Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
32.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 5409
32. MEKTUP
MEVZUU : Ashab-ı kirama mahsus kemal (yüksek, olgun eksiksiz) derecesinin beyanına dairdir. Allah onlardan razı olsun.
İşbu kemal derecesine evliyadan pek azı nail olmuştur. Bu münasebetle daha başka şeyler de yazılmıştır.
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mirza Hüsameddin Ahmed'e yazmıştır.
***
İltifat olarak, gönderilen mektubunuz ulaştı.
Sübhan Allah'a hamd ve şükürler olsun ki; uzağa atılan unutulmaya terk edilmemiş; söz arasında olsa dahi, hatırlananlarla hatıra gelip anılmıştır.
Bu manada bir mısra:
Bırakınız bizi, tatlı hatıralarımızla teselli bulalım.
Mektubunuzda şu hususta şikâyet var: Hazret-i Şeyhimize bağlılık hali bulunmadığı, bunu vicdanen bulmanın zorluğu.. Ayrıca, bunların sebebi sorulmaktadır.
Üstün Şeyhimize, Yüce Allah'ın has rahmetini dileriz.
Ey Mahdum,
Bu misillu sözlerin yazı ile, hattâ sözle şerhedilmesi uygun değildir. Şunun için ki: insanın zihninde, ne gibi mana hâsıl edeceği bilinmez; hatta, onlardan ne anlaşılacağı da belli olmaz. Bu iş için lâzım olan, iyi zan besleyip huzurda olmaktır; yahut, ne yoldan olursa olsun sohbetin uzun sure devamıdır. Bunun dışında kalan, kopup uçan ağaç dikenleri gibidir.
Bu manada bir şiir:
Bir gece arıyorum sal, hoş mehtabı var; Sana anlatacağım tatlı masallar var..
Ancak, suale cevap kabilinden, aşağıdaki mikdarı açıklayacağım..
Şöyle ki:
Her makamın, kendi başına, ilimleri ve elde edilecek marifetleri vardır. Hattâ, birbirinden ayrı, halleri ve vecidleri vardır.
Bir makam vardır ki, orada: Zikir ve teveccüh uygun düşer.
Bir makam vardır ki, orada: Kur'an okumak ve namaz kılmak gerekir.
Bir başka makam vardır ki: Cezbeye mahsustur.
Bir başka makam dahi: Sülûke mahsustur.
Bir başka makam dahi: Hem cezbe, hem de sülûk içindir.
Bir başka makam dahi: Cezbeden ve sülûkten yana halidir. O kadar ki, orada, cezbenin yeri olmadığı gibi, sülûkle bir ilgisi dahi yoktur. İşbu makam, cidden pek yücedir. Resulûllah S.A. efendimizin ashabı, bu makama çıkma imtiyazına nail olmuşlardır. Halk arasından seçilip bu muazzam devletle şerefyab olmuşlardır. Allah onlardan razı olsun. Bu makamın sahibi için; diğer makamların sa hiplerine nazaran, tam bir imtiyaz vardır. Bu makam sahipleri arasında bulunan birbirine benzerlik; diğer makamların sahipleri arasındaki benzerliğe nazaran pek azdır. Ama, diğer makamların sahipleri, bir yönde olmasa bile, diğer bir yönde birbirlerine benzerler. Bu makama bağlılık, ashab-ı kiramdan sonra, inşaallah tam bir şekilde Mehdî Aleyhisselâm'da zuhur edecektir. Bu makamdan haber veren tabakat meşayihi azaldı.. O makamın ilimlerinden ve maarifinden kelâm şöyle dursun..
İşbu makam, şu âyet-i kerimede manasını güzel bulur:
— «Bu, Allah'ın fazlıdır; dilediğine verir. Allah, büyük fazlın sahibidir.» (62/4)
Bu babda esas anlatılacak mesele şudur:
Bu, pek değerli olan makam nisbeti, ilk adımda, sahabede zuhur edip zamanla, tam kemal mertebesine erişir. Ancak, sahabenin gayrı için bu devletle şerefyab olmak, sahabenin izince oraya varmak arzu edilirse., bu: Cezbe menzillerinin, sülûk mertebelerinin kat edilmesine bağlıdır. Ve; bu iki makama dair ilimlere de sahib olmak gerekir.
