Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
488.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 4197
488. MEKTUP
MEVZUU: İlim (makamı...) şanı,
-Sırf Nur olarak, tabir edilen mukaddes mertebe onun üstündedir.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz.
bu mektubu, Mahdumzade Hace Muhammed Masum'a yazmıştır.
***
Bilesin ki, İlim şanı, ne kadar hayat şanına tabi olsa dahi; lâkin ilmin, sıfat ve şuun itibarlarının sükutundan sonra, yüce mukaddes Hazret-i Zat mertebesinden bir şanı vardır ki, bu diğer sıfatlar ve şuun şöyle dursun, hayat için dahi yoktur.
Bütün nisbetlerden tecerrüd makamında bir mertebe vardır ki; kendisine:
-Nur ıtlakından başkasına cevaz vermez. Sanırım ki, ilmin dahi, orada bir mecali vardır. Amma bu mecal, kendisine:
-Huzuri ve huzuli diye ad verilen ilim için değildir.
Zira bu ilim, her iki kısmı ile, hayata tabidir. Amma, asıl anlatılan ilim, keyfiyeti ve misli yoktur; yüce mukaddes Hazret-i Zat gibi... Onun bütünü, keyfiyeti olmayan bir manada şuurdur. Hem de, alim ve malum itibarı olmadan.
Ancak, anlatılan mertebenin üstünde bir mertebe vardır ki; sair şuun gibi, orada ilmin yen yoktur. Orada, anlatılan keyfiyeti ve misli olmayan o şuurun aslı nurun gayrı bulunmaz.
O nurun zilli (gölgesi) ki, keyfiyeti ve misli yoktur; aslı o nurun aynı olan keyfiyeti olmayan için ne diyebiliriz?.. Hem ne demeye gücümüz yeter? Vücubi olsun, imkâni olsun; bütün kemalât ve nurun zılâlidir ve o nurla kaimdir. Her şeyin vücudu dahi, bir vücud ve eserlere mebde olarak bu nurdan gelmedir.
Birinci mertebede, sırf nur olan Hazret-i Zat mertebesinden gelen bir inhitat rayihası olduğundan, şuurun camii dahi o nur olduğundan; Muhbir-i Sadık Resulullah (sav) Efendimiz onun hakkında şöyle buyurdu:
"O mahluktur..."
Bazen dahi, ondan:
"Akıl..." tabir etti ve şöyle buyurdu:
"Allahu Teala, ilk olarak aklı yarattı..."
Bazen da, şöyle buyurdu:
"Allah'ın ilk yarattığı nurumdur."
Her ikisi de, aynı şeydir. Zira o; hem akıl, hem nur, hem de şuurdur.
Resulullah (sav) Efendimiz, onu kendisine nisbet edip:
"Nurum..." buyurduğundan, şöyle dememiz mümkündür:
-Bu mertebe, Hakikat-ı Muhammediye'dir, taayyün-ü evveldir.
Amma bilinen hakikat ve taayyün değildir. Hatta, o taayyün, bu taayyünün zilli olsa dahi, bir ganimettir. Nitekim, burada anlatılan akıl dahi, felsefecilerin kail oldukları akıl değildir. Bunların dediğine göre bu akıl, icab yolu ile Vacib Teala'dan ilk sudur edendir. Ve bunu, birçok sudur eden şeylerin sudur yeri yapmışlardır.
Sunun da bilinmesi yerinde olur ki,
Her nerede taayyün var ise, orada imkândan bir koku olup onda ademden dahi, bir şaibe vardır. İş bu adem dahi, vücud tahayyününe ve temeyyüzüne sebeptir. Eşya dahi, zıddı ile tebeyyün eder.
Sanı yüce Vacib sıfatları ise, kendilerine taayyün ve temeyyüz arız olduğundan ötürü, kendilerinde kıdem olmasına rağmen, zatları için vacip olmayıp Vacib Teala'nın zatı için vaciptir.
Bu mananın hasılı şu ki: Vücubu başkası ile olan, mümkin kısımlarındandır. İsterse, kadim sıfatlar hakkında:
-İmkân lâfızını ıtlak etmekten sakınmak lâzım olsun; zira, böyle bir lâfzı ıtlak etmek, hüdus vehmini verir. Burada münasip olan, Vacib Teala'dan gelişi dolayısı ile ona vücub ıtlak etmektir.
Lâkin, hakikatta, imkân için onlarda yer vardır. Bu da, başkalarına zatları için, vücubun bulunmayışındandır.
Her ne kadar, gayriyete kail olmamışlarsa, bundan muradları ıstılahta kul|anılan gayriyet değildir. Lâkin ikilik, gayriyeti iktiza eder. Bu manada:
-İkilik, birbirinin gayrıdır hükmü, erbab-ı akıl kaziyelerinden mukarrer bir kaziyedir.
