Cebimizi ağlatmadan midemizi güldüren geleneksel tat: Simit

simit-728597Eminönü İskelesi’nden vapurla Üsküdar’a geçeceğim. Manzara şahane. Deniz, rüzgâr, martılar, Galata Kulesi... Deniz mavi, gök mavi... Hayat kıpır kıpır... Herkes bir telaş içinde... Hayat telaşı... Ben de Üsküdar’a gideceğim ya, sanki benimki hepsinden önemli. Uzun zaman olmuş gitmemişim. Özlemişim. Hepsi güzel, güzel de bir şey eksik sanki... Gözlerim onu arıyor.

Hani şu güzel havada tam da karşıya geçerken... Mis gibi koksa... Çıtır çıtır olsa... Martılar da bana ortak olsa derken... Buldum! İşte orada! Simitçi. Dizmiş simitlerini...

Alıyorum bir tane. Oh, tazeymiş! Vapurun kalkış saatine kadar kâğıda sarılı kalıyor. Öyle herkesin içinde yenmez simit. Sadece simit değil, sokakta bir şey yenmez. Küçükken bize böyle öğretmişlerdi. Canı çeker birinin olmaz, demişlerdi. Demişlerdi demesine ama gelin görün ki, eskilerden yaptığımız ne kaldı... Ben yine de oturayım şöyle vapurun dışına... Kış ayları dışında, içerde pek oturmam. Zaten boğaz havasını almadıktan sonra ne esprisi kalır ki karşıya geçmenin... İşte yerimi buldum bile. Vapurun dışında, döndüğünde kız kulesini görecek şekilde oturuyorum. Vapur hareket ediyor. Ardından beyaz köpükler bırakıyor. Bu hava, bu temiz hava, karnımın aç olduğunu hatırlatıyor bana... Eee tedarikliyim ya, almışım simidimi yanıma... Usulcacık çıkarıp yemeğe başlıyorum. Başlıyorum başlamasına da bu sefer de martılar bırakmıyor beyaz köpüklü vapurun peşini. Vapurun mu simidin mi bilemiyorum? Öğrenmenin bir yolu var. Anlaşıldı. Martılar simidin peşinde... Paylaşmamak olmaz. Biraz size, biraz bana...

Herkesin yemeği

Düşünüyorum da, zengini yoksulu, müdürü işçisi, öğrencisi öğretmeni, yaşlısı genci, zayıfı şişmanı, yolcusu sakini... Hepsinin severek yediği mütevazı ancak vazgeçilmez bir tat simit. İster bir çay bahçesinde, ister sabah kahvaltısında, ister ikindi çayında, ister vapurda martılarla... Nerede olursanız olun, güzel bir öğün simit. Bazen yanına peynir, domates, taze nane... Ama illa ki çay!

Uzun süren hatırlı dostluklar gibi, gizli bir anlaşma var sanki aramızda. Simit yıllardır bizimle. Ne biz bırakmışız onu, ne de o vazgeçmiş bizden. Cebimizi ağlatmadan midemizi güldüren bir geleneksel tat. Çabucak tüketilen, sevilerek yenilen, ulaşması kolay, karın doyuran, biz kokan özel bir lezzet...

Nedir bu simidin hikâyesi? Ne o bizi bırakıyor ne biz kendisini...

22 ayar Osmanlı altını

Bu başlığı görünce bir zamanlar simidin fiyatının Osmanlı altını olduğunu sanmayın. Eski ustalara göre simidin kaliteli olması için piştikten sonra 22 ayar Osmanlı altını rengini alması şartmış. Simitler özellikle Galata, Kumkapı, Samatya ve Beylerbeyi’ndeki fırınlarda imal edilirmiş. Bu kaliteli simitlerin hamuru un, su, şeker, susam ve tuzla karıştırılıp yapılır; hamur mayalanınca parçalara ayrılıp halka biçimi verilir, daha sonra da pekmezli soğuk suya atılır, susama batırılıp fırına verilirmiş. Eski zamanlarda simitçilik genellikle Kastamonu ve Safranbolulular’ın mesleği imiş... Ve her meslekte olduğu gibi simitçiliğin de yukarda saydığım gibi bazı kendine özgü kuralları varmış.

