )
BAŞLARKEN



Rahman Rahim Allah'ın adı ile..
Allah'a hamd olsun; müminlere doğru yolu armağan edendir.
Salât ve selâm, Allah'ın Resulü Muhammed'e olsun; keza tüm âline de..
Sonra..
Bu tarikat-ı aliyyeye girmek isteyen dın kardeşlerine, başta gereken odur ki : öncelikle kendilerini, her emri açık olan şeriata uygun hale getireler.
Bundan sonra, bir mürşidin elini tutup :
—  Bu zat, beni Allah'a ulaştırır.
Diye itikad edip onun hakkında iyi düşünerek, o değerli zatın dedik­lerine göre amel etmek şarttır. Böyle edilmesi gerekir ki; şeriata aykırı bir ilahî imtihana çekilmeye..
Bir kimse, bu yola ilk girdiği zaman; uygulayacağı usul şöyle olma­lıdır :
Yirmi dört saatte bir kere, hangi vakit kendisine kolay gelir ise.. o vakitte kimsenin olmadığı tenha bir yerde abdest alıp çekilmelidir. Sec­cadesinin üzerine kıbleyi dönüp oturmalıdır. Tam bir huzur, huşu içinde, tezellül hali ile diz çökmelidır.
Gözlerini yummalı; ellerini de dizlerinin üzerine koymalıdır.
Kendisini, Yüce Allah'ın huzurunda bilerek, şöyle demelinin :
—  Ben Allah'ı görmüyorum; ama Allah beni görüyor.
Tam bir huzur, mahviyet içinde boynunu büker. Kalben tam bir dik­kat kesilerek, gönlünü Yüce Hak'tan ayırmaz. Korku ve ümid arası bir hal içinde baştan ayağa tüyleri ürpermelidir.
Anlatılan, hal içinde, üç kere İhlâs-ı şerif (112. sure) bir kere de Fatiha-i şerifeyi okuyup ellerini açar.
Bu okuduklarından hâsıl olan sevabı; kâinatın efendisi yaratılmış­ların önde geleni on sekiz bin âlemin şerefi âhir zaman peygamberi Pey­gamber Muhammed Mustafa Efendimizin —Allah ona salât ve selâm eyle­sin— uğurlu kabrine, bütün nebilerin ve resullerin pâk ruhlarına, ashap, kutuplar, tüm evliya, tüm ehlüllah, tüm kadın ve erkek müminlerin ruh­larına hediye eder.
Bundan sonra ellerim yüzüne sürer. Namazdaki edep usulüne göre; el­lerini dizlerinin üzerine koyar.



— Dünya ve içindekiler fanidir.
Deyip kalbini, dünyaya meyletmekten keser.
Kendisini de gözünün önüne şöyle getirir :
Hasta olmuş bir döşek içinde yatıyor. Kendisi son derece takattan düşmüştür. Âdeta ölüm haline yaklaşmıştır. Bu hal içinde, kendisine Al­lah'tan başka yardım edecek kimse de yoktur; ne dostu kalmış, ne de ah­babı.. Hemen her şeyi Allah olduğunu, bu şekilde düşünür.
O zamana kadar da, ömrünü gafletle geçirip Yüce Hak'tan gafil oldu­ğuna gereği gibi pişman olur şöyle yakarır :
—  Aman ya Rabbi, sana sığınırım. Beni affet, beni bağışla. Bana iman selâmeti nasib eyle.
Böyle dedikten sonra, çokça ağlamalı ve tevbeye gelip istiğfar etmeli; sonra :
—  Allah'ın rahmetine hiç bir şey engel olmaz. Ancak, Allah'ın rah­metinin gelmesine İblis Şeytan engel olur. Onun şerrinden Yüce Hakka sığınırım.
Demelidir. Sonra da, kendisini Yüce Hakkın rahmet denizine bırakır.
Yüce Hak'tan başka her şeyin yalan ve fani olduğuna, ancak Yüce Hakkın baki olduğuna yakın halinde inanmıştır. Bunun için de, Yüce Al­lah'ın zatından başka her şeyi kalbinden çıkarmalı, onlardan yün çevir­melidir. Bundan sonra, tamamen, Yüce Hakka tevccüh eder.
Cesetle ruhun bağlarını kesmek sureti ile, vücudunu Yüce Hakkın varlığında yok ve fani eder. Candan ve gönülden, daha da içeriden :
—  Allah Allah..
Diyerek, kendi isteği ve arzusu ile canını teslim eder. Bu hal içinde, Âl-i İmran suresinin 185. âyetinde buyurular :



