Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
331.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 4034
331. MEKTUP
MEVZUU: Zahir ulemasının nasibi, rasihun ulemanın nasibi ve sofiyyenin nasibi beyanındadır: Bu arada sorulan bir sorunun cevabı.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, Şeyh Cemaleddin Nagori'ye yazmıştır.
Allah'a hamd olsun. Selâm seçmiş olduğu kullarına...
***
"Ulema, peygamberlerin
varisleridir."
Manasında buyurulan hadis-i şerif, ulemanın medhi üzerine yeterlidir.
Veraset ilmi, şeriat ilmidir. Zira, peygamberlerden baki kalan odur. Onlara salâtlar ve selâmlar olsun.
Şeriat ilminin bir sureti, bir de hakikati vardır. Onun sureti, zahir ulemanın nasibidir. Allah onlann çalışmalarını şükrana lâyık eylesin. Ki bunlar, Kur'an ve hadisin muhkem manalarıdır. Onun hakikati ise... rasihun ulemanın nasibidir. Allah onlardan razı olsun. Bunlar dahi, Kur'an ve hadisin mütesabihatıdır. Muhkemat, her ne kadar ümmül-kitab ise de, lâkin onun neticeleri ve semereleri mütesabihat olup Kur'an'da asıl maksad olanlar da budur. Yani: Mütesabihat... Bu durumda, ümmühat neticelerin husulüne vesileler olmaktan başka bir şey olmaz.
Mütesabihat, Kur'an'ın özüdür; muhkemat ise, o özün kabuğudur. Mü-
tesabihat öyledir ki: Remz ve işaretle aslı beyan eder; bu muamelenin hakikat yüzünü açar.
Rasihun ulema, özle kabuğun beynini birleştirdiler. Şeriatın suretine ve hakikatına toptan kavuştular. Büyükler, şeriatı bir şahıs gibi tasavvur ettiler; ki onun özü ve kabuğu: Şeriatın sureti ve hakikatidir. Şeriat hükümlerini bilmeyi, şeriatın sureti olarak buldular; sırların ve hakikatların ilmini dahi şeriatın hakikati gördüler.
Bİr taife, şeriatın suretine meftun oldu; bunlar şeriatın hakikatini inkâr ettiler. Bunlar, kendileri için şeyh ve mukteda olarak: Hidaye ve Yezdevi'den başka mukteda ve şeyh tanımamışlardır.
Anlatılandan bir başka taife için; her ne kadar bu hakikat ile alâka hasıl olmuş ise de; ne var ki bunlar, şeriatın hakikatini anlayamamışlardır. Sanmışlardır ki: Şeriat surette kalmıştır. Ve onu yalnız kabuk sandılar. Lübbü dahi, onun ötesinde sandılar. Hiç şüphe yok ki: Bu hakikatin hakikatini idrak edemediler. Müteşabihattan yana da hiçbir nasibe nail olmadılar.
Rasihun ulemaya gelince... hakikatta varis olanlar bunlardır. Allahu Te-ala, sizleri ve bizleri bunları sevip izlerinde gidenlerden eylesin.
***
Sonra...
Kardeşim, Şeyh Meyan Nur Muhammed, sizin şöyle dediğinizi açıkladı:
-Bizim, diğer silsile meşayihinden icazetlerimiz var. Nakşibendiye tarafından dahi bir icazet istiyoruz.
Ey Mükerrem Mahdum,
Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'de şeyhlik ve müridlik, tarikat talimi ve taallümüdür. (Yani: Öğrenmek ve öğretmektir). Külah ve şecere değildir. Yani: Diğer silsilelerde âdet olduğu gibi... Bu büyüklerin yolu sohbettir; terbiyeleri dahi in'ikâsidir. Hiç şüphe edilmeye ki: Bunların bidayetine, diğerlerinin nihayeti derc edilmiştir. Tarikatları dahi, yolların en yakını olmuştur.
Bu zatların nazarı, kalb marazlarına şifadır; teveccühleri, manevi illetleri giderir.
Bir şiir:
Pek güzeldir Nakşibendilerin
yolculukları;
Sessizce ulaştırırlar hareme yolcuları.
***
Temenni edilen müsamahanızdır.
Bir mısra:
Makbuldür özür, keremlesi katında
insanların.
Vesselam.
***