Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
306.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 3977
306. Mektup
MEVZUU : a) Büyük Mahdumzade Hace Muhammed Sadık'ın
menkıbeleri, kemalâtı ve en küçük mahdumlar Hacı Muhammed Ferruh ve Muhammed
İsa..
b) Velâyet erbabının fenası ve kurb-ü nübüvvette ona ihtiyaç olmadığı..
Ve., bunlara münasip bazı hususlar.
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mevlâna Salih'e yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun. Selâm, seçmiş olduğu kullarına..
Herhalde, Molla Salih kardeşimiz ehl-i Serhend vakalarını duymuştur.
En büyük oğlum dahi iki küçük kardeşi Muhammed Ferruh ve Muhammed İsa ile
âhiret seferini tercih ettiler.. Allah razı olsun..
Bir âyet-i kerime meali:
— «Biz Allah içiniz; Allah'a döneceğiz..» (2/156)
Başta, kalanlara kuvvet ve sabır verdiği için; sonra da bu beliyyede sır
kıldığı için Allah'a hamd olsun..
Bu manada bir şiir:
Döndürmez beni senden gelen eziyet; Berekettir bana dosttan gelen zillet..
Merhum oğlum, Allah'ın âyetlerinden bir âyetti: Âlemlerin Rabbanin
rahmetlerinden bir rahmetti.
Yirmi dört yaşında öyle bir nailiyete erdi ki; pek az kimseler o nailiyete
ermiştir. Kemal derecede, akli ve nakli ilim tedrisinin melekesine ve
mevleviyet rütbesine ulaştı.. O kadar ki: Onun talebeleri; Beyzavi, Mevakıf
Şerhi ve benzeri eserler ile tam bir kudretle meşgul olmaktadırlar.
Onun marifetinin ve irfanının hikâyeleri, keşiflerinin ye şühudunun kıssaları
beyandan müstağnidir.
Sizin de malumunuz olduğu üzere, daha sekiz yaşında iken haline mağlup idi.. O
kadar ki, Hazret-i Şeyhimiz onun durumuna çare olarak, çarşı pazarın şekli ve
şüpheli yemeğini yedirmekle çare buldu.. Bu arada şöyle demişti:
— Muhammed Sadık'a olan sevgimiz, başka hiç kimseye olmadı. Onun bize olan
mahabbet derecesi ise., bizden başkasına olmamıştır.
Bu cümlesi ile, onun üstün şanmı anlatıyordu.
Velâyet-i Museviyenin son noktasına kadar ulaştı. Bu velâyetin acaip hallerini
beyan ederdi. Duyulmamış manalarından anlatırdı.
Daima hudu huşu içinde idi.. İltica ve tazarru halinde bulunuyordu. Tezellül ve
inkisar hali idi.
Derdi ki:
— Allah'ın velî kullarından her biri Sübhan Hak'tan bir şey taleb etti. Ben
dahi, iltica ve tazarru talebinde bulundum.
Muhammed Ferruh Hakkında ne yazayım ki?. On bir yaşında bir çocuk iken, ilim
talebi ile meşguldü. Şuurlu bir şekilde kâfiyeyi okurdu. Âhiret azabından daima
korkardı. Devamlı olarak, şu duayı yapardı:
— Çocukluk yaşında iken dünyadan ayrılayım..
Bunun sebebi de, âhiret azabından halâs talebi idi..
Arkadaşlardan bazıları, o ölüm halindeki hastalığında iken, acaip garaip haller
müşahede etmişlerdir.
Muhammed İsa'nın harika hallerinden ne yazayım ki?. Onların nicelerini, daha
sekiz yaşına varmadan insanlar görmüştü.
Hülâsa: Bana tevdi edilen, birer nefis cevherler halinde idiler.. Sübhan
Allah'a hamdü şükürler olsun. Hiç bir şekilde, zorlama ve istememezlik etmeden
bu emaneti sahibine teslim ettim.
Allahım, bizi onların ecrinden mahrum eyleme.. Onlardan sonra, bizi fitneye
düşürme.. Seyyid'ül-mürselin hürmetine.. Ona ve diğerlerine salât ve selâmlar.
Bir mısra:
Dostlannkidir sözlerin en güzeli..
***
Bilesin ki..