Evliya Çelebi'nin ünlü Seyahatnamesi’nde, 16. yüzyılın ikinci yarısındaki gözlemlerinden, İstanbul'da simitçilerin 70 fırında toplam 300 nefer olarak çalıştıklarını, bunlardan kimisinin de bağlı oldukları fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını öğreniyoruz. Ancak, simitçilerin bir araya gelip bir cemiyet kurmaları 10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşmiş; simitçiler, "Ekmekçi ve Börekçiler" adıyla kurulan cemiyetin içinde yer almışlar.

Küçük bir fenerle...

Yolumuz ne zaman eski İstanbul’a düştü hatırlayanınız var mı? Ben en son simidimi martılarla paylaşıyordum. Belki de vapur götürdü eski İstanbul’a. Neyse, madem öyle, gezelim bakalım...  Eski İstanbul'da da simitçiler günde beş posta, fırınlardan simit alır ve her defasında değişik semtlerde satarlarmış. Gecenin karanlığı ile beraber son postayı alan simitçiler, kalabalıkların biriktiği meydanlarda sepetlerinin ya da tablalarının köşelerine geçirdikleri uzun çubuklara simitlerini takarlar, görünebilmeleri için de üstlerine küçük bir fener iliştirirlermiş.

Ben küçükken simitçiler, “Taze simiiiit, sıcak simiiiiit, çıtır çıtır simitçiiiiiii!!!” diye bağırarak geçerlerdi mahallemizden. O dönemlerde de uzun bir sopaya dizer öyle satarlardı. Uzanır sıradakini alırdık. Koşarak eve gelir, afiyetle yerdik. Sokakta yememizi istemezdi büyüklerimiz. “Aman yere dökülmesin kırıntıları,” derlerdi. “Bereketin hangi kırıntıda olacağı belli olmaz!” Uzun sohbetler yapardık sofrada. Annem bize birbirinden güzel masallar, hikâyeler anlatırdı. Tadına doyamazdık. Hem simidin, hem de masalların. Þimdilerde, camekânlı arabalarda satılıyor simitler daha çok...

Simit artık saraylarda satılıyor

Tabii bir de saraylarda... Ne sarayı mı? “Simit Sarayı” elbette... Hemen hemen her semtte görebileceğiniz simit saraylarında peynirli, zeytinli, kaşarlı, sucuklu, sosisli çeşitlerini görmek mümkün. Unuttuğumuz geleneksel tatlara inat simit, tacını takıp, tahtına oturup, yenilenmiş yüzüyle sarayında bizleri bekliyor.  Bunu geleneksel simidin modern simide geçişi olarak da tanımlayabiliriz. Tadı, yapılışı, susamı değişmese de çeşitleri arttı. Böylece lezzet yelpazesi de genişlemiş oldu.

Muhteşem ikili... Çay nerede simit orada, simit nerede çay orada. Bol susamlı gevrek bir simidin yanına isteğe göre açık ya da tavşankanı çay... “Hangisi hangisine eşlik ediyor acaba?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İkindi vakti çat kapı komşunuza gideceksiniz. Sevdiğini bildiğiniz için köşedeki simitçiden simit aldınız. E ocağa ne konur? Çay! Sabah işe gittiniz. Aceleyle çıkınca kahvaltıya zaman kalmadı. İşte tam işyerinizin önünde bir simitçi can simidi gibi duruyor. Alıp oturdunuz masanıza. Eliniz telefonda. Ne söylüyorsunuz? Çay! Vapurda o güzelim Topkapı Sarayı’nı, Sultanahmet siluetini, Kız Kulesi’nin gizemini seyrederken yediğiniz simidin yanına da en güzel ne gider? Elbette ki çay!  Ya da bir çay bahçesindesiniz. Çayı yudumlarken yanına düşündüğünüz, ilk akla gelen şey nedir? Simit. Onlar ayrılmaz ikilidir çünkü. Çayın lezzeti simitle, simidin tadı çayla çıkar... Simit saraylarındaki kadim dostlukları da bunun ispatı değil mi?

Simidin susamı

Simidi susamsız düşünebilir misiniz? Hayır! Üstelik susam kendi başına bir devlet... Yağ oranı ve enerji değeri çok yüksek. Protein, kalsiyum, magnezyum, potasyum mineralleri ve E, A ve B vitaminleri açısından çok zengin. Vücuda enerji veriyor. Solunum yolu hastalıklarına karşı faydalı... Antioksidan ve kansere karşı koruyucu... Göğsü yumuşatıyor. Yağı safra taşlarının düşürülmesine yardımcı oluyor. Kemik erimesine karşı yararlı... Cilt ve saç bakımında bile kullanılıyor susam yağı. Eh böylesi değerli bir besin simitle buluşunca daha bir güzellik kazanıyor elbet. Hem görüntü, hem lezzet, hem de fayda...

