Feteva-i Hindiye

Vekalet

KİTÂBÜ'L-VEKÂLET.

(VEKÂLETLER)

1- VEKÂLETİN MANASI, ŞER'Î AÇIKLAMASI RÜKNÜ, ŞARTI, VEKÂLET İFÂDE EDEN LAFIZLAR,VEKÂLETİN HÜKMÜ, SIFATI VE BUNLARLA İLGİLİ MES'ELELER  

Vekâletin Şeri Manası

Vekâletin Rüknü.

Vekâletin Şartları

Zimmînin Vekâleti

Yetim İçin Vekil

Hakku'llah.

Hakku'l-Abd.

Vekâlet İfâde Eden Lafızlar

Vekâletin Hükmü.

Vekâletin Sıfatı

Bununla İlgili Bazı Mes'eleler

Vekâlet İsbat, Ona Şahit Gösterme Ve Bununla İlgîli Mes'eleler

2- SATIN ALMA HUSUSUNDA TEVKİL.

Muayyen Olmayan Bir Şeyi Satın Alma Hususunda Tevkil Ve Vekille Müvekkil Arasındaki İhtilaf

3- BEY'A (= SATIŞA) VEKÂLET.

Hîbe Hususunda Vekil Tayini

4- İCÂRE VE DİĞERLERİ HAKKINDA VEKÂLET.

1- İcar, İsti'car, Ziraat Ve Ziraî Muameleler Hakkındaki Vekâlet

2- Müdâribin Ve Ortağın Vekil Tayin Edilmesi

3- Sermâye.

5- REHİN HAKKINDA VEKALET.

6- NİKÂH, TALÂK VE HULÛ' GİBİ MES'ELELERDE VEKÂLET.

1- Nikâhta Vekâlet

2- Talâk Ve Hulû'da Vekâlet

7- DÂVA, SULH VE BENZERİ MES'ELELERDE VEKÂLET.

Dâva Vekilinin Hükümleri

Borç Alıp-Vermede Vekil Tayin Etmenin Hükümleri

Alacağın Elçi Île Tahsil Edilmesi

Borç Ödemeye Vekâlet

Muayyen Bir Şeyi Almaya Tevkil

Sulha Vekâlet

8- İKİ KİŞİYİ VEKİL TAYİN ETMEK..

9- VEKİLİ, VEKÂLETTEN ÇIKARMAK..

Vekâletten Azil Ve Diğer Hususlar Hakkında Değişik Mes'eleler

10- VEKÂLETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER.


KİTÂBÜ'L-VEKÂLET
 
(VEKÂLETLER)
 

1- VEKÂLETİN MANASI, ŞER'Î AÇIKLAMASI RÜKNÜ, ŞARTI, VEKÂLET İFÂDE EDEN LAFIZLAR,VEKÂLETİN HÜKMÜ, SIFATI VE BUNLARLA İLGİLİ MES'ELELER
 
Vekâletin Şeri Manası
 

Vekâlet: Bir kimsenin, başka bir kimseyi, kendi yerine koyması ve tasarruflarını belirlemesidir.

Eğer, vekilin tasarrufatı (= yapacağı işler, tasarrufları) belirlenmiş olmazsa, bu vekilin tasarrufatı, en basit işler olarak sabit olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Seni, malım için vekil ettim." derse, bu durumda, bu sözle, o şahıs, sadece, müvekkilinin malına vekil olmuş olur. Nihâye'de de böyledir. [1]

 

Vekâletin Rüknü
 

Vekâletin rüknü: Kendisi ile vekaletin sabit olduğu lafızdır. "Seni, şu köleyi satmaya (veya almaya) vekil ettim." demek gibi...

Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

İstihsanen— vekilin vekaleti kabul etmesi, vekaletin sıhhatinin şartlarından değildir.

Fakat vekil vekaleti reddederse; o vekalet reddedilmiş sayılır. Bunu, İmâm Muhammed (R.A.), el-Asi'da zikretmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet: "İstersen kabul eyle." der de o da, susar ve satış da yaparsa caiz olur.

Şayet: "Hayır, kabul etmem." derse batıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğer birini kadın boşamaya vekil etse; o da bundan kaçınıp kabul etmese, sonra da boşasa talak vaki olmaz.

Eğer reddetmez; sarahaten (= açıkça) da kabuletmez fakat kadını boşarsa; istihsanen talak vaki olur. Onun ikdamı (= azmi) talakın veka­letini kabul ettiğine delalettir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, gaib birisini vekil yapar; bir şahıs da, ona onun vekale­tini, haber verirse, bu vekalet sahih olur.

Haber veren ister adil oslun; isterse, fasık olsun müsavidir. Çünkü o elçilik yoluyla haber vermiştir. Vekil, ya onu tasdik eder (= inanır); veya tekzib eyler (= yalanlar) Zehıyre'de de böyledir. [2]

 

Vekâletin Şartları
 

Vekaletin çeşitli şartları vardır:

1) Bu şartlardan birisi, vekilin, vekil olduğu şeyi, yapabilecek güçte olmasıdır.

Delinin ve aklı yetmeyen sabinin (= çocuğun) vekil tayin edilmesi, sahih olmaz.

2) Vekâletin şartlarındandır. Sabinin (Çocuğun) bizzat kendisinin yapamayacağı bir şeye aklı yetse bile (talak ıtak, hibe, sadaka (= zekat) ve benzeri şeylere; tasarrufatı zararlı olacağından) vekaleti sahih olmaz.

Nafile (= fazla) olan şeylerde ise, (hibeyi ve sadakayı kabul gibi) velisinin izni olmasa bile, vekaleti sahih olur.

Fakat, tasarrufatı zararla fayda arasında olursa; (alım-satım, icare gibi...) eğer bunları yapmaya izinli ise, onu vekil /apmak, sahih olur.

Eğer bunları yapmaktan men edilmiş ise, vekalet sözleşmesi bekle­tilir.

Eğer velisi (ticaret gibi...) izin verirse, (kendisi gibi) o zaman yine vekaleti sahih olur. Bedâi"de de böyledir.

Bîr kimse, bir yetime, vasisini vekil tayin ederse, vekaleti caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Cinnet getiren mecnun (= deli) bazan deli bazan akıllı olur ve cinneti halinde vekil tayin edilirse, vekaleti, ifakatı halinde de sahih olmaz. Eğer ifakatı halinde vekil tayin edilirse, caiz olur. Bu, ifakatı malum olanlar içindir. Hatta bu ifakatı yakînen biliniyorsa böyledir.

Fakat ifakatınin zamanı belirli değilse; vekaleti caiz olmaz. Bunaklığı fazla olan bir kimse, bir şeyi almak veya satmak için vekil tayin edilirse; bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir köleyi vekil tayin etmek de caiz değildir. Bedâi"de de böyledir.

İzin verilmiş mükatebi ve izinli köleyi vekil yapmak caizdir. Fakat, izinli bir köleyi, kadın nikahlamak veya köleyi, mükateb etmek için vekil tayini caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Efendisinin izin vermiş bulunduğu bir köleyi, alım-satım ve başka bir şey için, başka bir şahsın vekil yapması caiz değildir. Eğer başka bir şahıs, böyle bir köleyi vekil tayin ederse; onun yaptığı kardan, efendi­sinin de başksının da yemesi caiz olmaz. Şayet, böyle bir köleyi, başka bir şahıs vekil tayin eder, o köle de borçlu olmazsa, vekaleti caiz; borçlu ise, vekaleti caiz değildir. Havî'de de böyledir.

Bir köleyi, dava için vekil yapmak caiz değildir. Dava ister yara­lama, ister anlaşma olsun, fark etmez. Çünkü davacı, bu şeylerde, onun efendisinin davaya izni olmaksızın, kazancından bir şey iddia edemez. Me'zun mükâteb ve Me'zun babında, Mebsût'ta böyle zikredilmiştir.

İki şahsın, iki kölesi olur; bunlardan birisi, ortağının hissesi bakımından izinli olmazsa; onu da mükateb kılar ve alım-satım, veya dava için vekil tayin ederse; mükatep tayin eden şahsın, hissesine

ortaklığı sahih olur.

Sonra da, efendisi ona izin verirse, bütün ortaklığa vekaleti istih­sanen caiz olur.

Eğer, her iki efendinin de mükatebi ise onu da bir şey için birisi vekil tayin etmiş; sonra da diğerinin nasibinden aciz olursa; her ikisi için de nasibi caiz olur. Hafvî'de de böyledir.

Mükâteb, eğer iki efendinin malı olur ve bunlardan birisi diğerin de olan alacağını almaya, bu mükatebi vekil tayin etmiş olsa; veya başkasında bulunan alacağını almaya vekil tayin etse veya alıma-satıma vekil tayin etse; —bu alım-satım ister, diğer efendisinden olsun ister başkasından olsun—, işte bu vekalet caizdir.

Keza, bu efendilerden birisi, bu mükatebi, diğerinin kölesini satın almaya veya başkasından almaya-satmaya yahut başkasının davasına bakmaya, vekil tayin ederse, ister diğerinin davası olsun, ister başkasının davası olsun— bu vekalet de caizdir.

Keza şayet dava kendisi ile efendisi arasında olsa bile, yine bu vekalet caiz olur.

Bunlardan birinin oğluda onu, alıma-satıma vekil tayin etse,, bu vekalet diğer yabancılara karşı caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Mürtedi vekil etmek hususunda, durup beklenilir.

Eğer, bu mürted müslüman olursa, vekaleti geçerlidir. Değilse geçerli olmaz.

Şayet öldürülür veya ölür yahut dar-i harbe gidip iltihak ederse; İmâm Ebû Hanıfe (R.A.)'ye göre vekaleti geçersiz olur. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.

Şayet dar-i harbe gider; sonra da müslüman olur ve şayet hakim, onun dar-i harbe iltihakına hükmetmiş bulunursa, vekaletten düşer.

Eğer hakim, tekrar onun vekaletine hükmederse, vekaleti geçerli olur. Havi'de de böyledir.

Dar-i harbde olan bir mürted, onun malından bir şey satın almak için, "vekil tayin edilir, o mal da islam diyarında olursa, bu vekalet caiz olmaz. Çünkü, onun dar-i islâmdan dar-i harbe gitmesi mülkünden onu uzaklaştırmışür. Mebsût'ta da böyledir.

İrtidat eden kadını vekil yapmak, —mülkünde itibarı olmadığı için— onu bu hususta tayin bi'1-ittifak caizdir. O, bu durumda müslüme gibidir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Keza, eğer vekil tayini, mürtet olmadan önce ise, irtidatından sonra da vekaletine itibar edilir.

Bu; yalnız kendi mülkündedir.

Ancak bu kadını nikahlamak yoktur. Çünkü, mürteddenin nikahı caiz değildir; batıldır.

Hatta, bir vekil onu irtidadı halinde nikahlarsa; o kadın yeniden müslüman olana kadar caiz olmaz; İslamı kabul edince, nikahı da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, onu, bir kadın nikahlama hususunda, vekil eder; o da, o zaman müslüman olur; sonra irtidad eder; sonra da tekrar müslüman olur ve nikâh yaparsa; yaptığı nikah caiz olmaz. Çünkü, irtidadı, onu vekaletten düşürmüştür. Bedâi' ve Havî'de de böyledir. [3]

 

Zimmînin Vekâleti
 

Bir müslümanı vekil yapmak caiz olduğu gibi, bir zimmiyi vekil yapmak da caizdir.

Zimminin hakları da; bizim hakkımız gibi, masumdur. Ve mer'idir. (= geçerlidir). Havi ve Bedfii"de de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümanı vekil yapar; hakim de jçki hakkında başka bir zimmîye karşı, hükmederse müslümanın onu alması mek­ruhtur. Eğer alırsa, talebden berî olur. Havî'de de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümanı; bir zimmînin yanına, içkiyi, rehin koymak veya ondan içki almak hakkında vekil yaptığında, eğer vekili, bir elçi olarak yollamışsa; bu sahih olur.

Eğer: "Borç ver." demişse; o, rehin olmaz. Mebsût'ta şöyle zikre­dilmiştir:

Vekâlet de, rehin gibidir, (yani rehinde vekalet vardır.)

Bir baba, küçük bir oğluna, bir adamın, bir şey alması ve onun davasına bakması hususunda vekil yaparsa; bu caizdir. Babasının vasisi de baba gibidir; sâbî için birisini vekil yapabilir. Muhıyt'te de böyledir. [4]

 

Yetim İçin Vekil
 

Yetim İçin, vekil tayini caizdir. Kendi nefsi için her ne yapabile-cekse, vekil onu yetim içinde yapar. Siraciyye'de de böyledir.

Eğer yetim için bir vasi varsa; o vasi, her hususta yetim için vekil tutar. Ve her vekil, müvekkili yerine vekil olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Ancak, bu veka­letten adetli eşyalar hariçtir. Mebsût'ta da böyledir.

3) Vekaletin şartlarından biri de vekile müracaat etmektir. Ancak, bunun için vekilin aklının başında olması gerekir. Mecnunun ve aklı yetmeyen çocuğun vekaleti caiz değildir. Fakat buluğa erişmiş kişinin hür olması şart değildir. Vekaletin sıhhati için, bunlar da vekil olurlar. Bunlar,   ticarete  me'zun  olsalar  da,   olmasalar  da  vekaletleri, şahindir. Bedâi'de de böyledir.

Bir sabi veya köle, bir köleyi azat etmeye vekil olsalar; —ister malı olsun ister başkasının irialı olsun; isterse, kitabeti olsun— bu caizdir.

Bu, Mebsut'un Vekâlet, Kitabet ve Itk babında zikredilmiştir.

Bir vekilin aklı, içtiği nebiz (= şerbet) sebebiyle, karışık olur; fakat ahm-satımı, alma ve vermeyi bilirse, işte bu şahıs, vekalet üzeredir. Eğer, akıl, karışıklığı bene sebebiyle olursa, vekaleti caiz olmaz,Çünkü c bunaklık verir. Hızânetü'l-Müftm'de de böyledir.

Vekil tayininde, —hilafsız— bilgi şarttır. İster vekalet ilmini bilsin; isterse muamelat ilmini bilsin fark etmez.

Hatta bir adam, bir köle satmaya, birini vekil eylese, vekil de onu sattığı adamı bilmeden, satsa; satın alan da onun vekil olduğunu bil­mese; müvekkili izin vermedikçe, bu ahm-satım caiz olmaz. Vekil, bunu sonradan öğrenmiş olsa bile böyledir.

Fakat vekalette tayin ilmini bilmesi gerekli midir, değil midir?

Evet şarttır. Ziyâdat'ta böyle yazılmıştır. Vekalete gelince işte o şart değildir. Bedâi' 'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bu elbisemi filana götür de satsın." veya: Filana git; benim bu elbisemi sana satsın." dese işte bu caizdir. Ve, bu o adamın, o elbiseyi satmasına bir izindir.

Şayet muhatab, mal sahibinin ne dediğini bilirse; satışında, bir rivayet vardır.

Eğer bilmezse; iki rivayet vardır. Şayet mal sahibi müvekkil: "Git bu elbiseyi temizlikçiye ver; temizlesin" veya: "Terziye götür; bir gömlek diksin." derse; bu, temizleyici ve terzi için izindir. Me'mur böyle hareket eder ve yaptığı işten dolayı tazminat gerekmez.

Bu Mebsût'un caiz olmayan vekaletler babı'nda zikredilmiştir.

Aslın vekaletinde, kölesine:"Filana git; seni azad eylesin." veya "Seni mükateb yapsın." deyince, o adam da o köleyi azad ederse, işte bu caiz olur, ve, o filan vekil olmuş sayılır. Onun ıtak'ı (= azad etmesi)   de geçerlidir.   İster  bilsin,  ister.se  bilmesin  fark  etmez.   Zehiyre'de  de böyledir.                                                                                   

Keza bir adam karısına: "Filana git; seni boşasın" der; o da onu boşarsa bilmese  bile  talak  vaki  olur.   Serahsî'nin  Mumytıînde  de böyledir.

Vekilin,  vekaletini bilmesi şarttır.  Ve onun vekaletiyle amel olunur.   Hatta,  bir  adam,  bir  başkasını,   "kölesini  satmak"  veya "karısını boşamak" üzere vekil yapsa; o adam da, vekil olduğunu bil: meşe ve kadını boşasa veya bir şeyini satsa; satışı da kadını boşayışı da batıldır. (= geçersizdir.)

Bunu, İmâm Muhammed (R.A.) Cami'i Sağîr'de söylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, onun bilgisi olmadan tevkii ederse; o şahıs vekil olmuş sayılmaz. Muhtar olan kavil budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Müslüman ve islam diyarında bulunan bir şahıs dar-i harbde olan bir harbiyi vekil yapsa; bu vekalet batıldır.

Keza dar-i harbdeki bir harbî, dar-i islamda olan bir müslümanı Harbî birisi, bir müslümanı veya zimmîyi yahut bir harbiyi borç alıp vermede —dar-i islamda— vekil yapar; buna karşı da, islam ehlinden bir şahit bulunur; bu vekili de dar-i harbe çıkarsa, vekaleti bozulur.

Keza, alım-satım hakkında veya bir emanet almaya yahut benzeri, bir şeye vekil yapar ve bu vekil de dar-i harbe giderse; vekaleti bozulur.

Bir kimse, bir müslümanı veya güven altında olan ver dar-i islamda bulunan bir zimmiyi davası veya alim-satımı yahut başka bir işi için vekil tayin etse, bu caiz olur. Şayet o vekil, dar-i harbe iltihak ederse; vekaleti batıl olur. Havî'de de böyledir.

Mürtedin vekaleti caizdir.

Şöyleki: Bir müslüman, bir mürtedi vekil yaptığında, eğer onu vekil yaptığı vakit, o adam müslüman idi de, sonradan mürted olduysa; işte o vekaleti üzerinedir.

Ancak, mürted dar-i harbe iltihak ederse;' vekaletten düşer. Bedâi*'de de böyledir.

İbnü Semâa'mn Nevâdir'inde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu zikredilmiştir:

Mudarib, bir köle satarak, yerine bir adamdan mudarebe malı satın alsa ve müşteri, mal sahibini, o malı teslim almaya vekil eylese; bu caiz olmaz.

Keza müşteri, satıcının ortağını, onu teslim almaya vekil etse; o da müfaveda ortağı olsa; yine bu vekalet caiz olmaz.

Veya inan ortağını vekil yapsa; bunlar ortak oldukları için, vekalet yine caiz olmaz.

İmâm şöyle buyurmuştur: Nerede kölenin satımına izin verilirse, onun müşterisi, onun teslim alınması için, vekil yapılmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir müste'men diğer bir müste'meni davası hakkında vekil yapsa; sonra da vekil yapan dar-i harbe gittiği halde, vekil dar-i islam da kalsa, bu davaya bakabilir. Eğer vekil, harbî için hak iddiasında bulunursa husûmeti (= davası) kabul olunur.

Eğer harbî olan, davalı ise kıyasda o dar-i harbe dahil olunca vekalet kesilir. Biz, bunu alırız. Çünkü davadan maksud hükümdür ve hakim için de ehl-i harbi ilzam yoktur. Şayet müste'men şahıs, bir zimmîyi bir alım-satım hakkında veya karşılıklı borç alıp vermekte —ancak, davanın dışında— vekil tayin eder; sonra da dar-i harbe iltihak ederse; bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

4) Vekâletin Şartlarından birisi de müvekkelün bih'e müracaat etmektir.

1) Hakku'Uah (= Allahu Tealanın hakkı)

2)Hakku'l-abd( = kulların hakkı) [5]

 

Hakku'llah
 

Allahu Teala'nm hakları da iki nevidir:

1) Bunlardan birisinde, dava ve hakimin hükmü şarttır. Kazf haddi (yani iffetli bir kadına zina isnad etmek cezası) ve sirgat (= hırsızlık ) haddi gibi...

Bu nevide, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, vekil yapmak caizdir.

Vekaletin sabit olmasında vekil yapanın hazır veya gaib olması mü­savidir. Ve tazin isteği de caizdir. Bu vekil, yapılan huzurda ise böyle olur. Şayet huzurda yoksa, caiz olmaz.

2) Hukukullahm ikincj nevinde, dava şart değildir: Zina haddi içki haddi gibi...

Bu  nevide  isbatmda  vekil  tayini  caiz  değildir.   İstifasında  da böyledir.

Hilaf, ancak haddin sübutundadır. Fakat malın sırkatta isbatına gelince, vekil tayini bi'1-icma makbuldür. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir. [6]

 

Hakku'l-Abd
 

Kul haklarına gelince, o da iki nevidir:

Birinci nevi: Kısas gibi... Şüphe ile olan da^ hak almak caiz değildir. İsbat edilip şüphe kalmayınca, vekil tayini İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve imâm Muhammed (R.A.)'e göre caizdir.

Fakat, kısas hakkını almakda, vekil tayini —şayet müvekkil veli ve hazır olursa— caiz olur. Eğer gaib olursa; caiz olmaz.

İkinci Nevi'de ise, şüphe ile de olsa hakkını almak caizdir. Borç ve bizzat olan ayrılar ve diğer haklar gibi...

Bunlar da vekil ta'yini, borcun, aynın ve sair hakların, —kısas hariç— isbatı halinde, hasmın O davalının rızasıyla), dava içinde caizdir. Bunda hilaf yoktur.

Keza, isbat halinde, ta'zir için de vekil tayin etmek caizdir, Bu da bi'I-ittifaktır.

Vekil için hak almak, müvekkili hazır olsun veya olmasın müsa­vidir. Bedâî'de de böyledir.

Alım-satımlarda,  yiyim-içimlerde,  icare ve nikahda, talak ve ıtakda; hulû' ve sulhda,emanet ve ariyette, bağış ve sadakada, verme ve almada, borç verme ve borç almada rehin verip —rehin almada,— bun­ların tamamında tevkil (=  vekil tayin etme) caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Mubah olan şeylerde (odun kestirmek, ot biçtirmek, su istemek, maden çıkartmak gibi şeylerde) vekalet sahih değildir. Böyle şeylerde /ekalet yoktur. Bunlar asîle ait işlerdendir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da jöyledir.

Borç istemekde de, vekil tayini sahih olmaz. Müvekkil için, istikraz hususunda mülk sabit olmaz.

Vekil için, borç istemek yoktur. O helak olursa, kendisine aîd olur ve kendi malından ödeme yapar. Kâfi'de de böyledir.

Şüf a talebi, kusurundan dolayı bir şeyi reddetmek taksim yapma, bağış istemek hususlarında, vekil tayini caizdir. Bedâi"de de böyledir.

Hibeden dönmek hususunda vekil tayini yoktur.

Emaneti, emanet bırakılandan almada da, ariyeti ariyet alandan istemekte, üzeninde borç alandan borcu istemekte, mürtehinden rehni almakda, vekillik yoktur. Bu, vekalet mülkten iltimas için olursa böyledir

Bir kimse böyle Jbir adamı borcuna mukabil bir köleyi rehin bırakmaya vekil etse veya emanet bırakmaya; ariyet koymaya veya hîbe etmeye vekil etse, bu hallerde müvekkiline izafe edilir; kendi nefsine

izafe edilmez.

Ve "gerçekten zeyd senin köleni; senin için bağışlamak veya rehin bırakmak veya emanet bırakmak istedi" denilir. Şayet kendi nefsine izafe ederse, o zaman: "Benim için, bağışla veya ariyet yap veya borç ver." der. Bu hallerde, tamamı vekil için olmuş olur; vekil tayini eden için olmaz. Siracü'l-Vehnâc'da da böyledir. [7]

 

Vekâlet İfâde Eden Lafızlar
 

Vekâlet elfazı (— sözleri) şunlardır: Bunlar gerçekten, vekalete ıtlak olunur. Bir kimsenin vekiline: "Seni vekil eyledim." veya "Veka­letini  sevdim.";   "...Razi  oldum.";   "...istedim."   "...arzu  ettim." demesi gibi...

Şayet müvekkil seni kan boşamakdan men etmiyorum." derse; bu vekil tayini olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer: "Bana muvafakat et." der ve emrederse; işte bu vekil tayini olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başkasına: "Sana kölemi satmaya izin verdim." dese, şahıs muhatabını vekil yapmış olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir   adam,   başkasına:    "Sen   benim    alacağımı      almakta vekilimsin." derse, o şahıs vekil olur.

Keza: "Sen benim hürriyetimdesin." veya yine: "Sen, benim hayatımda vasimsin." derse; onu vekil yapmış olur. Şayet: "Sen, benim vasimsin" derse; muhatabı vekil tayin edilmiş sayılmaz.

Eğer: "Sen, benim herşeyimde vekilimsin." derse; o şahıs, yalnız malını muhafazada vekili olur; başka işlerinde vekili olamaz. Sahih olanı budur.

Keza, şayet: "Sqn benim az veya çok her şeyde vekilimsin." derse yine o şahıs, malım muhafazada vekili olmuş olur.

Şayet: "Sen, benim her şeyimde vekilimsin." der ve "Emrin caizdir." derse, o takdirde, bütün işlerinde vekili olur. (Alım-satım, hibe ve sadaka gibi..) Köle azad etmek, talak ve vakıfta ihtilaf edilmiştir. Bazıları: "Buna sahib olamaz." dediler.

Ancak önceki sözünde buna delalet (= işaret) varsa, bu vekâlet caiz olur. Bu görüşü, Fakiyh Ebû'1-Leys kabul etmiştir... Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Seni bütün işlerimde vekil yaptım." der; o da ona:  "Karını boşadım." veya "Bütün malını vakfettim." derse; esahh olan bunun caiz olmamasıdır.

Eğer onun malını, emlakinin tamiri için; veya ehlü lyalının masraf­larına sarf ederse, ona müracaat edebilir mi?

"Uygun olan, müracaat etmesidir." denilmiştir. Çünkü, vekil mü­vekkilin faydasına harcama yapmıştır. Ve, Mı vekilin müvekkiline: "Bunu, senin için yaptım." demesi caizdir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Seni, bütün işlerime vekil eyledim." ve: "Seni yerime oturttum." derse, bu umumi bir vekalet olmaz.

Şayet: "Seni, vekaleti caiz olan bütün işlerime vekil eyledim." derse; vekaleti umumileşmiş olur. Alım-satımı ve nikahları kapsamı içine alır. Eğer vekalet umumi olmazsa, bakılır: Adamın işine, sanatı muha-lifse vekaleti batıldır. Eğer.adam tüccar ve ticareti ile tanınmış ise; veka­leti ticaretle ilgili olmuş olur.

Bir adamın bir kölesi olur ve başka birine: "Benim köleme ne yaptın?" der o da: "Tamamını azad eyledim." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hükümdar, bir adama cebr ederek, onu, bir başkasının karısını boşamaya vekil eder; zorlanan adam da başka birisine bunu söyleyerek: "Sen, benim vekilinsin." der; o vekil de, adamın karısını boşarsa; kocası: "Ben, karımın boşanmasını istemedim." dese bile, o adamın boşadığı kadın, boş olu:.

Şu mes'ele, buna muhaliftir: Şayet bidayeten: Sen, benim veki-limsin." der ve kocası da: "Ben, onu boşamak istemedim." derse, karısı boş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam karısına: "Seni vekil yaptım; her ne istersen onu yap." der; kadın da: "Eğer, sen beni vekil yaptınsa; ben de kendimi senin elinden üç talak azad eyledim." der; kocası da:"Ben seni vekiî etmekle bunu murad eyledim." derse; eğer daha önce talak sözünden bahsedil-memişse, kadının sözüne itibar edilmez. Yeminle birlikte kocanın sözü geçerli olur.

Ve eğer, daha önce talakdan bahsedilmişse, bu durumda —kadın kendisine mücamaat yapılmış karısıysa ric'î olarak bir talak vaki olur.

Alimler, şöyle buyurmuşlardır:

Önceden talakdan bahsedilmiş olmasa bile, bir talak vaki olur. Onun "üç talak demesi" bunun delilidir. Bu kavil, İmâmeyn'in kavline göre bir cevabdır.

Fakat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, önce talakdan söz edilmemişse, bir şey vaki olmaz.

Ve eğer, önceden talakdan söz edilmişse, üç talak vaki olur. Umumi görüş de, bunun üzerinedir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, yabancı bir kadanı: "Kocanla mal mukabili boşanma yaparmısın? " dese; o da: "Sen bilirsin." dese; veya: "Sen, filan ile evlenmek ister misin?" veya "Senin eşyalarını satayım mı?" deyince, kadın da cevaben:  "Sen .bilirsin." dese; işte kadının bu sözü; mal mukabili boşamaya, nikah yapmaya ve eşyasını satmaya, o adamı vekil yapmış olması demektir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, başka birisine: "Şu malı al." der; diğeri de: "Nasıl görürsen, öyle yaparım." derse; bu bir vekalet olmaz.

Şayet: "Uygun gördüğün her işi yaparım." derse; işte bu bir vekalet olur. Kerderî'nin VecizFnde de böyledir.

Bir kadın öfkeli halinde, kocasına: "Yapılmayacağı yaparım." der; kocası da: "O mümkün değildir." karşılığını verir, kadın ise: "Eğer yaparsam (ne olur?" deyince, kocası: "İcazetini veririm." der ve kadın da: "Kendimi üç talak boşadım." derse; bu durumda talak vaki olmaz. Çünkü koca, bununla örfen talak murat etmiş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birisine: "Bin dirheme, bir cariye satın al." veya: "Cariye satın al." derse; bu sözle vekil tayin etmiş olmaz.

Bu, bir meşveret olur.

Şayet: "Bin dirheme bir cariye satın al; satın alışına karşılık, sana bir dirhem vardır." derse; işte bu takdirde o adam vekil edilmiş sayılır ve vekil içinde ecr-i misil vardır. Dirhemden fazla olmaz.

Bir adam, borçlusuna: "Sende olan alacağım karşılığında, bana bir cariye satın al." dese; bu vekalet sahih olmaz.

Bu, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Şayet: "Sende olan malımla, ban bir cariye satın al. O da filan cariye (veya filanın cariyesi) olsun" derse; bütün alimlere göre; bu durumda vekalet sahih olur.

Keza: "Sende olan malımı bana teslim et." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre vekalet sahih olmaz.

Şayet: "Sendeki malımı filana teslim et." derse; bütün alimlerimize göre, bu vekalet sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, başka birine: "Eğer şu kölemi satmazsan, karım boş olsun."   derse;   bu   durumda  satış   hakkında,   vekaleti   sahih   olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birisine: "Seni, şuna musallat eyledim." derse; bu "seni, şuna vekil eyledim." demek gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Malımdan faydalandırma hususunda işimi sana  ısmarlıyorum."   veya   "Alacaklarımın  işini   sana  havale ediyorum."; "Hayvanlarımın işini, sana havale ediyorum."; "Mülkü­mün işini, sana ısmarlıyorum." (onları otlatma, besleme, bakma gibi...) keza "Karımıln talakj  işini, sana havale ediyorum." der ve böylece mecliste kısa keserse; bu vekalet olmaz.

Şayet,  iktısar  etmez  de:   "Seni  temlik  eyledim. (= İstediğini yaparsın." derse, bu vekalet sahih olur. Bahru'r-Raik'ta da böyledir. [8]

 

Vekâletin Hükmü
 

1) Vekil, —vekil olduğu hususta— müvekkilin yerine geçer. Vekil, vekili olduğu şeyi, yapmaya zorlanamaz.

Ancak, emaneti vermede cebredilir. Şöyle ki: "Müvekkil şu elbi­seyi, filana ver." der; vekil bunu kabul eder ve emreden gaib olursa; kendisine verilmesi emredilen şahıs, vekile o elbiseyi vermesini icbar eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir,

Bir kimse diğer bir şahsı, kölesini azad eylemeye vekil eder; o da bu vekaleti kabul ettikten sonra dönüp vaz geçerse, o vekil olması için cebredilmez. Havî'de de böyledir.

2)  Vekil, —kendisine bu hususta izin verilmemişse— bir başkasını vekil edemez. Tahavî Şerhi'nde de böyledir.

Bir kimse diğer birini, davasına vekil tayin ettiğinde ona:"Ne yaparsan, işte o caizdir." der; o vekil de, başka birini vekil ederse, onun vekaleti de cazi olur.

İkinci vekil, birinci şahsın vekili olmuş sayılır; ikincinin şahsın (yani ilk vekilin) vekili sayılmaz.

Bu durumda birinci vekil ölür veya azledilir; delırir; irtidad ederek dar-i harbe iltihak ederse; ikinci vekil azledilmiş olmaz.

Şayet birincinin müvekkili ölür veya delirir yahut irtidad ederek dar-i harbe iltihak ederse; her iki vekil de azledilmiş sayılırlar.

Eğer birinci vekil, ikinciyi azlederse, azli sahih olur.

Şayet vekil, bir başkasını vekil yapar ve ona: "Her ne yaparsan^ caizdir." derse; ikinci vekil, başkasını vekil yapamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticaret ehli olan bir köle efendisini, alacağım almaya vekil ederse; bu efendi, başkasını o alacağı almaya vekil yapamaz. Bununla beraber, eğer efendi vekil tayin edilir; o da bir başkasını vekil ederse; caiz olup olmayacağına bakılır:

Eğer kölenin üzerinde borç yoksa, vekil caiz olur.

Eğer borç varsa caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [9]

 

Vekâletin Sıfatı
 

1) Vekalet, caiz olan akidlerden (= sözleşmelerden) ibarettir. Vekaletin devamlılığı yoktur; vekil müvekkilin, müvekkil de vekilim azledebilir. Nihâye'de de böyledir.

2) Kendisine, bir emanet bırakılan şahsın, o emaneti, emanet bırakan şahsa ödeyip kurtulması gerekir.

Ödeme hususunda, onun sözü geçerlidir. Şayet malı vermiş olur ve: "Ben filana olan borcumu ödedim." der mal sahibi ise, bunu yalanlarsa, vekilin sözü geçerli olur ve zimmetinden kurtulur. İkisine de yemin gerekmez. Ancak, onu yalanlayana yemin gerekir; doğrulayana gerekmez.

Şayet, vermekte emr olunan şahıs doğrularsa, gerçekten diğeri ona "almadığına dair" yemin verir. Eğer yemin ederse, alacaklının almadığı meydana çıkar ve borçludan da borç düşmez.

Eğer yemin etmekten kaçınırsa, alacağı şeyi aldığına delalet eder ve amir alacağından düşer.

Şayet amir, onu doğrular ve: "Gerçekten alacağını almadı." der; mem'ur da onu yalanlarsa; bu defada hassaten me'mura "borcunu verip vermediğine dair yemin verilir.

Eğer yemin ederse, borcundan kurtulmuş olur.

Yemin edemezse, kendisine verileni geri verir. Tahavî şerhı'nde de böyledir. [10]

 

Bununla İlgili Bazı Mes'eleler
 

Vekâlette, cehaiet-i yesire ile vekilin meçhuliyeti, vekaletin sıhha­tine mani değildir.

Şartlar fasid olsa bile, vekalet batıl (- geçersiz) olmaz.

Vekâlette, şart-ı hıyar (= muhayyerlik şartı) sahih olmaz. Çünkü, muhayyerlik şartı, feshi muhtemel olanda lazımdır. Vekalet ise, gayr-i İazımedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hatta,   bir   kimse  diğerine:   "Sen,   benim  karımı  boşamaya vekilsin." der ve: "Üç güne kadar muhayyersin." diye ilave ederse; bu vekalet caiz; şart ise batıldır. (= geçersizdir.) Muhiyt'te de böyledir.

Kefalet, bazen bir zamana veya bir mekana izafe edilebilir: Mesela: Bir kimse, diğerine: "Onu yarın sat." der ; vekil de onu, bugün satarsa; satışı caiz olmaz.

Keza: "Şu kölemi azad et." veya "Yarın karımı boşa." derse; vekil onu bugün boşayamaz.

Şayet: "Kölemi bugün sat." veya: "Bugün, bir köle satın al." yahut: "Kölemi, bugün azad eyle." der; vekil de, bu işi yarın yaparsa bunda iki ihtilaf vardır: Bazıları: "Sahih olur. Vekalet, bu günden sonra vaki olmuştur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kisme, başka bir şahsı borcunu Şam'da alıp-vermek üzere vekil tayin ederse; vekilin bu borcu Kûfe'de ahp-vermesi caiz olmaz. Bahrıı'r-Râik'ta da böyledir.

Vekâlet, bazen de, bir kayıtla mukayyed olabilir.

