Fıkıh Köşesi

KEFFARETİN MAHİYETİ VE ORUÇ FİDYESİNİN TESBİTİ

Soru: "Akit Gazetesi'ni yayına hazırlayan kardeşlerime dua edeyorum. İslam dinini savunmanın, kor ateşi avuçlamaktan daha zor olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Müslümanları potansiyel suçlu ve mürteci olarak gören zihniyetin, Üniversite'de okuyan bacılarımızın tesettürüne bile tahammül edemediğini görüyoruz. Türkiye'nin Daru'l İslam olduğunu söyleyen hocalarımızın kulakları çınlasın. Bu hocaların; farzların yasaklandığı, haramların teşvik edildiği ve Müslümanların keyfi olarak cezalandırıldığı bir ülkeye daru'l islam demekten vazgeçmeleri gerekir. (..) Zihnime takılan iki meseleyi öğrenmek istiyorum. Bazı kaynaklarda, keffaretin ceza olduğu belirtilmektedir. Farz olan keffaret orucu, aynı zamanda bir ibadet değil midir? Keffaret oruclarının fasılasız olarak eda edilmesi şart mıdır? (..) Diğer mesele de oruc fidyesi ile ilgilidir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın veya görevli müftülerinin açıkladığı fidye ile bir fakirin karnını doyurması mümkün değildir. Fidyenin tesbit edilen miktardan fazla verilmesi caiz midir? Ramazan-ı Şerif orucunu; hastalık sebebiyle eda edemeyen bir Müslümanın, derhal fidye vermesi gerekir mi? Yoksa sıhhatine kavuşacağı zamanı beklemesi ve kaza etmesi mi gerekir? Bu niyetle fidye vermeyen bir hastanın, vasiyette bulunması zaruri midir? Vasiyette bulunmaz ve ölürse, varislerinin fidye vermeleri gerekir mi?"

CEVAP: İnsanlık tarihinin konusu; Allahü Teala'ya (cc) teslim olan mü'minler ile hevalarını ilah edinen müstekbirler arasındaki mücadeledir. Kıyamete kadar, velayet ve beraet hukukunun hükümleri geçerlidir. Ahirete iman eden ve hesap gününe hazırlanan mü'minler; farzları yasaklayan ve haramları teşvik eden zorbalara, asla boyun eğemezler. Bu tesbitten sonra, keffaret ile ilgili sualinize geçebiliriz. Muayyen bazı fiilleri irtikap eden Müslümanların; günahlarının örtülmesi için, nass ile konulan hükümlere keffaret denilmiştir. Keffaret için tutulan oruçlarda; hem ibadet, hem ceza keyfiyeti vardır. İmam-ı Merginani; "keffaret bir ibadettir" hükmünü beyan etmiş ve kafirlerin keffarete ehil olmadıkların belirtmiştir. (1) Keffaret; bazı fiilleri işleyen mü'min için, ceza keyfiyetine de haizdir. Molla Hüsrev: "Keffaret; ukubat ile ibadet arasında döner" (2) diyerek, bu inceliği ifade etmiştir.
Beş çeşit keffaret vardır: A) Orucu kasden ve teammüden bozmanın keffareti. B) Hataen bir mü'mini öldürmenin keffareti. C) Zıhar keffareti. D) Yemin keffareti. E) Hacc ibadeti esnasında ve ihramlı iken işlenen cürümün keffaretidir. (3) Bunlardan ilk dördünde; oruç ibadetini eda ederken, tetebu'ya (arka arkaya) riayet edilmesi zaruridir. Hac ibadeti esnasında; gerek ihramlı iken (zamansız) traş olmak, gerek avlanmak gibi cürümler sebebiyle farz olan orucun edasında, tetabuya riayet şart değildir.
Diğer meseleye gelince: Oruç tutmaya gücü yetmeyen (aciz olan) kimselerin fidye vermeleri zaruridir. (4) Zira Kur'an-ı Kerim'de: "(Oruç tutmaya) Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lazımdır. Bununla beraber kim gönül isteği (arzusu) ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır" (El Bakara Suresi: 184) hükmü beyan buyurulmuştur. Yaşlı olan veya hastalıktan kurtulamayacağını (Aczinin devam edeceğini) bilen mükellefin, bizzat kendisinin fidye vermesi gerekir. İmam-ı Merginani: "Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar (şeyh-i fani vasfına haiz kimseler) iftar ederler ve her günün orucuna bedel olmak üzere bir fakiri sabahlı-akşamlı doyuracak nisbette fidye verirler" (5) diyerek, bu inceliğe işaret etmiştir. Malum olduğu üzere fidye; buğday, arpa, hurma ve üzüm gibi yiyecek maddeleri esas alınarak hesaplanır ve her yıl miktarı değişir. Miktarı buğday'dan yarım sa' (1,667 kg.), arpa, hurma ve üzümden bir sa'(3,334 kg)'dır. Bunların bizzat kendileri verilebileceği gibi, bedelleri de verilebilir. Fidye veren mü'min: bununla fakir bir kardeşinin (sahur ve iftar vakitlerinde) doyacağına kâni olmalıdır. Eğer açıklanan fidye miktarı ile bunun gerçekleşmeyeceğine inanıyorsa, gönlünün arzu ettiği kadar fazla verebilir. Bu onun için çok daha hayırlıdır. Hastalık gibi bir özürle; Ramazan-ı Şerif orucunu eda edemeyen mükellefin, derhal fidye vermesi gerekmez. Zira acizlik durumunun ortadan kalkması ve kaza etmesi ihtimali vardır. Ancak kaza edemediği zaman, fidyeyi vasiyet etmesi zaruridir. Eğer ölen kimse; "Oruç fidyesini" vasiyyet etti ise, varislerinin fidye vermeleri vaciptir. İhmal etmeleri, ağır bir cürümdür. Bu durumda olan bir kimse; vasiyet etmemiş olsa dahi, varislerinin teberruda bulunarak fidyeyi ödemeleri caizdir. (6) Meselenin özü budur, Birbirimize dua edelim.

(1) İmam-ı Merginani - El Hidaye - Kahire: 1965, C: 2, Sh: 75.
(2) Molla Hüsrev - Düreru'l Hükkam - İst: 1307 C: 1, Sh: 393.
(3) İmam-ı Kasani - El Bedaiu's Senai - Beyrut: 1974, C: 5, Sh: 95.
(4) İbn-i Hümam - Fethu'l Kadir - Beyrut : 1315 D. Sadr Mtb. C: 2, Sh: 72-73. Ayrıca Şeyh Nizamüddin ve heyet - El Fetev-ı Hindiyye - Beyrut: 1400, C: 1, Sh: 207.
(5) İmam-ı Merginani - A.g.e. C:1, Sh:127.
(6) Molla Hüsrev - A.g.e. C: 1, Sh: 20

X (Twitter) sayfamız!

X (Twitter) adresimizi takip ederek, her türlü ilmi bilgilendirmeden istifade edebilirsiniz.

Günün Sözü

"“Kadın üzerinde hakkı en büyük olan kocasıdır. Kişi üzerinde hakkı en çok olan anasıdır.” (Hadîs-i Şerif—Muhtâru’l-Ehâdis)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.