— «Her can, ölümü tadacaktır.»
Mana kendisine açık olur. Kendisi hakkında, Bakara suresinin, 156. âyetinde Duyurulan :



—  «Biz Allah içiniz; Allah'a döneceğiz.»
Duasını kendisi için okuduklarım, gözlerini yumup çenesini bağladık­larını, soyundurup döşeğe yatırdıklarını, sonra kabre götürüp koyduk­larını, bu arada, mürşidınin dahi başı ucunda olduğunu, sorgu melekleri­nin ayak tarafından geldiklerini, üzerine tahtaların sıralanıp toprak atıl­dığını, Kur'an okunduğunu, duâ edildiğini bir bir düşünmelidır. Cemaat dağıldıktan sonra da, imam efendınin telkini sırasında meleklerin kendisini sorguya çektiklerini, mürşidinin yardımı ile onların sorularına ra­hatlıkla cevap verdığini bir bir aklına getirip düşünmelidir. Sanki, bütün bu işler, o anda olmuş gibi zihninde canlandırıp gözlerinin önüne getir­melidir. Bu duruma çalışa çalışa, hemen her şeyi gözü ile görmüş gibi olur. zuhur eder :



—  «ölmeden evvel ölünüz.»
Sırrına mazhar olur. Bu mana için, şu tabiri de kullanırlar :
—  ölümü hatırlamak.. Şöyle dedikleri dahi vardır :
—  İhtiyarî ölüm..
Bundan sonra, mürşidi olan zat, o Hak yolcusu saliki, elinden tutar kaldırır; doğruca Resulüllah'ın huzuruna götürür.
Resulüllah'ın ruhaniyetine gelince., hacca gidenler, Resulüllah efendimizin mübarek kabrini; Resulüllah'ın mihrabının sağ tarafında olduğu­nu bilirler ve ona göre hayallerinde canlandırırlar. Hacca gitmeyenler ise, bir cami düşünerek zihinlerinde şöyle canlandırırlar : Resulüllah efendimiz, o cami mihrabının sağ tarafında, mücevherat işlenmiş bir kürsü üze­rindedir. Kendisinin yüzü, bu mübarek kürsüye, Resulüllah efendimizin yüzüne doğru dönmüştür. Resulüllah efendimiz, bu kürsü üzerinde arkası kıbleye dönük olarak oturmaktadır; ama bir örtü içinde.. Resulüliah'ı zih­ninde böyle bulup canlandırır; Allah ona salât ve selâm eylesin.
Bütün nebiler ve resuller, ashab-ı kiramın tamamı, bütün pirler, bütün kutuplar bütün ârif-i billah olanlar, evliya efendilerimiz ruhâniyetleri ile hep oradadır; o değerli mecliste bulunuyorlar. Bütün bu büyükler, orada hazırdır; sırf nur olan Resulüllah efendimizin huzurunda tam tazimli, son derece edepli olarak her biri kendı yerine göre saf halinde sıra sıra oturmuşlar.
İşte, Hak yolcusu salik, bütün bunları zihninde canlandırır; görür.