Bu mübarek makama bağlanmanın, başlangıçta zuhuru, Seyyid'ül-beşer efendimizin sohbeti bereketine mahsustu. Ona ve âline salât, tahiyyat, berekât ve teslimat.. Ama, Resulûllah S.A. efendimize tebaiyet yolu ile bağlı bulunan bazı zatların, bu bereketle şerefyab olmaları mümkündür. İşte, böyle bir zatın sohbeti; başlangıçta, bu üstün makama bağlanmış olmanın zuhuruna bir sebeptir. Yani: ilk halde ve cezbe ve sülûk menzillerini kat etmeden evvel..
Bu manada bir şiir:
Şayet bulursa kudsî ruhun feyiz yardımını;
İsa'dan başkası, dahi çıkarır aynısını..
Bu zamanda, bu üstün makama nisbet, nihayetin bidayette oluşu şeklinde taHakkuk etmektedir. Nitekim bu mana, cezbenin sülûke takdim edilmesi sureti ile taHakkuk ediyor.
Bu hususta daha fazla yazmaya durum müsait değildir. Bu manayı anlatan bir şiir şöyledir:
Bundan ötesinin beyanı ince;
Gizlemek pek hoş, pek de güzel bence..
***
Eğer bundan sonra, bir karşılaşma durumu olursa., dinleyenlerden de, hüsn-ü zan hissedersem; zuhur meydanına bu makamdan bir nebze varidat gelir.. Haliyle, Allah-ü Taâlâ dilerse.. Başarı ihsan eden, o Yüce Sübhan Allah'tır.
Arkadaşlardan bazıları için, bir şeyler yazmışsınız. Bu Fakir, onların yanlış hareketlerini affettim. Allah-ü Taâlâ'dan dahi bağışlamasını dilerim; o, merhametlilerin en merhametlisidir.
Ancak, arkadaşlara biraz nasihat etmek gerekir ki, huzurda ve gıyabda eziyet makamında olmayalar. Yanlış tutumlarını düzelteler. Bu mana, şu âyet-i kerimede pek güzel anlatılmaktadır:
— «Kendilerini değiştirmedikçe; Allah bir kavmi değiştirmez. Allah bir kavme azab murad ederse; kendisinden başka bunu onlardan çevirecek yoktur..» (13/11)
***
Şeyh İlâhdad Hakkında da yazmışsınız. Bu husus, Fakir'e hiç bir sıkıntı olamaz. Ancak, vaziyetini değiştirmek, kendisine gereklidir. Bu manada:
— «Pişmanlık tevbedir.»
Hadis-i şerifini hatırlatmak gerekir. Ayrıca, şefaat dilemek dahi, pişmanlıktan bir parçadır. Bu Fakir, her halde, affedip geçmek makamındadır. Ama, kendi namına.. Başkaları için olanı, kendisi daha iyi bilir; keza ne lâzımgeldiğini de..
Serhend'i kendi yeriniz gibi bilmelisiniz. Mahabbet alâkası ve tarikat kardeşliği bağı; öyle geçici şeyler sebebi ile kesilen cinsten değildir.
Bundan daha fazla ne yazayım?. Mahdumlara ve sair hane halkına hususi dualarımız vardır.
Bu mektubun müsveddesini yaptıktan sonra, hatıra geldi ki: Kardeşlerin yanlış hareketleri ve onların affına dair; birincisinden daha açık yazayım. Toplu yazılanda müphem durum olur; bundan ne anlaşılabilir?.
Ey Mahdum,
Bilmiş olasın ki; affetmek ancak şu zümre için talep ve tasavvur edilir: Kötü vaziyetlerini itiraf ederler; yaptıklarına da nedamet duyarlar. Aksi halde, affın yeri yoktur.
Şöyle yazmışsınız: Hazret-i Şeyhimiz, bu makamı Şeyh îlâhdad'a, o zümrenin şehadeti ile bırakmış..
İşbu kelâm, izah ister. Nasıl?..
Şayet bu bırakmak şu manaya ise: Bu yolun ehline, gelip gidenlere hizmet, yemek içmek gibi; ihtiyaçlarını sorup gidermek gibi.. Bunda bir niza hiç kimse için yoktur. Bu iş, selâmettir.
Şayet bu işi bırakmak şu manaya ise: Taliplerden bir cemaatı manevî terbiyesine almak, şeyhlik makamına oturmak gibi.. îşte bu olmadı..