Bir kimse, diğerine: "Malım sana helal olunca, onu al." veya: "Filan gelince, alım-satım yap."; "Bir şey sübüt bulunca, sen onu almaya vekilimsin." yahut: "Hacılar gelince, alacağımı al." derse; bu durumlardaki vekalet sahih olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Vekâlette her akdin, müvekkile izafesi şart değildir. Kefaletin sıhhatındandır. Bazı akidleri vekilin bizzat kendi nefsine izafe etmesi kafi gelir: Alım-satım; icarat, sulh gibi... Alım-satım manasmdaki bütün haklar, vekile racidir. Ve vekil, bu husustaki bütün haklara sahib olur. Satın alınan şeyi teslim almak, satılan şeyin bedelini istemek, satılanı geri almak, kusurlu olması halinde dava etmek; bedelde geri dönmek ve emsali gibi... Bedâi"de de böyledir.

Mülkiyet, müvekkile aittir, vekil böyle değildir. Hatta vekil, mü­vekkilin akrabalarından   birini   satın   alsa,   vekil   onu   azledemez. Siraeü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Vekile izafe edilen haklarda, —vekil hayatta oldukça, her ne kadar  hazırda  olmasa    bile—    müvekkile    hak    intikal    etmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Ahm-satım vekili, satılan malı teslim edince, bedelini alırsa, onu hemen müvekkiline vermez. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Müvekkil parayı hemen isterse, o zaman vekil onu men eder. Ancak, vermesi de caiz olur.

Bu durumda vekil, onu geri isteyemez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Şayet satılan şeye, bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, onun bedeli için, peşinen ödemişse vekile başvurur.

Eğer müşteri bedeli müvekkile vermişse, ondan geri ister ve alır.

Şayet satılan şeye, hak sahibi çıkmaz; fakat müşteri, onda bir kusur bulursa; vekili; dava eder.

Eğer kusur sabit olur ve onu hakimin hükmüyle geri verirse; vekilden parasını, —peşin olarak ödemişse— geri alır.

Eğer müvekkile ödemişse ondan alır. Keza vekil bir şey satarsa; parasını —müvekkil değil— vekil ister ve alır. Satılan şeyi de müvekkil değil vekil teslim eder.

Satılan şeye bir hak sahibi çıkar ve dönmek gerekirse, yine satıcıya müracat edilir; müvekkile müracaat edilmez.

Şayet, onun elçi v (= resul) olduğunu iddia eder; satıcı da: ''Gerçekten o, vekildir." der ve sattığının bedelini ondan isterse; müşterinin sözü kabul edilir. Beyyine getirmek satıcıya düşer.

Bir köle, bir şahıstan bir şey satın aldığında, satıcı: "Sana,satı-lanı teslim etmem. Çünkü sen, alım-satımdan memnusun." der; köle de:''Ben izinliyim." karşılığını verirse; bu durumda, kölenin sözü geçerli olur.

Şayet satıcı beyyine göstermiş; köle de memnuiyetini ikrar etmiş ve bu da hakimin hükmünden satıştan önce olmuşsa, beyyine kabul edilmez.

»Bir köle, bir adama bir şey sattıktan sonra: "Bunu sana, efendim için sattım." der ve "kendisinin alım-satımdan memnu olduğunu" söyler; müşteri de: "Bilakis, sen izinlisin." derse; müşterinin sözü kabul edilir; kölenin sözü kabul edilmez.

Vekil icarcıyı isbat hususunda dava eyler ve ondan icarı alır. İcarı vermemesi halinde vekil, icarcıyı habsettirir. Her ne kadar, müste'cire bağışlanmış veya teberru edilmiş olsa bile, eğer icarcının beyyinesi yoksa bu caizdir. Eğer beyyinesi varsa, o zaman vekil dava edemez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Şu gibi mes'elelerde, her akdi müvekkile izafe etmek ve hukukunu ona raci kılmak da, vekaletin sıhhatinin şârtlarındandır: Nikâhda, talak da, ıtakda, mal mukabili karı boşamakta"  kandan sulhda, kitabet akdinde, iddia olanın inkarında... Bedâi'de de böyledir.

Kocanın vekili, kadının mehrini isteyemez. Kadının vekilinin de, mehri ona teslim etmesi gerekmez.

Keza» kadının vekili, mehri kocasından alamaz.

Keza kitabenin vekili, kitabet bedelini alamaz. Keza hulu vekili, eğer kocanın vekili ise hulû bedelini alamaz; kadının vekili ise alır. Ancak bunu kadına öder kendisi harcayamaz. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bunların tamamı vekilin, hakimin hükmüyle vekil olmuş olması halinde böyledir.

Bir sabi bir şeyi alıp satmaya vekil olur ve bir şey satar veya alırsa; eğer aklı başında biriyse, alıni-satımı caiz olur. Sabi için uhde ( = hakimin hükmü) gerekmez. Bu uhde amire aittir. Zehıyre'de de böyledir.

Müşteri ve satıcı için, muhayerlik yoktur; ister ticaretten memnu olduğunu bilsin, ister  bilmesin Zahîru'r-rivaye      budur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ve eğer sabi izinli birisiyse ticaret yapmaya yetkiliyse satış yap­maya izinli ve yetkili olan bir sabi, satılan bir malın bedelini almaya vekil yapılmışsa; satış, müeccel olsa bile, bu caiz olur. Şayet bu sabi satın almaya, vekil edilmiş, satın aldığının bedeli de müeccel (- te'hirli) ise, kıyasen ve istihsanen, o ilzam edilmez. Bilakis uhde, amire aittir.

Hatta satıcı amirden parasını ister ve alır. Sabi'den istemez.

Fakat bedeli hal-i hazırda verilmek üzere, satın alırsa; kıyasen sabiyi iltizam yoktur; istihsanda ise, vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Hür bir şahıs, —ticarete izinli olan bir köleyi köle, cariye veya yiyecek maddesi yahut diğer şeyler almaya vekil tayin eder,o da bin dirheme ve bedelini nakden vermek üzere satın alır; —kendisine bin dirhem verilmese bile— bu durumda bu kölenin emrolunduğu şeyi satın alması caizdir ve bu vazife kendisine aittir.

Şayet amir, köleye emrederek, "veresiye satın almasını söylerse; köle, bu minval üzere bir köle veya başka bir şey satın alırsa, bunlar köle için olur. Amir için almaz.

Eğer me'zun bir köleyi, başka bir adam vekil yaparak, bir şey alıp satmasını isterse işte bu caizdir. Bu köle, hür menzilindedir.

Eğer me'mur mürted ise, onun da ahm-satımı caizdir. Fakat, uhde hükmü üzerinde durulur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir: Eğer müslüman olursa, uhde kendisine ait olur; değilse amirine ait olur. Siraeü'i-Vehhâc'da da böyledir. [11]

 

Vekâlet İsbat, Ona Şahit Gösterme Ve Bununla İlgîli Mes'eleler
 

Bir   kimse,   Harezun   mahkemesinin   hakiminin   huzurunda, Hârezun'da bulunan bütün haklarım almak üzere, birini vekil tayin ederse; hakimin, müvekkeli ismen ve neseben tanıması halinde, mü­vekkil onu vekil tayin eder.

Bu hakimin yanında bulunan başka bir şahıs, müvekkelde, hakkkının olduğunu iddia ve bu hakkını da isbat ederse; başka vekalete ihtiyaç olmadan hükmedilir.

Şayet, hakim vekil onlani tanımıyorsa onu vekil yapmaz. Çünkü, mahkemede lehine hüküm verilecek şahsı tanımak, hükmün kime verildiğinin bilinmesi için şarttır.

Eğer müvekkel hüccetiyle, filan oğlu filanı dava ederse hakim bilgi hasıl oluncaya kadar hasmın davasına bakmaz. Eğer hakime isbatlı şahitli yazı yazar da filan oğlu filanı şu şu işime vekil yaptım." derse, bu yazısı kabul edilir. Zira, hazırda olmak şart olmadığı gibi hasmın beyyi-neyi duyması da şart değildir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse  "Kûfe'deki bütün haklarını almaya birisini vekil ettiğini" iddia ettiğinde, bu vekil dava etmeye de vekil olduğundan beyyinesi ile gelip, vekaletini ibraz eder; müvekkil de müvekkil adına hiç bir kimse de hazırda bulunmazsa, o hakimin hasım gelipte, vekaleti tasdik veya tekzib edene kadar şahitleri dinlememeye hakkı vardır.

Davalı gelip, vekaleti kabul ederse, bu vekilin vekaleti geçerli olur.

Bundan sonra, başka bir borçlu gelir de beyyinesini yenilemesini isterse, buna ihtiyaç kalmaz.

Şayet davalı vekaleti inkar ederse, bu vekalet batıl olur. Müvekkilin huzuru (= hazır bulunması) gerekir.

Müvekkil hazır olunca, başka bir davalı gelip, ikinci bir defa öncekinin. vekaletini isbat eylese bile böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer birine karşı, bir hususta vekaletini isbat eder sonra da vekil, o şahısta başka bir hak iddia ederse; vekaletine dair başka bir beyyineye ihtiyaç olmaz.

Dava vekaleti böyle değildir. Bir vekil, diğer bir davaya vekaletsiz, bakamaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir beyyine ile "filan oğlu filanın, filan oğlu filana başkasında olan malım almaya vekil olduğunu iddia ettiğinde, borçlu onu kabul ederek :"Borcurn vardır. Fakat, bu adamın vekaletini inkâr ediyorum/' der veya hem borcunu, hem de vekaleti inkar eder; vekil de, vekaletini isbat ederek, o alacağı almaya vekil olduğunu da kanıtlarsa; hakim onun vekaletiyle hükmeder. Müvekkil hazır olmasa bile, vekil alacağını alır.

Hatta huzurda oîan birisi, iki davacı hakkında, iki vekil tayin ettiğinde, bu vekillerden birisi, alacağını almaya çalışıp, onu alırsa, vekaletim ayrıca isbata hacet kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "filanın vekili olduğunu iddia" ve "hazırda bulunan şu zattan onun alacağını, iddia ve isbat eder; şahidi de tek olursa; İmâm: "Vekâleti kabul olunur. Sonradan, ikinci şahidini dinletir ve alacağını alır." buyurmuştur. Vecîz'de de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Eğer vekil, bütün haklar hususunda vekaletini isbat ederse; başka beyyineye ihtiyaç olmaz.

İstihsan olan da budur. Fetvada buna göredir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, belirli bir şeyi almaya vekil tayin ettiğinde, bu vekil, vekaletini hakime ibraz eder; bundan sonra, mü­vekkil gelerek onu inkar ederse, onun inkarına iltifat edilmez. Bunun için bir takım vecihler vardır:

Birincisi: Vekil o aynı, bir adama teslim ettikten sonra, "Gerçekten ben, onun mülkünü almaya ve satmaya vekilim." Onu bana teslim et." diye iddia eder; malı elinde bulunduran şahıs da; "Benim onun vekale­tine dair bir bilgim yoktur." der; vekil de vekaletini ve alacağını isbat ederse; hakim karşı tarafa malı teslim etmesini emreder; o da onu alır ve satar.

İkincisi: "Bu filanın malıdır. Ben, bunu sana sattım." der vekilden, bu malı teslim alan müşteri: "Ben, almaya korkuyorum. Gerçekten, mal sahibi gelip senin vekaletini inkar edebilir. Çoğu zaman, böyle alman şeyler elimde helak oluyor." der vekil de gerçekten kendisinin bu malı satmak ve teslim etmek hususunda, filanın vekili olduğunu isbat ederse; o zaman, alıcı, o malı almaya icbar edilir.

Üçüncüsü: Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir evi, "o filanındır." diye iddia eder ve: "Sen, onu satmaya veküsin. Gerçekten ben, onu senden satın aldım." der; o da: "Sana sattım." der, fakat bu -şahıs, evin sahibinin vekili olmaz ve:"Beni vekil yapmadı." der; müşteri de beyyine ile, onun vekil olduğunu söylerse; işte bu davada, onun veka­leti ve evi satması kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, hem alacağım almak hem de davasına bakmak için vekil tayin eder; vekil de davalıyı huzura alınca, bu da onun vekale­tini kabul ettiği halde, borcunu inkar eder; vekil ise, "alacağın olduğuna" beyyine ibraz ederse; beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, borç için olan beyyine kabul edilmez. Ancak borçlunun ikrarı ve kabulü —borç sabit— ile olur.

Sen görmüyormusun ki, borçlu vekaleti ikrar eder; vekil de': "Ben, vekaletimi talibin hazır olmasından korktuğumdan irkar eyledim." diyerek vekaletini inkar ederse, bu durumda onun beyyinesi kabul edilir. Bu beyyine, ikrar edicinin beyyinesiyle kaimdir. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.

Bir kimse, hazırda olmayan birisinde bir haklan olduğunu idida eder ve o gaibin davada hakkını alması için kendisini vekil tayin ettiğini belgeler; iddia olunan şahıs da, müvekkilin, onu vekaletten ihraç ettiğini iddia ederse bu husustaki beyyinesi kabul edilir ve o şahsın vekaleti batıl (~ geçersiz) olur.

Keza, vekilin, "vekaletten ihraç edildiğini ikrar ettiğine beyyine getirirse, yine beyyinesi kabul edilir.

Keza, bu şahıs, "müvekkilin, vekilini vekaletten ihraç etiğini ikrar eylediğini" belgelerse; beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir borçlu, borcunu, alacaklının vekiline verdikten sonra, onun vekil olmadığını veya bu hususta, o şahsın, "alacaklının kendisini vekil yapmadığını ikrar ettiğini" belgelese, bu belge kabul edilmez.

Ancak, bu borçlu, beyyine ile "talibin, veklini inkar ettiğini" ve "alacaklının, alacağını aldığını" söylerse, bu iddiası, ve belgesi kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir vekil, borçlunun borcu olan, müvekkilinin alacağını alır, hakim de bu husustaki hükmünü verir ve aldığı bu mal, vekilin elinde iken zayi olur; sonra da borçlu beyyinesiyle, onu mal sahibine ödediğini söyerse, bu durumda, bu şahsın —vekile değilde— müvekkile müracat hakkı vardır. Çünkü, vekilin eli, müvekkilinin eli sayılır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer birini, bütün insanlarla olan davasına vekil tayin eder; vekil de, "bir adam da müvekkilinin malı (alacağı) olduğunu iddia ettiğinde bu davalı, o adamın vekil tayin edilmiş olduğunu ikrar eder; vekil ise: "Benim, başkalarına karşı, vekil olduğumu isbat ederim." derse; gerçekten hakim, onun beyyinesini, hem, onu ikrar edene, hem de başkalarına karşı kabul eder. Fetâvâyi Kâdîhâit'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: Gerçekten sen, filanın vekilisin. Benim de, onda şu kadar alacağım var." dediğinde, iddia olunan şahıs: "Ben onun davasına vekil değilim.";der;diğeri ise, onun vekil olduğunu isbat ederse, vekaleti kabul edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İki şahit, bir adamın vekaletine şehadette bulunduğunda; bu vekil kendisinin vekil olup olmadığını bilmez ve: "Bana şahitler getir de, vekil olduğumu bileyim." derse; bu caiz olur, İki şahit, bu hususta şehadette bulununca; hakimin bilgisi sabişleşir. Çünkü, vekil hakkında bilgisinin kesinleşmesi evla olur.

Şayet, şahitler, bu şahsın, şehadefi üzerine şahitlikte bulunurlar; fakat, o bunu inkar ederse; talibin vekili ise, bu şehadetten dolayı borçludan bir şey alamaz. Çünkü o, şahitleri yalanlamıştır.

Eğer bu vekil, borçlunun vekili olur ve şahitler, vekaleti hususunda Önce şahitlik yapmışlarsa; bu şahsın vekaleti lazım olur. Çünkü, borçlu, vekili kabul ederse, hasmına cevap vermeye cebredilir.

Eğer, şahitler, borçlunun, bu vekaleti kabulüne şehadette bulunur­larsa, vekilin bu vekaleti red hakkı vardır. Çünkü vekalet beyyine ile sabit olursa, aleni sabat gibi olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer matlûp (= borçlu, davalı) hazırda bulunmadığı halde, talib, (= alacaklı) bir evde hakkının olduğunu iddia eder; ve davalının oğlunu getirerek; "matlûbun, bütün davasına, onun bakacağına, —o ev hakkında— iki şahit dinletir vekil de bunu inkar eder veya talip, talep ettiği halde, matlüb onu başka bir insana verir; vekilin talibi de onu aldığım iddia eder; sonra da talib gelerek, matlubun şahitlerini inkar edip, "talibin oğullarının, matlûbun vekili olduğuna" şahitlik yapar­larsa, bu caiz olur. Şayet talibin veîcüi vekaletini iddia eder; matlûb da bunu inkâr ederek, talibin oğlunun vekaletine şahit dinletirse; bu kabul, edilmez. Vekâlet, ister dava için; ister, alacak almak için olsun, ister başka bir mal almak için olsun müsavidir.

Eğer matlûp, alacak hususundaki vekaletini ikrar ederek, vekile borcunun verilmesini emrederse; bu nefsi üzerine yaptığı irkara   göre doğrudur.

Eğer husumete (davasına) ikrar olursa, bu ikrarı caiz olmaz. Çünkü vekil için, şahitler tevakkuf sdip durabilirler

Eğer, ikrarı bir malı almak hususunda olursa; zahirü'r-rivayede, bu ikrarı sahih olmaz. Ve matJ.ûba» o malı, teslim etmesi emredilmez.

Bir zimmî, bir müsîûman elinde bulunan bir evin, "kendisine ait olduğunu iddia eder ve bir de vekil tutar; zimmet ehlinden olan şahitler de bu vekalet hususunda şehadette bulunurlarsa; onların vekalete ait şahinlikleri kabul edilmez. Bu şahitler: "Müslüman onu ikrar etti." veya "...fınkar etti." deseler bihe, yine şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü, vekalette ikrara cevap lazım değildir. Zira o, başkasının hakkını tasdik etmektir. Bu ise, zimmet ehlinin müslümana karşı şeha-deti. kabul olur. Mebsût't.a da böyledir.

Bir kimse, diğer birini, "filandan alacağını, almaya" vekil yapar; vekil  de,  bu  vekaletinim  isbata çalışıp,  beyyine ve  şahit jgösterirse; —müvekkilin,  onu filandan  alacağını almaya vekil yapmış olması hali:nde— İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O kimse hem alacağı almaya, hem de,' vekalet davasına bak maya vekil olmuş olur. *' buyurmuştur.

Şayet şahitler: "Al acak sahibi, onu, alacağını almaya yolladı, der­lerse :; bu durumda, onla xın sözüne göre, davasına vekil olamaz.

Şayet şahitler: "Ona, yalnız alacağını almasını emretti." diye sahi tlik yaparlarsa, yin e davasına bakmaya vekil olamaz.

Keza, şahitler: 'Vüacak sahibi, onun, kendi nefsi yerine, alacağını alm aya naib eyledi." 6 erlerse; davasına vekil olanıaz.

Ve şahitler: "Gerçekten müvekkil, sana filan da bulunan alacağını alm aya serbeslik verdi." deseler, hüküm yine aynidir.

Keza: "Seni filan da bulunan alacağını almaya musallat eyledi." deseler, yine böyledir.

Şayet şahitler: "Seni, sağlığında, filan da bulunan alacağımı al diye vasi kıldı." derlerse, o takdirde, hem alacağını almaya, hem de davasına bakmaya vekil olmuş olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, şahitlerden birisi:  "Gerçekten bu şahıs, alacak almaya vekildir."   diğeri   de:   "Bana   amiri   emreyledi   ve   alacağı   almaya gönderdi." der; borçlu da, borcunu ikrar ederse; vekil, onu alır.

Fakat borçlu inkar edecek olursa, vekil dava edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitlerden birisi: "Bu adam borç almaya vekil edildi." der; diğeri de: "Karşılıklı alıp-vermeye vekil tayin edildi." derse; ikisinin şehadeti de caiz olur.

Bunu alimlerimiz müstahsen görmemişlerdir. Ve bunların şehadet-leri kabul edilmez." denilmiştir. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.

Şahitlerden birisi: "Gerçekten, müvekkil onu, şu köleyi satmaya vekil tayin etti." diğeri de: "Gerçekten alım-satım için vekil eyledi." derse, bu vekilin o köleyi satması caiz olur. Her ne kadar şahitler onun bu husustaki vekaletim bilmeseler bile, böyledir.

Şahitlerden birisi: "Şunu satmaya vekilsin, dedi." diğeri de: "Şunu şunu satmaya vekil yaptı." derse; bu vekil, o şeylerin ikisini de, birisini de satamaz.

Vekil, bir malı almak için vekil olur; o da dava yolu ile alınacak olur; şahitler bu hususta ittifak ederler, fakat, o da, onu almazsa, yine böyledir; ona hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet şahitlerden birisi: "Müvekkili ona, sen onu almaya vekilsin dedi." diğeri de: "Sen onu almakda serbestsin dedi." derse; ona (onu almasına) hükmedilir. Keza bu, dava ile bir malı almakda da böyledir.

Şayet şahitlerden .birisi: "Beldenin hakiminin bulunduğu bir yerdeki; evi almaya, vekil edildiğine" şahitlik yapar; diğeri de:"Başka bir bel­denin hakiminin bulunduğu yerdeki evi, almaya vekil oldu" derse, Ibu durumda o vekil, davaya vekil olmuş sayılır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet şahitlik, iki alimin birbirine tahakkümü hususunda yapılmış olursa, bu kabul edilmez.

Keza, şahitlerden birisi, "şu hakim" diğeri ise, tehakküm için, "diğeri daha bilgindir." derse; bu kabul edilmez.

Eğer şahitlerden birisi: Filâne kadının talakına vekildir." dediği halde, diğeri: "Filane ve filanenin talakına vekildir." derse; talak önceki

kadın hakkında vaki olur.

Kitabet ve ıtk işleri de böyledir. Eğer şahitlerden birisi: "Onu almaya vekil yaptı."; diğeri de: "Onu almaya musallat (= havale) eyledi. diye şahitlik yaparsa; bunların ikiside bir manayadır. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi bir şahıs hakkında "onun, bir şahsın vekili olduğu" husu­sunda şahitlik yaptıktan sonra, bu şahitlerden birisi: "Bunun, müvekkili azleyledi." derse; ikisinin birlikte yaptığı şehadet caiz olur. Diğerinin "vekilin azline dair'' yaptığı şahitlik, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, bir adamın vekaletine şahitlik yaparlar ve öylece de hakim hükmeder;  sonra da şahitler, bu şehadetlerinden vaz geçerlerse, bu vekâlet hakkındaki hüküm batıl olmaz. Şahitlere de tazminat gerekmez.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, borç ahp-vermeye şahitlerin şehadetiyle vekil yaptıktan sonra bu adam kaybolur; talibin iki oğlu da, "baba­larının, o adamı vekaletten azlettiğine" şehadette bulunurlar; matlub da bunu iddia ederse; bu durumda şehadetleri caiz olur. Eğer matlûb, bunu iddia etmezse, o takdirde, malı önceki vekile teslime cebredilir.

Keza, bu hususta iki yabancı şehadette bulunsalar bile, durum aynıdır.

Şayet talib, mal vekile verildikten sonra, gelip: "Ben, onu veka­letten çıkarmıştım. Ben, matlûba ödetirim." derse; şahitler, oğulları ise ödemesi gerekmez. Çünkü onların, o andaki şehadetleri babalarının borçlu üzerinde, alacağının bulunduğuna delalet eder.

Şayet şahitler yabancılardan ise, vekilin azli onların şehadet etmeleri sebebiyle sabit olur ve talip, malı (alacağı) için matlûba müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer alacaklının oğullan, babaları gelmeden önce "babalarını önceki vekili azledip, başka bir vekil tayin ettiğini," söylerler; borçlu da bunu inkar ederse; bu oğulların sözleri kabul edilmez. Ve, önceki vekil de azledilmiş olmaz. Bu durumda "malın önceki vekile verilmesi" emredilir. Şayet borçlu inkar değil de; ikrar ederse; —onların (oğulların) şehadeti sebebiyle— önceki vekil azledilmiş olur. Ve, borçlunun ikrarı" yüzünden, malın, ikinci vekile teslimi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vekil, bir şahsın elinde bulunan bir evi, müvekkili için dava etiğinde evi elinde bulunduran şahsın iki oğlu da; "bu vekilin, dava vekili olduğuna*' şahitlik yaparlarsa, bu caizdir. Çünkü, onlar, baba­larının aleyhine şahitlik yapmışlardır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, vekilin oğulları, şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten ala­caklı, babamızı azletti ve başkasını tayin eyledi." derlerse, işte bu da caizdir.

Eğer şahitler, ikinci vekilin oğulları olurlarsa; babalarının vekaleti kabul edilmez. Diğerinin azli ise kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer alacaklı zimmîise, iki müslümanda şehadette bulunarak: "O zimmî, şu müslümanı, borçludan malını almaya, vekil eyledi." derler; borçlu da bunu  kabul eder;  sonra da iki zimmî şahitlik yaparak: "Gerçekten o, onu vekaletten azleyledi. Ve başka birini vekil yaptı." derlerse; bunların sözleri, önceki vekil hakkında caiz olmaz.

Şayet önceki vekil, bir zimmî olmuş olsaydı, o takdirde şehadetleri caiz olurdu. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Teala'dir. [12]

 

2- SATIN ALMA HUSUSUNDA TEVKİL
 

Aslolan, cehalet (bilgisizlik) imtisale mani olduğu zaman, onu tedarik etmek de mümkün değilse, —bu durum vekaletin sıhhatine mani olur. Durum böyle olmazsa mani olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Cehalet üç nevidir:

1) Fahiş Cehalet (= fazla bilgisizlik): Bu, cins hususundaki ceha­lettir. Elbise (kumaş) satın almaya; hayvan satın almaya; köle satın almaya, vekil edilmek gibi... Bu hal, her ne kadar fiatı açıklansa bile, —cins meçhul olduğu için— vekaletin sıhhatine manidir.

2) Yesir cehalet (= az bilgisizlik)

Bu, nevi (= çeşit) bilgisizliğidir. Eşek, katır, at, öküz, herevi kumaş, merevi kumaş satın alamya vekil tayini gibi... —Her ne kadar fiatı belli edilmemiş olsa bile— bu cehalet vekaletin sıhhatine mani değildir™

3) Mutavassıt cehalet (= orta halli bilgisizlik)

Bu da, cins ve nevinin arasında olan cehalettir. Bir köle veya cariye veya bir ev satın almaya vekil yapıp; onu açıklamak gibi.. Şayet mü­vekkil, bedelini ve nevini bildirir. (= açıklarsa) bu vekalet sahih olur. Ve nevi bilgisizliğine mülhak olur.

Şayet, bedelini ve çeşidini açıklamazsa, bu vekalet sahih olmaz ve bu cins bilgisizliğine mülhak olur. Kifâye'de de bökedir.

Bir kimse, diğerine, "herevîbir kumaş satın almasını" veya "bir at"; "bir katır satın almasını" emrederse; işte bu bedelini söylesin veya söylemesin sahih olur.

Bir köle satın almışsa, —bedelini söylemiş olması halinde— bu da sahih olur.

Eğer bedelini söylemeden satın almışsa bu caiz olmaz.

Vekil bir elbise veya bir hayvan satın alsa, bedelini söylemiş olsa bile, bu sahih olmaz. Bunların tamamı, umuma delalet olmadığı zaman böyledir.

Şayet müvekkil: "Bana, her neyi görürsen satın al." demiş olursa; bu vekalet caiz olur. Çünkü, vekaletini ona ve onun gördüğüne havale eylemiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Keza, müvekkil: "Bana bin diheme elbise al." veya "...bir hayvan al."; "...bir eşya satın al." yahut "...ne istersen, onu al." veya "...ne görürsen onu al."; "her şeyi al." veya "...Bulduğunu al." der yahut, bunlara benzer bir şey söylerse; vekalet sahih olur.

Şayet: "Benim için satın al, bin dirhemden fazla olmasın." veya "sat." ; yahut: "Bin dirhem eyle, senin malından bir takım eşyalarla." derse; bu bir havale olur ve vekalet sahih olur. Kâfî'de de böyledir.

Keza, müvekkil: "Hangi elbiseyi istersen, hangi hayvanı istersen al." veya "Sana kolay gelen elbiseyi ve hayvanı satın al.' derse; vekalet sahih olur. Bedâi"de de böyledir.

Şayet müvekkil: "bana elbiseler al." derse; vekalet sahih olmaz. Çünkü esvab, ismi cinsdir.En azı üçdür. Lâm çokluk içindir; bu sözle, "on elbiseye kadar al." manası çıkar. Bu söz ile vekalet sahih olmaz. Burada fahiş cehalet vardır. İhmâl olunamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Bana, bir ev satın al." der; fakat fiatmı açıklamazsa; vekalet sahih olmaz. Bedel açıklanıp mahallesi de bildiri-lirse, bu vekil tasarrufatta bulunabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer müvekkil, vekiline: "Bana, Küfe'de, bin dirheme bir ev satın al." derse; bi'1-ittifak, bu vekalet sahih olur. Eğer ev, Kûfe'de filan yerde denilse caiz olur.

Bir müvekkil, vekiline: "Belh şehrinde, bir ev satın al." der; o da, şehrin dışında bulunan bir evi satın alırsa; müvekkilin o yerli olması halinde bu vekalet caiz olmaz. Ancak müvekkil köylü ise caiz olur. Bahnı'r-Raık'ta da böyledir.

Bir adam diğerine bin dirheme bana samda bir ev satın al dese işte bu fasiddir. Çünkü bu mütefâvittir.

Bir kimse, şayet: "Benim için, bir tane inci al." veya "Bir kırmızı yakuttan yüzük kaşı al." der, fakat bedelini söylemezse, bu caiz olmaz.

Şayet, bu vekil, o şeyi satın alırsa; —müvekkilinin değilde— vekilin olur. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğerini, "buğday satın almaya "vekil eder" veya "şu miktar" derde adını ve bedelini de söylemezse, bilinen bir ölçek adı söylemesi halinde bu vekalet sahih olur.  Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Satm alma vekili olan şahsın, benzeri ile insanların kandırılmadığı bir kıymetle veya daha ziyadesiyle bir şey satın alması caizdir.

İmâm Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:

Bu, o beldenin ahalisi yanında belirli bir kıymet için değildir.

Fakat bu şeyin belirli bir kıymeti bulunur; (ekmek ve et gibi.,.) ve-bu durumda, vekil fazlaya satın alırsa; emreden: "Niçin fazla ücrette aldın?" diyebilir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Eğer müvekkil, vekiline: "Bana Habeşli bir cariye satm al." veya doğurucu bir cariye satın al." yahut "Hintli bir kadın satm al." dediği halde, onun sıfatını söylemezse; satın alması caiz olur. Bedeli, mislinin bedeli gibidir.

Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet: "Bana, şu cins bir cariye satm al" diycbirine vekalet verse de; bedelini söylemese; bu insanların teamülü olduğundan caizdir.

Eğer, bu vekil çok çirkin, bedeli de fazla umumun yaptığına uymayan bir şey getirirse; bu amir için caiz olmaz.

Eğer: "Bana Kûfî bir elbise al." der; fakat bedelini söylemezse, caiz olur.

Keza: "Benim için, yüz dirheme bir elbise al." dese de, cinsini söylemese; yine caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bâdiye ehlinden bir adam, başa birisine, "bir Habeşi cariye satın almasını" söylese de, bedelini söylemese, onun için, badiye ehlinin satın aldığı cinsten bir cariye alması caiz olur. Şayet badiye ehlinin satın almadığını,  satın  alıp  haddi  aşarsa,  bu  caiz  olmaz.   Muhiyt'te  de böyledir.

Bir kimse, simsara bin dirhem verir ve ona:"Bana bir şey al." derse; eğer simsar, tanınan bir kimse ise, alman o şey müvekkildendir. Durum böyle değilse, o ahş-veriş fasid olur. Kerderî'nin Vecizî'nde de böyledir.

Satın almaya vekil tayini, bir şartla kayıli ises —ister o kayıt müşteriye ait oisun isterse, alacağı şeyin bedeline ait olsun— ona riayet gerekir. Eğer muhalefet ederlerse satın almak gerekir. Ancak, hayra muhalifse, o zaman gerekmez. Ancak, müvekkiİ ilzam olunur.

Bir adam, bir-cariye satın alıp, ona cima eder veya onu ümm-ü veîed yapar; bir de mecûsî cariye satın alır; veya onun süt kız kardeşini, satın alır; yahut irtidad etmiş birisini satın alırsa; bu müvekkil adına geçerli olmaz. Ancak vekil adına'(alınmış olması) geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Bana, bir cariye satın al." der ve bedelini de söyleyip ona cima' da ederse; bundan sonra, vekil, o cariyenin kız kardeşini veya halasını, teyzesini —ister, süt yönünden olsun; isterse, neseb yönünden olsun— alırsa; onu kendisi için almış olur; emreden şahsa bir şey gerekmez.

Keza, bu vekilin satm aldığı cariye, iddet beklemekte olursa —ister, talak-ı bain; ister, talak-ı ric'î; isterse ölümden dolayı îddet beklesin— yine amire bir şey gerekmez.Bu cariyes!vekilin olur.;Fetâvâyi Kâdîhânı'da da böyledir.

Şayet vekil, ratka bir cariye satın alır ve bunu bilmeyerek almış, olursa; bu cariye amirin olur.

Bu cariyeyi amirin red (= geri verme) hakkı vardır. Eğer vekil, onu bile bile almışsa; amire bir şey gerekmez. Keza, vekil, alacağı cariyenin her ayıptan uzak olması gerektiğini biliyorsa; bu cariye vekile ait olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka birisine, "kendisi için, bir cariye almasını söyler; ona da cima etmek ister; fakat vekilin aldığı cariye, misli cima edilmeyen küçük bir cariye olursa; işte bu ihtilaflıdır. Zelııyre'de de böyledir.

Vekilin amiri için, yahudi veya nasrani bir cariye satın alması caiz olur. Sabiyye alması da caiz olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyası bunun üzerinedir.

Şayet vekil, amirin yanında olan cariyenin kız kardeşini alırsa; ona

da amir cima etmiş olursa, bedelini amirin ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer  amir, vekiline: "Bana cima edeceğim iki cariye satm al." der; vekil de bir akidle, iki kız kardeşi veya bir cariyeyi halası ile, teyze-siyle birlikte ahrsa; bu —ister süt, ister neseb yolundan olsun,— bize göre amire, bir şey gerekmez.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet vekil, müvekkiline bir cariye satın alır ve bu cariyenin kızını da satm ahrsa; bedelini müvekkil öder. Çünkü o, o iki cariyeden birine cima etme hakkına sahiptir. Ancak birincisine cima' yaptıktan sonra ikincisine cima yapamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ve eğer amir: "Bana hizmet edecek bir cariye satın al." veya "..hizmet için al."; "ekmek pişirmek için al.";"Bana hizmet için, bir köle satm al."; "...işlerimi yapmak için al." dediğinde; vekil bir kör veya ayakları kesik birisini satın alırsa, bi'1-ittifak bunun bedelim amir ödemez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

"Binmek için, bir hayvan al." diye vekil edilen şahıs, şayet bir tay veya ayakları kesik bir hayvan satın alırsa; bedelini amir ödemez. Ker­derî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, diğerini vekil tayin ettiğinde; bu vekil, müvekkiline zihardan dolayı azad edilmiş bir cariye veya elleri ayakları kesik birisini, —böyle olduğunu bilmeyerek satın alırsa, bedeli amir öder. O da, onu geri reddeder.

Şayet, vekil bile bile satın almış olursa, amire bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Âmir, me'mura: "Bana, Çinli bir cariye satın al." dediği halde, o, habeşistanlı bir cariye satın alırsa; müvekkile bîr şey gerekmez; onun bedelini vekil öder. Bedâi"de de böyledir.

Müvekkil, yahudi imalatr elbise al" diye vekil tayin ettiği halde, vekil, elbise almaya yetmiyecek kumaş satın alırsa, bu durumda amire bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini muhayyerlik şartıyla satın alması için vekil yapar; vekil de, müvekkilinin muhayerliği üzere satın almazsa, alınan şeyin bedelini vekil öder. Bedâi"de de böyledir.

Müvekkil:   "Bana,  bin  dirheme,  bir  cariye  satın  al.'  veya: "Malımdan, bin dirhemlik bir cariye satın al." yahut: "Şu bin dirheme, bir cariye satın al." der ve nefsine mal,ederse, bu durumda vekil, vekil olur. Hatta bu durumda, vekil, o cariyeyi kendi kesesinden alsa bile, yine bu cariye amire ait olur

Şayet: "Bin dirheme bir cariye satın al." veya: "Şu cariyeyi, bin dirheme al." derse; bu bir vekalet olmaz. Me'mur, bu durumda alırsa, nefsi için almış olur.