Bu arada, mürşidin oturma durumu ise, şöyledir : Sağ tarafı kıble tarafına gelmiş; arkası minbere dönük. Yüzü dahi, Resulüllah efendimi­zin hücresine doğru.. Bu hali ile, anlatılan mücevher süslü kürsünün önündedır; hatta onunla bitişmiş gibidir. Elinden tutup götürdüğü saliki dahi, karşısına oturtmuştur. Kürsü salikin sol tarafında kalır. Minber dahi, o salikin karşısındadır. Resulüllah efendimizin hücresi dahi, arka tarafına düşer.
Bu haller içinde, salik, kendi kalbini bir havuz gibi farz eder; mürşi­din kalb çeşmesinin altına bırakır.
Bu arada, Resulüllah efendımizin mübarek kalbinden, beyaz bir nur şeklinde, mürşidin kalbine su yolundan akar gibi, ilâhî feyizler akmakta­dır. Mürşidin kalbinden dahi, karşısında oturan salikin kalbine akıp dur­maktadır. Salik dahi, kendi kalbine akan feyze gözünü dikip bakar. Aklı. başından gittikçe yine aklını başına toplayıp o gelen feyze bakar.
Anlatılan hali, yirmi dakika veya yarım saat kadar sürdürür. Resulüllah efendimiz dahi, onların başları üstünde, kürsünün üzerinden tam
bir dikkatle bu mürşide ve salike bakar; iltifat eder.
Yarım saat sonra, o Hak yolcusu salikin kalbine bakan ve akan mus­luk çevrilir.
 O zaman, mürşid dahi, yüzünü kıble tarafına çevirir. Sonra da, salik yüzünü kalben kıble
 tarafına çevirir.
Şimdiki durumda kürsü mürşidin sol tarafındadır; salikin de sağ tarafına geldi
Anlatılan hal içinde Hak yolcusu salik, bütün gafletle geçirdiği du­rumlarına pişman olur; yün kere istiğfar eder :
—  Aman ya Resulüllah, senden yardım diliyorum. Şunun için ki : Pâk şeriatını yerine getireyim. Muhammedi gidişatına uyayım, şartları yerine getirmekte kusurlu olmayayım.
Diyerek, yüz kere dahi salâvat-ı şerife okur.
Sonra, kalbini yuvarlak bir ayna şeklinde farz etmelidir. Onun üze­rine de, nurdan bir yazı ile Allah lafza-i celâlini yazılmış bulmalıdır. O Allah lafzına kalb gözü ile bakıp :
—  Ben ve tüm eşya, bu ismin müsemmasının kudret elinde ve koru-masındadır. O, öyle bir zat ki, asla onun bir benzeri yoktur.
Diyerek, o benzeri olmayan Yüce Zat'ı düşünmeli ve dilini damağına yapıştırmalıdır. Bütün organları ile kalbe dönmeli, kalbi ile de yüz kere :
—  Allah Allah..
Demelidir. Kalbe bir yersiz hatıra geldiği zaman :
—  Aman ya Rabbi, sana sığınırım..
Diyerek, inleye inleye üç kere istiğfar eder. Yine öyle yersiz bir ha­tıra gelir ise, üç kere :



—  Allahım, tüm gayem sensin; isteğini rızandır. . Demelidır. Yine gelir ise, üç kere :