Sübhan Hakkın zatından başkasını unutmaktan ibaret olan fenanın manası şudur:
Hakkın gayrına olan mahabbetin zevali..
Nazardan ve idrâkten eşyanın zatları, sıfatları, fiilleri zail olunca., zarurî
olarak, onlara mahabbet alâkası dahi zail olur.
Velâyet yolunda masivayı unutmak gereklidir ki: Hakkın zatından gayrına alâka
dahi zail ola.. Nübüvvet derecelerinde ise., eşyayı unutmak için, eşyaya
taalukun zevaline hacet yoktur. Zira kurb-ü nübüvvette, asla taalluk baki
kalmaz. İşbu asıl, güzellik ve cemal olup haddizatında isimdir. Keza eşyaya
taallukun resmi dahi kalmaz. Kaldı ki bu: Kabihtir, özünde onun için bir
güzellik yoktur. Bu durumda, eşya unutulsun veya unutulmasın: mühim değildir.
Zira eşyaya ilim cihetinden arız olan zem, ona kötü taalluk vasıtası iledir.
Sunun için ki: Yüce Mukaddes Zat'tan iraz edilmeyi doğurur. Eşyaya taalluk zail
olduktan sonra, ilim ciheti ne ona gelen zem sıfatı dahi zail olur. O zaman da
mezmum durum kalmaz. Eşyayı bilmek işin nasıl mezmum olsun ki: Onların hepsi,
Yüce Sultan Hakkın malumatıdır. Onun eşyayı bilmesi dahi, kendi kâmil
sıfatıdır.
Burada şövle bir soru sorulabilir:
— Yüce Hakkın zatından gayrını bilmek işi zail olmadığına göre: o zaman,
zatından gayrını bilmekle beraber, onu bilmek işi nasıl bir vakitte birleşir.
Zira bu durumda, Yüce Hakkın zatından gayrını unutma yolu yoktur.
Bunun için verilecek cevap şudur:
— Eşyaya taalluk eden ilim, husuli ilim kabilindendir. Hazret-i Hakka taalluk
eden ilim ise., huzurî ilme benzer. Böyle olunca, her iki ilim dahi bir vakitte
toplanır; bundan da hiç sakıncalı durum çıkmaz. Ancak, iki ilim dahi husulî
olduğu takdirde sakınca çıkar.
Üstteki cevapta şöyle bir tabir kullandık:
— Husuli ilim kabilinden.. Huzurî ilme benzer..
Şunun için kullandık: Burada husulün hakikati olmadığı gibi, huzur için dahi mecal
yoktur. Yüce Hakkın eşyaya taalluk eden ilmi ise., husulî değildir. Zira Yüce
Hakkın zatında ve sıfatında hadis şeylere hulul yoktur. Hatta husul de yoktur.
Misali anlatılan irfan sahibinin ilmi ise., o ilimden gelen bir zildir.
Hazret-i Hakka taalluk eden ilme ise:
— Huzurî..
Demek mümkün değildir. Zira Yüce Hak, müdrikeye, müdrikenin kendisinden daha
yakındır.
Bu ilme nisbetle huzurî ilim, huzurî ilme nisbetle husuli ilim gibidir.
İşbu anlatılan marifet, akıl kavramının dışındadır. Hatta fikrin de.. Tadmayan
bilmez..
Üstte anlatılan manadan takarrür etti ki: Eşyayı bilmek, Yüce Hakkı bilmeye
münafi değildir. Eşyayı unutmak dahi asla lâzım gelmez. Amma velâyet yolu böyle
değildir. Zira orada, eşyaya alâkanın zeval bulması, eşyayı unutmadan tasavvur
edilemez. Zira, velâyette zılâle taalluk vardır. Bu taallukta dahi, eşyaya
ilimle beraber, taallukun izale kudreti yoktur. Bu manaya göre, velâyette
evvelâ eşyayı unutmak lâzımdır ki, ona olan taalluk zeval bula..
Üstte anlatılan marifet, bu Derviş'e mahsustur. Hiç bir kimse bunu
söylememiştir.
Bir âyet-i kerime meali:
— «Allah'a hanıd olsun ki, bunu bize hidayet eyledi.. Eğer Allah bize hidayet
etmeseydi; biz hidayet bulamazdık. Rabbımızın resulleri Hakkı getirdi.» (7/43)