Eğer bir kimse, başkasma:"Bu bin dirhemi ile, bir cariye satın al." veya; dinarlara işaret ederek: "Bunlarla al." derse, o şahıs vekil olmuş olur. Ancak onu, başka dirhemlerle satın alırsa, kendi nefsi için almış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vekil, cinste muhalefet ederse; amir bir şey Ödemez.

Meselâ: Âmir, kölesini bin dirheme satması için, bir şahsı vekil tayin eder; o da onu, bin dinara satarsa; muhalefetin vasıf veya miktar cihetinden olması halinde amirin sözü geçerli olur.

Meselâ: "Amir: "Kölesini bin dirheme satmasını" emrettiği halde, me'mur, bin beşyüz dirheme satarsa yine, —me'mura— bir şey ödemez.

Şayet, satış, amirin zararına olursa, amire ait olmaz.

Mesela: Amirin, "kölesini bin dirheme satmak için vekil tayin ettiği şahsın, onu dokuz yüz dirheme satması gibi.. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkil "Benim için, bin dirheme bir cariye satın al." dediği halde, vekil bin dirhemden fazlaya satın alırsa, fazlası vekile aittir; mü­vekkile-değil.

Şayet: "Bin dirheme, bir cariye satın al."veya"Yüz dinara satm-al." der; müşteri olan vekil de, onu, o dirhemlerin ve dinarların dışında, başkaları ile satın alırsa, bu durumda bi'1-icma müvekkile bir şey gerekmez.

Keza: "Bin dirhem, veresiye bir cariye satın almasını" söyler, o da, peşin olarak bin dirheme satın alırsa, onun bedelini müvekkilin vermesi gerekir. Şayat: "Peşin olarak bin dirheme satın al." der; müşteri de veresiye satın alırsa, bu şey vekile ait olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse: "Bin dirheme, bir cariye satın almaya" birisini vekil eder; o da, benzeri bin dirheme satılan bir cariyeyi sekiz yüz dirheme satın alırsa; bu cariye de müvekkilin olur. Yenâbi"de de böyledir.

Müvekkil» bir şahsı, "muayyen bir cariyeyi, yüz dinara satın almaya" vekil ettiği halde, bu vekil, cariyeyi dirhemler mukabilinde satın alsa; fakat, kıymeti yüz dinar oisa müvekkile bir şey gerekmez.

Rivayetlerin meşhuru böyledir.

tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den, Hasan bin Ziyad'm rivayetine nazaran, onu, amir alır ve kendisinin olur. Havî'de de böyledir.

Bir kimse, "filanın kölesini satın al." der; halbuki o kölenin de eli kesik olur; vekil de onu satın alırsa; amire bir şey gerekmz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerini, bir cariye almaya vekil edip, onun cinsini ve bedelini de söyler; vekil de kör veya elsiz ayaksız, mefluç (oturak) yahut deli bir cariye satın alırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. Diğer iki imama göre ise, caiz olmaz. Tek gözlü, elinin birisi kesik, veya ayağının   birisi   kesik   olsa,   bi'î-ittifak    caiz   olmaz.    Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet çapraz vari eli ayağı kesik bir cariye satın alırsa, müvekkilin, bedelini ödemesi lazım gelir. Bedâi*'de de böyledir.

Eğer müvekkil, vekiline:"Bana bir köle satın al." der; vekilde, kör veya elleri ve ayakları kesik birisini satın alırsa; bu bi'1-icma' caiz olmaz.

Şayet tek gözlü veya tek elli birisini satın alırsa, bi'1-icma', alınan bu köle müvekkilinin olur. Siracü'î-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğerini vekil ederek, satın alacağı cariyenin cinsini ve bedelini açıklasa; vekil de mahrem sahibi bir cariye satın alsa veya sahip olunca azad eylemeye yemin eylediği bir cariyeyi satın alsa; bu sahih olur ve cariye de azad edilmiş olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerim, hizmetkarım satmaya veya bir hizmetkar almaya vekil eder; o da yaşlı olursa; satması da, satın alması da caiz olur.

Keza, kuzu veya oğlak satmasmi veya almasını emredince, onlar büyük olsalar bile caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine:  "Bana, bin dirheme bir hizmetkar al." dediğinde, o hizmetçi köle veya cariye olursa, bu caizdir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "kendisine, bir dirhem karşılığında et satın almaya" vekil eder; vekil de, koyun, keçi veya deve eti satın alırsa, bu caiz olur.

Şayet, bağırsak, karın, ciğer, baş, ayak, kurumuş et, kuş eti, vahşi hayvan eti, diri koyun eti veya derisi yüzülmemiş hayvan eti satın alırsa, bedeli amirin ödemesi gerekir. Yalnız, verilen miktarın az bir şey olması hali müstesnadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, "bir dirhemlik et almayı emreder; me'mur da, ona, iç yağı kuyruk yağı satın alır veya "kuyruk yağı al." dediği halde, vekil iç yağı satın alırsa; veya "iç yağı satın al." dediği halde, vekil kuyruk yağı alırsa;   bedelini   amirin   ödemesi   gerekmez.   Siraeü'l-Vehhâc'da   da böyledir.

Bir kimse, diğerini, "Pişmiş veya haşlanmış et satın almaya" vekil tayin ettiği halde, vekil bunun aksini yaparsa, amire bir şey gerekmez. Ancak, hana bir misafir gelir ve birisine,  "bir dirhemlik balık eti almasını" söyler; o da taze ve büyük bir balık eti alırsa, bu caiz olur.

Şayet ona, "bir baş almayı emrederse; bu koyun başlarından olur; deve ve sığır başı olmaz. Ve o da çiğ değil, pişmiş olmalıdır. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

"Yumurta satın almak için, vekil tayin etmek," belirli tavukların yumurtası için geçerlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer bir kimse, diğerine, "süt almasını emrederse" bu vekalet beldede tanınmış inek veya koyun sütü için geçerli olur.

Keza müvekkil, vekiline "yağ almasını" söylerse; bu vekalet inek veya koyun yağma hamlolunur ve sahihtir. Hâvi'de de böyledir.

Bir kimse, birisini "zeytin yağı almaya" vekil ederse; bu vekil, çarşıda satılan yağlardan satın alır. Meyve da böyledir; vekil, çarşı da satılan her nevi meyveden satın alabilir. Zehiyre'de de böyledir. *

Bir kimse, diğer birine dirhemler vererek, ona "yiyecek satın almasını" emrederse; bu emir, buğday ve un alması için geçerli olur.

Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:

"Eğer, müvekkilin verdiği dirhem buğday, hem arpa, hem ekmek satın alabilecek kadar çoksa bunları alır.

Şayet dirhem az ise, yalnız ekmek satın alır. Buğday ve un satın alamaz.

Eğer dirhemleri orta halli ise, onunla hem buğday, hepi un satm alabilir; ekmek alamaz.''

Bu, onların örfüdür.

Fakat, bizim örfümüze göre, "yiyecek al."' denilince, pişmiş ve pişecek ve ekmekle birlikte yenilecek her şeyi satm alabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sadru'ş-Şehîd: "Fetva, bunun üzerinedir." demiştir. Müvekkil, dirhemleri vermediği halde: "Bana yiyecek al." derse; bu caiz olmaz. Çünkü, o vekilini ölçülen şey satın almaya vekil eylemiş ve miktarımda açıklamamıştır. Tebyîn'de de böyledir.

"Bir  koç almaya"  vekil edilen şahıs;  koyun almaya yetkili değildir.

Hatta, satın alacak olsa; müvekkil ona sahib olmaz. Keza müvekkil: "Bana bir keçi yavrusu al." dediği halde, vekil geyik yavrusu alsa, bu caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Müvekkil, vekile emredip "bir at almasını" söyler veya "semer vurulan bir at" der ve bedelini de söyler; veki! de, ona bir kısrak veya semer vurulan iki at satın alırsa; işte bu da caiz olmaz.

Bu şehirliler için böyledir. Fakat, bunları kullanan belde ahalisi için böyle yapması caizdir.

Katır gelince, onun şehir ehli olsun veya olmasın erkeği de dişisi de caizdir. Şayet, müvekkil belirtmemişse, vekil, dişinin yerine erkek, erkeğin yerine dişi katır alabilir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Müvekkilin erkek veya dişi diye belirtmemesi halinde, sığır da böyledir. Sahih olan rivayet budur.

Tavuk ve horoz da ayrıca belirtilmezse, o da, böyle caiz olur.

Devede de böyledir.

Sığır cinsinden olsa bile, bu böyledir. Bedâi"de de böyledir.

"Semer vurulan bir at al." diye vekil tayin edilen şahıs; bir eşek satın alır; müvekkil de şehirli olursa, bu eşek binmeye elverişli olsa bile, yük taşımaya elverişli olmadığından, müvekkil kabul etmeyebilir.

Şayet, müvekkil bedelini belirtir, adını da söyler vekil de. aynı bedele, onun misli kadarına veya biraz az yahut biraz fazlaya alır; o faz­lalık da, halkın kandırıldığı kadar bir fazlalık olmazsa; bunun müvekkile alınmış olması caiz olur.

Eğer böyle olmazsa, o zaman alınan şey vekilin olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet bir kimse, diğerini bir kurbanlık alması için vekil eder ve bunu bayram günlerinden önce söyler; o adam da, önce kömür, buz satın alır; kurbanlığı ise, ikinci senede alırsa, bu caiz olmaz.

Bir kimse, diğerini, kurbanlık olarak siyah bir sığır almaya vekil yapar; vekil de beyaz veya kırmızı bir sığır satın alırsa; bedelini amir öder.

Eğer amir, "dişi al." der de, vekil erkek alırsa; bu müstesnadır.

Koyunda erkek-dişi; ayırımı vekalete tesir eder. Eğer sadece "sığır** derse; o zaman, vekilin aldığı sığır müvekkile ait olur.

Şayet: "Kurbanlık için buynuzlu koç al." der; vekil de buynuzsuz koç alırsa; bedelini amir ödemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, diğerine, on dirhem verip ona, "buğday almasını" söyler; vekil de alıp, onu eker ve amir tekrar dirhemler verir, me'mur da buğday alırsa; alimler "Eğer vekil, önceki aldığı buğdayı ekim zamanı alıp ekmişse, bu alış, —buğdayın bir misliyle— hem amir, hem ue memura caiz olur. Eğer me'mur, ekim zamanının haricinde olmuşsa, müşteri, onu kendi nefsi için almış olur ve dirhemlerini kendisi öder.'* buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka birine, "bir eşek almasını" emreder ve: "Binmek için olsun." derse; emreden bu şahıs hakim olur ve vekil de kulakları veya bir kulağı kesilmiş olan bir eşek satın alırsa; bu caiz olmaz.

Şu mes'ele, bunun hilafınadır. Eğer emreden şahıs bir bostancı ise, o zaman caiz olur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Vekil, habeşî bir köleyi satar ve dirhemlerini harcarsa; o, vekile ait olur.

Eğer amirin emriyle alıp, amire teslim eder; sonra da amirin parasını harcadıktan bir müddet sonra, satıcıya verirse; bu caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer birisini, bizzat bir ev için (= belirli bir ev satın almak için) vekil yapar; vekil evin yarısını satın aldıktan sonra, mü­vekkil, bu evin geri kalan yarısını satın alırsa; vekilin aldığı yarı müvek­kile gerekmez.

Şayet müvekkil, önce evin yarı bedelini vermiş; sonra da vekil, geri kalanını satın almışsa, işte bu caiz olur.     .

Müvekkil aldığı yarım eve sahip olunca, geri kalanım reddedebilir. Çünkü, vekilin alması müvekkilin alması demektir.

Şayet müvekkil, önce evin tamamını satın alir;|sonra da evih yarısı­na bir hak sahibi çıkarsa, müvekkil, evin yarısını ona geri verir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Belirli bir köleyi satın almaya, vekil tayin edilen bir kimse, onun yansını satın alırsa; bu ahm-satım bekletilir: Eğer davacı çıkmadan önce, geri kalan yarıyı da alırsa; imamlarımızdan üçüne göre de, bu köle müvekkilin olur. Şayet müvekkilin vekili köleyi satın almadan önce, müvekkil vekili dava ederse; hakim bu köleyi vekile verir. Geri kalan yarı bedeli de, vekil öder. Bu, bi'1-icma' böyledir.

Müvekkil, bir şahsı, şahsında kusuru olan yarısı (köle cariye, hayvan, elbise ve benzeri gibi...) bir şeyin yarısını satın almaya vekil ederse; bu alış zarar vermez. Alınan şey ayıplı olsa bile, o müvekkile ait olur. Onun, geri kalan yarısını almakla ilzam olunmaz. Şayet müvekkil, birisini bir kür buğday yüz dirhem karşılığında satın almak üzere vekil tayin eder; vekil de bir kür buğdayın yansını, eîîi dirheme veya daha az miktarı daha az bedelle satın alırsa; bu caiz olur.

Geri kalan buğdayı da, müvekkil geride kalan dirhemlerle kendisi satın alsa, buğdayın tamamı kendisinin olur. Bfl-icma' bu böyledir.

Keza, müvekkilin bir takım köleler satın almaya vekil tayin ettiği şahıs, onlardan birisini satın alır; diğerlerini de müvekkil (satın alırsa), hepsi müvekkilin olur. Bedâi'Me de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, kendisine, muayyen (= belirli) iki köle almaya vekil edip, onları bin dirheme almasını da söyler; vekil de, onlardan birisini altı yüz dirheme satın alırsa, bu durumda amire, bir şey gerekmez. Bu, binin yansından fazlaya aldığı zaman böyledir.

Eğer beşyüz dirhemden aşağıya almış olsaydı, işte bu caiz olurdu. Keza geri kalan bedelle diğer köleyi de satın alabilirse, köleler amirin olur ve bu caizdir. Havî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine, "bin dirheme, bir ev satın almasını" söyler; o da, müvekkilin kardeşinin yansına varis olduğu bir evin, diğer yarısını satın alırsa, bu caiz olur. Hızânetü'i-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, taksime uğramamış bir evin yansım, bin dirhem bedelle, satın almaya birisini vekil tayin eder; vekil de onu satın alır; satıcı ise, bu evi taksim ederse; satın alış caiz fakat taksim batıl (-geçersiz) olur.

Şayet, satın alınan şey tartılan, ölçülen şeylerden olsaydı, taksim de caiz ve geçerli olurdu. Satın alışı da caiz olurdu. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir ev satın almaya birisini vekil tayin ettiğinde, o evin içinde evlatları oturuyor olsa; işte bu caiz olur. Çünkü, dar, arsanın ismidir. Bu, içinde ev bulunan bir sahra olduğu zamandır ki, o ev harap olmuştur. Fakat, aslında hiç ev yoksa, işte o zaman alman yer vekile ait olur. Çünkü oraya örfen dar denilmez. Amire de bir^şey gerekmez. îki cihettende böyledir. Zira sahra (=  yurt  =  dar) değildir. Örfen bu böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "bir dirheme, on ntıl et almaya" vekil tayin ettiğinde, bu vekil, bir dirheme yirmi fitil et alır; onun da emsali on rıtıla satılırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yarım dirheme, müvekkile on ntıl et vermek gerekir. Eğer, o on dirhem etin kıymeti bir dirheme müsavi ise böyledir.

Eğer, o eti on dirheme müsavî değilse, tamamını vekil öder. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed (R.A.)"e göre, yirmi dirhemi de müvekkilin olur. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine, bir dirhem gümüş yüzük vererek, onun bir kısmına et, bir kısmım da ekmek almasını söylerse; bunun çaresi: Kasaba nefsi için, yarım dirheme et satın almasını emreder; sonra da vekil ondan yarım dirheme satın alır. Yarım dirheme de, ekmek satın, alır.  Ve dirhemi ona verir.  Veya, ekmekçiye,  "kendisi için, yarım :dirheme, et satın almasını" emreder; sonra da dediğimiz gibi yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa, "on dirheme, herevî kumaş satın almasını" söyler; adam da on dirheme, her birisi on dirhem kıymetinde, iki elbise satın alırsa, onlardan hiç birisi, amire gerekmez. Çünkü, tercih imkanı yoktur.

Şayet, belirli bir elbiseyi almasını emrederse; mes'ele olduğu gibidir. Ancak, hissesine bir elbise —on dirheme— düşer. Belirli bir buğdayı almak.da böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de bönledir.

Bu mes'elelerde, asıl olan, gerçekten müvekkil olan kimsenin bedel hususunda ismi ve işareti cem etmesi gerekir.

Eğer, müvekkil işaret olunan şeyin satın alınmasına, bir şahsı vekil yaparsa; cinsinin adı muhalif olabilir. Ya hem ismine, hem de cinsine bilgisiz olurlar. Veya, ikisinden birisine bilgisiz olurlar. Veya ikisini de bilirler. Yahut, -müvekkil onlardan birisini bilir veya ikisini de bilir. Bu hususta üç durum meydana gelir:

Birincisi: Her ikisinden de, aldanmayı def etmek için belirlenen vekalet veya onlardan birinden aldanmayı def İçin, kendisine işaret olu­nana taalluk eder. Çünkü, işaret, isimle tarif bu hususta daha mübalağalıdır. İsimle tarif de aldanmadan başkadır.

Şayet işaret olunan şey, belirtilenin cinsinden ise, bu durumda vekalet, işaret olunana taalluk eder.

Ancak, burda vekile bir zarar varsa; (şöyleki: Rızasız bedel üzerinde karar kılınmışsa) başkasına: "Şu kesedeki ile bana bir cariye satın al, bin dirheme. Ve keseyi de vekile ver." der; vekil de emrolunduğu üzere bin dirheme, bir cariye satın alır. Sonra keseye bakılır: Eğer kesede, bin dinar varsa, (veya bin fülüs varsa yahut dokuz yüz dihem varsa) işte bu alış-veriş, amir adına caiz olur. Bu, her ikî taraf da kesede ne olduğunu bilmiyorsa veya birisi biliyorsa, yahut ikisi de biliyorsa böyledir. Yalnız, ikisi de kesedekini bilmiyorsa, bu müstesnadır.

Keza, vekil kesenin içinde ne olduğuna bakıp onu anladıktan sonra, cariyeyi bin dirheme satın alırsa, işte bu alış-veriş müvekkil hakkında geçerlidir. Çünkü vekalet bir haldir. Onun varlığı müsemmaya (= belirtilene, adı konulana) tealluk eder.

Eğer kesede binbeşyiiz dirhem bulunur; vekil de cariyeyi bin dirheme satın alırsa; işte bu alım-satım da müvekkil için gecelidir.

Keza, müvekkil: "Bana, bin dirheme bir cariye satın al." der; kesede bulunan da beytü'l-mâlin hakkı olur; müşteri de ona —emrettiği gibi— bir cariye satın alır; kesede de, bin dirhem bulunursa; veya "Bana bu kesede olan bin dirhem gelire, bir cariye satın al." der; o da emrdilen gibi alır; kesede de beytü'l-mâlden bin dirhem bulunursa, işte bu satın alışta emreden adına caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet müvekkil, vekilin önünde, bin dirhemi tartar; vekilde ona bakar ve müvekkil: "Bu yüz dinara, bana bir cariye al.' derse; vekil müvkekilinin söylediği gibi, bir cariye satın alırsa; bu cariyeyi kendisi için almış ol-;r.

Eğer, o dirhemlerle, alnsa o cariye müvekkiline ait ve bu vekalet caiz olur. Çünkü, vekalet, o işaret olunan dirhemlere bağlanmıştır.

Müvekkil, vekile bir kese verip, ona; "Bu kesedeki bin dirheme bir cariye satın al." der; kese de vekilin yanında iken zayi olur; sonra da bu vekil, bin dirheme, amire bir cariye satın alır ve karşılıklı olarak, kesede bin dirhem bulunduğunu doğrularlarsa, —ister karışık olsun, ister kolay olsun— bu alım, müvekkil içindir.

İşte bu, ikisinin de kesede ne olduğunu bilmedikleri ve kesenin ( vekile verildiği veya birisinin yahut her iksinin de kesede ne olduğunu bildikleri, halde böyledir. Fakat, her birisi diğerinin bildiğini bilmiyor, ancak, kesede ne olduğunu ikisi de biliyorsa ve her birisi diğerinin bildiğini de biliyorsa, vekalet, işaret olunan şeye tealluk eder.

Belirtmek medh (= övgü) ve revaç için ve işaret olunan zayi olduktan sonra olursa; o zaman, alınan şey müşteriye (vekile) ait olur.

Şayet onlardan birisi, kesede her ne olduğunu bildiğini inkar eder veya biri, arkadaşının bildiğini bilirse, onun sözü geçerli olur.

Eğer birbirlerini doğrularlar ve dirhemler katkmtılı veya geçmez dirhemler olursa, diğer mes' ele hali üzredir.

Fakat her ikisi de, kesede ne olduğunu, kese verilirken biliniyor­larsa, veya —birinin haricinde— diğeri biliyorsa veya her ikisi de biliyor, fakat birbirinin bildiğini bilmiyorlaiaa, aaun alış müvekkil için olur.

Züyûf dirhemler bizzat vekilin yanında durmakta olduğu halde o, taze dirhemlerden bin dirheme bir cariye satın almışsa, yine alım-satım müvekkile ait olur.

Fakat her ikisi de birbirinin kesede ne olduğunu bildiğini biliyor­larsa, vekalet işaret olunana aittir.

Bundan sonra, o meblağ zayi olursa, müvekkilin malı olarak helak olmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Şu köleyi satın al." der ve ona bir miî::ar mal verirse, işte o, örfen vekil tayin edilmiş olur. Her ne kadar "benim için satın al." dememiş olsa veya "bu mal, bu mala karşılık " dememiş olsa bile böyledir.

Me'mur, onu kendi nefsi için almış olmaz. Her ne kadar, kendi nefsi için almaya niyet etmiş olsa bile, o şey müvekkilin olur. Künye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, belirli bir köle veya belirli bir cariyeyi 200                                                                                           satın alması için vekil tayin eder; bu vekil de, veznî veya keylî (= tartılan veya ölçülen) belirli bir şey veya bir yer satın alırsa; bu, —alimlerimizin İttifakı ile—caiz olmaz.

Bu vekilin, belirli olmayan, veznî veya keylî bir şey satın almış olması hali hususunda, el-Asl'da bir şey söylenmemiş ve alimler, bu mes'elede görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, muayyen bir bedelle, belirli bir köleyi satın almak üzere, başka bir şahsı vekil tayin eder; bu vekil, vekaleti kabul edip, müvekkilinin yanından çıkar; sonra da, belirtilen bedelle, o köleyi satın aldığı halde, "bu köleyi, kendi nefsi için satın aldığını" söylerse; bu durumda, bu köle, —bu vekilin değil— müvekkilinin olur.

Şayet, bu vekil, başka bir köleyi, önce belirtilen bedelden daha fazla veya daha noksan bir bedelle satın almış olursa; bu köle, müşterinin ( = satın alan şahsın = —burada— vekilin) kendisinin olur.

Şayet bu vekil; müvekkilinin söylediği bedelle, onun söylediği şeyi satın alması için, bir başka şahsı vekil tayin eder; bu ikinci vekil de, o şeyi, o bedellle satın alırsa; bu durumda, satın alınan bu şey, birinci şahsın (yani, ilk vekilin müvekkilinin) olur; ikinci şahsın (yani, ikinci şahsı vekil tayin eden, birinci vekilin) olmaz.

Bu durum, ikinci vekilin, ilk müvekkilin —vekalet— meclisinde hazır bulunmaması halinde böyledir.

Fakat, bu ikinci şahıs, birincinin vekil tayin edildiği mecliste hazır bulunmuş ve ikinci şahıs, bu ikinci vekili vekil tayin ederken, alacağı şeyin cinsini ve bedelini söylemiş ve mesela: "Birinci şahıs: "Bin dirheme al." dediği halde, ikinci şahıs: "Yüz dinara al." demiş ve o da, yüz dinara satın almışsa; bu durumda, satın alınan şey, ikinci şahsın (yani, ilk vekilin) olur.

Eğer amir (yani müvekkil):  "Bizzat şu köleyi satın al." diye emreder; fakat, bedelini söylemezse, müşterinin* (vekilin) o şeyi, iki nakidden (yani dirhem ve dinardan) birisi ile satın almış olması halinde,   . bu şey birinci amirin olur.

Bu şahıs, o şeyi, kendi nefsi için almaya niyyet etmiş olsa bile, bu böyledir.

Şayet ti. şahıs, bî^ka —cins— nakidlerle, başka bir şey satın almış olursa; —alimlerimize göre— bu şey; satın alan şahsın kendisinin olur.

Şayet müvekkil, bir şahsı, bizzat bir şeyi satın almaya vekil eder; ikinci vekil de, birinci şahsın belirttiği şeyi satın alırsa; bu şey önceki şahsın olur.

Âlimler: "Bu hal, bu şekilde satın almaya mahsustur. Birincinin vekili, ikincinin vekiline: "Şu şeyi, benim için satın al." veya: "Şunu satın al." derse; bu böyledir." buyurmuşlardır.

Fakat: "Müvekkilim filan için satın al.' der; ikinci vekil de satın alırsa, satın alınan şey, —birinci vekilin değil,— ikinci vekilin olur.

Fakat ikinci vekil, birincinin huzurunda öncekinin aldığı bedelin altında bir bedelle almış olursa, önceki amir için geçerli olması gerekir.

Şayet önceki bedelden fazla ise, birinci vekile infazı gerekir. Çünkü, onun huzurunda satın alındığını müvekkil görmüştür.

Eğer Âmir, birinci vekile: "Re'yinle (= görüşünle) amel et." der, önceki vekili de bir başkasını vekil yapar; o da önceki vekilin gıyabında, ayni bedele satın alırsa; alman şey önceki amirin olur; vekilin olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bana, filanın cariyesini satın al." dediğinde, me'mur: "Olur." veya: "Hayır." demediği halde, gidip onu satın alırsa; "Âmir için aldım." demesi halinde, o cariye, amirin olur.

Eğer: "Kendim için aldım." derse bu durumda, o cariye, kendisinin olur.   .

Şayet: "Satın aldım." der; fakat, "kimin için aldığını" söylemez; sonradan da "filan için satın aldım." derse, bu sözü cariyenin hela­kinden veya ona bir kusur arız olmasından önce söylemişse, sözüne inanılır.

Eğer cariyenin helakinden veya kusurlanmasından sonra söylemişse sözüne inanılmaz.

Belirli bir cariyeyi almaya, vekil tayin edilen bir kimse, bunlunur; ayni cariyeyi de müvekkil kendisi satın alırsa, bundan sonra, vekilden bir şey istenilmez.

Şayet müvekkil, onu geri satarsa; vekilin o satışın reddine hakkı yoktur. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse; diğerine, kendisi ile amirinin arasında olan bir köleyi satın almasını söyler, me'mur da: *sOlur." der; sonra da gidip satın alır ve onu, sırf kendisi için aldığına şahitlik yaparsa; şart üzerine, o köleye ortak olurlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer birisine: "Filan adamın kölesini, seninle benim aramda müşterk (= ortak) olarak satın al." der; adam da: "Olur." dedikten sonra, o me'mur, başka birisine uğrar; o.da: "Filan adamın kölesini, seninle benim aramda satın al." der; adam ona da: "Olur." der; sonra da me'mur, o köleyi satın alırsa, işte o köle, iki amirin (ortak) malı olur; memur için bir şey yoktur.

Şayet, o köleyi satın almadan önce, üçüncü bir amir daha emredip o adama:"Seninle benim aramda (ortaklaşa) bir köle satın al." der; bu şahıs, ona da: "Olur." deyip, önceki köleyi satın almadan başka bir köle satın alır; sonra da önceki iki şahıs huzurda bulundukları sırada bir köle atın alırsa, bu köle, üçüncü şahısla köleyi satın alan şahsın arasında yarı yarıya olur. Önceki adamlara bir şey yoktur.

Eğer öncekilerin bulunmadığı bir zamanda, satın alırsa, o takdirde, köle önceki adamların ortak mallan olur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet bir kimse, başka bir şahsı"bizzat beşyüz dirheme almaya" vekil eder; o vekil de, aynı zamanda, onunla birlikte, başka bir köle daha satın alırsa, tamamı vekilin olur. Müvekkile bir şey gerekmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre, o iki köleden birisi müvekkilin olmaz,

İmâmeyn'e göre ise, müvekilin beşyüz dirhemine karşılık, o iki köleden herhangi birisi onun olur. Bu durum, vekil tayin edilirken, kölenin bedeli söylendiği zaman böyledir.

Fakat, bu sırada her hangi bir şey söylenmemişse, o takdirde, bi'1-icma müvekkilin, bedeli nisbetinde, —insanların aldatümayacağı şekilde— hissesini alması gerekir.

Şayet bir şahıs, diğer birisini, "belirli bir bedelle, bizzat ( = muayyen) bir şey satın almaya" vekil eder; vekil de, o bedelle, muayyen şeyin benzerini amiri için satın alır; sonra da onda bir kusur bulursa; satıcısına iade eder.

Bu şeyi vekil, sonradan kendi nefsi için alabilir. Şayet bu red, ( =geri veriş) hakimin hükmünden sonra veya teslim almadan önce, —hükümlü veya hükümsüz— olursa, bu durumda vekil onu nefsi için satın alamaz. Ancak onu, daha az bedelle veya bedelinin misliyle alırsa; bu müstesnadır. Fakat fazlalık olursa, kendi üzerine olur.

Eğer red, hükümsüz teslim aldıktan sonra olursa, o takdirde vekil kendi nefsi için almış olur. Müşteri nasıl bir bedel ile alırsa alsın, fark etmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine, "bin dirheme, belirli bir köleyi almasını" emreder; o da, o köleyi bin yüz dirheme satın alır; sonra da satıcı, yüz dirhemini,  müşterinin hatırına indirirse;  o  kölede müşterinin olur; amirin olmaz. [13]

 

Muayyen Olmayan Bir Şeyi Satın Alma Hususunda Tevkil Ve Vekille Müvekkil Arasındaki İhtilaf
 

Bir kimse, diğer bir şahsı, bir köle satın almaya vekil eder başka, birisi de aynı şahsı bir köle satın almaya vekil yapar; her ikisi de, kölenin bedelini verirler; vekil de, bir köle satın alıp: "Ben bu köleyi, filanın namına almaya niyet eyledim." derse; bu sözü kabul edilir.

O iki kişiden, her birisi;o şahsı, bu kölenin yarısını satın almaya vekil eder; vekilde onu satın alır; bedelleri de ayni cinsten olur ve vekil: "Ben, bu köleyi filanın namına aldım." derse onun sözü geçerli olur.

Şayet bedellerin cinsleri ayrı ayrı olur; mesela: Onlardan birisi, "kölenin yarısını, beşyüz dirheme satın almaya vekil ederken; diğeri ise, "yüz dinara, satm almasını" söyler; vekil de kölenin yarısını yüz dinara satın alarak, dirhem sahibine niyyet ederse; bu satın alış vekile ait olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, belirli olmayan bir şey satın almaya, vekil tayin eder; vekil de bir köle satın aldığında bunun bedeli, ya belirli bir akde izafe edilir veya mutlak bir bedele izafe edilir: Eğer belirli bir bedele izafe edilmişse, satın alınan şey, bu bedelin sahibinindir. Her ne kadar, bunun hilafına niyet edilse de, bu böyledir.

Eğer mutlak bir bedel izafe edilmişse; bu da, ya hal-i hazırda alınır verilir veya vadeli olur.

Eğer peşinse; alan vekil ya ikisinden birine niyet eder. (Böyle yaparsa, aldığı şey niyet ettiği kimsenin olur.)

Eğer vekiller niyette ihtilaf ederlerse; hüküm bi'1-icma bedelini' nakden ödeyenedir.

Eğer hiç birine niyet etmemişse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, satın alınan şey, akdi yapanındır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, nakid sahibinindir.

Eğer bedel vadeli ise, işte o alınan şey vekil içindir.  

Vekil, bizzat belirtilmiş olmayan bir köleyi satm aldığında, onu .müvekkil görmüş olduğu halde, vekil görmüş olmasa; bu vekile görme muhayyerliği vardır.

Şayet vekile, muayyen olmayan bir köle alma yetkisi verilir; o da gördüğü bir köleyi satın alırsa; vekil de müvekkil de, görme muhayyerliğine sahip değildir.

Bir kimse, diğerini,' 'bin dirheme, bir cariye almaya" vekil edip ve ona bedelini de verir; vekil de ona bir cariye satm aldığında amir, "ona: "Sen beşyüz dirheme satın aldın." der; me'murda: "Hayır bin dirheme satın aldım." derse; me'murun sözü geçerli olur.

Şayet, cariyenin emsali (= benzeri) bin dirhem ediyorsa, bu böyledir.

Eğer beşyüz dirheme müsavi bir cariye ise, amirin sözü geçerli olur;

Eğer amir, bin dirhemi me'mura vermemişse, mes'ele hali üzeredir. Ve amirin sözü geçerli olur. Me'mur yeminleşmeden sonra bu cariyeyi kendisi alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "belirli bir cariyeyi kendisine satm almaya" vekil tayin eder; vekil, onu satın aldıktan sonra da, bu vekil ile, müvekkil arasında ihtilaf çıkar ve vekil, müvekkiline:  "Sen, bana, onu bin dirheme satm almayı emreyledin. Ben de, onu emrettiğin gibi, bin ' diheme satm aldım." der; müvekkil de: "Ben, sana» onu beşyüz dirheme satın al." dedim. "Sen, onu, bin dirheme, kendin için satın aldın." derse; müvekkilin sözü geçerli olur. Ve iki tarafa da yemin ettirilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerini: "Şu köleyi satm al." diyerek vekil tayin eder; ancak bedelini (= fiatını) söylemez; vekil de onu satın alır ve: "Onu bin dirheme satın aldım." der; satıcı da onu doğrular; âmir ise: "Sen, onu beşyüz dirheme satm aldın." derse; bu durumda, yeminleşirler.

Bu görüş, İmâm Ebû Mansur'un görüşüdür, yeminleşmezler de denilmiştir. Bu da Ebû Ca'fer'in görüşüdür. Sahih olanı ise, öncekidir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "kardeşini satın almaya" vekil tayin ettiğinde, bu vekil onu satın alır; müvekkil ise: "Bu benim kardeşim değildir." derse; yeminle birlikte onun sözü geçerlidir. Ve vekil onu kendisi için satın almış olur. Onu, müvekkilin kardeşi zanniyle aldığından dolayı, bu köleyi   vekilin,   müvekkiline   karşı   azad   etmesi   gerekir.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerini, "hintîi bir köle satm almaya" vekil ettiğinde, bu vekil onun dediği köleyi satın alıp müvekkiline getirince, müvekkil: "Bu, benim köîemdir. Filan adam, bu köleyi benden gasbetmişti. ( = zoraki almıştı.)" der vekil de "Bu filanın kölesidir. Ben, bunu senin için satm aldım." derse burada iki vecih vardır:

Eğer kölenin bedeli ödenmişse, müvekkilin sözü kabul edilmez.

Şayet bedel ödenmemiş ise, müvekkilin sözü geçerlidir.

Şayet, onun bedeli ödediğini belgeleyemezse, -vekilin, kölenin bede­lini almak için, müvekkile müracaat etme hakkı yoktur.

Eğer bedeli ödediğini isbat edese; dava aydınlığa çıkmış olur.

Şayet müvekkil, kölenin aslen kendisinin olduğuna dair, beyyine ibraz ederse, bu durumda vekilin beyyinesi, daha evla sayılır.

Bir  kimse,  diğerine bin  dirhem vererek,  "onunla,  bir köle almasını" emreder; vekil de bir köle getirerek: "Bunu, sana bin dirheme satın aidim." deyince, amir: "Niçin satm aldın. Ben, seni vekâletten çıkartmıştım." derse; me'murun sözü kabul edilir.

Keza vekil: "Ben, bu köleyi senin için, şu adamdan satın aldım." der ve: "Öldüğünü" söylerse; bu,da caizdir. Bedeli alan şahıs, bin dirhemi müvekkile öder.

Eğer vekil: "Ben, bunu senin için, bin dirheme satın aldım." der, müvekkil de ona: "Hayır, sen benim için, bir şey satın almadın. Çünkü, ben seni vekaletten çıkartmıştım." der ve hakikaten de, vekaletten çıkarılmış olursa, bu durumda da onun sözü doğrulanmaz.