Şundan ki:
Şeyhimiz Hazretleri, son karşılaşmamızda bana şöyle sordu:
— Şeyh İlâhdad Hakkında fikrin nedir?. Namıma taliplerden bazılarına birşeyler belletip meşguliyet verse, onların hallerini bize ulaştırıp bildirse nasıl olur?. Zira, benim onlarla hazır olmama, bir meşguliyet talimine, hallerinden sorup suâl etmeye takatim yoktur. Fakir, bu hususta durakladım. Ancak, anlatılan işin iktizası orada bu kadarına cevaz verdim. Hiç şüphe yok ki: Tebliğ işinden bu kadarının yapılması, sırf elçilik babında bir şeydir. İşin özelliği de, bu iş, zarurete göre yapılmaktadır ki; zaruret ancak, kendi özelliği ile hesaplanır. Yani: Ne mikdar zaruret varsa, o mikdar bu yolda ruhsat vardır. ŞU var ki, bu zaruret, Şeyhimizin hayattaki zamanına mahsustur. Onun irtihalinden sonra; taliplere meşguliyet talimi, hallerinden sual etmek, hiyanet babına girer.
***
Şunu da yazmışsınız:
— Hazret-i Şeyhimize bağlılık (nisbet) elbette bakidir. Yani: Dehirlerin ve zamanların geçip gitmesi ile artma ve eksilme olmaz.
Ey Mahdum, bilmiş olasm ki:
Bir san'atın kemale ermesi, fikirlerin ona katılması ile olur. Sibeveyh'in vaz ettiği NAHV ilmine bir bak. Sonra gelenlerin fikirleri de katılınca ona on misli değer artırmıştır. Kaldı ki, bir şeyin ayniyle baki kalması, noksanlığın kendisidir. Şu hususa dikkat edilmeli ki: Hace Nakşıbend Hz. ne olan bağlüık, (nisbet) Hace Abdülhalik Gücdüvanî zamanında olduğu gibi değildir. Sair haller dahi, buna kıyas edilebilir. Şu hususa da dikkat edilmelidir ki: Hazret-i Şeyhimiz, bu bağlılığın tekmili sadedinde, tamam olduğuna kail değildi. Şayet, onun hayatı devam etseydi bu bağlılığı, Sübhan Allah'ın dilediği kadar artırır; ileri götürürdü. Bunun için, onun ilerlemesine çalışmak uygun düşmez.
Sonra, bu Fakir bilemiyor ki: Onun bekası hangi yönden olacak?. Kaldı ki, bu bağlılıkla, senin kendi başına ayrı bir durumun var; diğerlerinin bağlılığı için oraya yol yoktur. Bu kelâm dahi, teşhis edilmiştir. Yani: Hazretin huzurunda, mükerreren söylenmiştir. Şeyh İlâhdad Miskin nereden bilecek bu bağlılığın ne olduğunu?. Onun ancak, bir parça kalb huzuru var, o kadar: bu haletin ne olduğu, diğerleri tarafından bilinen bir şeydir. Bu bağlılığı ayakta durutacak kimdir ve onun şanında mürebbi kim olacak?. Böyle birini bana anlatınız ki: Onun yardımcısı ve muavini olayım..
***
Rüyalara itibar etmek ve onlara dayanmak doğru değildir. Zira onlar, doğru olmayan hayallerden ibarettir. Şeytan, güçlü bir düşmandır. Onun güzel gösterdiği kötü şeylerden emin olmak ise.. pek zordur. Meğer ki; Allah-ü Taâlâ, o kimseyi korumuş ola..
***
Ey Mahdum, bilmiş olasın ki..
Üste alınanlardan başka: Mükteseb bağlılığın selb edilip alınması Hakkında da yazmışsın.
Bu selb işi, ancak ihtiyarla olur ki bu: Huzurda anlatıldı. (Farsça nüshasında selbin ihtiyarla olmayacağı anlatılır.) Bu selb işi, şu anda aynı şekildedir. Onun zevalini tasavvur etmek hayaldir.
***
Kalbden duyulan sesin, bu haletle bir alâkası yoktur. Külden ateş kaybolduğu, soğumaya yüz tuttuğu zaman; üzerine su dökülürse, ses çıkar. Ancak, hiç bir şekilde şöyle denmez:
— Ateş, onun içinde henüz gizlidir.
***
Rüyalara, hiç bir şekilde itibar edilmez. Bu sözün manası, .bugün için gizlidir; ama yarın Allah dilerse, doğruluğu belli olur.
***
Mektubunuz mübalâğalı bir şekilde yazılmış. Onun için, cevap olarak, bu cümleler geldi. Bir çağrı olmadan konuşmak kolay olmuyor.