—  Ey yapan eden..
Deyip aklına gelen yersiz hatıraları atmaya çalışmalıdır.
Diğer latifelerde dahi, ayrıntıları ile anlatıldığı biçimde, yüz kere, celâl ismini (Allah) okur.
Bundan sonra, kelime-i tevhidi, nefesini tutarak, her tek sayıda nefes alarak, nefiy ve isbat eder.
Bundan sonra, yirmi dakika kadar, yahut yarım saat kadar; kendi­sini yoktan var edenin nasıl var ettiğini, bir damla suyu nasıl bu hale ge­tirdiğini, insan şekline koyduğunu, kendi varlığını ve varlığında olan ilâhî gücü ve sanatını, nereden gelip nereye gittiğini, bu icaddan meydana ge­len varlık, yine bu varlıkla var olduğuna yine bu varlık delil olduğunu dü­şünmelidir. (Yani : Bir fabrikanın fabrika olduğuna; bizzat kendisinin fabrika yaptığı ve yaptığı fabrikanın imalâtı delil olmuştur.)
Anlatılan delile, delâlet ettiği zatı düşünmek gerek. Şöyleki :
Varlıkla birlikte, bütün eşyayı fena rüzgârına verip çıkmalıdır. Böy­le olunca, kalanın sadece Allah olduğu, hakkal-yakin olarak ortaya çıkar.
Bundan sonra da, sülük ikmal edilmiş olur. Yani : Anlatılan hale gel­dikten sonra.. Buraya kadar olan kısma :
— Sülûkün başlangıcı..
Derler. Sülûkü ikmal ettikten sonra da, Hak yolcusu salik, dersim okuyacağı zaman, artık önceki gibi, ölümü düşünmesi gerekmez. Zaten üç İhlâs bir Fatiha okuduktan sonra, doğruca, Resulüllah efendimizin pâk kabrine gider. Mürşidim dahî orada, Resulüllah'ın mihrabı ile minber arasındaki mücevher süslü kürsünün minber tarafında bulunan köşesinin önünde, yine arkası minber tarafına gelmiş, yüzü hücre-i saadete doğru ve ayakta olduğu halde bulur.
İşte o zaman, Mürşid, o salikin elinden tutup oturtur.
Bu şekilde, anlatıldığı gibi, yarım saat kadar feyz alır.
Bundan sonra, yüzünü yukarıda anlatıldığı gibi kıbleye kalben çevi­rir; yüz kere istiğfar, yüz kere salâvat, yüz kere kelime-i tevhid, yüz kere ism-i celâl olur.
Yarım saat kadar da murakabe eder.
Bu tertip sülûkü ikmal eden salike göredir ki o, sülûkü ikmal ettikten sonra, önce ism-i celâl okur; sonra da nefiy ve isbat..
Sülûkü ikmal dersi yapacak kimse; önce kendisi işitebileceği bir sesle, yüz kere kelime-i tevhid okur. Sonra da letaif-i kül üzere dılini dama­ğına yapıştırıp baştan aşağı bütün organları ile yüz kere ism-i celâl okur.
İstiğfarla salâvat-ı şerifenin okunuş zamanı ve sırası ikisinde de ay­nıdır.
Dersleri bitirip seccadeden kalkacağı zaman; eğer teveccühle rabıta edecek ise, o şekilde bir rabıta ile kalkar. Yirmi dört saat içinde, bir saat dahi, rabıtadan uzak kalmaz.
Üstte anlatılan durum, geneldedir. Ama özel olarak, Hak yolcusu salikin cam isterse üç saat teveccüh, on bin istiğfar, on bin salâvat, yüz bin ism-i celâl, yüz bin kelime-i tevhid, beş saat murakabe olabilir. Onun için destur vardır.
Fakat, tarikat-ı aliyyenin şartlarını yerine getirmekte ihmalkâr ol­mamalıdır. Onları yerine getirmek için çalışıp gayret etmelidir.
Bu tarikat-ı aliyyeye girmekten ve mürşide inabe etmekten gaye, huyları güzelleştirmektir.
Teveccüh, rabıta, murakabeden murad ise., bir an olsa dahi, Cenab-ı Hak'tan gafil olmamaktır.
Bir şiir :
Dört terk var, ariflerin başındadır taç; Dünya, ukba, varlık, terki terk, gözün aç..
Bu şiirde anlatılan manaya göre; Tarikat- Nakşıbendiyeyi dört kıs­ma ayırmışlardır. Şöyleki :
a)  Huyları güzelleştirmek..
b)  Teveccüh..
c)  Rabıta..
d)  Murakabe..
Bundan sonra gelecek ilk bölümde bu dört şey üzerinde durup onun için gerekli açıklamalar yapılacaktır.
    
    
    
    


Günün Sözü

"Kabirlerin üzerine oturmayınız ve kabirlere karşı namaz kılmayınız. (Hadîs-i Şerîf— Müslim)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.