İbnü Semâa'nın Nevâdirî'nde, İmâm Ebû Yusuf (R.A.)*un şöyle buyurduğu  rivayet  edilmiştir:  Bir  adam:   "Ben,  bu  köleyi,  filanın malından satın aldım." dediğinde, o adamda: "Ben, böyle istedim." der; fakat diğer şahıs: "Sen, bana emretmedin. Fakat, ben senden bin dirhem gasbettim ve onunla, bu köleyi satın aldım." derse; onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, "bin dirheme, bir cariye satın almaya"  vekil tayin eder; o vekil de, iki bin dirheme bir cariye satın alarak, onu amire yollar; amir, o cariyeye cima ettikten sonra da, vekil amire: "Ben, o cariyeyi iki bin dirheme satın aldım." derse; eğer vekil, cariyeyi amire yollarken: "Sen, bana onu satın almayı emreyledin. Ben de, onu senin için satın aldım." der; sonra da "iki bin dirheme satın aldım." derse; sözüne inanılmaz. Beyyine ibraz etse bile, bu kabul edilmez. Şayet vekil, bu cariyeyi yollayınca, hiç bir şey söylemez; sonra da: "Ben, onu iki bin dirheme satın aldım." derse sözü kabul edilir. Ve amirden bu cariyeden doğan çocuğun bedelini alır. Fetâvâyi Kâdîlıân'cla da böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhemi vererek, "kendisine bir cariye almasını" söyler ve "beşyüz dirheme kadar artırabileceğini de" bildirir; vekil de bir cariye satın alarak: "Onu, Hn beşyüz dirheme aldığını" söyler; amir de: "Bin dirheme aldın." derse; her ikisine de iddialarına göre yemin verilir. Yemine, önce vekilden başlanır. Şayet, o yemin ederse;   cariyenin   üçte   ikisi   vekilin,   kalanı   da   müvekkilin   olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer vekil: "Ben, bunu amir için satın aldım." der; amir de: "Sen, onu nefsin için satın aldın." derse, me'murun aldığı kölenin muayyen olması ve onu satın almış bulunması ve onun hal-i hazırda mevcut olması halinde,  me'murun sözü geçerH olur.  Bu bi'1-icma' böyledir. Bedel, nakid olsun veya olmasın farketmez.

Eğer, me'mur: "Senin için satm aldıktan sonra, köle öldü." der; müvekkil de, bunu inkar ederse; bedel peşin Ödenmemişse, amirin sözü geçerli oîur.

Eğer bedel nakid ise, yeminli olarak mem'urun sözü kabul edilir.

Eğer köle, biaynihi (= belirli) bir köle olmaz ve kendisi de sağ bulu­nur me'mur da: "Onu, senin için satın aldım." der; âmir ise; "Hayır, bilakis, onu, sen kendi nefsin için aldın." derse; bedelinin ödenmiş olması halinde me'murun sözü geçerli olur.

Eğer bedeli ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir.  

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

İmâmeyn'e göre ise, yine me'murun sözü geçerli olur.

Eğer köle ölmüş bedeli de ödenmişse; yine me'murun sözü geçerli olur.

Eğer parası ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir. Tebyîn'de de böyledir.                                           

Bir kimse, diğer bir şahsa, onunla bir şey satın almak üzere bin dirhem verir, bu dirhemlerde vekilin elinde iken zayi olur; sonra da, vekil, müvekkilin dediği şeyi satın alırsa; bu satın alış, vekil için geçerli olur.

Eğer vekil, satın aldıktan sonra, dirhemler zayi olur ve vekil bedelini vermemiş bulunursa, vekil, onu satın almadan önce, dirhemler kendi elinde zayi olmuşsa, bu satın alış müvekkil için olmuş olur. Onun misli için, me'mur amire başvurup parasını alır.

Bu zayi dirhemlerin oluşunda ittifak (= görüş birliği) olduğu zaman böyledir: İster satm almadan önce, isterse satın aldıktan sonra olsun müsavidir.

Fakat ihtilaf ederlerse (= görüş ayrılığına düşerlerse) amirin sözü geçerli olur. Ve ona, yemin verilir.

Şayet, dirhemler zayi olmaz, vekil onu nakden öder; sonra da bu dirhemler satıcının yanında iken, ona bir hak sahibi gelirse; satıcı vekile vekil de müvekkile başvurur.

Şayet, satm alman şey, satm aldıktan sonra helak olursa; vekil mü­vekkile baş vurarak, ikinci defa ondan bedelini alır.

Eğer satın alman şey ikinci defa yine vekilin yanında zayi olursa, bundan sonra amire başvuramaz.

Keza vekil, dirhemleri, müvekkilden satın almadan önce alır; ve satınaldıktan sonra, elinde iken helak olursa, amire müracaat edemez. Kendi nefsî malından, satıcıya ödeme yapar. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, ona: "Bu bin dirhemle, bir köle almasını" söyler; vekil de o dirhemleri evine koyarak çarşıya çıkar ve müvekkiline, bin dirheme bir köle satın alıp bu köleyi eve getirir; dirhemleri satıcıya vermek isteyince, bir de bakarki dirhemler çalınıp evinde zayi olmuş; satıcı gelip parasını; müvekkil de gelerek köleyi isterse; alimler: "Müvekkil, vekilden bin dirhemini alıp, onu satıcıya geri verir. Köle de, dirhemler de onun yanında emanet olarak helak olmuş sayılırlar." buyurmuşlardır.

Fakıyh Ebû'I-Leys: "Bu, şahitler şehadette bulunup: "Gerçekten vekil köleyi satın aldı ve elinde helak oldu." demeleri halinde böyledir." buyurmuştur.

Fakat müvekkil, işin hakikatini ancak vekilin söylemesi ile bilirse, gerçekten o, tazminatı nefiyde doğrulanır. Kendi nefsinden amirin taz­minat ödemesi de gerekir. Ayrıca vekilin amire tazminatta bulunması doğrulanmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, "onunla, kendisine bir cariye almasını" emreder; o da satın aldıktan sonra bu dirhemleri geçersiz veya katkıntılı yahut onları kalay olarak bulur ve onları geti­rerek, satıcıya vermek ister, satıcı da onları kabul etmezse; bu dirhem­lerin vekilin yanında zayi olması halinde onlar amirin malı olarak zayi olmuş olur. Ve vekil, amir'eparası için baş vurarak, dirhemlerin yenisini ondan alır ve satıcıya verir. Şayet satıcı, vekilden bu dirhemleri aldıktan sonra, onları bizim vasıjfladığımiz gibi bulur ve vekile geri verir've o da, vekilin yanında zayi olursa; şayet dirhemler katkıntılı veya geçersiz iseler; zayiat vekile aittir. Bu durumda vekil, yeni dirhemleri kendi malından öder. Müvekkiline başvurarak, verdiğini geri de alamaz.

Şayet dirhemler kalay ve sütuka iseler; vekilin yanında zayi olunca; vekil yeni dirhemleri alıp satıcıya vermek üzere, müvekkiline başvurur.

Vekil, müvekkilden taze dirhemleri alır ve bunlar yanında zayi olursa; bunları kendi malından öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse; kendisi için bir cariye almak üzere, bir cariye bedeli olan bin dirhemi başka birine verir; vekil de o cariyeyi satın aldığı halde, onu teslim almaz ve o bedeli de satıcıya, —amir, ödemek için, onu nakden vekile verene kadar, vermez; sonra da vekil, o bedeli zayi eder; kendisi de çok fakir birisi olursa bu durumda satıcı, cariyenin bedelini almadıkça, onu vermez. Bu satıcı, o cariyenin bedelini amirden isteyip alamaz.

Vekilin de, bu amire karşı, yapacağı bir şey yoktur.

Bununla beraber, eğer amir, cariyenin parasını nakden ödemişse; satıcının cariyeyi vermekten kaçınma hakkı yoktur.

Eğer amir, cariye bedelini peşinen ödememişse; o zaman hakim; bu cariyeyi satıcı ve amirin rızaları ile, bedeli mukabili satar.

Şayet onlardan hiç birisi buna razı olmazlar veya buna amir razı olmazsa; İmâ m ey ne göre yine böyle yapılır.

Hakimin, bu cariyeyi satması halinde eğer ikinci bedel, birinci­sinden fazla bulunuyorsa; bu fazlalık amire aittir.

Eğer, noksanlık varsa; satıcı o noksanlığı almak için vekile müra­caat eder. Amire müracaat edemez.

Sonra da amir, ondan aldığına göre vekile müracaat eder. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam başkasına: "Şu bin dirhemle, bana bir cariye satın al." deyip,   ona,   dirhemleri  gösterdiği  halde,   onları  teslim   etmez;   bu dirhemler çalınır; vekil de bin dirheme bir cariye satın alırsa, onu, ödemek müvekkile aittir.

Keza, dirhemler çalınmaz fakat, sahibi onu harcar ve bir ihtiyacına sarfederse; yine bu cariyenin bedelini müvekkil öder.  

Şayet müvekkil dirhemleri vekile teslim eder ve hu dirhemler onun yanında iken, çalınırsa, vekilin bunları tazmin etmesi gerekmez.

Eğer vekil, bundan sonra, bin dirheme bir cariye satın alırsa, o cariye vekile ait olur. Vekil, dirhemlerin zayi olduğunu bilsin veya bil­mesin müsavidir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, ona, "bir cariye satın almasını" emrettiğinde, bunun beşyüz dirhemi vekilin elinde zayi olup, geri de beşyüz dirhemi kalsa; vekil de bundan sonra, bin dirheme, bir cariye satın alsa, onu kendi nefsi için satın almış olur.

Eğer cariyeyi, beşyüz dirheme satın alır ve bu cariyenin benzeri de, beşyüz dirhem olursa, yine bu cariye müşterinin (vekilin) nefsi için alınmış olur.

Şayet   cariye,   bin   dirheme   müsavi   kıymette   veya   insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir miktar daha noksan değer de olursa, bu durumda o cariye, vekil için satın almış olmayıp, müvekkil için satın alınmış olur. ZeJııyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın kölesine: "Nefsini, efendinden benim için satın al." der; köle de: "Olur." karşılığını verir; sonra da, efendi­sine giderek, nefsini satın alırsa;  şayet:  "Benim nefsimi, bana bin dirheme sat." demiş, efendisi de satmış; köle de bunu kabul etmişse; bu durumda köle hürdür ve bu kölenin, efendisine bin dirhem vermesi gerekir.

Bu kölenin velası bu efendisine aittir.

Şayet, kelâm mutlak olur, fakat emir, satın almaya izafe edilirse; (mesela: Bir köle kendi efendisine: "Beni, filan adama şu kadar fiatla sat." der; o da satar, köle de kabul ederse) sahih olur ve köle diğerinin olur. Mal da bu kölenin rakabesine karşılık olur, Ve amirine müracaat eder.

Satıcının, bedelini alana kadar köleyi habsetmeye hakkı yoktur.

Eğer, amir o kölede bir kusur bulup, satıcıyı dava etmek isterse; o kusur nefsi satın alınırken bilinen bir kusur ise, —her ne kadar köle bunu bilmese bile— onu geri veremez. Şayet köle, nefsini amir için bin dirheme satın alsa, bedeli verilmedikçe bu akid fasiddir.

Eğer köle, akdin akabinde oluverse; amir onun bedelini tam olarak tazmin eder. Ölmez, fakat satıcısı onu bazı işlerinde kullanırsa, işte bu da satışı nakzeder (= bozar.)

Hatta, bundan sonra, bu köle ölse, satıcının malı olarak ölmüş olur.

Şayet bu köle, nefsini amir için bin on dirheme satın alsa; veya Delirli bir müddet ile satın alsa; amirde ona bin dirheme demiş olsa, işte o satım vaki olduğu zaman, köîe hürdür. Muhiyfte de böyledir.

Bir köle, bir adamı "nefsini, efendisinden satın almaya" vekil ederek, ona bin dirhemi teslim eder; vekii de, efendisine, satın alış- esnasında: "Ben, senin köleni onun nefsi için satın alıyorum." der; o da böylece satarsa, işte bu bir azad olur.

Ve, bu kölenin velası efendisi olur.

Şayet bu vekil: "Onu, ben satın aldım." der de, kölenin nefsi için satın aldığını açıklamazsa; bu durumda köle, vekilin malı olur. Köleden aldığı bin dirhem de, meccanen efendisinin olur.

Ve müşteriye, bu köleye bedelini ödemek veya onu azad etmek vacibolur.

Sonra vekil açıklama yapmadığı takdirde, kölenin efendisi vekile müracaat ederek bedelini ister. Çünkü akid yapan odur. Eğer, bu vekil, "bu köleyi, kölenin nefsi için satın aldığını açıklarsa İmâm Mııhammed (R.A.), Azad'a Vekâlet Babı'nda: "Gerçekten azad vaki olur. Zira mal vekilin değil kölenindir." buyurmuştur.

Sahih oian da budur. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet bu köle müdebber ise; (bu müdebber) satış zamanı hürdür. İster me'mur mutlak satın alsın; ister, nefsine izafe ederek satın alsın, müsavidir. Çünkü, müdebber satın alınması caiz olmayan ve itki (-azad edilmesi) caiz olandandır.  Yapılan, bu muamele, müdebberin azadını kabul olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil edilen kimse, satın alman şeyde, bir kusur bulursa; —satın alman şeyin elinde bulunması halinde— onu, amirden emir almadan, reddedebilir. (= geri verebilir.) Hulâsa'da da böyledir.

Bir şey satın almaya vekil edilen şahıs, satın aldığı şeyi, amirine teslim ettikten sonra, gelip; satıcıyı o şeyin kusuru hakkın.da dava ederse; aldığı şeyi, satıcıya, geri verme hakkına sahip olamaz.

Ancak, bu hususta amirin beyyinesini getirirse; o zaman geri vere­bilir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer satın alman köleyi, amir teslim almadan; vekil o kölede bir ayıb bulur ve aybı yüzünden köleyi reddeylemeyi, amir vekil emrettiği halde, vekil, kusuruyla birlikte ona razı olur; satıcıyı da ondan ibra ederse;   müvekkil  muhayyerdir.   İsterse   cariyeyi   alır;   bu   durumda yapacağı başka bir şey olmaz. Dilerse, onu aybı (= kusuru) sebebiyle vekile verir. Ve ondan cariyenin bedelini alır.

Şayet amir cariyeyi almaz ve cariye de vekilin yanında ölürse; vekilin malı olarak ölmüş olur.

Ve bu durumda müvekkil, sadece cariyenin kusuruna karşılık, vekile müracaat eder. Sîrâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, bu cariye ölmez, fakat gözünün birisi kör olursa; bu cariye amirin olur.

Yalnız, müvekkil, vekilin razı olacağı bir şekilde, aybının hissesi için vekile müracaat eder. Eğer cariyenin bir gözü kör olmazsa, amir vekili ilzam etmekte muhayyerdir. Ve bedelini vekilden alır.

Sonradan vekil, bu cariyede önceki razı olduğundan başka bir kusur bulur vekilin ve bu ayb, satıcının yanında meydana gelmiş olursa vekil, amire de satıcıya da onu reddetmeye kadir olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil edilen şahıs satın alınan şeyde, razı olduğu bir kusur bulur ve onu teslim alırsa; bu ayb, (iki gözü kör olmak gibi...) helakına sebeb olacak bir şey değilse, bu amirin oîur. Eğer helak olacak şekilde olmadığı gibi halkın aldatılacağı halde de değilse, amire ilzam olunmaz. Amir, müşteriyi (vekili) ilzam eder.

Bu Imâmeyn'in kavlidir.

İmâm Ebû H anî t e (R.A.)'ye göre aybı ile birlikte, bedelinde bir aldanma yoksa ikisi de müsavidir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğer birisine, "onun  emriyle bir köle satın alıp, onu da teslim alsa; sonra da onda, bir kusur bulsa; satıcı onun aybmdan kaçınınca da amir ona: "Sen, kölenin aybından kaçınıyorsun" dediği. halde,   me'mur   onu   kabul   etmezse;   ancak,   hakimin   hükmüne başvurulur.

Eğer hakim, onu ilzam ederse; bu durumda o, amirden satın alınmış yerinde olur.

Eğer onda bir kusur bulursa, satıcıya reddedemez; ancak, amire karşı reddeder; sonra da amir, onu satıcısına reddeder. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer cariye vekilin yanında satın alınmış olur ve vekil de, onu aybı sebebiyle reddeylemek ister; satıcı ise, amirin razı olduğunu iddia ederse; —beyyinesinin  olmaması  halinde—  sözüne  İnanılmaz.  Şayet  satıcı, vekilin, "o kölenin aybına, amirin rızasının olduğu" üzere yemin etme­sini irade ederse; buna hakkı yoktur.

Eğer satıcının, amirin ayba karşı rızasının olduğuna beyyinesi yoksa ve vekilde cariyeyi kusuru sebebiyle geri vermek istemişse; sonra da amir huzura gelerek, rızasının olduğunu iddia eder ve cariyeyi alrnak ister;

satıcı da vermekten kaçınarak: "Hakim ahm-satımı bozdu." derse, bu durumda hakim, satıcının sözüne iltifat etmez. Ve, bu cariyeyi amire verir.

Bazı alimlerimiz: "Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." buyurmuşlardır.

Bazıları ise: "Hayır, bu bütün bilginlerin kavlidir." buyurmuşlardır. Esahh olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet vekil, kusuru sebebiyle cariyeyi satıcıya reddederken, satıcı­dan bedelini almış ve o bedel de vekilin yanında zayi olmuşsa; vekilin kendi malından zayi olmuş oîur. Ve bu durumda vekil, kendi malından amire borçlanmış olur.

Sonra da amir satıcıyı tasdik ederek, "vekilin onu aybıyle birlikte teslim aldığını ve ona razı olduğunu" söylerse; amir, kendi malından, satıcıya ödeme yapar ve cariyeyi teslim alır.

Müvekkilin, satıcıya: "Sen, vekilden cariyenin bedelini aldm." demeye hakkı yoktur." Bir defa da benden aldın." diyemez.

Şayet amir, o cariyede başka bir kusur bulursa; —vekilin haricinde— onu reddetme ve dava etme hakkı vardır.

Eğer vekil; amir,, cariyeyi reddeyledikten ve aybı sebebiyle hakim ahş-verişi bozduktan sonra, amirin kusura rıza gösterdiğini ikrar ederse; satıcı için muhayyerlik vardır. Dilerse, cariyeyi* yanında bırakır; dilerse vekile reddeder.

Şayet amir, aybıyîe birlikte razı olduğunu ikrar ederse, bu cariye amirin olur. Vekil, o cariyeyi satıcıdan alıp amire verir. Bedelini satıcıya vermek, vekile aittir. Eğer vekili, cariyenin bedelini satıcıdan almış ve cariyeyi ona reddederken, sonradan, başka bir ayıp bulmuş olursa, bu durumda onu dava eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  kimse,  diğerine  emrederek;   "kendisine  bir  cariye  satın almasını" söyler; vekil de ona bir cariye satın alır fakat onu teslim almadan, bir kusuruna muttali olur; ancak bu o kusura amir razı olursa, bu caiz olur.

Eğer müvekkil bu akdi bozarsa; onun bu bozması geçerli olmaz ve onunla amel edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Satın   almaya  vekil   tayin  edilen   bir   kimse,   üçbin   dirhem değerindeki bir köleyi, bin dirheme satın alır; sonra da onda bir kusur bulursa, onu geri veremez. Şayet hıyâr-i rü'yet (= görme muhayyerliği) veya şart muhayyerliği varsa; o zaman geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli olmayan bir köleyi satın almaya vekil edilen bir kimse, kusurlu bir köle satın alır; onu da vekil bilmez de müvekkil olursa; ayıbı sebebiyle, vekil onu geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil tayin edilen bir şahıs öldükten sonra, müvekkil onun satın aldığı şeyde bir kusur bulursa, onu, ya varislerine veya vasi­sine reddeder, (geri verir)

Şayet bu vekilin varisi ve vasisi yoksa; müvekkili onu, satıcıya red-deyler. Hıılasa'da da böyledir.                                                           

Satın alma hususunda vekil tayin edilen  kimse,  kendi nefsî malından vererek satın alır ve müvekkil, o bedeli vekile vermezse; bu vekil, müvekkile müracaat ederek, verdiği malı ondan geri alır.

Ve satın aldığı, malı, bedelini müvekkilden alıncaya kadar, yanında tutabilir. Şayet, satın alman bu şey vekilin yanında iken zayi olursa; \ müvekkilin malı olarak zayi olmuş olur. Ve bu durumda vekile tazminat gerekmez.

Şayet vekil, aldığı bu şeyi müvekkiline vermeyip yanında tutmak istedikten sonra, bu şey zayi olursa; teslimden önce olduğundan, satın alınan şeyin bedeli zayi olmuş olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Bu hususta, İmâm Muhammet! (R.A.) bir şey söylememiştir.

Eğer vekil bedeli ödememiş, satıcı da satılan şeyi vekile teslim etmişse; vekilin, —müvekkil bedelini ödeyene kadar— bu şeyi müvek­kilden habsetme hakkı var mıdır? Şeyhu'l-İslam Şemsü'I-Eimme el-Halvânî: "Hakkı vardır." buyurmuştur.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vekil, alınan şeyin bedelini, kendi malından, nakden öderse; sonra da, müvekkiline bir başka yerde raslayarak, satın aldığı şey yanında olmadan, müvekkilden onun bedelini ister; o da, alınan şey, teslim edilmeden, bedelini vermekten kaçınarak, alınanın teslimini ister; satın alınan şey vekil ile müvekkil arasında hazır olduğu halde, vekil bedelini alana kadar teslim etmezse, bu durumda müvekkilin, satın alı­nanı teslim edene kadar, beclelini vermeme hakkı vardır.

Eğer bidayette amir satın alman şeyi istememişse, onun bedelini vermeden kaçınamaz. Çünkü o, amirin zimmetine geçmiş borç olmuştur. Bahnı'r-Raık'ta da böyledir.

Bin dirheme, bir cariye satın almaya vekil edilen, bir şahıs, onu, —emredildiği   gibi—   bin   dirheme   satın   alıp,   bedelini   de  peşinen ödeyerek, cariyeyi de teslim alırsa; amir, onun bedelini nakden ödeyene kadar, onu yanında tutamaz.

Hatta amir, beşyüz dirhemini öder de sonra da kalanını, isteyince vermez ve bu cariye, müvekkilin yanında ölürse, kalan beşyüz dirhemi müvekkil vekile öder.

Şayet başlangıçta vekil, habseder de, bu cariyeyi müvekkile ver­mezse; müvekkilden aldığı beşyüz dirhemi de geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Vekil cariyeyi vermez ve sonra da, gözünün birisi zayi olursa, bedelinden bir şey eksiltilmez. Müvekkil serbesttir.  İsterse bedelinin tamamını alır; isterse, almaz, Bahru'r-Raik'ta da böyledir.

Vekil, bir köleyi, bir seneye kadar vadeli olarak, bin dirheme satın alıp teslim de alır; sene gelince de, amir bedelini satıcıya ödemezse, satıcı, onu vekilden alır.

Vekil de, amir onun bedelini verene kadar, köleyi amire vermez. Şayet vekil, onu amirden men ederse, bedelini kendisi öder ve eğer amir, köleyi teslim almış; sonra da amirin bulunmadığı bir sırada, vekil onu almış ve bedelini alana kadar da durumu söylememiş; köle de yanında ölmüşse, bu durumda amirin bedel ödemesi batıl olur. Ve, bu kölenin bedelini ödemek, vekile ait bulunur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet amir, "iki cariye satın almasını", vekile emreder ve "her bir cariye, bin dirheme olsun."  der veya "ikisini birden, bin dirheme almasını'' söyler; vekil de onları satın alır; teslim aldıktan sonra da amir, onlardan birisini ister ve onu belirtir; vekil de, onu men edip vermez ve cariye ölürse, bedeli batıl olur. Yani amir, ona karışmaz.

Eğer amir: "Geride kalan, bana lazım değildir." derse; onun bu sözüne iltifat edilmez. Ve onun bedeli ne ise, amir onu Öder. Şayet vekilin men eyleyip vermediği cariye ölmez, fakat diğeri ölürse, o tak­dirde, her ikisinin bedelini de amir öder.

Bir amir: "Kendisine, iki cariye satın almasını" bir şahsa emredip, "bunlardan birini peşin olarak bin dirheme, diğerini de bir sene sonra vermek üzere satın al." der; vekil de onun dediği gibi, yaparak, ikisini de teslim alır; ancak amir onlardan birisini, vekilden ister; vekil de, onu bedeli verilinceye kadar vermek istemezse, işte bunu yapmakta hakkı yoktur.

Ve bedeli bir seneye kadar ödenecek olan cariyeyi verir. Şayet, onu vermez ve o da ölürse, bedelini amir öder. Fakat, diğerine gelince, me'mur onu bedelini ödeyene kadar vermez. O da ölürse; o zaman amirin: "Bedeli bir seneye kadar verilerek olanı da istemem." sözüne itibar edilmez. Zamanı gelince onun bedelini öder.

Keza, her ikisini de peşin, iki bin dirheme almasını söyler, vekil de satm alırsa, onları amirden men edemez.

Satıcı, onlardan birinin bedelini peşin alsa da, diğerim ertelese; durum yukarıda söylediğimiz gibidir ve öncekinin aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vekil, "satın aldığını ve bedelini kendi malından ödediğini" iddia eder; müvekkil de bunu doğruladığı halde, satıcı yalanlarsa; bu durumda  vekil,   müvekkile   müracaat   edemez.   Bahru'r-Râık'ta   da böyledir.

Vekil, belirli   bir şey almaya tayin edildiği halde, bedeli, satıcı, bedeli vekilden çıkarana kadar nakden ödenmezse, sahih olur. Te'hiri de müvekkil hakkında sabit olur. Vekil, belirli zaman gelmeden öncede, müvekkile müracaat eder.

Şayet satıcı, bedelin bir kısmını vekil için düşürürse, o, müvekkilden düşürülmüş olur.

Ancak satıcı, bedelin tamamını düşürürse, bu, müvekkil hakkında olmaz. Bu durumda vekil, müvekkile başvurarak, bedelin tamamını alır.

Şayet satıcı, bedelin bir kısmım vekile bağışlarsa; bu, müvekkil hakkında zahir olmaz.

Şayet   satıcı,   tamamım   vekile   teberru   ederse;   bunun   cevabı, tamamını bağış yapmanın cevabı gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, önce beşyüz dirhemini, sonra da kalan beş yüz dirhemini bağışlarsa; vekil, önceki beşyüz dirhem için, müvekkile başvuramaz. Sonraki beşyüz dirhem için, başvurur. Çünkü o, ona bağıştır. Eğer, önce dokuz yüz dirhemini bağışlar; sonra da geride kalan yüz dirhemi bağışlarsa; işte o, müvekkile, yalnız yüz dirhem için başvurur.

Bunların tamamı; İmâm Ebû Hanîic (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Tealadır. [14]

 

3- BEY'A (= SATIŞA) VEKÂLET
 

Satışta vekil tayin etmek caizdir.

Satış az olsun, çok olsun fark etmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn ise: "İnsanların aldatıldıklarından az olan satışta vekalet caiz değildir. buyurmuşlar ve: ' 'dirhemler ve dinarlarla olan satışlardan başkasında vekalet caiz değildir." demişlerdir. Hidâye'de de böyledir.

Vekilin satışında, hangi bedel ile olursa olsun İmâmeyn'in kavliyle-fetva verilmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İhtilaf  vekaleti  mutlakadadır.   Müvekkil,   vekile:   "Onu  bin dirheme sat." veya "yüz dirheme sat." derse; bu bi'1-icma caiz olmaz. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Vasıflı bir yer karşılığında bir köle satmaya vekil edilen kimse o köleyi  gabn-i   fahiş  (=  fazla  bedelle)  satarsa,   İmâm  Ebû  Hanîfe N'R.A.)'ye göre caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Satışa vekil edilen şahıs o şeyi veresiye de satabilir.

Münteka'da şöyle zikredilmiştir:

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu, ticaret için vekil olduğu zaman böyledir. Eğer bir hacet için olursa, caiz olmaz." buyurmuştur.

Mesela: Eğirdiği ibliğini, satması için, bir adama verirse, işte o adam, onu peşin satar.

Fetva da buna göredir. Hulasada da böyledir.

Mutlak satışa vekil edilen şahıs, örf olan müddetle, her hangi bir ticaret eşyasında va'deli satış yapsa alimlerimize göre caizdir.

Eğer, örf olmayan şekilde veresiye verirse, (mesela: Elli sene son­raya veya buna benzer bir vade ile satış yaparsa...) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olur. îmâmeyn'e göre caiz olmaz.

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Peşin olmasına delalet eden, bir söz olmazsa, vadeli satış da caiz olur.

Şayet peşin olmasına delalet eden bir söz bulunursa, o takdirde, veresiye satışa vekalet caiz olmaz.

Mesela amir: "Şu köleyi sat ve borcumu öde." der veya: "Sat onu; gerçekten, alacaklılar alacağım istiyorlar." veya "Sat onu; nefsimin ve ailemin, onun parasına ihtiyacı vardır; nafakamıza harcayacağız." derse; işte bu hallerde, vekilin o köleyi veresiye vermesi olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Veresiye vermeye vekil tayin edilen bir kimse, bir aya kadar veya daha uzun bir vadeye erteleyebilir.

Bundan az olan müddet, veresiye verilmiş sayılmaz.

Şayet bu vekil, peşine satarsa, işte bunda ihtilaf olunmuştur:

Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin el-Fadl: "Eğer veresiye satacağından daha fazla bedelle peşin verirse; işte bu caiz olur.

Eğer  peşini veresiyesinden  az bedele  olursa;  bu  caiz olmaz." buyurmuştur.

Başka alimler ise: "Mutlak caiz olur." demişlerdir.

"Başka değil ancak, peşin sat."  derse; yine böyledir, veresiye satamaz.

Bir kimse, malını satmaya, birisini vekil eder; o mal da, vekil ve müvekkilin bulunduğu yerde olur ve vekil, o taşınır malı, başka bir bel­deye çıkarır; o malda orada çalınır veya zayi olursa; vekil onu tazmin eder.

Şayet vekil, o malı yerinden çıkarmaz fakat, yerinde satarsa; sattığı yerde, bedelini amirine teslim etmesi gerekir. Her ne kadar, onu taşımaya gücü yetmez ve o beldenin her hangi bir yerinde satış yapma­sına da mani bir hal bulunmazsa, vekil istediği yerde satar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mutlak satışa vekil olan bir kimse, fasîd bir satış yapsa; tazminat ve teslimat gerekmez. Vekil satıştan geri döner.

Fasid bir satışa vekil olan kimse, caiz olan satışla satış yaparsa, bu istihsanen caiz olur. Hulasada da böyledir.

Bir şeyi satmak için vekil edilen şahıs, kendi nefsi için, o satılacak şeyi, satın alamaz. Çünkü satıcı da, alıcı da tek kişi olamaz. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Vekile, kendi nefsi için, satın alması hususunda emir verilse bile, bu caiz olmaz.

Keza, vekilin kendisinin küçük oğluna, bu şeyi satması caiz olmaz. Keza,   kölesine  veya  mükatebine  satış  yapamaz.   Bu  bi'1-icma böyledir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Satışa vekil olan zat; şehadeti kendisi için kabul edilmeyen bir kimseye  satış  yaptığında,  eğer  sattığını,  kıymetinden  daha  fazlaya satarsa, işte bu ihtilafsız caiz olur.

Eğer fazla bir noksanlıkla satarsa; bi'1-icma bu caiz olmaz. Eğer, cüz'î bir noksanlıkla satarsa; İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer kıymetinin misliyle satarsa; iki rivayet vardır: Birisi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen rivayettir ki zahir olanı caiz olmayışıdır.

Şayet müvekkil, vekiline onlara satmasını söyler veya yapacağı her şeye izin verirse, (Meselâ: "Dilediğine sat." derse) o takdirde bi'1-icma, satışı caiz olur.

Yalnız kendisi ve küçük çocuğuna veya kölesine satış yapması kat'iyyen caiz olmaz.

Eğer müvekkil böylece açıklama yapsa bile durum aynidir. Satın almaya vekil edilen şahıs da böyledir.

Yukarda bahsi geçenlerden satın alma hükmü, onlara satma hükmü gibidir. Sirâcii'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ziyâdât'm alım ve satıma vekalet bölümünde, şöyle zikredilmiştir. Vekil, müvekkilinin babasına, oğluna, mükatebine veya satışa izinli kölesine satış yaparsa, bu caiz olur.

Bir kölenin vekilinin, müvekkiline ait bir şeyi, efendisine satması caiz olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, eşyalarım satmaya, başka birisini vekil ettiğinde; vekil: "Kaça satayım?" der; müvekkil ise: "Sen daha iyi bilirsin." derse; vekilin o eşyayı az bir bedelle, satması halinde müvekkil onu reddede­bilir.

Fetva buna göredir. Künye'de de böyledir.

Müvekkil, vekile: "her yönden faydalı olmayî" şart koşarsa, bu durumda vekil, her hal-ü karda, müvekkiline faydalı olur. Müvekkil, bunu te'kid etsin veya etmesin müsavidir.

Mesela: Müvekkil, vekiline: "Bunu, muhayer olarak sat." dediği halde, vekîi, hakk-ı hıyar olmadan satarsa, bu satış caiz. olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğer birisine, "kölesini muhayyer olarak satmayı" emreder ve muhayerlik müddetini de üç gün olarak şart koşarsa; vekilin, onu muhayyerlik şart olmadan satması caiz olmaz.

Eğer vekil satar ve amiri muhayyer bırakırsa; amir için tasarruf caiz olur.

Şayet amir, mutlak satışla emrettiği halde, yekil amirini veya bir başkasını muhayyer bırakarak satarsa, bu satış sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Akidde, bir şey şart olarak söylenmekle, bu asla bir şey ifade eylemez. Belki de zararlı olur. Vekil ona riayet etmez. Müvekkil nefyile te'kid etsin veya etmesin böyledir.

Şöyleki: Müvekkil, vekiline: "Onu, bin dirheme veresiye sat." veya "Onu satma; ancak, bin dirheme veresiye sat." der; vekil de, onu bin dirhem peşine satarsa; amir adına bu satış caiz olur.

Böyle şartların bir yönden faydalı; diğer yoldan da faydasız olduğu olur.

Eğer nefy ile te'kid etmiş olsaydı; o zaman, riayet gerekirdi.

Mesela: Müvekkil, vekiline: "Onu, filan çarşıda sat." dese de; vekil onu başka bir çarşıda satsa; eğer satıcının amiri onu nefy ile te'kid etmemişse; bu satış geçerli olur. Eğer, tekid ile nefy etmişse o zaman satış geçerli olmaz. "Zehıyre'de de böyledir.

Şayet bir kimse diğerine: "Şu kölemi sat ve şahit tut." der vekil de o köleyi şahitsiz satarsa; bu caiz olur.

Eğer: "Satma; ancak, > îîtli sat.*' der; o da şahitsiz satarsa, bu caiz olmaz.

Eğer: "Seni şu köleyi satmaya, —şahit tutmak üzere— vekil tayin eyledim." der; vekil de onu şahitsiz satarsa, bu caiz olmaz.

Amirin: "Şahitlerle sat." demesi de böyledir. Fetâvâyi K adî hân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, satışa vekil eder ve onu, filan hazır bulunmadan satış yapmaktan nehyederse; bu durumda vekil, onu, o filan bulunmadan satamaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Müvekkil vekiline, "rehin karşılığı veya kefil karşılığı satmasını" söyler; vekil de, rehinsiz veya kefîlsiz satarsa, bu satış caiz olmaz. Mü­vekkil, sözünü nefyile te'kid eylesin veya eylemesin, bu böyledir.

Şayet müvekkil vekiline: "Onu sat ve kefil al." veya: "Onu sat ve rehin olarak da al." derse; bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da 'böyledir.

Eğer, şartta ihtilaf ederlerse; müvekkilin sözü geçerli olur. Şayet, müvekkil:  "Ben, sana bu fiatın başkasını söylemiştim." derse; yine müvekkilin sözü geçerli-olur.  Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir,

Bir adam, "diğerini, bir şeyi bin dirheme satmaya vekil eylediği" halde, vekil daha fazlaya satarsa; bu satış geçenTolur.