Geleneksel tadımız simit, mütevazı olmasının yanında meşhur bir lezzet aslında. Zaman zaman haber bültenlerinde, gazetelerde rastlıyoruz ona... Başbakan’ın çay eşliğinde simit yemesinden tutun da, Kültür Bakanlığı’nın simit-çay ikilisini Türk kültürünün vazgeçilmez yemeği olarak tanıtma çabaları, fiyatının artmasına duyulan tepkiler, gramajıyla oynandığına dair haberler... İşte tüm bunlar simidin şanına şan katan haberler. Üstelik bu ara ev davetlerinin gözdesi. Hanımlara hitap eden ya da yemek tarifi veren sitelerde simit çeşitleri, pişirme teknikleri, püf noktaları bolca yer alıyor.

Simit, fast food’a karşı

Obezite, dünya ülkelerinin savaş açtığı, birçok hastalığa davetiye çıkaran, çocukları bile tehdit eden büyük sorun günümüzde. Ülkelerin devlet bazında önlem aldıkları bu büyük sıkıntının en önemli nedeni “fast food”. Bu İngilizce ifade sanki kendi dilimizmiş mi gelip kuruldu hayatımıza... “Hızlı yemek” anlamına geliyor. Özellikle yemeğe zaman ayıramayan çalışan kesimin ve gençlerin gözdesi... Ama beraberinde getirdiği kilolar, hem görüntü hem sağlık adına kişiyi, iş gücü kaybı anlamında kurumları, gelecek neslin sağlığı anlamında da devletleri sıkıntıya sokuyor. En büyük nedenlerinden biri ülkemizde değişen yemek alışkanlığı... Çünkü “fast food” dendiğinde akla hamburger ve muadilleri geliyor. Tabii, sonrasındaki kilolar...

“Fast food” bir anlamda da “ayaküstü atıştırma” demek. Sabah okula geç kalanlar, kahvaltı etmeden işe yetişmek zorunda kalanlar, öğle yemeği için fırsatı olmayanlar, akşamüstü açlığını yatıştırmak isteyenler için ideal. Bu anlamda simit, ülkemizin hatta belki de dünyanın ilk ‘fast food’u unvanını elinde tutuyor. Üstelik simit genellikle peynir ile tüketildiğinden yararı da var. İster kaşar peyniri, ister beyaz peynir, isterseniz krem peynirle yeyin; kilo yapmaz. Sağlıklıdır. Susamını yukarıda bol bol anlattım. Çok önemli bir başka özelliği ise kola gibi asitli içeceklere ihtiyaç bırakmaz. Mayonez, ketçap gibi katkı maddelerini barındırmaz. Tok tutar. Belki de bu yüzden kilo aldırmak bir yana, simit diyeti yapılır. Kısaca simit hem lezzetli hem de yararlıdır. Hem de kimse ayaküstü yemeyi kendinin bulduğunu sanmasın. Pek çok güzellik gibi o da bizim.

Vapur yolculuğunda simidimi martılar yedi. Afiyet olsun. Sırada güzel bir simit tarifi var. Sultanahmet’te, Eminönü’nde, Üsküdar’da satılanlar gibi olmaz tabii ama yine de güzel bir tarif:

Malzemeler

1 çay bardağı süt
1 çay bardağı ayçiçek yağı
1 bardak ılık su
1/2 paket yaşmaya
Tuz, şeker
3 bardak kadar un

Üzeri için:

2 kaşık pekmez
1 kaşık sıvıyağ
100 gr kadar susam

Yapılış

Malzemeleri karıştırarak biraz sert bir hamur haline getirin. Un miktarını, hamur biraz sert olacak şekilde ayarlayın.

1 saat kadar mayalandırın. Yumurta büyüklüğünde parçalar koparın ve uzun ince silindirler haline getirin. Sonra onu elinizle burarak ortada birleştirin ve simit şekli verin.

Bir tabakta karıştırdığınız pekmez, su ve yağ karışımına batırın. Çıkarıp her tarafını susama bulayın.

Kâğıt yayılmış -veya yağlanmış- tepsiye aralıklı olarak yerleştirin. Yarım saat daha mayalandırın.

220 derece ısıtılmış fırında iyice kızarana kadar pişirin.

Afiyet olsun...

 

Fatma Beyza Tütüncüoğlu
 
Moral Dünyası

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.