Köroğlu'nun eteklerinde hafta sonu keyfi
- Ayrıntılar
- Kategori: Gezelim ve görelim
- Gösterim: 1398
Hafta sonu turlarımıza yeniden başladık. Yanımızda artık özgürlüğünü ilan eden, devamlı kendi başına yürümek, koşmak, her çiçeği durup sevmek, her hayvanı durup seyretmek isteyen, henüz 1 yaşında olduğunu fark etmeden kendi kararlarını almak isteyen bir birey var. Daha keyifli bir yolculuk oldu bu haftaki gezimiz. Onun gözünden yepyeni bir dünyayı fark ettik.Gidilecek yerler konusunda seçim yaparken çok uzun süreler arabada kalmayı gerektirmeyecek, istediğimiz zaman mola verebileceğimiz, çok sıcak olmayan, küçük bir çocukla kalmaya elverişli yakın yerleri tercih ettik.
Bu yüzden rotamızı Bolu Kartalkaya, varış noktamız olarak ise bir aile işletmesi olarak belirledik. Beş yıldızlı otellerin her daim kalabalıklığı, gürültüsü ve sadece deniz-havuz alternatifi yerine aileler tarafından işletilen bu tür yerler daha huzurlu bir dinlenme ortamı sunuyor. İşte bizim kaldığımız otel de bahçesindeki kedileri, köpekleri, her daim kendisiyle oynamaya razı ablalarıyla kızımız için istediğimiz atmosferi yakalayabilmemizi sağladı.
Köroğlu Dağlarının eteklerinde, taş fırından yeni çıkmış pideler, ev yapımı dağ çilekleri eşliğinde kahvaltı ile başlayan günümüzde ilk hedefimiz Sarıalan Yaylası’na çıkabilmek. Yaklaşık 20 km’lik bir yolu, kuzular ve inekler eşliğinde kat ederek (ve her birinin havladığını sanarak) yaylaya ve biraz ilerdeki göle varıyoruz.
Geçtiğimiz her bir yayla, ulaştığımız her bir su birikintisi ve etrafındaki doğal güzellik aslında İsviçre Alplerini keşfetmek için harcanan çabalardan önce kendi güzelliklerimizin farkına varabilmenin ne kadar da önemli olduğunu hatırlatıyor bize. Dağ havasını soluyup yemek yemek için geri dönüş yolunu tutarken alabalık çiftlikleri çıkıyor karşımıza.
Ancak bizim aklımızda önceden not ettiğimiz bir mekân var. “Yurdaer Mutfak Sanatları Merkezi” Yurdaer Bey, başta babası Haşim Usta’dan olmak üzere genlerinde aşçılığın kodlarını taşıyan biri. Ahilikten süregelen bir eğitim sürecine bizzat şahit olmanın izlerini taşıyor kendisi. Osmanlı mutfağını kendince yeniden yorumladığı menüsündeki lezzetlere farklı bir bakış açısıyla bakmaya başlıyor insan. Kendisiyle yaptığımız yemek sohbeti bir süre sonra felsefi boyutlara taşınıyor ister istemez.
Daha önce denememiz tavsiye edilen kaz seridini biraz da çekinerek ısmarlıyoruz. Etli borani, vişneli yaprak sarma ve cevizli erişte de yerini alıyor masada. Kaz seridi yüzyıllar öncesi akşam vakitleri cemiyet ortamlarını canlı tutmak için beraber yapılan bir yemek. Bir araya gelen eş-dostun bir bölümü eti hazırlarken, diğer kısım yufkaları pişiriyor. Üçgen kesilen yufkalara serilen et ve pilav sarılarak pekmez ile yufkanın yapışması sağlanıyor, en sonunda da dilerseniz şekere batırılarak yeniyor. Muhtemelen yemeğin üstadı olmasa denemeye cesaret edemeyip tek başına et-pilav şeklinde yemeyi tercih edeceğimiz bu yemek pekmez ve şeker ilavesi ile tahmin edemeyeceğimiz kadar lezzetli bir hale geliveriyor. Bu keşiflerimiz en az bizi olduğu kadar yolculuktan acıkan küçük hanımı da memnun ediyor.
zamanus.com