Şayet söylenilenden noksana satarsa, satış geçerli olmaz. Vekil karşılığında almadan bu caiz olmaz. Her ne kadar, kıymeti dirhemlerden fazla olsa bile böyledir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine, "kendi kölesini, bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, vekil bu kölenin yansını, bin dirheme sonra da, diğer yarısını yüz dinara satsa; önceki satışı caiz olur. Sonraki satışı ise, caiz olmaz.

Şayet .tamamım, bin dirhemle yüz dinara satmış olsaydı, caiz olurdu. Mubiyt'te de böyledir.

Şayet bu kölenin yarısını —iki dirhem hariç— bin dirheme (yani dokuz yüz doksan sekiz dirheme) satar; iki dirhem yerine de, bir kür buğday alırsa, bu satış batıl olur.

F,ğer kölenin tamamını, bin dirhemle birlikte bir kür de buğdaya satarsa; o zaman, amir muhayyerdir: İsterse satışı tamamnen ibtal eder; isterse, satışa izin verir. Bu durumda bin dirhemini kendisi; buğdayı da vekil alır.

Şayet, bin dirheme satar da, sonra da müşteri fazladan bir kür buğday verirse; bu satış, muhayyerlik şartı olmadan caiz ve buğday amirin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam,  diğerini,  "kölesini satmaya" vekil eder; vekil de yarısını veya bir cüz'ünü, belirli olarak satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satışı caiz olur. Geride kalanını sâtsm veya satmasın müsavidir.  

İmâmeyn'e göre, bu durum caiz olmaz.

Ancak, geride kalan yarısını da satarsa; o zaman, caiz olur.

Bu ihtilaf, bir kısmı satılınca, zararlı olan her şeyde ve kalan parçada kusur olduğunda böyledir.

Fakat, bir kısmında ziyan ve kusuru bulunmayan bir şeyde böyle değildir. Ölçülen, tartılan, sayılan şeyler gibi... Müvekkil, bu gibi şeyleri satmaya vekile emrettiğinde, o bunların bir kısmını satar bir kısmı kalırsa, bi'l-icma,bu satış caiz olur. Tahavî'de de böyledir.

Bir müvekkil, vekiline, "kölesini, borca, filan adama satmasını emrettiği halde, vekil bu köleyi borca, bir başkasına satarsa; bu satış caiz olmaz.

Bu vekil, o kölenin yansını, başka bir şahsa; yarısını da, müvekki­linin dediği şahsa satsa bile bu satış yine caiz olmaz.

Sadece müvekkilin dediği şahsa satması caiz olur.

Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, geri kalan yarısını da ayni adama satmadıkça, satış caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bin dirheme, iki cariye satmaya vekil edilen kimse, onlardan biri­sini beşyüz, (veya daha fazla çok) dirheme satarsa; bu caiz olmaz. Ancak, diğer cariyeyi de satmak suretiyle, ikisinin bedelini bin dirheme getirirse, o zaman caiz olur.

İkisinin bin dirhemden fazlaya satınca da, satış caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'in kav­lidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet müvekkil: "Onu sat; filana sat." der de, vekil başka birisine satarsa; bu satış caiz olur. Eğer müvekkil vekile: "Onu filana sat." derde,   vekil  başka  birisine  satarsa,   işte  bu  caiz  olmaz.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müvekkil, vekiline: "Onu, bin dirheme, veresiye sat." der; vekil de onu, bin dirheme veya daha fazlaya peşinen satarsa, bu caiz olur.

Şayet, peşin olsa bile, bin dirhemden az olursa; o zaman satış caiz olmaz.

Eğer onu, iki bin dirheme satar da, vadesini bir sene bir ay yaparsa; işte bu satış da caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müvekkil, vekilini "mutlak satışa" vekil ettikten sonra: "Bu gün satma; yarın sat." derse; vekâletini yenilemeden, bu vekilin, o şeyi, bir gün sonra satması caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine, "kölesini satmasını söyleyip bu köleyi vekile tesiim etse ve vekiline, "satıp parasını almadan, müşteriye bu köleyi teslim etmemesini", tenbih eylese; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu nehiy batıldır. (- geçersizdir)

Eğer köle, müşterinin elinde zayi olursa; müşteriye ait olarak zayi olmuş olur. Vekil, ondan kölenin bedelini alır. Müvekkil de, vekile o bedeli ödettirir. Muhıyt'te de böyledir.

Vekil, kölenin bedelini almadan önce, onu müşteriye teslim eder; müşteri de bedeli, müvekkile öderse; vekilin bu bedeli tazmin etmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Şayet amir, köleyi vekile teslim eder ve ona: "Bedelini almadan, satma." der; vekil de bedelini almadan satarsa; işte bu satış batıl olur. Ve, müşteriye satılan geri alınır. Eğer, vekile köleyi teslim etmez; vekil de amirin yanında bulunan köleyi, bin dirheme satarsa; bu durumda vekil bedelini almadan bu köleyi testim edemez. İster amir, onu, bedelini almadan teslim etmekten nehyetsin; isterse etmesin, fark etmez.

Eğer vekil, köleyi bir aya kadar veresiye, bin dirheme satar; köle de amirin yanında bulunursa, bu durumda satış sahih olur.

Böyle bir durumda müvekkilin , o köleyi, müşteriye vermemesi olmaz. Çünkü, bu amirin emrine dahildir ve bizzat amir kendisi satmış gibidir. Ve, teslime cebredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, kölesini satmaya vekil edip, ve köleyi de teslim eder; bu köleyi, vekil sattığı halde, müvekkili, bedelini alana kadar, müşteriye teslim etmese; müvekkil de vekilin evinden kölenin bedeli teslim alınmadan önce, köleyi alsa ve onu teslimden nehyeylese; bu nehyi sahih olur. Bu durumda vekilin, müşteriden o kölenin bedelini teslim almadan  önce,  köleyi amirin evinden alıp,  müşteriye verme hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Amir kendi yanında bulunan, kölesini satmaya birisini vekil eder, "kölenin bedelini almayı veya almamayı" emretmez, vekil de bu köleyi sattıktan sonra, köleyi amirin yanından alarak müşteriye teslim etmek ister ve müşteriye teslim etmeden önce de, köle vekilin yanında ölürse; vekile tazminat yoktur. Çünkü, köleyi alıp da müşteriye teslim etmek memurun hakkıdır.

Yalnız, müvekkili mani olur ve müşteri parasını ödemedikçe, teslim etmezse; bunu yapmaya hakkı vardır.

Eğer amir, bu köleyi vekilden geri alır; sonra da, müşteri parasını getirip me'mura verir; amir de köleyi memura verir; o da müşteriye teslim ederse; bu olur. Amir de kölenin parasını memurdan teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer vekil, köienin bedelini almaz ve bu köle müşterinin yanında ölürse, amirin, bu kölenin bedelini, vekile müşteriye tazmin ettirme hakkı yoktur.

Fakat vekil böyle bir durumda, vekil kölenin bedelini müşteriden alır ve amire teslim eder. Fetâvâyi Kdâdîhân'da da böyledir.

Şayet amir, vekile köleyi satmayı emrettiği halde, köleyi almakdan nehyeder; vekil de köleyi satmadan önce teslim alır ve köle de yanında ölürse; işte o zaman, vekil kölenin bedelini amire öder ve satış bozulmuş olur. Esahh olan da budur.

Eğer satışı yapılana kadar, köle ölmezse, satışı sahih olur.

Şayet köle ölmez de vekil, onu müşteriye teslim eder ve köle müşterinin yanında ölürse; satıcısı artık onun kıymetini tazmin etmez. Satıştan önce, onu gasbetmiş olsa bile, böyledir. Çünkü, gasbdan sonra da satış emri bakidir.

Bu durumda vekil, kölenin bedelini amire öder mi?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed(R.A.)'in kıyasları üzerine, tazmin etmez. Belki de, müşteriden alarak amire verir.

Şayet, bu köle müşterinin elinde ölmez; amir de gelirse, müşteriden, bu kölenin bedelini alır.

Sonrada satıcı, köleyi amirin evinden alarak, müşteriye teslim eder.

Şayet bu meyanda, köle vekilin elinde ölürse; vekilin tazminat etmesi gerekmez. Çünkü, satıştan sonra, onun alması hakkıdır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini satmaya; fakat, filan adam hazır olmadıkça,   parasını   almamaya"   vekil   eder;   veya   "bir   beyyine olmaksızın, para almamasını" emrederse; bu nehyi sahih olmaz.

Ve vekil, o filan olmamaksızın ve beyyine de bulunmaksızın, bu kölenin bedelini alabilir. Şayet, köleyi amir bizzat kendisi satar da, bedelini almasını vekile söyler ve: "Filan olmaksızın alma." derse; bu nehyi sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir mükâtib, (= kölesi ile mükâtebe yapmış bulunan efendi) bir adama, "kölesini filana satmasını emreder; vekil de, bu köleyi, başka birisine satarsa,  onun vekaleti ve  satışı caiz olmaz.  Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, "kölesini yüz dinara satmaya" vekil tayin eder; o adam da, bu köleyi bin dirheme satar; müvekkil ise, onu neye sattığını bilmez ve vekil: "köleyi sattım." deyincede müvekkil: "İzinlisin."   derse;   bin   dirheme   yapılmış   olan   satış   caiz."   olur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet amir:"Ben sana, ne söylediysem, sen ona yetkilisin." derse; o takdirde, bin dirheme satışı, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Dinar satmaya vekil edilen şahıs, o dinarları nefsi için tutsa ve sonra onları satsa; bu caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine bir köle vererek: "Bunu, bin dirheme sat ağırlığı yedi olsun." dese, vekilde köleyi ikibin dirheme satsada ağırlığı beş olsa, işte bu caizdir. Çünkü amirin isteğinden daha fazlaya satmıştır. Mebsût'ta da böyledir.

Kıymeti bin dirhem olan kölesini,  bir adam, diğer birisine: "Bunu, bin dirheme sat." der; o sırada piyasada yükselme olur ve vekil, o köleyi iki bin dirheme satarsa, bu caiz olur.

Fakat bin dirheme satması cazi olmaz. Şayet, muhayyer satar; o muhayyerlik müddetinde de kıymet yükselir ve hatta iki katına çıkarsa; bu satış infaz edilir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmameyn, buna muhalefet etmiştir.

Eğer vekil, satışı infaz etmeyip susar ve muhayyerlik müddeti de geçerse bu satış batıl (= geçersiz) olur.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, satış caizdir. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, cariye hamile olur ve bin. dirhem değerinde bir çocuk doğurursa; mes'ele yukardaki gibidir.

Meyve veren hurma ağaçları da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu kölemi al; onu, bir köle karşılığında sat." veya "Onunla, bana bir köle satın al."" derse, bu vekalet sahih olur.

Eğer, bizzat olmayan bir köleyi .satmaya vekil ederse bu caiz olmaz.

Şayet vekil belirli olmayan bir köleyi satın alırsa, bunun kıymeti, sattığı kölenin kıymetinin misli (= dengi) olur veya insanların aldanmış sayılmayacağı kadar az bir noksanlık bulunursa; bu caiz olur. Eğer, fazla bir noksanlık varsa; bu caiz olmaz.

Şayet,, müvekkil satmaya vekil eder; vekil de, o köleyi belirli olmayan bir köle karşılığında satarsa, işte bu da caiz olmaz.

Eğer belirli bir köleye satarsa, ister bedelleri eşit olsun, isterse daha az olsun; işte bu caizdir.

Şayet insanların aldatılmış sayılacağı kadar noksana satarsa, bu caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, kölesini bir kür buğdaya veya herevî on elbi­seye, satmaya" vekil ederse, bu vekilin söyleneni yerine getirmesi gerekir. Bu köleyi belirtilen ve vasıfları söylenen şeyler karşılığında satması ve alacağı buğdayın, kölenin değerinde olması gerekir. Muhıyt'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "yiyecek satmaya vekil eder ve ona: "Her bir kür buğdayı, elli dirheme sat." der; vekil de öyle satarsa, işte bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet müvekkil: "Onu, filanın sattığı gibi sat." der; filan da: "Ben, bir kür buğdayı, kırk dirheme sattım." der; o da, öylece satar; sonra da, o filan şahsın elli dirheme sattığı anlaşılırsa, işte bu satış, red­dedilir. Çünkü,  müvekkil:   "Onu,  filanın  sattığına sat."  demiştir. "Onun haber verdiği değere sat." dememiştir.

Eğer o adam, bir kürrünü kırk; bir kürrünü de elli dirheme satmış olduğu halde vekil, buğdayların tamamının kürrünü kırk dirheme satmışsa, işte bu istihsanen caiz olur. Serâhsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini, "çoraplar satmaya" vekil ettiğinde, amir de, memur da Kûfe'li olsalar; memur onu, Kûfe'nin hangi çarşısında satarsa satsın caiz olur.

Şayet, Basra'ya götürürse, bu muhalefet olur. Bu durumda, yolda helak olsa; vekilin ödemesi gerekir.

Şayet helak olmaz da, satarsa; el-Asl'm vekâlet bahsinde "bunun da caiz olmadığı" yazılıdır. Sarf kitabında ise, bunun caiz olduğuna dair rivayet vardır. Ve bu rivayet, Ebû Süleyman'ın rivayetidir ve: "Bu husustaki vekaletin istihsan olmadığı zikredilmemiştir." denilmiştir. Bu, İmam Ebü Ha nite (R.A.)'rıin kavlidir. Bazıları da iki rivayet vardır demişlerdir. Şeyhu'I-İsIamda buna meyletmiştir.

Şayet amir, Küfe ile kayıtlamişsa; (şöyleki: "Onu Kûfe'de sat." demiş de) vekil Basra'ya götürmüşse; hem kıyâsen, hem de istihsanen, vekil onu tazmin eder. Basra'da sattığı müddetçe, bütün alimlere göre, bu satış, amir adına caiz olmaz. Zehıre'de de böyledir.

Esahh olan da budur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerim, bir yük hint eşyasını veya herevî olan bir malı satmaya vekil eder ve o vekil, onları kıymeti müsavi olan bir eşyaya veya az bir noksana satarsa; bu bi'1-icma caizdir.

Fakat, fazlaca noksana satarsa; mes'ele ihtilaflıdır. Bu elbiseleri tek tek satar da toplamı tamamının bedeline eşit gelir veya az noksan olursa, bi'1-icma caiz olur.

Ayrı ayrı sattığı eşyaların bedeli, yükün tamamına muadil olur, veya çok az bir fark olursa; şüphesiz bu da caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyiTe göre ise alimler ihtilafa düştüler. Bazıları: "Caiz olmaz." bazıları da: "Caiz olur." dediler.

Fakat, bir elbise satar da, kalanını satmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavli üzerine caiz olur. Geride kalan, ister halkın aldatılacağı şekilde olsun; isterse aldatılmayacağı şekilde olsun müsavidir.

İmâmeyn'e göre, eğer geride kalan, insanların zarar edeceği şekilde ise, caiz olur; değilse olmaz.

Bu söylenenler» sabit olanlar hakkındadır.

Fakat müvekkil, vekilini, ölçülen veya tartılan şeyleri satmaya vekil eder; onlar da bir kap içinde bulunur; bir kısmını satar; bir kısmı da geride kalırsa, bu alimlerimize göre caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kıymeti bin veya beşyüz dirhem olan bir kölesini, bin dirheme satmaya" vekil tayin eder; o da, o köleyi bin dirhem bağışa satıp müşteriye teslim eder; köle de müşterinin yanında ölür veya müşteri onu azad ederse, vekile de müşteriye de tazminat gerekmez. Vekil için, onun kıymetini müşteriden alma hakkı vardır. Zehıyre'de de böyledir.                   

Bir kimse, "kölesini bin dirheme satmaya" birisini vekil ettiğinde, vekil onu, beşyüz dirhem bağışa satar; bu kölenin kıymeti,de bin veya beşyüz dirhem olursa, müşteri onu teslim aîsa bile, ona sahib olamaz.

Şayet, bu köle müşterinin elinde helak olursa; amir muhayerdir. O kölenin bedelini, isterse müşteriden; isterse vekilden alır.

Şayet müşteriden alırsa; başkasına müracaat edemez.

Eğer vekil tazmin ederse; o, müşteriye müracaat ederek, kölenin bedelini, ondan alır.

Bir adam, diğerini, "kölesini bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, vekil, onu vadeli satarsa, bu satış müvekkil adına geçerlidir. Vekilin, tazminatta bulunması gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Kölesini bin dirheme satmasını" emreder; vekil de onu, bin dirhem ile, belirli olmayan bir ntıl şaraba satar; köle de müşterinin yanında ölürse; bu durumda müşteri, müvekkile kölenin bedelini öder. satıcıya tamzinat gerekmez.

Şayet o köleyi, bin dirhemle belirli bir ntıl içkiye satar; köle de müşterinin yanında ölürse; İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre, müvekkil kölenin kıymetini müşteriye ödetir. Satıcının tazmin etmesi gerekmez.

Dilerse, satıcıya da tazmin ettirebilir.

Bu durumda kölenin kıymeti, bin dirhem ile içkinin kıymetine taksim edilir. Kölenin kıymetine isabet edeni, satıcı tazmin etmez. Fakat müşteri içkinin bedelini tazmin eder.

İçkiye düşen kıymete gelince, amir isterse onu satıcıya ödetir; isterse, tamamını müşteriye ödetir.

Eğer amir, satıcıya ödetirse, o da satın alana müracaat ederek, bedelini ondan alır.

Bunların tamamı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göredir. İmâmeyn'in kıyaslarına göre, kölenin sahibi muhayyerdir. İsterse, tamamını satıcıya ödetir; isterse, tamamını alıcıya ödetir.

Eğer vekil, köleyi bin dirhemle beraber, belirli veya belirsiz bir domuza satarsa; cevap, aynen içkide olduğu gibidir.

Şayet bin dirhemle birlikte, bir İaşeye veya kana veya kıymeti olmayan bir şeye satar; köle de müşterinin yanında ölürse; bu durumda kölenin oedelinden başka bir tazminat gerekmez.

Bu, bi'I-ittifak böyledir. Vekil, kölenin parasını müşteriden alır ve müvekkiline verir.

Şayet amir, vekiline, "kendisinin olan bir kür buğdayı, yüz dirheme satmasını" ermerter; o da, onu yüz dirhem ile bir ntıl da içkiye satar; buğday da müşterinin elinde helak olursa, bütün alimlerin cevabı,' İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabı gibidir ki, bu da bir köleyi, bin |dirhem ile bir ntıl içkiye satan şahsın durumu gibidir.

Bir adam, diğerine, "kölesini yüz ntıl içkiye satmasını" emreder; vekil de onu domuz mukabili satarsa; veya amir, "kölesini domuz mukabili, satmasını" söylediği halde, me'mur, yüz ntıl içkiye satarsa, bu durumda müşteri, ona malik olamaz.

Hatta, bu müşteri köleyi teslim aldıkltan sonra, azad eylese; onun azad eylemesi geçerli olmaz.

Şayet bu köle, müşterinin yanında ölürse, amir muhayyerdir: İsterse, satıcıya kölenin bedelini ödetir; o da müşteriye müracaat ederek ondan alır; siterse, amir müşteriye ödetir. Bu durumda onun müracaat edeceği yer yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini satmaya" vekil ettiğinde, vekil o köleyi satar; müşteri de bu kölede onu teslim almadan bir kusur bulursa, onu vekile reddeder. ( = geri verir.) O da, onu müvekkile verir.

Şayet müşteri, bu kusuru, köleyi teslim aldıktan sonra bulmuş olsaydı; onu vekile geri verirdi. Vekil onu kabul ederdi. Ve bu köle vekile Uzam olunurdu.

Satışa vekil olan zat ölür, müşteri de satın aldığı şeyde bir kusur bulursa; onu vekilin vasisine veya varislerine verir. Şayet vasisi ve varisi yoksa; o zaman, müvekkile verir. Fetâvâyi Suğra da da böyledir.

Vekil hayatta olduğu'halde huzurda olmaz ise, haklar müvekkile intikal etmez.

Huiasa'nm Satın Alışa Vekalet Faslında da böyle yazılmıştır.

Bir adam, başka birisine, "kölesini satmayı" emreder o vekil de, bu köleyi bir şahsa satarak, köleyi ona teslim eder ve bedelini alır veya almaz; müşteri de bu kölede (parmağının birinin)  fazla olması; dişinin fazla bulunması gibi...) bir kusur bulur ve onu hakimin hükmü ile veya satıcının ikrarı yahut yemini ile geri verirse, me'mur da, onu amire geri verir.

Şayet kusur, benzeri sonradan olan bir kusur olur ve müşteri, onu beyyine ile redderse, işte o köle, müvekkile geri verilir. Keza, kusuru olmadığına vekil yemin edemezse, bu köle müvekkile reddedilir. Eğer, bu kölenin kusurunu,  vekil kabul ederse;  o takdirde, vekile ilzam olunur.                                                                                  

Şayet müşteri, hakimin hükmü olmaksızın kendiliğinden geri verir; kölenin kusuru dâ, sonradan olan kusurlardan birisi olursa, o zaman köle, vekile ilzam olunur.

Bu durumda müvekkil ile davaya hacet kalmaz.

Eğer kusur, benzeri sonradan olan kusurdan olmaz; red de hükme dayanmıyor ve vekilin ikrarı ile oluyorsa; o takdirde, vekil müvekkilini dava edebilir.

Bu, bir rivayete nazaran böyledir.

Umûmun rivayetine göre ise, bu vekil müvekkilini dava edemez. Köle vekile ilzam edilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "bir arazisini satmaya" vekil tayin eder, vekil de onu satar fakat, o arazinin içinde vakfedilmiş bir yer bulunur ve müşteri, o araziyi vekile geri vermek ister; vekil de bunu kabul ederse; müşteri, bu yeri vekile geri verir. Sonradan, vekil, bu yeri müvekkiline geri veremez.

Eğer müşteri, beyyine ile, o ariziyi vekile geri verirse; o takdirde, vekilde müvekkiline geri verebilir.

Akid, geri kalan arazi hakkında, bozulur mu?

Bütün bilginler: "Bozulmaz." demişlerdir. Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satışa vekil olan şahıs, müvekkilinin söylediği gibi, kölesini bin dirheme satar; karşılıklı alım-satım yapılıp, teslim-tesellüm de olduktan sonra, kölenin bedeli vekilin yanında zayi olur veya onu müvekkiline verdikten sonra, müşteri, bu kölede, benzeri sonradan olacak bir kusur bulur; satıcı onu inkar ettiği halde, müvekkil kabul ederse; onun ikra-riyle, bu satış bozulmaz.

Amire de, me'mura da bir şey lazım gelmez.

Keza, başka bir kusur müşterinin yanında meydana gelir ve müşteri o kusur sebebiyle vekile müracaat ederse, vekile de, müvekkile de bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet kusuru, vekil ikrar ettiği halde, müvekkil inkar ederse, o zaman, müşteıi ikraiı sebebiyle, köleyi vekile geri verir. Vekilin kendi nefsi hakkındaki ikrarı sahihtir. Fakat, müvekkili hakkındaki ikrarı sahih sayılmaz.

Ancak kusur, o müddet içinde   misli sonradan olacak bir kusur olmazsa; bu durumda vekilin, müvekkili hakkındaki ikrarı da sahih olur.

Eğer kusur; kölenin, müşterinin yanında durduğu müddette mey­dana gelecek cinsten ise; o zaman, müvekkile red olunmaz. (= iade edilmez.)

Ancak o kusurun, müvekkilin yanında meydana geldiğini isbat eder veya ona yemin verilir de, o da yeminden kaçınırsa; bu durumlarda ona geri verilir.

Aksi takdirde vekil hayatta olur ve aklı başında bulunursa; ona ilzam olunur.

Şayet, vekil ölmüş; bir halef de terk etmemişse; veya bir kimsesi yoksa, o zaman bu köle müşterinin yanında kalır.

Şayet köle satımdan men edilmiş birisiyse, müvekkiline reddedilir. Bu durumda müvekkil, satıcısını da dava edemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet satılan köleye bir hak sahibi çıkarsa; müşteri vekile başvurur ve verdiği parasını ondan alır. Şayet müvekkile vermişse, ondan alır. Eğer satılana sahip çıkan olmaz; fakat müşteri onda bir kusur bulursa; o zaman, müvekkili dava edebilir.

Kusuru mahkemece sabit olursa köleyi verip bedelini geri alır. Vekil  de,  onu müvekkile vermişse,  ondan  tekrar  alır.  Tahavî Şerhî'nde de böyledir.

Eğer müşteri, vekile karşı, satılan şey hakkında, iddiada bulunur; vekil de onu inkar eder; amir ise, ikrarda bulunursa, hakim, amirin yanında kalmasına hükmeder.

Karşılıklı teslim ve tesellümden sonra, vekil onları doğrularsa; uhde, müvekkilden vekile döner. Ve müvekkil ondan beri (= uzak) olur.

Şayet müşteri, bundan sonra satın aldığı şeyde kusur iddiasında bulunur ve: "Gerçekten, satıcı hile yaptı; kusuru gizledi." der satıcı da bunu inkar ederek, yeminde yaparsa; müşteriyi de amir doğrulayıp kusuru kabul ederse; müşteri ile amir arasında dava olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Satışa vekil olan kimseden, kendi şahsî malından istekte bulu­nulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.

Vekil, karşılıklı almaya ve ödemeye zorlanmaz.

Eğer öyle yaparsa ne a'la; değilse, müvekkil, vekilini sattığı şeyin bedelini almaya zorlayamaz.

Bu hal, vekil ücretsiz vekil olduğu zaman böyledir.

Şayet vekil, ücretli ise; (simsar, dellal, veya satıcı gibi...) o takdirde, sattığı malın bedelini müşteriden alması için zorlanır. Muhiyt'te de böyledir.

Her ne kadar, müvekkil, vekilin ismini yazmış olsa bile, onu zor­lama hakkına malik değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Satışa vekil olan şahıs, bir şeyi sattığı zaman, müşterinin yerine kefil olması sahih olmaz.

Şayet vekil müşteriden sattığı şeyin bedelini teslim almışsa; o tak­dirde, kefaleti sahih olur.

Eğer sattığı şeyi müşteriye teberru ederse; bu teberrusu sahih olmaz. Çünkü malın aslı kendisinin değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet müvekkil, sattığı şeyin bedelini vekilden almaya  birisini havale ederse; bu havale sahih olmaz./

Şayet amir, müşteri de olan alacağına karşılık, belirli bir köle vererek vekilin kölesiyle anlaşma yaparsa; veya müşteride olan alacak, vekile hükmedilirse; o takdirde caiz olur.

Veya vekil, alacağı müşteriye bağışlarsa; kölesi müvekkilin olur; vekilin olmaz. Bu takdirde, vekil müşteriye de müvekkile de müracaat edemez.

Ve eğer, amirin, müşteride olan alacağı karşılığında vekil bir cariyeyi amire satarsa; işte bu satış, geçersizdir.

Keza, amirle, me'murun cariyesine karşı anlaşma yapsalar, şöyle ki: "Müşteride olan alacak, me'murun olacak; me'murun cariyesi de amirin olacak) işte bu da batıldır.

Şayet müvekkil, vekilin rızası ile müşteri de. olan alacağını, vekile havale ederse; bu caiz olur.

Bu, bir havale değil, bir kefalet olur.

Eğer amir, müşteriden alacağını talep ederse; müşteri, borcunu vermeye mecburdur.

Şayet  vekil,   istekte  bulunursa;  yine  müşteri  borcunu  vermeye cebredilir.

Eğer vekil, müşteriyi, amire borcunu vermekten nehyederse; bu nehiy (~ yasaklama) sahihdir. Hatta, bu müşterinin borcunu amire vermek mecburiyeti yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Satışa vekil edilen zat, müşterideki alacağı erteler; veya onun bir kısmım teberru eder, yahut havaleyi kabul eder veya katkıntılı dirhem­leri alırsa; bunların hepsi caiz olur. Yalnız, amire tam ödeme yapar. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'nin görüşüdür.

Eğer bedel, belirli bir şeyse; onu ödemesi bi'1-icma gerekir. Vekilin, onu bağışlaması sahih değildir.

Keza, bedel bir alacak olur ve vekil onu alır da bağış yaparsa; bi'1-icma sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet vekil, satışı ikale ederse, İmâmeyn'e göre, ikalesi sahih olur. Vekil, bedelini amire öder.  İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ikale, vekilin, nefsi için satın alması olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, birisine bir cariye verdikten sonra, ona, onu satmasını söyler; me'mur da, bu cariyeyi; amir de bin dirhem alacağı olan bir adama, satıp, bu cariyeyi o adama teslim ederse, işte bu satış caizdir.

Bi'1-icma, bu cariye, amirin borcuna karşılık olmuş olur. Şayet vekil, onu, kendisinde bîr dirhem alacağı olan bir adama satarsa; cariyenin bedeli, vekilin borcuna karşılık olur. Bu, İmâm Ebû H&nîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet bu vekil, cariyeyi teslim etmez ve satılacak şey de, vekilin yanında zayi olursa, kısas batıl olur. Vekilin de müvekkile tazminat yapması gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer vekil, onu hem amirin hem de me'mur olan kendisinin üze­rinde alacağı olan bir adama, satarsa; satılan o cariyenin bedeli, amirin borcuna bedel sayılır; me'murun borcuna bedel sayılmaz. Bu durumda amir,   me'mura   müracaat   edip   de   bir  hak   talebinde  bulunamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Satışa vekil olan şahısta asi olan: Her ne zaman, müvekkili, müşterinin bedelden beraat ettiğini ikrar eder; o da, bunu ikrar ederse; o takdirde, müvekkil bir şey tazmin etmez.

Müvekkilin üzerinde alacağını ikrar ederse; ona satılan şey, ona karşılık olur.

Şayet müşteri, müvekkilde alacağının olmadığını ikrar ederse; müşteri bedelden beri olur.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Bu takdirde, amire olan borcunu tazmin eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre müvekkile karşı, yaptığı ikrarla alacağından beri olmaz.Çünkü vekil, ona binefsihi malik olduğunu izafe eylemiştir. Bir insanın, maliki olduğu şeyi başkasına izafe eylemesi o ikrar olunan şeyin nefsine ikrarı yerinde olur.

Görülmüyor, mu ki, bir kimse bir köle satın alıyor; gerçekten, onun satıcısı satıştan önce, onun azad edilmiş olduğunu ikrar ediyor; işte bu kendi nefsi üzerine hal için ikrarı yerinde oluyor. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köleyi satmaya vekil olan şahıs, onu sattıktan sonra, müvek­kilinin, müşteriden bu kölenin bedelini aldığını ikrar ederse; yeminle birlikte bu vekilin sözü geçerli olur.

Ve, bu müşteri bedelden beri olur. Eğer vekil yemin ederse, ona tazminat yoktur. Şayet yeminden kaçınırsa, o zaman bedeli tazmin etmek vekile aittir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu vekil, amirin "müşteriden bin dirhem borç aldığını" ikrar  eder veya  satın  alıştan  önce,  ondan  bin  dirhem  gasbettiğini söylerse; müşteri bedelden beri olur. Ve, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kıyaslarına göre, bu bedeli vekil tazmin eder.

Sonra da, bu müvekkile, ikisinin yanında yemin ettirilir. Eğer yeminden kaçınırsa, vekil bedelden beri olur.

Şayet yemin ederse; o zaman, vekil o bedeli tazmin eder.

Şayet vekil, "amirin müşteriden bin dirhem gasbettiğini veya ona borç ettiğini ikrar eder; bunu da satın alıştan sonra söylerse, yine vekilin sözü geçerli olur. Ve ona yemin ettirilir.

Keza, gerçekten müvekkil, satın alman köleyi satıştan önce veya satıştan   sonra yaralamış ve onun diyeti de bin dirhem olur; onu da kasden yapmış bulunursa, bu diyet müvekkile aittir. Bu hal de ibrayı ikrar gibidir.

Keza, satılan bir kadın olur ve vekil, "onu, müvekkilinin, bin dirheme nikahladığını" söylerse bu, aynen onun bedeli gibidir.

Bu şahsın, "kadına dahil olduğunu", kadın ikrar; amir de inkar ederse; amire yemin verilir. Yemin edemezse, müşteriden alacağı yoktur.

Keza vekil, "satılanı, amirin bin dirheme kiraya verdiğini" ikrar eyler; bu bin dirhem de onun bedeline eşit olur; müşteri de onun emeğinin karşılığını müvekkile vermişse; işte o, onun bedeli olur.

Keza, vekil, müşteriye müvekkilin yüz dinarlık bir şey satmış olduğunu ikrar eder; bedeli de "karşılık olarak teslim aldı." derse; mesele aynidir, Muhıyt'te de böyledir.

tki kişi arasında olan, (= iki kişinin ortak olduğu) bir cariyeyi, onlardan birisi, diğerini "o cariyeyi satmaya" vekil eder; vekil de, onu bin dirheme satar onu satmayan, satan kişinin cariyenin bedelim aldığını ikrar ettiği halde, satıcı bunu inkar ederse; müşteri, ikrar edenin hisse­sinden beri olur ve cariyenin yarı bedelini satıcıya öder. Çünkü o, müşterinin bedelden beri olduğunu ikrar eylemiştir. Ve ikrarı, kendi hakkında sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sonra amir, me'mura,  "iddia olunan bedeli alıp olmadığına dair," yemin verir; eğer yemin ederse, bir şey gerekmez.

Ve eğer, yemin edemezse; amirin nasibini teslim etmesi lazımdır. Şayet me'mur,  amire karşı  "gerçekten amir bedeli müşteriden almıştır." diye ikrar eder; müşteri de bunu doğruladığı halde, amir inkar ederse; o takdirde müşteri, bedelin nısfından (= yarısından) beri olur. ve satıcı, kendi hissesini müşteriden alır. Muhıyt'te de böyledir.

Satışa vekil tayin edilen şahsa, müvekkili: "Her ne yaparsan, işte o caizdir." demezse; bu vekil hiç bir şey satma hakkına sahib olamaz.

Eğer birinci vekil, müvekkilin huzurunda başka birisini vekil yapar da, o da satış yaparsa; bu caiz olur.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir: "Gerçekten, hukuk ikinci vekile ait olur."

Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer müvekkil hazırda değilse, o zaman caiz olmaz. Şayet satıla­cak şeyi, vekilden başka birisi satar ve durum vekile erişir; o da satılanı teslim ederse; bu durumda, bu caiz olur.

Bir adam, başka bir adamı satışa vekil ederek ona: "Görüşünle hareket eyle." der; vekil de başka bir vekil tayin eder ve ona: "Re'yinle iş yap." derse; bu ikinci vekil, bir üçüncü kişiyi vekil yapamaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam vekil tayin edilir; ve ona, "satacağı şeyin bedeli de" haber verilir; vekil de bir başkasına emrederek, bedelini bildirirse, işte bu caiz olur. Çünkü müvekkilin akdi ikinci zatta da.aynidir. O da bedelin söylenmesidir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, rehin sahibinin yanında rehini satmaya, bir vekil tayin etse, bunun rehin sahibinin yanında satılması caiz olur.

Eğer rehin sahibi, hazır değilse, satılması caiz olmaz. Ancak, rehin sahibi müsaade eylemişse, caiz olur.

Eğer rehin sahibi, fiatını tayin ederse; onu da ikinci kişi; ister, sahibi huzurda olsun, isterse olmasın böyledir.

Hazırda ise, diyecek yok; değilse, bir rivayete göre caizdir. Diğer rivayete nazaran, izinli değilse caiz olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başka birisini, "kölesini satmaya" vekil yapsa ve yapacağı işe de izin verse; vekil de böylece başka birisini yerine vekil eylese; sonra da birinci vekil, o köleyi .ikirîci vekile satsa, bu caiz olur. Zira ikincisi, kölenin efendisinin vekili olur.

Bir adam, başka birisinin kölesini, onun izin olmaksızın satar; sonra da kölenin sahibi, müşteriye: "Seni, bu köleyi satmaya, vekil eyledim." ve:  "Dilediğini, sen de vekil yapabilirsin." diye .söylerse;< müşterinin, onu satmaya bir adamı tayin etmesi ve ona yetki vermesi halinde bu satış da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satışa ve nikaha vekil edilen bir zat, aynı zamanda her türlü sözleşmeye- de  vekil  edilse;  o  da  bir  başkasını  vekil  etse;  vekilin bulunduğu yerde  ikinci vekilin yaptığı satış caizdir. Huzurda olmadığı zaman ise, satış caiz değildir.