Tuhaftır; Şeyh (Muhyiddin b. Arabi k.s.) taayyünatın ikisi için:
-Vücubi taayyün demiştir. Üçüncüsü için de:
-İmkâni tabirini kullanmıştır.
Halbuki, hakikatta, taayyünlerin hepsinde zıllıyet nişanı ve imkân kokusu vardır. İsterse, bir mümkin ile diğer mümkin arasında çok fark olsun. Biri kadimdir, diğeri de bir hadis... Lâkin hepsi de, imkân dairesinden hariç değildir. Hepsinde de, adem kokusu vardır.
Sakın ha!.. Olmaya ki, sırf nur olan ikinci mertebeyi, lâtaayyün ile mütaayyin olanı; mücerred zat-ı baht vahidiyet olarak tahayyül edesin... Yani öbürleri gibi!.. Zira o dahi, nurlu hicaplardan bir hicaptır. Burada:
"Allahu Taala'nın nurdan ve zulmetten yetmiş bin hicabı vardır" manası açıktır.
O, taayyün olmasa dahi, hakiki matlubun hicabıdır. İsterse, hicapların sonu olsun. Halbuki, Allahu Teala, ötelerin de ötesindedir.
Bu sırf nur, taayyün dairesine dahil olmadığından; adem zulmetinden münezzeh ve müberradır.
"Vasıfların en yücesi Allah'ındır..."(16/60)
Anlatılan nurun misali, güneşin nurunun şaşaası gibi olup güneşin kendisine perdedir. Güneşin kendisinden intişar etmiştir ve ona hicab olmuştur. Bir hadis-i şerifte:
"Onun hicabı nurdur" manası gelmiştir.
Bu büyük mertebe, zati tecellilerin fevkindedir. Sıfat ve efal tecellileri
şöyle dursun... Zira, taayyün şaibesi olmayan tecelli tasavvur edilemez.
Halbuki, bu tecelli, bütün tecellilerin üstündedir. Lâkin, zati tecelli menşeide, bu sırf nurdur. Tecelli, ancak bunun vasıtası ile tasavvur edilebilir. Bu olmaz ise, tecelli de hasıl olmaz.
Zannediyorum ki, Kâbe-i Rabbaniyenin hakikati bu nur olup bütünün secde makamıdır cümle taayyünatın dahi aslıdır.
Bütün tecelliyatın merkezi, iltica yeri o nur olduğuna göre; onun medhinde diğerlerin secde makamı oluşu ne artırır!..
Sübhan Allah fazlının kemali ise, binler arasından bir irfan sahibini bu devlete ulaşmak şerefine nail eyledikten sonra onu fena ve beka ile bu
yerde has kılar ise, mümkündür ki, bu nurun bekasına nail ola... Üstten ve üstün dahi üstünden bolca hazza nail olarak, nurdan nura geçe ve nurun aslına ulaşa...
"Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük fazlın sahibidir."(62/4)
Üstte anlatılan marifetler; fikrin ve nazarın tavrı dışında olduğu gibi, keşfin ve şühudun dahi tavrı dışındadır. Keşif ve şühud erbabı; bu ilimleri fehmetmek babında ilim ve akıl erbabı gibidir. Bu hakikatların idrakine ermek babında nübüvvet feraseti nurundan almak için, mutlaka enbiyaya mütabaata ihtiyaçları vardır.
Şunun da bilinmesi yerinde olur:
-Hâşâ ki, bu nur, kendisinde imkân şaibesi olan bir nur, cevher veya araz cinsi bir şey ola... O, öyle bir mertebedir ki:
Nur ıtlakından başka bir şeyi ona
vermek mümkün olmaz.
İsterse burada anlatılan başka,
vücud vücubu olsun. Zira vücub ondan alttır.
***
BİR TEMBİH
Hiç kimse tevehhüm etmeye
ki, yukarıda anlatılan manaya göre, bu nur, bütün hicapların sonu olduğundan;
yüce mukaddes Zattan bütün hicapların açılması bu irfan sahibi için tahakkuk
etmiştir. Zira, böyle bir şeyin olması, anlattıkları şu hadis-i şerife göre
mümtenidir:
"Allahu Teala'nın
nurdan ve zulmetten yetmiş bin hicabı vardır. Şayet açılmış olsa... yüzünün
nurları, gözünün aldığı yere kadar halkından ne varsa yakar..."
Çünkü, burada hicaplarla
beka vardır ki birinden diğerine geçilir; hicapların açılması yoktur.
Anlatılmak istenenle, bunun arasında çok fark vardır.
"Rabbimiz, katından
bize rahmet hibe eyle... İşimizde, bizim için muvaffakiyet
hazırla..."(18/10)
Hüdaya ittiba edenlere
selâm.
***