Talak ve ıtaka vekil edilen birinci vekilin izin olmaksızın ikinci vekilin yapacağı caiz olmaz. îzni olursa, caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir   adam,   diğerine;    "Ben,   sana   kölemi   peşine   satmanı emreylemiştim. Sen ise, onu veresiye sattın." der; vekili de "Sen, bana sadece satmamı söyledin. Başka bir şey demedin," derse, amirin sözü geçerli olur.

Eğer: "Sana, kölemi, ben muhayyer olmak üzre satmanı söylemiştim." der; me'mur da: "Sen, bir şart koşmadın. Ben de seninle şartlaşmadım." derse; me'murun sözü geçerli olur.

"Ben, sana fasid satış yap." demiştim dese, yine me'murun sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse,  "kölesini,  satmak üzere başka bir şahsa teslim ettiğinde, vekil: "Köleyi bin dirheme filana sattım. Bedelini aldım, fakat bedel, benim yanımda zayi oldu," veya: "Amire verdim." der; amir ise, bu satışı yalanlar veya satışı doğruladığı halde, bedelin verildiğini yalan­larsa; bu durumda vekilin sözü geçerli olur. Ona, yemin etmesi de teklif edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Satılan şeyi, müşteriye teslim eder; bedel de müşteri de değil de, vekilde olursa; şayet vekil, sözün doğruluğuna yemin ederse, bedeli mü­vekkile tazmin eder. Şayet, satılan şey, müşterinin elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa; müşteri bedel için, vekile müracaat eder. vekil ise, müvekkile bedeli vermediği müddetçe, müracaat edemez. Çünkü, hakkı yoktur. Vekilin, "bedelini almadığına, müvekkilinin bilgisinin olmadığı hususunda, yemin vermesi" vardır. Eğer, ikrar eder veya, bunu ikrar ettiği halde, aldığını yalanlarsa; tazminat için vekile baş vurur.

Bu, vekilin bedeli aldığını ikrar ettiği zaman böyledir.

Fakat, müvekkilin bedeli aldığını ikrar ederse; o takdirde, müşteri vekile de müvekkile de müracaat edemez.

Şayet müşteri satın aldığı şeyde bir kusur bulur ve onu, hakimin hükmü ile vekile iade ederse; eğer vekil, onun bedelini aldığını ikrar ederse; müşteri, bedeli ondan alır. Vekil de müvekkile müracaat eder. Eğer bedeli aldığını yalanlarsa, o zaman müşteri ona müracaat edemez ve müvekkile yemin verilir.

Eğer müvekkil yemin etmezse, ona müracaat eder.

Eğer yemin ederse, müracaat etmez. Köleyi satıp bedelini de öderse; fazlada olsa, müvekkiline öder.

Eğer noksan ise, onu borçlanır; o noksanı almak için kimseye mü­racaat edemez. Kerderî'ninlVecizPnde de de böyledir.

Şayet müvekkil, bedeli müşteriden aldığını ikrar ederse, vekile müracaat etmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Eğer amir, me'mura satılacak şeyi teslim eylemez; me'mur da, onu sattığını iddia eder ve bedelini de alırsa; o da zayi olur veya onu amire verir; amir de onu inkar ederse; bedeli ödenene kadar, müşteriye: "İstersen, ona bin dirhemi yeniden ver; istersen satışı boz." denilir. Hulasada da böyledir.

Şayet cariyeyi almakda muhayyer olur, onu da alır ve bin dirhemi verirse; sonra müşteri isterse, vekile müracaatla bin dirhemini alır ve cariyeyi geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Amir ölür de varisleri vekile: "Onu satma." derler; vekil de: "Ben onu sattım ve bedelini de aldım. O da zayi oldu." der; müşteri de bunu doğrularsa; eğer köle hayatta ise, istihsanen vekilin sözü —bedel zayi olmuş olsa bile— geçerli olur. (Sözü doğrulanmaz; ancak, beyyine ile doğrulanırsa;  amir hayatta imiş gibi hareket edilir.)  Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, birisini, kölesini satmaya vekil yapıp, köleyi ona teslim ettikten sonra bu kölede bir kusur bulunsa vekil:  "Ben, onu sana sattım." deyince, o da bunu doğruladığı halde müvekkil ikisini birden yalanlasa; kölesini geri alma hakkı vardır.

Şayet köle satın alanın yanında ölürse, vekile tazminat gerekmez.

Eğer bir adam, kölesini satmaya birisini vektt yapar ve ona: "Seni vekaletten çıkardım." der; vekil de: "Ben, köleyi dün sattım." derse; bv durumda vekile inanılmaz ve bu vekil vekaletten çıkmış olur.

Alimler, bu hususta şöyle buyurdular: "Bu, o köle bizzat mevcuı iken böyle olur. Fakat, köle zayi olmuşsa, yeminle birlikte vekilin sözü geçerli olur.

Satışa vekil olan, zat, müvekkil ödlükten sonra sattığını iddia eder; varisler de bunu inkar ederlerse; eğer o satılan mevcut ise, varislerin sözü geçerli olur.

Eğer zayi olmuşsa; vekilin sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Selem sahibi tarafından, "seleme ve sarfa sözleşme vekili tayin edilmesi caizdir.                  

Fakat, kendisine selem yapılan tarafından vekil tayini caiz olmaz. Eğer vekil, sahibini teslim ve tesellümden önce ayırırsa, sözleşme batıl olur. Müvekkilin ayırmasına itibar edilmez.

Satıştan sonra, bedeli teslim almadan önce olursa, bu böyledir. Fakat, sözleşme yerinde gelir de, söylerse; söz müvekkilin hakkı olur ve onun ayırma hakkı vardır.

Mektupla da sarf sahih olmaz. İki kişi sarf hususunda sözleşseler; sonra onlardan her birisi bir adama emrederek, bedelin ödenmesini söyleseler; bilahare de amir, meclisten kalkıp giderse; sarf batıl ( = geçersiz) olur.    '

Eğer vekil, diğeri ile birlikte olur ve me'mur vermeyi emrederse; sözleşme batıl olmaz. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerini belirli gümüş bir ibriği satın almaya vekil eder; bedelini de söylemez; vekil de onu tartısı ile dirhemlere veya dinarlara satın alırsa, işte bu caiz olur.

Şayet müvekkil, vekile: "Bir ibriği dinarlara satın al.1' der de; o da dirhemlere satın alırsa, aldığı bu ibrik, vekile ait olur.

Bir adam, belirli bir toprağı satmaya birisini vekil yapsa; vekil de onu peşinen satmasa, İmâra Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göre bu müvekkil adına caiz olur.

İmâmeyn'e göre ise, caiz olmaz.

Müvekkil, belirli bin dirhemi, harcamaya bir şahsı vekil yapar; vekil de başka bir bin dirhemle müvekkiline bir mal alır; sonra da o belirli dirhemleri, onun yerine verirse, işte bu caiz olur. Eğer o belirli dirhemlere satın alsa da, yerine başka dirhemlerini verse, bu caiz oimaz.

Müvekkil, vekile, "belirli işlenmiş gümüş bir şeyini" satmasını söyler; vekil de ondan başkasını satarsa, işte bu caiz olmaz.

Âmir, me'muruna,  ''dinarlarını, Kûfe'de dirhemlerle bozdur­mayı" söyler; o da Kûfe'de bozdurursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. İmâmeyn'e göre, ise, caiz olmaz.

Şayet: "Bu dirhemleri, Şam dinarlanyla bozdur." der; vekil de Küfe dinarlarına satarsa; tartısı ayni olunca, bu da caiz olur.

Eğer vekil, müvekkilin kölesi ile sarf ederse; köle bilsin veya bil­mesin ona borç tazmini gerekir mi; yoksa gerekmez mi?

Eğer o köle, müvekkilin müfaveda ortağı veya şeriki yahut vekili veya müdarebesi ise, sarf caiz olmaz. Şayet vekil, müvekkilinin müfa­veda değilse, sarf yapmışsa caiz olur.

Eğer vekil, kendi babası veya oğlu olur; yahut karısına selem yapar veya sarf yaparsa; İmâm EBû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz. İmâmeyn'e göre ise, bu caiz olur.

Bir adam, diğerini fülûs (- para) satın almaya, vekil eder; onu teslim aldıktan sonra, o alınan füîûs kıymetini kaybederse, bu kayıp amire ait olur.

Eğer fülûs teslim almadan önce, kıymetini kaybederse; bu kayıp vekile ait olur. Çünkü kesad, zayi olma mesabesindedir. Ve satış bozulmuş olur.

Eğer, vekil aralarında sözleşme ile yeni fülüsieri satın alırsa; mü­vekkilden onu men edebilir.

Şayet amir, aralarında anlaşırlar da yenisini almak üzere verirse; ve onu on kür buğdaya veresiye vermesine vekil yaparsa; işte bu caiz olur.

Şayet kendi şahsı malından ödeme yaparsa; müvekkile müracaat yaparak verdiğini ondan alır.

Eğer amir, vekile on dirhemlik yiyecek almasını emreder; o da öyle yaparsa, işte o, vekile ait olur. Çünkü, amir onu yanında olmayan şeyle, vekil eylemiş oldu.

Amir me'mura: "Üzerinde bulunan malımı, bir kür buğday ile selem yap." der, vekil de öyle yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu müvekkil, adına geçerli olmaz. Zira, üzerinde alacağı olmayana malik olmuş olur.

Şu mes'ele, bunun hilafınadır. Eğer: "Malımı filana teslim eyle." derse; bu bi'1-icma müvekkil adına geçerli olur.

Mudanbm selem yapması da caizdir.                     -

Bir adamı, iki kişi vekil eder; onlardan her birisi, ona buğday almak için dirhemleri teslim ederler; o da onları birbirine katarsa; onları helak etmiş olur. Vekaleti de, kalmaz.

Şayet dirhemleri birbirine ''katmaz ve tek akid ile onlara teslim ederse; caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kaşı yakut olan bir aîtun yüzüğü" satmaya vekil eder; vekil de onu gümüşe veya yüzükteki altından daha fazla altına yahut yüzükten ağırlığı daha fazla olan altın yüzüğe satar, fakat onun kaşı olmazsa; işte bu caizdir. Müvekkilin bizzat kendisi satmış gibi olur.

Şayet onu, altına daha fazla olan veya daha noksan olan bir yüzüğe satar; onda da kaş bulunur ve karşılıklı, ahm-verim yaparlarsa; bu da caiz olur.

Eğer, ona bir elbise için on dirhem teslim eder, fakat onun cinsini söylemezse, bu caiz olmaz.

Şayet vasıflı bir elbise için, teslim eder; vekil de onu veresiye satarsa; müvekkil, onu istediğine tazmin ettirir.

Şayet vekil tazmin ederse, o da diğerine ödettirir. 

Eğer veresiye verilene tazmin ettirirse, onlar birbirinden ayrıldıktan sonra, selem (= veresiye satış) geçersiz olur.

Eğer elbiseyi vasıflarsa, (yahudi kumaşı gibi...) cinsini beyan ettiğinden, vekalet caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Selem'e vekil olan, şahıs İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ikale hakkına da sahip olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [15]

 

Hîbe Hususunda Vekil Tayini
 

Bağışlayıcının teslim etmeye, birisini vekil tayin etmesi caiz olur. Kendisine bağış yapılan şahsı da bağışı teslim almaya, vekil tayini caizdir.

Sadaka da böyledir.

Bağışlayıcının bağışından, vekilin dönme hakkı yoktur. Keza, sahibinin izniyle vekil bağış yapar; bağış yapan da, bağışından dönmek ister; bağışlanan şeyde vekilin yanında olursa; eşya yanında bulunan vekil, kendisine bağış yapılan şahsın vekili olursa; bu durumda, bağış yapan şahsın dönme hakkı yoktur; Ve', o vekili dava da edemez. Havî'de de böyledir.

Bir zimmî, bir zimmiye içki veya domuz bağışlasa; bağışlanan da, onu teslim almak için, bir müslümanı vekil yapsa; veya bağış yapan, bağışını teslim etmeye, bir müslümanı vekil eyîese; bu caiz olur.

Şayet kendisine bağış yapılan şahıs, yapılan bağışı, teslim almak için, iki kişiyi vekil yapsa ve onlardan birisi, o yapılan bağışı teslim alsa, bu caiz olmaz.

Eğer yapılan bağışı teslim etmek için, bağış yapan kişi, iki kimseyi vekil eylese de, onlardan birisi verse işte bu caiz olur.

Buna binaen, şayet vekil, yapılan bağışı vermek için, bir başkasını vekil yapsa, o da caiz olur.

Kendisi vekil yapılan kimse, bağış yapılanın vekili ise; onun tayin ettiği vekilin, bağışı alması caiz olmaz. Ancak, müvekkil: "Her ne yaparsan yap." derse, işte o zaman caiz olur. Yani böyle biı durumda, birinci vekil, ikinciyi vekil yapabilir.

Bir adam, diğerini, "filan adama, ivaz karşılığı elbise bağışlamaya" vekil yapar; o vekil de elbiseyi teslim alıp, denileni yapar, karşılık olan ivaz bağışın kıymetinden az olsa bile bu caizdir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

İmâmeyn'e göre ise, bu caiz değildir.

Ancak, karşılık bağışın misli olursa, o zaman caiz olur.

Veya, insanların aldatıl m ayacağı kadar az kıymette olursa, o zaman da caiz olur.

Şayet: "Benim için, kendi malından karşılık ver. Gerçekten ben onu, öderim." der; o da, öyle yaparsa caiz olur. Ve, verdiğinin misliyle ona, müracaat eyler.

Veya benzeri olmaz da, değeri o kadar olursa; yine caiz olur.

Şayet ona, "kendi malından ivaz vermesini" emreder de, ödemeyi şart koşmaz; o da. ivaz verirse, bu durumda amire hiç bir şey için, başvuramaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bağışlayan şahıs, bağıştan dönmek için^birini vekil yapma hakkı­na sahiptir.

Keza, bağış yapan şahıs, iki kişiyi veya bu iki kişiden her birini vekil yapar; bunlardan birisine de yaptığı bağışı verir veya o teslim alır; o, onu bağış yapılana vermeden, diğeri verirse, bu caiz olur.

Eğer iki adam, bir kişiye, bip köle veya bir ev bağışlasalar ve sonra da onu teslim etmeye, başka birisini vekil tayin etseler, bu caiz olur. Havî'de de böyledir.

Kendisine bağış yapılan zat, ona karşılık yapmak üzere birisini vekil yapsa da, neyi karşılık yapacağını söylemese; o vekil de bir karşılık verse; işte bu caiz olmaz.

Şayet: "Malımdan her neyi istersen, onu karşılık ver." derse o zaman caiz olur. Çünkü, ona isteğini yapmaya hak tanımıştır. Bu durumda müvekkilin: "Ben, onu vermeni niyet eylem emiştim." demeye hakkı yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer, bir şahıs, iki kişiyi hibeden dönmeye vekil ederse; diğeri olmadan, her hangi birisi, dönüş yapamaz. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [16]

 

4- İCÂRE VE DİĞERLERİ HAKKINDA VEKÂLET
 

Bu babda:

1) İcar, İsti'car, Ziraat ve Ziraî Muameleler Hakkında Vekâlet;

2) Mudarıb ve Ortağın Vekil Tayin Etmesi;

3) Sermaye Hakkında Vekâlet; olmak üzere üç bölüm vardır. [17]

 

1- İcar, İsti'car, Ziraat Ve Ziraî Muameleler Hakkındaki Vekâlet
 

Bir evin icara verilmesine vekil tayin edilen kimse, kiranın alın­masında ve kirayı ödemeyen kiracının dava edilmesinde yetkilidir. Çünkü bunlar, akid hukukundandır.

Ücretin belirlenmiş olması halinde, icara vermeye vekil olan şahıs, o ücretten, müste'cire ibrada bulunamaz. Böyle bir şey yapması sahih olmaz.

Eğer, ücret borç ise, vekil, îcabdan bir müddet sonra, müste'ciri ibra eder.

Müste'cirin, başlangıçta ibrayı şart koşması halinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A,)'e göre, böyle yapmak da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir evin bakımına ve icara verilmesine vekil olan, bir şahıs, onun gelirini alsa, onu yeniden yaptırmaya ve o evden, bir şey atmaya hakkı yoktur. Ve bu şahıs o evle ilgili davaya da vekil olamaz.

Şayet bir adam, o evin bir yerini yıkarsa; vekil onu dava etme yet­kisine sahiptir. Çünkü elindeki şey zayi olmuş sayıhr.

Keza, bir adamla icarlaşsa da, o adam icarı inkar eylese; icar yapan da icarı inkar eylese; buna karşılımı cara verenin dava etme yetkisi vardır. Ve bunu, isbat edecektir.

O adamın, başka birisini, icara vermeye vekil tutma hakkı yoktur.

Şayet vekil, vekil tutarsa, önceki vekilin ehl-i iyalı ücreti almazlarsa bu durumda, bu caiz olur. Havî'de de böyledir.

îcareye vekil olan bir kimse, bir yeri, veya bir hizmetçiyi kiraya verebilir.

Bir yeri icara vermeye vekil edilen kimse, o yerde ev veya evler bulunur ve o ev veya evlerden bahsedilmemiş olursa, bu durumda, vekil, hem o yeri, hem de o evleri icara verebilir.

Eğer o yerde, su değirmeni varsa; vekil onu da icara verebilir.          

Şayet, o da diğerini, arazisini dirhemler mukabili icara vermeye vekil eder; vekil de onu dinarlara karşılık icara veya o yeri, yarı yarıya ziraata ortak olmak üzere, kiraya verirse; işte bu caiz olmaz.

Keza, eğer mal sahibi, birisini vekil eder de, bedelden söz etmez, oda o yeri ortağa verirse, bu caiz olmaz.

Keza, yarı yarıya ortaklığa vermeye vekil eder ve vekil de dirhemler veya dinarlar karşılığı kiraya verirse, bu caiz olmaz.

Şayet, buğdaya veya arpaya yahut benzeri şeylere, kiraya verirse, bunun da caiz olmayacağı söylenmiştir.

"Fakat, bu müzaraat faslında caiz olur." diye yazılmıştır. "Şayet, istenilen kira, o yerden çıkacak olan buğdayın yarısı kadar olursa, caizdir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

İsti'car için vekil olan zat, icarlamak istediği şeyi —bu yer belirli olmazsa— dirhemlerle,  dinarlarla,  ölçülen ve tartılan şeylerle icara tutma hakkına sahip ve yetkilidir. Fakat belirli bir yeri, belirli bir ölçüleni ve tartılanı icarlamaya yetkili değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Vekilin belirlenen miktardan daha fazlaya icara vermesi caizdir.

Keza, icara tutmaya vekil edilen zat, belirli bir müddetle, belir dirhemlere icarlayabileceği gibi, o şeyi daha az bir miktara icarlamasi d caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini, bir sene müddetle icara tutmaya vekil tayiı eder; o adam da iki senelik İcarlarsa; birinci senenin ücreti amire ait olur İkinci senenin ücreti ise, vekile ait olur.

Şayet vekil, icarladiğı evi teslim almadan önce, evin bazı yerler yıkılır veya teslim aldıktan sonra yıkılır; müste'cir de: "Ben, raz değilim." derse; zarar vekile ait olur; müste'cire ait olmaz. Havî'de d< böyledir.

Bir adam, diğerine, "belirli bir yeri icarlamasım" emrederse; vekil, o yeri icarladıktan sonra da, rnüste'cir o yeri sahibinden satın alırsa, oranın icarlandığını da bilmez de sonradan öğrenirse, onu geri vermek olmaz. İcarı ile birlikte, elinde kalır.

Bir adam, diğer birine Kûfe'ye gitmek için, on dirheme bir hayvan kiralamasını emreder; vekil de onbeş dirheme kiralar; sonra da onu alıp sahibine getirse; müste'cir ona: "Ben, bunu on dirheme kiraladım." der ve binip giderse; amirin de me'murun da, on dirhemden fazla vermesi gerekmez.

Bir kimse, diğerine, "kendi evini, on dirheme icara vermesini" emrettiğinde, vekil onbeş dirheme icara verirse, bu icare fasiddir.

Eğer vekil, onbeş dirhem almışsa, beş dirhemi sadaka olarak verilir. Hulasada da böyledir.

Bir adam, diğerini, "bir seneliğine, bir ev kiralamaya vekil eder; o evin belirli ve yüz dirheme olmasını da" söyler; vekil de, onu icarlayıp teslim alsa; müvekkilden ücretini alana kadar, evi ona vermeyebilir.

Eğer ücret mutlak ise, böyle yapamaz.

Eğer vekil sene geçene kadar, ücreti vermezse, ev sahibi, ücreti vekilden alır. Akid hükmünce, bu böyledir.

Sonra da vekil, müvekkiline müracaat ederek, kirayı ondan alır. Bu mes'elede, bazı rivayetler vaki olmuştur.

Bir rivayette: "Vekil, müvekkile müracaat edemez." denilmiştir.

Kadî'I-İmâm Cemâiü'd-din (ki benim ceddimdir.) böyle söylemiştir.

Bu sahihtir.

Keza müvekkil, vekilden isticare yönüyle teslim alsa; sonra da vekil, amiri evden çıkarsa ve üzerinden de bir sene geçse; ev sahibi icarı vekilden taleb eder.

Vekilin icarladığı ev, yıkılırsa, ona tazminat gerekmez.

Şayet vekil, bir ev kiralar; müvekkiline teslim etmeden önce, bir yabancı gelir de o evi zoraki alır ve böylece üzerinden bir sene geçerse; vekile de müvekkile de bir şey lazım olmaz.

Vekil ücretin alınmasını, acele olarak şart koşarsa; bu sahih olur.

Şayet vekili, evi teslim alırsa; ücreti versin veya vermesin, amir ücreti ödeyene kadar, onu evden men edebilir.

Eğer evden men eder, aradan da bir yıl geçerse, ev sahibi kirasını vekilden alır. Vekil ise, müvekkiline müracaat edip, ücret isteyemez.

Eğer amir evi istemez de, üzerinden bir sene geçerse; ev sahibi vekilden, vekil de müvekkilden evin kirasını ister ve alır.

Eğer yarım sene geçtikten sonra, amir evi ister; vekil de onu men eder; sene de tamamlanırsa; ücretin tamamı vekile ait olur.

Geçen altı ay için, vekil amire başvurur ve o müddetin kirasını ondan alır. Zehıyre'de de böyledir.

Vekil evin kirasını ev sahibine ödemeden önce müvekkilinden alıp ev sahibine sonra verebilir. Havî'de de böyledir.

İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre vekil için fazla fiatla ev kira­lamak hakkı vardır.

Vekilin, müvekkili olan zatın baba veya oğlunun evini icarlaması, (satın alması gibi...) caizdir.

Şayet baba veya oğlunun veya şehadeti onun üzerine caiz olmayan yakınının evini kiralaması, İmam Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre caiz olmaz.

Fasid olan icarlamadan dolayı vekile tazminat gerekmez. Müste'cire ecr-i misil gerekir.

Uzun süreli icarlama yapıldığında icarenin bozuhnasıyle, mal sahibi vekilden icarı almaz veya teberru ederse, bu sahih olur ve veki! ücret için amire müracaat edebilir. Hulasa'da da böyledir.

Bir topluluğun ortak olduğu bir yer bulunur ve o toplumdan bir kişi kendi hissesini, icara vermek üzere, bir vekil tutar; o vekil de o yerin tamamını, icara verirse; bu caiz olur.

Şayet bu vekil, bu 'yeri, o topluluktan birisine icara verirse; bu, İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz.

İmameyn'e göre ise, caiz olur. Havî'de de böyledir.

Şayet yabancı bir kimseye icara verirse, yine İmam Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu caiz olmaz.

İmameyn'e göre ise, caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İcar vekili, menfaatlanmadan Önce, kiracı ile sözleşmeyi bozsa, bu caiz olur. Kira, ister belirli bir şey olsun, isterse borç olsun fark etmez. Ancak, vekil ücreti almışsa; o takdirde akdi bozmak olmaz. Zira alınan şey müvekkilin malı olmuş olur. Bu durumda o, vekilin elinden çıkmış, müvekkilin eline geçmiş sayılır.

Fakat,  kirayı almadan önce,  eğer kira belirli bir şeyse; bizzat sözleşme ile, müvekkilin malı olmuş sayılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da . böyledir.

Şayet müste'cirin vekili, arazi, sahibinin elinde iken, sözleşmeyi bozarsa; bu da caizdir. Eğer icarı, vekile veya müvekkiline vermişse; bu durumda sözleşmeyi bozamaz. Bu, istihsanen caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.

Ziraat arazisini vermeye vekil edilen zat, onu bir adama kiraya verse; o adam da oraya bir yeşillik veya hububat ekse; bu caizdir.

Şayet bir adama verir; o da oraya ağaç veya hurma ağacı dikerse; işte bu caiz olmaz.

Eğer o yere, kiraya verilen kimsenin ağaç dikmesine izin verilmişse, o da hurma dikmiş veya bunun aksi yapılmışsa; bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birini arazisini ziraat için kiraya vermeye vekil yapar; vekil de o yerin bir kısmını icara verir; geri kalan yeri de, vekil ile, ziraatçı arasında şartlı olarak bıraksa ve mal sahibine bir şey verilmese; mal sahibi o kalan yerin icarını onların her hangi birisine tazmin ettire­bilir. Bu, İmameyn'e göre böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise buna muhalifdir.

Şayet ziraatı noksan yapmazsa, İmâm Muhammed (R.A.), nassan bir şey söylememiştir. Alimlerin ekserisi ise: "Ziraat caizdir. Hariç de kalan yer, vekil ile ziraatçının arasındadır. Eğer arazi sahibi aldatılmış durumda olmayacak kadar bir yer kalmışsa; ondan müvekkile bir şey yoktur." buyurmuşlardır.

Eğer mal sahibi, aldatılmış bir halde ise, ziraat caizdir; fakat, o kalan yerin geliri müvekkil ile ziraatçının arasındadır. Eğer tohum yerin sahibine aitse vekil müvekkilinin nasibini ziraatçıdan alır. Hurma sahi­binin muamelesi de böyledir.

Vekil, müvekkilinin hissesini icarcıdan alır.

Bir rivayette: "Eğer mal sahibi, aldatılmış sayılmayacak durumda olursa; vekilin almak hakkı vardır. Vekil o yeri gasbetmiş olur. Yer sahibi, o noksan kalan yerin gelirini tazmin ettirir. Ziraatçı da bir tasaddukda bulunmaz.

Bu  mes'eleler  ihtilaflıdır.   "Vekilin  fazladan  aldığını  tasadduk etmesi" zikredilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Ziraat ve muamele vekili, bu hariç de olan yerin hissesini, yer sahibi için alabilir. Her ne kadar, ziraatçı onu bağış yapsa ve ondan vaz geçse bile, vekilin, onu alması caiz olmaz. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini; arazisini icara veya ziraata vermeye vekil ettiği halde, bir vakit belirtmezse"ilk senenin sözleşmesi caiz olur.

Her ne kadar, daha fazla seneye vermiş olsa bile, bu istihsanen caiz olmaz.

Şayet, bir adam, diğerini "şu yeri, bir seneliğine, ziraat için al." diye vekil eder; tohum da müvekkilden olur; vekil bu yeri ondan aldatılmış halde, alırsa, caiz olur. Aldatılmış olmayan halde, alsa caiz olmaz.

Ancak müvekkil, razı olur ve o yeri ekerse; caiz olur. Vekil yer sahibinin hissesini alır ve ona teslim eyler.

Eğer bir adam, diğerine emredip: "Kendisi için, bir ziraat yeri veya bir hurmalık almasını" söyler de, bir açıklama yapmazsa, bu caiz olmaz.

Eğer yeri belirtir de, tohumu belirtmezse, bu caiz olur.

Şayet arazisini ziraat ve muamele için vermeyi emreder de, kime verileceğini açıklamazsa, yine caiz olur. (İcarlamayı söyleyip de; icar sahibinin söylemediği gibi....)

Bir kimse, "arazisine buğday ekilmesini" söyleyince, vekil o yeri bir kür buğdaya icara verse; bu caiz olur. Ziraatçı oraya istediğini eker.

Eğer vekil, buğdaydan başka şeye icara verirse, bu caiz olmaz.

Bir kimse, "arazisini üçte bir nisbetinde ortaklıkla ziraata verme­sine" birisini vekil eder; o vekil de orta halli bir kür buğdaya icara verirse, bu emre muhaiifdir.

Eğer müste'cir crayı ekerse, arazi sahibi isterse bir kürden artanını tazmin   ettirip fazlasun tasadduk edebilir.

Eğer böyle bir yeri, üçte bire almayı emreder; vekil de, bir kür buğdaya kiralarsa; bu caiz olmaz. Ancak, sahibi razi olursa caiz olur. Şayet hurmalığı alması için vekil de alırsa, icarladığı yerin dışında kalan yer hurmalığın sahibine ait olur.

Eğer, icar olarak, bir kür iyi kuru hurma şart koşuîmuşsa, bu caiz olur. Eğer kötü hurma şart koşulmuş ve hurmalıkta kötü hurma ağaçlarından meydana gelmiş ise, yine caiz olur; değilse caiz olmaz.

Şayet, bir kür buğday şart koşuîmuşsa caiz olmaz. Eğer, "filan adamın hurmalığını, üçte birine almaya" vekil yapar; vekil de onu bir kür farisi kuru hurmaya alırsa; amil (= hurmalığa hizmet eden, çalışan, bakan kimse) ilzam edilmez. Ancak, bir kürün, üçte birden az olduğunu veya onun kadar olduğunu bilirse, o zaman ilzam edilir. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir. [18]

 

2- Müdâribin Ve Ortağın Vekil Tayin Edilmesi
 

Aslolan, gerçekten bütün ticaret, —şayet mudarıbla başlanırsa— mal sahibine sahih olur.

Böylece vekil yapmak da, mal sahibine göre sahihdir.

Mudarıbın, alımda, satımda teslim almada ve davada vekil taytini caizdir.

Müdarıb, borç hakkında, bir başkasını davaya vekil yapar; vekil de mudarıbın aldığını ikrar ederse; işte bu caiz olur.

Eğer   mudanb:   "Ben,   almadım."   derse,  onun  tazmin etmesi gerekmez.

Vekilin, borçludan, mudarıbın aldığım ikrar edip de, mudarıbın da inkar ettiği gibi... Borçlu, borçtan beri olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Müdarib bir vekil tayin ederek, ona: "müdarebe iie, kendisine bir köle satın almasını " söyler; vekil de mal sahibinin kardeşini satın alırsa; eğer mudarib onu alırsa bu satın alış, mudarib adına caiz olur; mal sahibi adına caiz olmaz. Eğer o kölede, bir üstünlük yoksa, mudarebeye göre caiz olur.

Eğer   bir  üstünlük  varsa,   hassaten   mudaribe  göre   caiz  olur.

Mebsût'ta da böyledir.

Mudarib, mal sahibinden, "müdarebe malını almaya" veya ona, "müdarebe malından bîr şey vermeye" bir vekil tayin ederse, bu da caiz olur.

Şayet mal sahibi, mudaribe: "Ehl-i iyaline harcama yapmasını" emreder; müdarib de onların nafakasına, başka birisini vekil ederse, bu da caizdir.

Eğer vekil: "Onlara, şu müddette, yüz dirhem harcama yaptım." der ve o harcama emsali harcama kadar olur; mudanb: "İki yüz dirhem harcadım." der mal saihib ise: "Sen, bir şey harcamadın." ders;e mü-daribin sözü geçerli olur. Ve mal sahibinin malından, ikiyüz dirhem gitmiş olur. Vekil bir şey ödemez.

Ancak, müdarib aradaki farkı tasadduk eder. Çünkü, mal, onun elindedir.

Keza, kendisine mal verip, ona onu infak etmesi söylenilen, her vekilin, ma'ruf şekilde yaptığı harcama doğrulanır. Havî'de de böyledir.

Eğer mudarib, bir vekil tayin eder ve ona: "Kölesine müdarebe malından harcamasını" söyler, fakat ona mal vermez; vekil de: "Ben ona, şu kadar harcama yaptım." der müdarib de, onu yalanlarsa; bu durumda vekile inanılmaz.

Şayet, "kendi malından, cariyesine harcama yapmasını" söylese, durum yine önceki gibidir.

Şayet müdarib, bir vekil tayin ederek, müdarebe kölelerinden birini atmasını söyler; sonra da, mal sahibi müdaribi alım-satımdan yasaklar ve müdarebe işlemini bozar ve bilahare de, vekil, bir köle satarsa, —vekil durumu bilsin veya bilmesin— onun satışı caizdir. Çünkü, mal bundan sonra uruz olmuştur ve mal sahibi, müdaribi satıştan men edemez.

Keza, mal sahibi ölür ve vekil, bundan sonra köleyi satar veya mü-darib, mal sahibinin ölümünden sonra vekil tayin eder ve o satış yaparsa, bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müfaveda ortaklarının her biri, bir şey için bir vekil tayin ederse; işte o, onun velisi olur.

Sonra da, bu ortaklar ayrılıp mallarını bölüşerek "aralarında ortaklık kalmadığına" şahit tutsalar; bilahare de vekil, vekaletinin gereğini yapsa; —onların ayrıldıklarım bilsin veya bilmesin, —bu ikisi adına da caizdir.

Keza, her iki taraf da, aynı şahsı vekil yapmış olsalar bile, böyledir. Havî'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, ortaklarından bir şey alması için, biri­sini vekil tayin etse, hem kendisine, hem de arkadaşına göre bu vekaleti istihsanen caiz olur. Çünkü her birisi, arkadaşının hakkına sahib menzi-lesindedir. Ve bu vekil, onların bütün işlerine vekalet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet onu, bir şeyin satılmasına, alınmasına, icara verilmesine, borç-ahp vermeye vekil tayin eder; sonra da, o vekili diğer ortağı veka­letten çıkarırsa; o zaman, bu vekil cümlesinin vekaletinden çıkmış olur.

Ancak, borç alıp verme hususunda müvekkilinin vekili olarak kalır. Eğer müvekkil, ona borç etmişse, onu vekaletten çıkarması batıldır. Şayet müvekkil borç etmemişse, bu durumda onun vekaleti caiz olmaz. Havî'de de böyledir.

Müfaveda ortaklarından birisi, bir köle satın alır; onda da bir kusur bulup, onu geri vermeye, bir vekil tayin ettiğinde ortağı, o vekil ile davalı olursa, o şahıs vekil olamaz.

Şayet, bu ortaklardan birisi, sattığı köle hakkında dava etmeye1, bir vekil tuttuğunda, satın- alan şahıs, bu kölede bir kusur bulur ve kendisi de kaybolursa, vekilin yemin ettirmesi olmaz.

Eğer müşteri, diğer ortak ile muhakeme olmak isterse; onun kusu­runu, bilip-bilmediği hususunda yemin verdirir. Çünkü, müfaveda ortaklığında her bir ortak, iddia olunan şeye karşı,arkadaşının makamı­na kaimdir. Mebsût'ta da böyledir. [19]

 

3- Sermâye
 

Bir kimse, diğerine bin dirhem sermaye verip, ona: "Buna, bir elbise al." veya: "İki elbise al." yahut "Elbiseler al." derse; bu sahih olur.

Keza, bir kimse diğerine bin dirhem sermaye vererek: "Buna bir şey satın al." derse; bu da sahihdir.

Şayet, o adama: "Kendi malından, benim için bin dirhem sermaye yap ve onunla bir şeyler satın al." der; o da öyle yaparsa, caiz olur. Ne isterse, onu satın alabilir. Ve, aldığı o şey emredene ait olur.

Keza: "Şu bin dirhemi sermaye olarak al." dese, bu da caiz olur. O adam, o elbiseyi satmaya da izinli sayılır.

Bu elbise hakkında —ister iyi ister kötü— satışı da geçerli olur. Ve vekil istediği fiata satabilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, onu yalnız dirhem ve dinarlara satması geçerli olur. Bunun da insanların aklanmayacağı şekilde olması gerekir.

Dirhemler hakkında, amire karşı, kıymetinin karşılığı veya insan­ların kandırılmış sayılmayacağı bir bedelle satılmış olması gerekir.

Eğer amir: "Şu bin dirhem sermayeyi al; benim için, satın al ve sat; olur ki Allah beni bir şeyle rızıklandırır." derse;bu caizdir.Satın alı­nan ve satılan şey onun olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "ben, şehire gitmek istiyorum. Köle veya cariye satın alacağım." dediğinde, o adam da: "Şu bin dirhemi sermaye olarak, benim için al." veya "Benim için, kendi malından bin dirhem sermaye yap." derse; bu da caiz olur. Ve o adam, bunun için de köle veya cariye satın almaya me'zun olmuş olur.

Şayet: "Şu bin dirhemi sermaye olarak benim için al; cariye veya köîe yahut buğday almakta serbestsin." der; sermayeyi alan da, o söylenenlerin cümlesini alıp, kendi malından da sarfiyat yapsa ve sahi­bine getirse; bu bir fazlalık olur. Mal sahibine karşı yapılan işlem (satın alma işi) caizdir. Eğer o adamın, parasının bir kısmıyla, istediklerinin bir kısmını alıp, geri kalanını da aldıklarına sarf ederek öylece getirse;, işte bu da caizdir.

Şayet sermaye sahibi, o adama "kendi içinde bulunduğu şehirden, bunları almasını" söylediği halde, o adam, dediklerinin bazılarını, o şehirden alıp onları mal sahibine getirene kadar da sarfiyat yapsa; bu, mal sahibi adına caiz olur.

Fakat, adamın bütün sermayesi kadar, mal alır; onun evine gelmesi için de kendi şahsî parasından harcama yaparsa; istihsanda, mal sahi­bine müracaatla, şahsi masrafını ondan alır.

Şayet kendisine sermaye verilen şahıs sermaye sahibinin parasının bir kısmını harcayarak ona birşeyler olsa, kalanını da onlara harcamak ve onları taşımak için yanında tutsa; onları harcamadan da mal sahibi ölse, sonra da aynı adam, onun kalan parasını sarfeylese; eğer onun öldüğünü bile bile harcama yaptı ise, onu varislere öder. Eğer öldüğünü bilmeyerek, harcadı ise, istihsanda bir tazminat gerekmez; öldüğünü bilmedikçe azledilmiş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, kendisine sermaye verilen şahıs hiç bir şeyi satın almadan, mal sahibi ölürse; vekil, —ister onun öldüğünü bilsin; isterse, bilmesin^ satm aldığı malın bedelini tazmin eder.

Sermaye meselesinde,şayet vekil, mal sahibinin ölümünü veya onun yasaklama yaptığını bilir ve bu halde onun malı ile bazı şeyler satın alırsa; bu mes'ele hakime çıkarılır. Böylece hakimin re'yi ile emredilmesi sağlanmış,satılan; bedelden elde kalan; veya almana yapılan harcama kendisine sermaye verilen kimsenin elinde kalan para hakkında ne gibi işlem yapılacağı anlaşılır.

Fakat beyyine almadıkça, hakimin ona karşı, yapacağı bir şey de yoktur. Eğer beyyine yoksa, hakim davalıyı huzura alır ve ona: "Bu adam, şöyle şöyle söylüyor. Sen ne dersin?" der. Eğer iş, onun dediği gibi  ise;  ona infak etmeye veya satmaya izin verilmesi caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer kendisine sermaye verilen şahıs malın bir kısmı karşılığında bir şey satın almış; sonra da sermayeyi veren ölmüş; bundan sonra da, sermayeyi alan kalan para ile yine bir şeyler satın almış veya o kalan parayı kiraya veya nafakaya harcanırsa; satın aldığı hakkında, —sermaye   sahibinin   öldüğünü   bilsin   veya   bilmesin—   tazminatta bulunur.

Harcadığı para hususunda ise, eğer öldüğünü bilirse, onu tazmin eder. Şayet bilmeden yaparsa, tazminat gerekmez.

Bu istihsanen böyledir. Suğra'da da böyledir.

Bir adam, diğerine, bin dirhem serrhaye verir ve "onunla belirli şeyler almasını" söyler, o da, başka birini vekil ederek, "sermaye sahi­binin istediği malları almasını" ona emreder,o da öyle yaparsa; önceki vekil, müşteriden malı teslim alır.

Eğer o ölürse, ikincinin'vekalet hakkı batıl olmaz.

Şayet mal sahibi, dirhemleri teslim ederken: "Seni, filan adına vekil yaptım. Bu bin dirheme satın al." derse Öyle olur.

Bu, mal sahibinin vekilidir. Dirhemleri verenin vekili değildir. Dirhemleri ve en şahıs, müşteriden bir şey teslim alamaz.

Keza, ona dirhemleri verir ve: "Seni, bu bin dirhemle filan adına, şu şu şeyleri almaya vekil ettim." der de, "seni filan için vekil ettim." demezse yine yukarıdakinin aynısıdır.

Şayet: "Seni, bu bin dirhemle, satın almak için vekil yaptım. der; sonra da, "o malın, filana ait olduğunu" doğrularsa, gerçekten o adam, mal sahibinin vekili olmuş olur. Bu, o şahıs, "sevdiğin kimseyi vekil yap." diye emreylemişse böyle olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa, eşya almak üzeıe, bin dirhem sermaye verir; o da o dirhemleri eşya almak üzere simsara devreder; simsar da malı satm alır ve sahibine yollar; yolda da ona bir zarar dokunursa, kendisine yollanılan şahsa tazminat gerekmez.

Şayet dirhemlerin sahibi: "Bu sermayedir." demez ise, geri kalan mes'ele hali üzeredir. Kendisine yollanılan kimse, mal zayi olursa, onU tazmin eder. Ancak simsar o malı, onun huzurunda almışsa; o müstes­nadır. Zehıyre'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [20]

 

5- REHİN HAKKINDA VEKALET
 

Bir kimse, diğerine bir eşya bırakarak: "Bunu, benim için sat ve ona karşılık da rehin al." der; o adam da öyle yaparsa, işte bu caiz olur.

Eğer alınan rehin, —insanların onda aldanmış olmayacakları kadar— az da olsa, caizdir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Şayet: "Onu, sağlam rehin karşılığı sat." der; vekilde onu, "insan­ların onda aldanmış sayılmayacağı kadar" noksan rehin karşılığı satarsa; bu caiz olur. Aksi halde caiz olmaz. Vekilin rehni alıp, mal sahibine teslim etmesi caizdir. Vekil, onu müvekkile tazmin etmese de, satış hali üzeredir.

Eğer vekil, rehni yanında tutarsa; bu da caiz olur.' Müvekkilin onu teslim alması gerekmez.

Bir kimse, diğerine dirhemler vererek, ona: "Bununla filana git ve ona gerçekten bunu filan sana ödünç veriyor; bir rehin karşılığı; ve bana, senden rehni almamı da emreyledi; de." der; o adam da aynısını yapıp rehini teslim alırsa; bu caiz olur. Amir de o rehni, vekilden teslim ala­bilir.

Eğer bu rehin, vekilin yanında zayi olursa, amirin malı olarak zayi olmuş olur.

Şayet müvekkil, diğerine: "Şu dirhemleri al ve onu ödünç ver. Karşılığına da rehin al." der; o adam da öyle yaparsa; bü durumda, rehin veren şahıs, o rehni, vekilden alamaz. Eğer, bu rehin, vekilin elinde iken zayi olursa,  amirin malı olarak zayi olmuş olur.  Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, on dirhem değerinde bir elbise verip, "onu, borcu olarak on dirheme karşılık, rehin bırakmasını" söylese; eğer amir,, onu gönderirken "Filana git ve ona gerçekten filan zat, senden on dirhem borç almış ve ona mukabil olarakta bu elbiseyi sana rehin olarak gönderdi; de.'* der; bundan sonra da götüren zat, borcu da, rehini de amire izafe eder ve dirhemleri alıp rehini verirse; borç amirin olur.

Eğer bu vekil, borcu da, rehini de, kendi nefsine mal eder ve: "Ben filana, on dirhem borç verdim ve bu elbiseyide rehin aldım. Bunu sen rehin al ve bana on dirhem ver." der; borç veren de öyle yaparsa; işte bu takdirde bizzat o elçi, nefsi için borç aimiş olur. Hatta, önceki adamın, ondan dirhemleri alma hakkı olmaz. O adam, ancak, amire aldığı elbi­seyi öder.

Eğer, o elbise borç verenin yanında zayi olursa; elbisesinin asıl sahibi muhayyerdir. İsterse önceki adama ödettirir; isterse borç verene ödedir. Elbisenin değeri ne ise, onu alır.

Eğer önceki adama ödettirirse; .rehin caiz olur. Borç verenden de alacağı düşer.

Eğer borç verene ödettirirse, o adam da elbisenin bedeli için, önceki elçiye müracaat eder. Ve elbisenin bedelini alır.

Şayet amir, vekiline: "Seni filan adamdan, on dirhem borç almaya ve şu elbiseyi de rehin vermeye vekil eyledim." der; vekil de bundan sonra, o adama gidip: "Beni, sana filan gönderdi. Senden on dirhem borç istiyor ve şu elbiseyi de rehin bırakıyor." der; borç veren de öyle yaparsa; bu borç amirin olur. Bu durumda, vekilin, o on dirhemi amire vermeme hakkı yoktur. Müvekkili adına verdiği rehin de caizdir. Elbi­seyi verdiğinden dolayı, bu durumda, onu ödemesi de gerekmez. Eorç veren şahıs, bu rehni, borç verdiği zat adına yanında tutmuş olur.

Şayet vekil, sözünü değiştirir de, borç verecek olana: "Bana on dirhem borç ver de, şu elbiseyi de rehin al." derse; işte o zaman, o on dirhem vekilin olur. Ve onu amire vermeyebilir. O rehin, kendi yerine verilmiş olur.

Eğer bu rehin, borç verenin yanında zayi olursa, vekil onun kıyme­tini asıl sahibine öder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birisine, bir elbise verir ve ona "adını söylediği dirhemlere karşılık, rehin bırakmasına" emir verir; me'mur da onun söylediğinden fazla veya noksan söylerse; eğer amir, rehini yollarken: "Filana git ve ona: "Şu elbiseyi al; rehin olarak ve ona on dirhem ver." der; elçi de borcu da rehini de amire mal eder; ancak, rehini yollayanın istediği borçtan fazla veya noksan söylerse; işte bu muhalif oîur. Ve bu vekil kendi nefsi için borçlanmış olur. Âmirin, o dirhemleri me'murdan alma hakkı yoktur. Ancak vekil, aldığı rehni öder.

Elbise sahibi ise muhayyerdir. İsterse, önceki elçiye ödettirir; isterse ondan tam bedelini alır.

Eğer vekil, bedeli öderse, rehin sahih olur. Alacaklı, alacağı için, vekile müracaat eder. Böylece vekil, kendisini gönderenin sözünü değiştirir, onun istediğinden ya fazla veya noksan söylerse, bu rehni vekil tazmin eder.

Eğer amir, gönderdiği adama: "Seni, benim için, on dirhem borç almaya ve bu elbiseyi rehin olarak vermeye vekil ediyorum." der; vekil de, borç verecek adama: "Bana borç ver ve şu elbiseyi rehin olarak al." der ve amirin söylediğinden fazla veya noksan söylerse; borç kendisine ait olur.

Rehin zayi olursa, sahibi muhayyerdir. Dilerse, vekile; dilerse, rehin alana ödettirir.

Eğer vekile ödettirir ise, o zaman vekil rehin sahibi olur. Rehin alana müracaat edemez.

Eğer rehin alana ödettirir ise, o zaman, o adam alacağı için vekile müracaat eder.

Ancak vekil, asilin istediğinden daha az almış ise, borç elbisenin değerinde veya daha fazla değerde bulunsa bile vekilin bir şey tazmin etmesi gerekmez.

Eğer borç, elbisenin kıymetinden az ise, o zaman vekil, elbise sahi­bine aradaki farkı Öder.

Şayet elbsie sahibi vekile ödettirirse borç verene ödettirirse de muhayyerdir. (Yani hangisini dilerse ona ödettirir.)

Eğer  me'mur,   kendisini  gönderen  şahsın  sözünü  çığırından çıkarır; onun söylediğinden fazla veya noksan söylerse; her haliyle, rehini kendisi öder.

Şayet vekil, müvekkilinin dediğini getirip ona verirse; borç müvekkile ait olur. Borç veren, bu durumda vekile müracaat edemez.

Şayet rehin veren şahıs, kendisine gönderilen şahsı doğrular; vekil de güvenilen birisi olursa; dirhemler onun yanında zayi olsa bile bir şey ödemesi gerekmez. Eğer: "Ben, dnu elbise sahibine verdim." derse, onun sözü geçerli olur ve o, tazminattan beri olur.

Eğer vekil: "Sen, bana, onu onbeş dirheme karşılık bırakmamı emreyledin." dediğinde, elbise sahibi: "Ben, sana, on dirheme veya yirmi dirheme karşılık bırakmanı emreyledim." derse; —yeminle birlikte— her iki halde de elbise sahibinin sözü geçerli olur. Birinci bölümde bu böyledir.

Eğer, "onu, bir şey bırakmaya" vekil bıraksa da, hiç bir şeyden bahsetmese; vekil de onu rehin vermese işte buda caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Rehin bırakmaya vekil tayin edilen kimse, bir başkasını vekil yapamaz.

Rehin bırakılması istenilen de onu satmaya musallat olamaz.

Şayet mal sahibi vekile: "Serbestsin; her ne yaparsan yap." derse işte o zaman vekil onun için, başka birisini de vekil yapabilir ve onu satması da caiz olur. Havî'de de böyledir.

Ve eğer elbise sahibi bir şahsı "belirli bir şeye karşılık, rehin bırakmaya," vekil tayin eder; o adam da rehni kendi yanında bırakıp, istenilen dirhemleri kendisi verir; bu durumu amire de açıklamazsa işte o rehin sayılmaz. Bu şahıs, o elbisenin emini.olmuş olur.

Eğer rehin helak olursa, amire dirhemleri ödettiremez.

Keza, kendi küçük oğlunun yanında rehin bırakırsa; aynisi olur.

Eğer üzerinde borç olmayan kölesine, rehin bırakırsa yine aynısı olur.

Şayet büyük oğlunun yanına veya mükatebine yahut ticaret ehli olan kölesine rehin bırakırsa; bunlar caiz olur.

Eğer vekil, ticaret eden bir köle veya mükâteb veya sabî olur; ve: "Filan, sana; bana borç versin, şu kadar; bunu da rehin alsın." dedi derse; işte bu caiz olur.

Eğer, bu vekil: "Bana borç ver ve bunu da rehin al." derse; işte o rehin olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse diğer birisine, "kendi kölesini, bin dirheme rehin bırakmasını" söyler; vekil de: "Ben onu filana rehin bıraktım ve ondan mal da aldım; o da zayi oldu." der; kölenin sahibi de: "Ben onu filana yolladım ve ona borç ver; dedim." der; rehin verilen şahıs da bunu doğrular; müvekkil de: "ben borcu almadım." derse, yeminle birlikte müvekkilin sözü geçerli olur. Havî'de de böyledir.

Şayet vekil, malı borç olarak alır; köleyi de rehin olarak verir; kölenin sahibi de böyle yapmasını söylerse; o borç vekile ait olur; mü­vekkile ait olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, diğerini, bir şeyi rehin bırakmaya vekil ettiğinde, vekn, onu rehin eder; sonra da asıl sahibi, vekile: "onu satmasını" yazar; vekil de, müşteri de onun rehin olduğunu ikrar ederlerse, o şey, istihsanen rehindir. Çünkü, her ikisi de, onun rehin olduğunu tasdik etmişlerdir. O satış bir riya ve sum'adan ibarettir. Bu durumda vekil ile müşterinin sözü geçerlidir.   Sözleşmede   sabit   olan  aleniyette   sabit   olmuş   gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet vekil; rehin alana, rehine binmesine veya onu kullanmasına izin vermişse; rehin alanda öyle yaparsa; o rehin bırakılan, şeyin yeme­sini içmesini ve masrafım-vekil» müvekkile tazmin eder.

Eğer vekil, malı kendi nefsi için alır ve ona d?'"Tstersen, sanıbine geri ver; istersen, faydalanman için ona masraf yap." der; rehin alanda, onunla bostanını sular veya koyununa çoban ederse; müvekkile karşı borçlu olur.

Rehni muhafaza için yapılan masraf buna muhaliftir. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala' dır: [21]

 

6- NİKÂH, TALÂK VE HULÛ' GİBİ MES'ELELERDE VEKÂLET
 

Bu babda:

l) Nikâh'ta Vekâlet;

2) Talâk ve Hulû'da Vekâlet; olmak üzere, iki bölüm vardır. [22]

 

1- Nikâhta Vekâlet
 

Bir  kimsenin  karısı,   başka  bir  şahsa:   "Ben,   nefsimi,  mal karşılığında ihtila' etmek (= boşamak, ayırmak) istiyorum." der ve öyle de yapar; iddeti bittikten sonra da, o şahsa: "Beni, filanla nikâhla" derse; bu sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

Evlendirmeye vekil olan bir kimse, başkasını, —bu iş için— vekil yapamaz.

Ancak, bu vekil, başka birini vekil yapar ve bir ikinci vekil, ilk vekilin huzurunda, —vekâlet vereni— öldürürse, Bu caiz olur.

Bir kimse, diğerinin bir sözleşme ile, "iki kadın nikah eylemeye" vekil eder; bu vekil de, sözleşme ile, üç kadın nikahlarsa; bazı rivayet­lerde, "bunun caiz olduğu" hususunda tevakkuf edilip, bir şey söylen­medi.

Keza, bir kadın nikahlamaya vekil edilen kimse, iki kadın nikah ederse, bu da yukardaki gibidir.

Keza, amir üç kadın nikahlamayı emrettiği halde, vekil de dört kadın nikah eylese; bu da yukarıdakilerin aynısıdır. Bazı rivayetlerde ise: ' 'Bu, caiz değildir." denilmiştir. Zahir olan da budur.

Bir kimse, diğer birini, bir kadın nikahlamaya vekil eder; o da, onun dediği gibi, bir kadın nikahlarsa; bu nikah caiz olur.

Bir kadın, kendisini nikahlamak üzre, bir erkeği vekil yapsa; ve yapacağı bütün işe yetki verse; o adam da, başka bir adamı, onu nikah­lama hususunda vasi tayin etse ve sonra da "asıİ vekil" ölse; vasi, bu kadını evlendirebilir.

Diğer vekaletler de böyledir.

Bir kimse, "filan yerli bir kadını nikahlamak üzere" veya "filan kabileden bir kadım nikahlamak"^ üzere bir şahsı vekil tayin eder; vekil de o beldenin veya o kabilenin haricinde bir yerden, bir kadın nikah­larsa; işte bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir köle, bir adamı vekil ederek, kendisine bir kadın nikahlamasını istese; sonra da onun evlenmesine, efendisi izin verse veya bu köleyi azad,eylese; vekilin vekaleti caiz olur. Eğer bir kadın, o köleye nikahlarsa, o da caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, "belirli bir kadıın nikahlamak üzere", birisini vekil tayin ettikten sonra, bu amir irtidat eder (= dinden çıkar) ve dar-i harbe iltihak eder; vekil de: "Ben, o müslüman iken nikahladım." dediği halde, varisleri onu yalanlarlar; sonra da müvekkil müslüman olarak gelirse; vekilin de, kadınında sözlerini kabul etmeyebilir. Çünkü, vekil amirin irtidadından sonra, vekaletten azledilmiş olduğunu haber vermesi gerekti.

Şayet beyyine getirirlerse, kadının beyyinesi kabul edilir.

Eğer beyyinesi yoksa, varisler onun yemin etmesini ister.

Eğer, varisler, o kadının iddiasını ikrar ederlerse ilzam olunurlar. Hakim, yemin etmelerini müteakip mirasla hükmettikten sonra, amir müslüman olarak geri gelirse; kadının —isterse— ona, yemin vermek hakkı vardır. Çünkü, mehrini alacak olarak talep edebilir. Mebsût'ta da böyledir. [23]

 

2- Talâk Ve Hulû'da Vekâlet
 

Bir kimse, başka birisini, "sünnet üzere, karısını boşamaya" vekil eder; kadın da hayız ehli olur; vekil ise hayız halinde veya temizlik halinde vekil tayin edilir ve o kadını hayız halinde iken, boşarsa; talak vaki olmaz. (Sünnete uygun olmadığı için...) Muhıyt'te de böyledir.

Bu durumda, vekilin vekaleti geçersiz olmaz; hata, bundan sonra, sünnet üzere boşama yaparsa, talak vaki olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, vekil, kadına hayız halinde: "Sen sünnet üzre boşsun." derse; kadın boş olmaz. Sonra kadın temizlenince: "Sen, sünnet üzere boşsun." derse; kadın boş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sünnete göre, karımı üç talak boşa." der; vekil de cimasız temiz halinde: "Sen, sünnet üzre üç talak boşsun." derse; bu durumda bir talak vaki olur.

Sonra kadın, hayız olur ve temizlenirse; bir şey gerekmez. Ancak vekil talağı yenilerse, o müstesnadır.

Bir adam, diğerine: "Karımı sünnet üzere boşa." der; başka biri­sine de aynısını söyler ve ikisi birden, cimasız temizlik halinde, bir talak boşarlarsa;  bu durumda bir talak vaki olur.  Bu durumda kocaya muhayyerlik yoktur.

Sonra da, ikinci temizliğinde vekil ile birlikte boşasa; diğer bir temizlik halinde ikinci vekil de bir talak boşasa; kadın boş olur ?Mer.

Bir kimse, diğerine: "Karımı, sünnet üzre bainen boju. u»,ı; bir diğerine de: "Ric'î olarak sünnet üzere boşa." der; vekil de, onu, temizliği halinde bir ialc^ ile boşarsa; kadın bir talak boş olur. Koca talakın tayininde muhayyerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerini, "karısını boşamaya vekil ettikten sonra, karısını kendi boşasa; —iddeti devam etiği müddetçe— vekilin boşamasıda vaki olur. Şayet vekil bu müddet içinde boşamaz ve iddet tamam olur; sonra da kadın evlenir ve vekil de boşayacak olursa; bu durumda talak vaki olmaz.

Eğer kadın veya kocası, irtidad ederse; vekilin talakı vaki olur. Eğer iddeti içinde olur ve koca da mürted olarak, dâr-i harbe varır sonra da vekil, boşama yaparsa; talak vaki olmaz.

Keza, kocası müslüman olarak geri döner de, karısını alırsa; bu durumda vekil onu boşayamaz. Havî'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, "karısını bir talak boşamaya" vekil ettiği halde, vekil iki talak boşasa; talak vaki olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe(R-A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn ise:' 'Bir talak vaki olur.'' buyurmuşlardır.

Bir adam diğerine: "Benim karımı boşa." der; vekil de onu üç talak boşarsa; eğer koca üç talak'a niyet eylemişse; üç talak vaki olur. Değilse,  bir şey gerekmez.  Bu,  İmâm Ebû  Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Bu durumda, İmâmeyne göre bir talak vaki olur.

Bir kimse, diğer bir şahsı "karısını boşamaya" vekil eder ve ona: "Bâin talak ile tatlîk etmesini" söyler; vekil de ric'î bir talakla boşarsa; bâinen boşamış olur.

Keza, ric'î talakla boşamasını söylese de, vekilde bain talak ile boşasa; çic'î talakla boşanmış olur.

Bu, vekilin, kadına: "Seni, bir talak bain boşadım." demesi halinde böyle olur.

Şayet: "Seni bain eyledim." demiş olsa alimler: "Hiç bir şey olmaz." buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir  kimse,  iki  karısına:   "Nefislerinizi  üç talak boşayınız." dediğinde, onlardan birisi, nefsini boşar; arkadaşı da üç talak boşarsa, uygun olan, meclisleri bir olsa da, ayrı olsa da boş olurlar.

Bir adam, diğer bir adamı, "kanlarını boşamaya vekil eder; vekil de onlardan belirli birisini boşarsa; bu sahih olur. Koca, o talakı başka birisine çeviremez.

Şayet belirli olarak birisini boşamaz da lalettayin birisini boşarsa, boşama sahih olur. Bu durumda koca muhayyerdir. Dilediğini bırakır. Zehıyre'de de böyledir.                                                       

Dört karısı olan bir adam, hiç birisinin adını söylememeksizin, "onlardan birisini boşamaya; bir şahsı" vekil'eylese; vekil de onlardan herhangi birisini boşasa, talak caiz olur. Eğer, hepsini boşarsa; yalnız birisi   boş   olur.    Bu   takdirde,    kocaları   muhayyerdir:   Onlardan dilediğinden birisini bırakır. Havı'de de böyledir.

Bir adam, iki karısına: "Dilerseniz, nefsinizi üç talak boşaymız." der, onlardan birisi, ayni mecliste, üç talak demeden boşarsa; talak vaki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Karımı boşamada, sen benim vekilimsin." der ve "dilersen", "istersen", "arzu edersen..." de derse, o şahıs aynı mecliste dilemez ise, vekil olmuş olmaz. Eğer aynı mecliste dilerse, vekil olmuş olur.

Eğer vekil, o meclisten kalkmadan önce, boşamaz ve kalkıp giderse; vekaleti geçersiz ölür.

Şayet koca, diğerine: "Karımı boşamada vekilimsin; eğer dilersen." der; o da dilerse, caiz olur. Eğer, dilemeden kalkıp, o meclisten giderse; vekaleti geçersiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam diğerine: "Eğer ben, filaneyi nikahlarsam; sen, onu boşa." der ve o dediği kadmı da nikahlar; diğeri de onu boşarsa; bu boşama sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Talaka vekil olan şahsın, başkasını vekil etmesi sahih olmaz. Şayet başkasını vekil eder; ikinci vekil de birincinin huzurunda, boşar veya bir yabancı boşar da birinci-vekil ona rıza gösterirse; bu durumlarda talak vaki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin karısına: "Eğer sen, eve girersen boşsun." der; kocası da ona izin verirse; kadın ise, kocası diğer adama izin ver­meden önce o eve girerse; talak vaki olmaz.

Eğer izin verdikten sonra boşarsa; o zaman, kadın boş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesini vekil ederek, "karısını boşamasını" istese; sonra da o köleyi satsa; bu kölenin vekaleti baki kalır. Zehıyre'de de böyledir.  

Bir adam, diğerine: "Karımı boşa; gerçekten, seni böyle kıldım." der ve bu kadarla yetinirse, ayni meclise iktisar eder.

Bir adam, diğerini "talak'a" vekil eder; o vekil de, vekil olduğunu bilmeden önce, boşama yaparsa;'talak vaki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Talaka vekil olan şahıs, mal mukabili boşama yapar ve bu durumda kadın, cima edilmiş bir kadın olursa, bunda hilaf vardır.

Eğer cima edilmemiş bir kadınsa; bunda hayır vardır. Alimlerin ekserisi, bunun üzerinedir.

Zahîru'd-dîn ise: Cima edilmeyen kadını hulû' etmek sahih olmaz. Zira, bunda şer vardır." buyurmuştur. KerderTnin Vedzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kadının üç talakını bin dirheme satmaya" vekil eder; vekil de bir talakını, bin dirhemin üçte birine satarsa, bir şey vaki olmaz.

Bir adam karısına "Talakını, istediğin bedelle benden satın al." der; kadın da: "Şuna şuna satın aldım." derse; işte bu geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, bin dirheme karşılık, karısının üçte bir talakını" satmaya vekil eder; o da bir talakını veya iki talakını satarsa, talak vaki olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bin dirhemden fazlaya satarsa, talak vaki olur.

Mal mukabili boşamaya vekil edilen kimsenin ayni mecliste, kadını boşama hakkı vardır. Saye azl edilmiş olmaz ise başka mecliste boşama hakkı da vardır. Havı'de de böyledir.

Mal mukabili kadın boşayan vekilin, kadından malı kendisinin alma hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mutlak  olarak,  mal mukabili karı boşayan vekilin,  kadının kocasından veya bir ikisinden, -az, çok— bir bedel ahna hakkı vardır. Bunun da mehr-i misilden az olmaması gereklidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mal mukabili karısını boşamaya vekil tayin eden şahıs, vekile "Eğer razı olmazsa, onu boşa. der; vekil de boşarsa; sonra da kadın: "Mal mukabili boşadı." derse; eğer mal mukabili boşamışsa, iddet içinde talak vaki olur ve bu talak ric'î olur. Hulû'da caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam', "karısını, mal mukabili boşamaya" başka birisini vekil ettikten sonra, bu kadını kocası, mal mukabili boşar veya bir yönden bain eder; bilahare de, iddeti içinde veya daha sonra, yeniden nikah­larsa; bu durumda vekili, onu mal mukabili boşayamaz.

Eğer vekil, iki taraftan, mal mukabili boşamaya vekil ise, işte o zatın iki rivayetten birine göre, taraflardan birisine velayeti olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mal mukabili kadın boşamaya vekil olan kimse, kendisi ödemek üzere karşılıklı anlaşma yapsalar sahih olur.

Şayet kadın, ona tazminat yapması hususunda emir vermediği halde, vekil tazminat yaptı ise; bu durumda da vekil kadına müracaat ederek verdiği malı ondan alır. Vermeden önce de alabilir. Siraciyye'de de böyledir.

Bir adam, "karısını, mal mukabili nefsini boşamaya" vekil eder; kadın da kendisin bir karşılık mukabili veya mal mukabili boşarsa; —kocası razı olmadıkça— bu caiz olmaz.

Kadın, kocasına: "Yarın olursa, sen beni bin dirheme karşılık boşa." derse; kocası ona vekil olmuş olur. Hatta kadın, kocasını nehyeder ve boşanmadan vazgeçerse; nehyi sahih olur. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Zimmîye olan bir kadın, "bir müslümam; zimmî olan kocasından bir domuz veya şarap karşılığı boşamaya" vekil tayin etse, bu caiz olur.

Şayet, karı-kocadan birisi müslüman olur; ».vekil de kafir olursa, boşama caiz olur. Mukabili olan mal ise, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, "karısını, mal mukabili boşamaya veya malsız, üç talak boşamaya, başka bir kimseyi vekil ettikten sonra, koca irtidat edip, dar-i harbe gider veya ölür; vekil de kadını mal mukabili veya malsız boşar; kadın da: "Sen, beni kocam öldükten sonra (veya dar-i harbe vardıktan sonra) boşadın." der; vekil ile varisler de: "Kocası hayatta iken ve müslüman iken boşandı." derlerse, bu durumda kadının sözü geçerlidir. Boşama ise, geçersizdir. Malı kendisine geri verilir ve miras hakkına da sahibdir. Mebsût'ta da böyledir.

Köle azad eylemeye de, vekil tayini caizdir. Azad etmek ister mal mukabili olsun, ister malsız olsun müsavidir.

Vekil, mal mukabili azad ederse; mali kendisi alamaz ve onun vekaleti aynı mecliste iktisar edilmiş (= kısaltılmış) da c^ğî'dir.

"Mutlak olarak azad etmeye" vekil edilen şahıs köleyi müdebber veya mükateb yapamaz.

Şartlı veya bir vakta izafe ederek de azad edemez. Kölenin efendisinin, bu köleyi müdebber eylemesi ile, vekilin azad etme vekaleti batıl olmaz. Muhiyt'de de böyledir.

Bir adam, diğerini,"kölesini azad eylemeye " vekil eylese vekil de bir borç veya mal karşılığı yahut şartlı azad eylese veya köleye hitaben: "Eğer, sen dilersen hürsün."  dese, işte bu caiz olmaz.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir  kimse,   "kölesinin  yarısını  azad  eylemeye",  vekil  tayin ettiğinde vekil o kölenin tamamını azad ederse; caiz olmaz. Ve, bir şey azad edilmiş olmaz, tmâmeyn'e göre ise; tamamı azad olmuş olur ve caizdir.

Eğer bir kişi, "kölesinin tamamını, azad eylemek üzere" bir başkasını vekil yapar; vekil de, bu kölenin yarısını azad ederse; imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kölenin yarısı azad edilmiş olur. İmâmeyn'e göre, tamamı azad edilmiş olur. Zehıyre'de de böyledir.

îki kişiden her birinin birer kölesi olur ve onlardan birisi, "bir adamı, kölesini azad etmeye" vekil eder; ayni vekili diğer adam da "kölesini azad etmeye" vekil eder; vekil de: "Onlardan birisini azad eyledim." der ve sonra da bu vekil bir açıklama yapmadan ölürse, isüh-sanda, onların hiç birisi azad olmuş olmaz. Ancak, herbirisinin yarı kıymetleri noksanlaşmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka birisini, belirli bir kölesini azad eylemeye vekil ettiğinde, vekil:Ben,   onu  dün   azad  eyledim.''   derse,  beyyinesi olmadan bu vekilin sözüne itibar edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "cariyesini azad eylemeye" vekil eder; bu cariye de, vekil kendisini azad etmeden önce doğurursa, o vekilin; bu cariyenin doğurduğunu azad etme hakkı yoktur.

"Bir bedel karşılığı, kölesini azad etmeye" birini vekil tayin eden kimsenin vekili, o köleyi içki veya domuz karşılığı azad ederse; azad cazi olur.

Köle onların bedelini öder.

Şayet onu, kan veya İaşe karşılığı azad ederse, işte bu caiz olmaz.

Eğer müvekkil, vekiline: "Şu köleyi, şu köleye karşılık azad eyle." der; o da öyle yaparsa, karşı taraftakinin hür olması halinde kölenin kendi kıymetini ödemesi gerekir.

Şayet başkasının hakkı olan bir köleye karşılık, azad ederse, bu azad caiz olur.              

Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, azad olunanı değerini, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, diğer kölenin değerini ödemesi gerekir. Havî'de de böyledir.

Boğazlanmış bir koyuna bedel azad ederse; onun bir meyte olması halinde bu azad caiz olmaz.

Karşılıklı azad etmeye vekil tayin eden şahsın vekili, bin dirheme karşılık azad eder ve bu kölenin değeri o kadar olursa, bu azad caiz olur.

Bir adam, kendi kölesine: "Dilediğin bedelle nefsini azad eyle." der; o da birkaç dirheme azad ederse; işte bu caiz olur. Şayet, efendisi buna razı olursa, bu böyledir. Zira, tek taraflı vekalet sahih olmaz. Eğer bedeli, müsemma (= belirli bir bedel) olmaz ise böyledir. İbnü Scmâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Tek taraflı vekil, caizdir; şahindir. Her ne*kadar, belirli bir bedel söylenmese bile, böyledir.

Bazı alimler bu rivayeti doğrulamışlar ve: "Şayet, bedeli müsemma olursa böyledir." demişlerdir.

Bu durumda, köle: "Nefsimi şuna karşılık azad eyledim." derse caizdir. Efendisinin rızası şart değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkil, vekiline: "Köleyi mal karşılığı azad eyle." dediğinde, vekil onu dirhemlere karşılık azad ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caizdir.

İmâmeyn'e göre ise,  caiz değildir.  Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini, vekil ederek, "kölesini bir şeye karşılık azad etmesini," söyler; vekil de köleyi o sınıf maldan birisine karşılık azad ederse; bu caiz olur. Şayet vekil ile amir arasında, malın cinsinde veya bedelinde ihtilaf olursa; efendinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini mükatebe yapıp, kitabet bedelini almaya" vekü tayin eder; vekil de: "Ben mükâteb yaptım ve bedelini aldım." der; efendisi de onu inkar ederse; mükatebe yapma hususunda vekilin sözü geçerlidir. Kitabet bedelini alma hususunda ise böyle değildir. Şayet, köleyi mükatebe yapıp sonra da: "Bedelini aldı ve sana teslim." eyledim derse; vekilin bu sözüne inanılır Hulasa'da da böyledir.

Şayet bir adam, diğerini, "kölesini mükatebe yapmaya" vekil ederse;  bu vekil,  kitabet bedelini almaya yetkili olamaz.  Çünkü, sözleşmede bu kayıt yoktur.

Şayet mükatebe, kitabet bedelini vekile verirse kölelikten kurtulmuş sayılmaz.

Eğer köleyi mükatebe yapmaya vekil edilen şahıs bu köleyi, insan­ların o hususta aldanmayacakları şekilde kitabete bağlamışsa; İmam Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göre bu caiz olur. Şayet, koyun veya bir cins elbise, yahut tartılan veya ölçülen şeyler mukabilinde mükateb yaparsa; işte bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini "iki kölesini mükatebe yapmak üzere" vekil yaptığında, vekil onlardan birisini mükateb yapsa, bu caiz olur.

Şayet ikisini birlikte mükateb eylemesini söylemiş, o da, birisini mükateb yapmışsa; bu caiz olmaz.

Eğer, "bir kölesini mükateb eylemeye" veya "onu satmaya vekil ettikten sonra: o köle, hata ile bir adamı öldürür bilahare de, vekil o köleyi mükâteb eder veya satarsa,  vekilin yaptığı  —kölenin adam öldürdüğünü bilsin veya bilmesin— caizdir.

Çünkü, kölenin cinayeti, vekili vekaletten düşürmez. Vekilin azli de lazım olmaz. Onun kıymeti, efendisine aittir.

Şayet bir adam: "Şu kölemi sal." veya "Mükateb eyle" yahut "Azad eyle; mal mukabili." derse; vekil bunlardan hangisini yaparsa yapsın caiz olur.

Eğer müvekkil, vekiline: "Şunu veya şunu mükateb eyle." derse; vekil hangisini mükatep yaparsa, o mükateb oiur. Havî'de de böyledir.

Eğer, onları ayrı ayrı mükateb yaparsa; önceki yaptığı mükateb olur.

Her ikisini birden mükateb yaparsa; kitabeti ikisi hakkında da geçersiz olur,

Bir adam, diğerine, "kölesini cum'a günü mükateb etmeye vekil eder; bu vekil de cumartesi günü, vekaletten sonra: "Dün, mükateb yaptım." der ve "şuna şuna" diye de kitabet bedelini söyler; efendisi de onu yalanlarsa; kıyasen efendisinin sözü geçerli olur.

İstihsanda ise, vekilin ikrarı caiz olur. Çünkü o, sözleşmeye belirli vakitte başlamıştır. Şayet mücerred olarak mükateb yapmaya vekil eder; vekil de: "Sen, beni dün vekil eyledin. Ben de vekaletimin sonunda ve günün arkasında mükateb yaptım." der; kölenin sahibi de: "Gerçekten ben, seni bu gün vekil yaptım." derse; kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şu iki köleden, hangisini mükateb eylersen eyle." diyen şahsın vekili,   onlardan  hangisini,  vekilliği  sebebiyle  mükateb  yaparsa,  o caizdir.

Şayet bir adam, diğerini kölesini mükateb eylemeye vekil eylese; köle de buna önce razı olmadığı halde sonradan razı olsa; mükatebliği kabul edilir ve caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini mal mukabili azad etmeye" veya "mal mukabili olmaksızın azad etmeye" yahut "mükateb eylemeye" vekil eder sonra da bu, müvekkil irtidad ederek dar-i harbe gider veya ölür; vekil de: "Ben, o müslüman iken azad eyledim." dediği halde, varisler bunu yalanlarsa; varislerin sözü geçerli olur. Çünkü, onların köleye salıib oldukları açıkdır.

Vekil ise onların mülkünün butlanını haber vermektedir. Bu durumda o bunu yapma hakkına sahip değildir ve sözü kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [24]

 

7- DÂVA, SULH VE BENZERİ MES'ELELERDE VEKÂLET
 

Davada hasmın razı olmayacağı kişiyi vekil tutmak İmâm Ebû Hânîfe (R.A.)'ye göre gerekmez; tmâmeyn'e göre ise gerekir.

Alimler, bu kavilde, ihtilaf ettiler; Bazıları: "Davalının rızası, tev­kilin sıhhati için şart değildir. Belki de lüzumu için şarttır." dediler. Sahih olanı da budur. Hızânetü'l-Müftîrr de de böyledir.

Hatta, hasmın, vekil tayinin de hazır bulunması da gerekmez. vekilin, da'vacısımn cevabının bulunması da lazım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.

Fakıyh Ebü'1-Leys: Fetvada İmâmeyn'in kavlini ihtiyar etmiştir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Attâbî:  "Muhtar olan  budur.  Güçlükleri  almak gerektir." buyurmuştur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Gaibe vekaletin kabulünde icma vardır. Müvekkil, sefer, müddeti bir yerde ise, gaib sayılır; ona birinin vekalet etmesi kabul edilir.

Müvekkil şehirde olduğu halde hasta olur ve hakimin yanma yü­rüyerek gelmesine imkan olmazsa, bu şahıs, yerine davacı olarak, bir şahsı vekil edebilir.  

Bu hak, müddeî için olduğu gibi, müddeâ aleyh de, bu hakka-sahibtir.

Eğer yürüyerek gelmeye gücü yetmez fakat hayvan üzerinde gel­meye veya insan sırtına gelmeye gücü yeter; o takdirde de hastalığı artacak olursa; yerine bir vekil tayin etmesi sahih olur.

Eğer bu şekil gelmelerle, hastalığı artmayacak olursa; bu husus ihti­laflıdır.

Bazı alimler: "Vekil tutması sahih olur." derken; bazıları da: "Sahih olmaz." demişlerdir.

Fakat "sahih olur" diyenlerin kavli sahihtir. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bu kavil, esahh ve erfaktır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam "Ben, yolculuk murad ediyorum. Alacaklarımı alacak veya borçlarımı verecek, bir vekile ihtiyaç vardır. Fakat, borçlarımı verecek olanı, alacaklarımı almaya da vekil eyliyeceği." der; davalısı da bunu yalanlarsa (yani sefere çıkacağına inanmazsa) alimler burada

İhtilaf ettiler:

Bazıları: "Hakim ona, sefere çıkacağına dair, Allah adıyla yemin verir." demişlerdir.

Bu, Hasaf'ın ihtiyar ettiği görüştür.

Bazıları da: "Hakim, gizlice, onun arkadaşlarından sefere gidip gitmeyeceğini sorar." buyurmuşlardır.

Hayz ve nifas hâli, —eğer hakim, hükmünü mescitte veriyorsa,— özürdür.

Bu mes'ele de iki vecih vardır. Kadın, ya alacaklıdır veya borçludur.

Eğer alacaklı ise, onun vekil tayin etmesi kabul edilir.

Eğer borçlu ise, alacaklı hakim, mescidden çıkana kadar bekler. Bu kadının vekil tayin etmesi kabul edilmez. Eğer, bu kadın, borcunu leyemezse vekili kabul edilir.

Şayet müvekkil zindanda ise, o zamanın hakimi, vekaletini  ;abuî etmez.

Eğer müvekkil, hakimin zindanında olur ve bunun dava için ordan çıkması mümkün olmazsa; o zaman vekil tayini kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Dışarı çıkmayan ve erkeklere kanşmayan, bakire veya dul kadın­ların vekil tutması caizdir.

Bunu, Ebû Bekir er-Razî söylemiştir. Alimlerin ekserisi de, bu görüşü kabul etmişlerdir.

Fetva da buna göre verilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet hakim, müvekkilin açıklamadan aciz olduğunu bilirse; onun, vekil tayin etmesini kabul eyler. Nihâye'de de böyledir.

Eğer kadın vekil tayin ederse; ona yemin vermek gerekir.

Eğer kadın dışarı çıkmayı bilmiyorsa, hakim o kadına ona, yemin ettirmeleri için, adil üç kişi yollar. Bunlardan birisi, onun yemin etmesini ister. Diğer ikisi de ona şahit olurlar.

Mahkemeye gelemiyecek kadar hasta olanada böyle yapılır. Çünkü mazereti vardır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, o kadının dışarı çıkmadığında ihtilâf edilirse, şerefli bir ailenin kızı ise; —ister bakire olsun, isterse dul olsun— halinden belli olur. Çünkü, bu açıktır.

Orta halli bir aile ise; eğer bakire ise böyledir.

Selef alimleri ise iki vecihten onun sözünü kabul etmediler. Zaruri ihtiyaç için fazlaca dışarı çıkmadıkça, bu hal dışarı çıkmamak hükmüne mani olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Hakim, müvekkilin binefsihi davasını anlatamayacağını bilirse; onun vekil tayin etmesini kabul eyler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eşraftan olan bir adam, basit bir adamla muhakeme olacak olsa da, vekil tutup, kendi mahkemeye girmek istemese; onun vekil tayin etmesi de kabul edilir.

Fakıyb Ebu'1-Leys: Biz böyle olanların vekilini müvekkil şerif olsun veya zaif olsun, kabul ediyoruz." buyurmuştur. Cevahiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Kocasının evinde de mesture (örtülü) olan kadın içinde, dışarıya çıkmaması, bir illettir.

Onu bir adam dava eder; iki de şahidi olmazsa; o davacının, bu kadının kocası ile muhakeme olma hakkı yoktur.

Şayet şahidi varsa, kocanın onu davadan menetme; karısının da vekil tayininden men etme hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine; "Bütün haklarım için, seni vekil yaptım." derse; o zaman, bu vekil, o beldede olanlarda bulunan bütün hakları için, o şahsın vekili olmuş olur. Bu, istihsandır.

Şayet: "Filan tarafında olan bütün haklanma, seni vekil eyledim." derse; vekil olduğu günde mevcut haklarına vekil olmuş olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Seni davama vekil ediyorum." der de, başka bir şey söylemezse; o şahıs vekil olamaz.

Fakat:"Seni, başkaları ile aramda oian davaya vekil eyledim." veya "...vekil kıldım." der veya buna benzer sözler söylerse; ŞeyhıTi-îsIâm Hâher-zâde ve Şeyhu'1-İmâm Ahmed et-Tavâsî: "Gerçekten o, vekil olmuş olur." buyurmuşlardır. Şemsü'I-Eimme ise: "Vekil olamaz." demiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir  kimse,  diğerini  bir  aynı  almaya vekil ederse;  bu vekil, bi'1-icma' davaya vekil olamaz. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şüf'a ve kusurdan dolayı geri verme ve taksim etmeye vekil olan­ların, davaya vekaletleri geçersizdir.

Bu, bi'I-icma' böyledir. Havî'de de böyledir.

Şüf'ayı almaya vekii edilen şahıs da böyledir.

Müşteri şüf'a hakkını müvekkile, reddeder (=geri verir); vekil de "verdi" diye beyyine ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir.

Keza, müşteri satın aldığı şey de bir kusur bulur, bir şahsı da onu geri vermeye vekil eder; satıcı da: "Müşteri bunu kusur ile kabul etti." der ve vekil de bunu inkar edince, satıcı, müşterinin onu o halde kabul ettiğini beyyinelerse; beyyinesi kabul edilir.

Vekilin hibeden dönmeside böyledir.

Kendisine bağış yapılan şahıs, beyyine getirerek: "Bağışlayan-, karşılık aldı." veya "bağış fazlalaştı." derse beyyinesi kabul edilir.

Keza taksim vekili de böyledir.

İki ortaktan, vekili olmayan şahıs: "Ortağım hissesini tam aldı." der; onun vekili de bunu inkar eder, kabul etmezse; bu durumda, ortak beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilir. SirâcüM-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam alacağını almak üzere, birisini vekil eder ve bu alacaklı kaybolur; vekil de alacağa karşı beyyine ibraz edince, borçlu: "Ben, alacaklının yemin etmesini istiyorum." der ve "onun alacağını aldığını" iddia ederse; bu borçlunun borcunu vekile vermesi gerekir.

Keza vekil, şüf a isteğinde bulunur, şüf a sahibi de, "müvekkiline teslim ettiğini" iddia ederse; ona, "evi, vekile teslim etmesi" emredilir.

Sonradan, müvekkil gelince, şüf a sahibi ona yemin verir.

Keza, hak sahibinin vekili, hakkını almak için baş vurur; müşteri de "hak sahibinm izin verdiğini" iddia ederse; o hakkın, vekile teslim edilmesi emredilir. Sonra, bu müşteri hak sahibi geldiği zaman ona yemin verir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Alacak almaya vekil olan kimse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, davaya da vekil olur.

Hatta, müvekkile borcun ödenmiş olduğu belgelense veya ala­caklının alacağından vaz geçtiği açığa çıksa bile, böyledir.

İmâmeyn ise: "Davaya vekil olamaz." demişlerdir.

Bunu, Hasan bin Ziyad İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den de rivayet etmiştir. Hidâye'de de böyledir.

Borçlu borcunu inkar ettiğinde, vekil de almayı murad ederek beyyine ibraz ederse; beyyinesi kabul edilir mi?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.Vye göre, kabul edilir.

İmâmeyn e göre ise kabul edilmez.

Bu gibi mes'elelerde aslolan: Vekil, müvekkilin malını almaya vekil yapılmışsa; isbatta davacı olmamasıdır.

Şayet her yönden müvekkilin hakkını almaya vekil edilmişse, o takdirde vekilin dava etme hakkı da olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hakim, hazırda olmayan bir adamın alacağını alması için, birisini vekil tayin ederse; bi'Mcma bu vekil, dava vekili olamaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimsenin, diğer bir şahsı dava vekili tayin etmesinde bir kaç vecih vardır:

Birincisi:  Davasına   vekil   yapması   ve   vekilin    başka   şeye karışmaması.

Bu vecihte, o şahıs bi'1-icma,  inkarla da olsa  vekildir. imamlarımızın üçüne göre de, ikrarla da olsa vekildir.

Bundan sonra alimler ihtilaf eylediler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): Vekil tayini, ikrar ile olur. O da hüküm meclisinde olacaktır. Hatta onun müvekkili, "hüküm meclisinde, onun vekaletini ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur.

Eğer hüküm meclisinin haricinde ikrar edere; bu ikrarı sahih olmaz." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da: "Dava vekilinin vekaletini hüküm meclisinde ikrarı sahih olduğu gibi, başka mecliste olan ikrar da sahih olur." buyurmuştur. İmameyn'e göre ise, hüküm meclisinde olmayan ikrar sahih olmaz. Ve davada vekaleti, baki değildir. Hatta dava yap­maktan men edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Dava vekili kazf ve kısas ile itham olunursa; onun ikrarı sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

İkincisi: İkrarı caiz olmayan şahsı dava vekili yapmak, —bu vecihte—, onun suçunu inkar ile mümkün olur.

Üçüncüsü: înkan caiz olmayan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sebebiyle sahih olur.

Zahiru'r-rivayede istisna sahih olur.

Dördüncüsü: Üzerine ikrar caiz olan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sahih olur.

Hatta, kendisi ikrar etse bile bize göre müvekkiline karşı bu ikrarı sahih olur.

Beşincisi: Bir kimse, ikrarı da, inkarı da caiz olmayan birisine: "Seni davaya vekil ettim." derse; muteahhirin alimleri bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: "Sahih olmaz. Asla, bu dava vekili olamaz." demişlerdir.

Kâdî'1-İmâm Sâid en-Nîsabûrî: Bunun vekaleti sahih olur ve hüküm meclisinde vekaletine ses çıkarmayanın vekaleti geçerlidir ve vekil olmuştur. Hatta üzerine olan beyyineyi duysa bile böyledir." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

İkrarla olan vekil tayini şahindir, caizdir.

Müvekkilin nefsini ikrar etmese bile, tevkilin manası, ikrar ile, mü­vekkilin vekile "Ben, seni dava vekili yaptım." demesidir ve müvekkilin: vekkil hakime: "Ben, bu adamı filan adamın davasına vekil eyledim. Bu vekil ise, yolculuğa çıkmak istiyor. Ve ben, bunu bana karşı ithamda bulunacağı için, vekaletten çıkardım. Yerine o dava için, şu adamı vekil eyledim." derse, hakim, bunu kabul eylemez. Bilakis ona: "hasmını getirmesini, ve vekilini onun huzurunda çıkarmasını" emreder.

Şayet adam, hasmını bulamaz veya getirmeye gücü yetmezse; o takdirde hakim, birinciyi vekaletten çıkarır; ikinciyi vekil yapar. Ve onu, davlıya karşı, tevsîk eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerini; haklarım istemek ve onu teslim almak ve davasına bakmak üzere vekil yapar; yalnız anlaşma yapmayı müstesna kılar;   adaleti   olmayan   şahitlerin  de  şehadetlerini   kabûletmemesini isterse; bu şartlarla yaptığı vekalet caizdir. Şayet bu vekil, borçludan alacağını, alacaklısı olan müvekkilinin aldığını ikrar ederse; müvekkiline karşı, bu ikrar caiz olmaz. Şayet vekil: "Gerçekten, borçludan ben aldım; o da zayi oldu." veya "talibe verdim." derse; ikrarı sahih ve borçlu borcundan kurtulmuş olur.  Hassâf'in Edebü'1-Kâdf sinde de böyledir.

Bir kimse, davası için, bir şahsı vekil yapar; sonra da onun ikrarını müstesna kılarsa; eğer bunu, yanında yapmamışsa, tmâm Muhammed (R.A.)'e göre yine caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaiifdir.

Bu hilafa göre, borçlu vekiline, izin verir başka bir vekil tutmasını ister; sonra da onu men ederse; bu durumda birinci vekil, diğerini vekil yapamaz.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Ve onu men etmesi talibin huzurunda olmasa bile sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Evi teslim alma hususunda, birisini, davasına vekil yapar; ev elinde olan da, bu evi satar ve onu müşteri teslim almış olursa, vekil müşteriyi dava eder.

Şayet, filan ile beraber o ev hakkında dava vekili olsa; evi elinde bulunduran şahıs da, onu başka birisine satsa; bu durumda vekil, müşteriyi dava edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir şahsı, bu şahsın malı elinde bulunan şahıs, dava için vekil ederse; o şahıs, elindeki malı satamaz. Zira, vekili ile zülyed muhakeme olurlar.

Şayet, bir kimse, bir evi dava etmek için, bir şahsı vekil tayin eder; o ev de başkasının elinde bulunursa, onunla da o filan şahısla da muha­keme olamaz. Şayet, onun için bir isim vermemişse, o zaman, evi kimin elinde bulursa onu dava eder.

Eğer ev, bir kölenin elinde bulunur; o da, o ev hakkında, filan iddiacıyı dava etmeye bir vekil tutar; o evi başka birisi de dava ederse; işte o vekil, bu sonraki iddiacı hakkında vekil olmuş olamaz. Ancak önceki iddiacının vekili ve davacısı olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir

Bir adam, dava için, birisini hakimin huzurunda vekil yaparsa, o vekil, başka hakimin huzurunda da davaya vekil olur.

Şayet: "Horasan'da olan her şeyim için, dava vekilim ol." der; Horasan'da hakkı olan şahıs da Horasan'dan kalkıp Kûfe'ye gider ve bu vekil, bir alacak için vekil yapılmış olursa, Kûfe'de, o adamla mahkeme olamaz.

Şayet müvekkil vekiline: "Kûfe'de olan bütün alacağım için, veki-Hmsin." der ve bazı insanlar da Horasan'dan çıkıp Kûfe'ye gelirler; o gelenlerde de müvekkilin alacağı bulunursa, işte o zaman, vekil onları Kûfe'de dava edebilir.

Bir kimse, diğerini bütün hakları ve davası için vekil tayin eylese; bir adam da müvekkilin evini, elinden zoraki alsa; işte o adamı vekil dava edebilir.

Şayet bir ev satılsa, o evdede müvekkilin şüf'a hakkı oisa, o zaman o vekil, onu talepde bulunarak şüf ayı alır ve müvekkiline verir. Havî'de de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan köle: "Ben, filanın kölesiyim. Onun mülkünde doğdum ve beni, seninle nefsim hakkında dava eylemeye vekil etti." der ve vekil olan bu kölenin elinde, vekalet namesi varsa; köleyi yanında bulunduran şahıs, onu davadan men edemez.

Şayet, köle: "Beni, filan sana sattı ve bedelimi almadı. Bedelimi senden almaya beni vekil eyledi." derse; köleyi yanında bulunduran şahıs onu^ bu davadan men edebilir. Çünkü, bu köle, yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu ikrar etmiş oldu. O zaman köle elinde olan adam, onun başkasına faydalı olmasına mani olabilir.

Birinci halde, köle; yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu inkar eylemişti. Onun için, o adam, onu davadan men edemedi. Fetâvâyi Kâdîfıân'da da böyledir.

Borçlu, bir şahsı, filan da daha önce olan hakkı için dava vekili tayin eder ve onun, bu gibi davalarına bakmasına izin verirse, işte bu caiz olur.

Eğer daha önce vekil tayin eder; alacaklı da onun üzerinde olan alacağını isbat eder veya edemezse; borçlu da birinci vekilini çıkarıp, ikinci vekil tutarsa —ister alacaklının yanında olsun, ister olmasın— bu ikinci vekilin vekaleti caiz olur.

Şayet öncekinin vekili, bu alacaklıyı dava için, bir vekil tutar; iknici vekil de bunu alacaklının huzurunda kabul eder; sonra da önceki vekil ölürse» ikinci vekilin alacaklıyı da*va etme hususundaki vekâleti devam eder.

Keza, şayet borçlu, birinci vekili vekaletten çıkarsa; ikinci vekil hali üzere vekil olarak kalır. Ve alacaklıyı dava edebilir.

Bir adam dava için, birisini vekil yapar ve bu vekiline de, istediğini vekil etme hakkı verir; sonra da davalı olan zat, iddia sahibinin olmadığı yerde, vekilin vekil yapmasını men ederse; bu men etmesi, İmâm Muhammed (R.A.) göre caiz olur.

Fetvada buna göredir. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir. [25]

 

Dâva Vekilinin Hükümleri
 

Hak müvekkil üzerine sabit olduğu zaman vekil ilzam olunmadığı; gibi hapis de edilmez. Vekalet umumî olsa bile böyledir. Çünkü o, bu işte eda ve tazminatta intizam, veremez. Bahnı'r-Râik'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini dava vekili tayin eder ve ona: "Her ne yaparsan, işte o caizdir." der, vekil de başka birisini vekil yaparsa; onun da vekaleti caiz olur.

îkinci vekil, vekilin vekili değil de, birinci adamın vekili olur. Hatta birinci vekil ölmüş veya azledilmiş olsa; veya cinnet getirse; veya irtidad edip dar-i harbe iltihak eylese, İkinci vekil azledilmiş olmaz.

Şayet önceki müvekkil ölür; veya tecennün eder yahut irtidad edip dar-i harbe iltihak ederse; o zaman, her iki vekil de azledilmiş olurlar.

Keza, eğer birinci vekil, ikinciyi azlederse; azli caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [26]

 

Borç Alıp-Vermede Vekil Tayin Etmenin Hükümleri
 

Bir adam, diğerini alacağını almaya vekil yapsa; işte bu caizdir. Borçlu razı olsun veya olmasın müsavidir.

Müvekkilin, hazır olması veya olmaması ile sağlam veya hasta bulunması da müsavidir.

Alimler; Bu durum, borçlunun borcunu ikrar etmesi halinde böyledir. Fakat, borcunu inkar ederse, vekil ta'yini fmâm Ebü Hanîfe (R. A.)'ye göre, hasım razı olmazsa, sahih olmaz.

Bu, müvekkil sağlam ve hazır olduğu zaman böyledir. Bu görüşe, Şemsü'l-Eimme el-Halvanî meyletmiştir. Şej hır 1-İslâm da: Her durumda vekil tayin etmenin sahih olduğunu" söylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Karşılıklı hak alıp vermeye vekil olan şahıs, teslim almaya da vekildir. Çünkü, karşılıklı alıp-vermek teslim almadan ibarettir.

AUp-vermeye vekil olan kişi, nassan istemeye de vekil olmuş olur.

Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

Alıp-verme vekili, —bizim beldemizin cereyan eden adetine muhalif olarak— kabze vekil olamaz.

Davaya vekil olabilir mi?

Alimler, bu hususta da ihtilaf halindedirler: Bazıları: Davaya da vekil olması icabeder." dediler.

Bu görüş İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. En doğru ve isabetli olanı da budur.

İmâm Muhammed (R.A.) tekâdî dava vekilini de zikretmiştir. Başkası üzerinde, kendi şahsî malı bulunan bir kimse; kabza vekil edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Dava vekili, imamlarımızın üçüne göre de teslim alma vekilidir.

Yalnız İmâm Züfer: "Alamaz" demiştir. SadrıTş-Şelıîd ise, CâmiuVSağîr'de: "Bu mes'elede, fetva İmâm Züfer'in kavli üzerinedir." buyurmuştur.

Nevâzil'de de: "Fakiyh Ebû'I-Leys'in ihiyan budur." denilmiştir. O: "Kâbzedemez." buyurmuştur.

Aynı zamanda bu görüş, müteahhirin'in de görüşüdür. Biz de bu görüşü almışızdır. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, bütün alacaklarını almaya veya halk üzerinde olan bütün haklarını almaya yahut, o şehirde olan bütün hak­larını almaya vekil tayin edince, bu vekil müvekkilinin olmuş, olacak bütün haklarını alabilir. İstihsanen, bu böyledir.

Şayet, müvekkil, vekili "filanda olan alacağını almaya" veya "filanda olan bütün alacağını almaya" tayin ederse; ancak, bunlarda olan, önceki alacakları alabilir. Vekaletinden sonra olan, alacakları alamaz. Kıyasda da, istihsanda da böyledir. Zehiyre'de de böyledir,

Bir adam, diğerine: "Benim, bütün alacaklarımı almaya, veki-limsin." dediği zaman, hiç kimsede alacağı olmaz sonradan, alacağ olursa; işte bu vekil, o sonradan olan alacağını da almaya vekildir. Havî'de de böyledir.

Sonradan olacak, bütün hakları almaya vekil edilen şahıs, o zaman içinde dava olsa, ona da vekil olmuş sayılır.

Bu işin içine, alacaklar, emanetler, ariyetler ve müvekkilin bütün hakları dahi olur.

Yalnız nafakası buna dahil olmaz. Bu, vekilin sahib olmadığı hak­lardandır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini, insanlarda olan bi'1-umum haklarını alamya vekil ettiğinde, bu vekil, yanlarında, müvekkilinin, insanların beraber­lerinde, ellerinde olan; sonradan hak olan, ortaklar arasında bulunan, habsedildikten (bir müddet tutulduktan) sonra çıkarılan ve defterde yazıh bulunan bütün haklarım alabilir.

Bundan başka, daha önce müvekkili tarafından iddia edilip de, hak edilmeden müvekkilin kaybolması halindeki hakkını, vekil hakimin yanında ikrar eder; karşı tarafta müvekkile karşı şahit dinletmiş olurlarsa: vekil, onları tutuklatmaz.

İki kişinin ortak oldukları nmkatebi, onlardan birisi "diğerinde bulunan bütün alacaklarını almaya", veya "başkalarında olan alacak­larını almaya'', yahut diğerinden almaya veya satmaya'' veya "başkalarından ahm-satırn yapmaya" vekil tayin ederse, bu caiz olur.

Keza, bu ortaklardan birisi, o mükâtebi, "diğerine, köle satmaya' veya başkasına, bir köle satmaya" veya "başkasını dava eylemeye" yahut "diğeri ile mahkeme olmaya" vekil tayin etse, bu caizdir.

Keza, eğer dava kendisi ile efendileri arasında olur; ve bu mükatep onlardan birinin oğlunu veya kölesini veya mükâtebini vekil tutar veya onu, alım-satıma vekil tutarsa, bu caiz oiur. Mebsût'ta da böyledir.

Aîacak almaya vekiî edilen şahıs, müvekkili adına havale kabul edemez. HuSasa'da da böyledir.

Alacak almaya vekil yapılan şahsın, borçluya bağış yapma hakkı yoktur. Veya borcunu tehir etme hakkı da yoktur.

Veya bu vekil, borcun bir kısmından teberru emte hakkı da yoktur.

Bu vekil, o borçludan rehin de alamaz.

Eğer, mal için, bu borçludan, bir kefil alırsa bu caizdir.

Eğer borçluya teberruda bulunsun diye, kefil olsa.bu caiz olmaz.

Şayet asil alacaklı, borçludan kefil alırsa, bu vekil o kefilden de bir şey alamaz. Havî'de de böyledir.

Şayet rehin, vekilin yanında zayi olursa; vekil borçluya o rehnin kıymetini öder mi?

Bunda iki vecih vardır:

Birincisi; Vekil: "Alacaklı bana, rehin almamı emreyledi. Borçlu da onu verdi." derse bu durumda o, zayi olan rehni öder.

Bu mes'ele, el-Asfda zikredilmiştir.

Şeyhu'I-İslâm da, Şerhı'nde bunu zikrederek;- "Eğer borçlu, vekilin vekaletini yalanlar veya susar yahut doğrular ve ona tazminatı şart koşarsa, tazmin eder.

Eğer vekilin vekaletini doğrular; tazminatını şart koşmazsa; o da onu ödemez.

İkinci'vecih: Vekil:  "müvekkil, bana rehin al demedi. Bununla beraber, borçlu rehin verdi. O da elimde zayi oldu", derse, vekile taz­minat gerekmez.

Bir adamın, diğer bir adamda, —herhangi cihetten olursa olsun alacağı bulunur ve onu almak için de, bir vekil tayin ederse; işte bu caizdir.

O vekil, o alacağı alınca, borçlu borcundan kurtulmuş olur.

Vekilin aldığı ise, müvekkilin malı olur. Ve vekilin elinde emanetmiş gibi durur. Emanetin ödendiği gibi, bu da sahibine ödenir. Sirâcü'î-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerini vekil tayin ederek, "filanda, olan alacağını almasını" ister; borçlu da borcunu vekile öder; vekil de onu, müvekkilin emriyle, birisine bağışlarsa, işte bu caiz olur.

Eğer borçlu: "Ben, onu, ona verdim." der; kendisine bağışlanan da bunu doğrularsa; bu caiz olur.

Eğer yalanlarsa, borçluya inanılmaz.

Bir kimse, alacağını alması için, başka bir şahsı vekil tayin eder; o da, onu alıp birisine bağışlar ve borçlu: "Ben, vekile teslim ettim." der; vekil de onu tasdik eder; vekil ise:"Ben, onu bağışlanan zata verdim." derse; borçlu da, vekil de borçtan beri olurlar.

Vekil, emaneti bağışlamış olur.

Fakat vekil, mevhâbün lehi tasdik etmezse, bağış yapan, ona karşı bir hak talebinde bulunamaz.

Keza, adam, mükatebinde olan alacağını bağişlasa; bir başkasına da almasını emreylese; o şey, bağışlanana geri verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Borç almaya vekil tayin edilen zat, bu alacağı aldıktan sonra, başka bir vekil, o alacağı almak istese; önceki vekilden alma hakkı yoktur.

Eğer ikinci vekili, "her şeyini almaya" vekil yaparsa; o zaman ikinci vekil, birinci vekilin aldığını da ondan alır. Birinci vekil ise, ikinci vekilden bir şey alamaz. Hulasa'da da böyledir.

Bir müslüman, bir mürtedi, alacağını almaya vekil eder; o da, onu alır veya aldığın ikrar eder de, "zayi oldu." der; sonra da riddetinden dolayı öldürülürse, onun alacağı alması caiz olur.

Keza, eğer alacak almaya vekil edilen harbî; o da alacağı aldıktan sonra, dar-i harbe lahik olursa, onun alması da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet alacaklı, borçlu olan bir köleyi, efendisinden almaya vekil eylese; bu da caizdir.

Şayet bu köle, "aldığını ve zayi olduğunu" ikrar ederse; efendisi borçtan kurtulmuş olur.

Şayet borçlu, borçlu kölenin efendisini vekil eder de, kölesinden alacağım almasını isterse; işte bunun vekiiliği caiz olmaz. Ve, alması da caiz olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Alacak sahibi, borçluyu, "kendi nefsinden almaya" vekil eylese; bu sahih olmaz.

Bişr'in Nevâdîrî'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir mala kefil olan talip (— alacaklı), o malı, sahibinden almaya, birini vekil etse, o da alsa; bu alması caiz olmaz. Yanında zayi olsa, tazminat da gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.

Borçlu bir köleyi, efendisi azad eder ve onun kıymetini alacaklıla­rına öder ve o borcu da o köleden almaya birini vekil ederse, bu geçersiz olur. Hidâye'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adamın, iki kişide bin dirhem alacağı olur ve o borçlulardan her birisi diğerini, kefil eder; alacak sahibi de, onlardan belirli birisini, diğerinden alacağını almaya" vekil eder; o da diğerinden, o alacağı alırsa, bu caiz olur.

Keza, bir adamın, başka birisinde bin dirhem alacağı olur ve bir de, kefili bulunur; alacaklı bir başkasını, "asil borçludan, alacağını almaya" vekil ettiği haîde o, kefilden alırsa, bu da caizdir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, alacağını almaya birisini vekiî ettiğinde, bu vekil veka­letten kaçınır; bundan sonra da vekil, gidip borçludan o alacağı alırsa, borçlu, borcundan kurtulmuş olmaz. Onun, o alacağı alması, yabancı bir kişinin alması gibidir. Borç, hali üzerine baki kalır. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, başka birisinde olan alacağını almak üzere, bir vekil tayin eder; vekil de o alacağı alır; fakat, aldığı nakitleri kalp, geçersiz veya katkmtıh bulur veya onu kalay olarak bulursa, onu olduğu gibi geri verir.

Kıyasa göre, onu tazmin eder. İstihsân da ise, tazmin eylemez.

Sahih olan kıyasdır. İstihsanda, o alacak kalp ve geçersiz olursa, vekil onu geri vermeye murad eder. Kıyasda, müvekkilin haberi olmaksızın geri vermek yoktur.

Alacak yerine alınan şey kalay olursa, müvekkilin haberine ihtiyaç olmadan geri verilir. Geri verildiği takdirde, kıyasen de, istihsanen de vekile tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Alacağı almaya vekil olan zat, borçlu olandan dinar ve dirhemin haricinde başka şey alır; müvekkil de ona razı olmaz ve vekilin aldığını almazsa; müvekkil, o alman şeyi geri verir ve asil alacağını ister ve alır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adamın, diğer bir adamda, bin dirhem alacağı bulunur; onun da safi gümüş olduğunu söyler ve onu alması için, bir adamı vekil eder; vekil de, katkıntıh olduğunu bile bile bin dirhemi alır; amir de ona izin vermemiş olur ve aldığı vekilin elinde zayi olursa, vekil, onu tazmin eder. Amire bir şey gerekmez.

Şayet vekil, o dirhemleri katkmtılı olduğunu bilmeden alırsa bu caizdir. Ve, bu durumda vekil için, tazminat da yoktur. O, aldığını geri verir ve katkıntısız safi dirhemleri alır.

Şayet vekilin elinde, bir zayiata uğrarsa; amirin elinde zayi olmuş gibi olur. Amir vekile müracaat edip bir hak talebinde bulunamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîie (R.A.)'nin kıyasında böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyasında ise, onun benzerini geri verip halis olanını alır. Havî'de de böyledir.

Alacak almaya vekil olan zat: "Ben aldım ve yanımda zayi oldu." veya "Aldım ve müvekkile verdim." der ve müvekkil onu yalanlarsa; borçlunun beraatına inanılır. Müvekkilin, ona müracaat hakkı kalmaz.

Hatta vekilin ikrar eylediği şeye, bir hak sahibi çıkar ve o hak sahibi, vekile ödetirse, vekil müvekkile müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu, bizzat borcunu, mal sahibine öder (yani ona bir şey verir) ve: "Bunu sat; hakkını al." der; alacaklı da onu satıp bedelini tamamen alır ve elinde iken, bu bedel zayi olursa; borçlunun malı olarak helak olmuş olur.

Şayet borçlu: "Hakkına karşılık, onu sat." der; alacaklı da onu, satıp bedelini alırsa; hakkım almış olur.

Hatta, bundan sonra, o zayi olsa bile, kendi malı olarak zayi olmuş olur.

Eğer borçlu, kendisini borçtan kurtarmaya, bir adamı vekil ederse; bu vekaleti sahih olur. Bunun, aynı mecliste olması da şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alacaklı olan zat, borçlusuna: "Sen de olan alacağımdan, on dirhemini fakirlere tasadduk eyle." veya "Sen de olan malımdan, bir yemin keffareti öde." veya "Malımdan, on dirhem zekat ver." dese; bi'I-icma bunların cümlesi sahih olur.

Şemsü'l-Kimme, İcârât Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden, filan yerden, filan yere gitmek üzere, bir binek kiralar; sonrada kiraya veren adam, kiralayan zatı, "o kira bede­line, bir köle almaya" vekil ederse; o bineği sürmek için, işte bu vekalet de caizdir. Bunun hilafı söylenmemiştir.

Bundan sonra, bir adam bir ev kiralasa, ev sahibi kiracısına: "İcar bedeliyle evi tamir eyle." dese, bu vekalet de sahihtir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine hitaben:  "Beni, filan adam, sen de olan alacağını almaya vekil etti." derse; borçlu; ya kabul edip inanır; veya inanmaz; yahut susar.

Eğer inanırsa, borcunu vermeye cebredilir. Ondan sonra, geri dönmek yoktur.

Şayet inanmaz veya susarsa; borcunu vermeye icbar edilmez. Şayet verir, sonra da geri dönmek isterse, artık dönüş yapamaz.

Sonra da, -müvekkil gelerek önceki vekili tasdik ederse, iş bitmiş olur. Hulasa'da da böyledir.

Şayet  müvekkil,  vekilin  vekaletini  inkar  eder  ve  borçludan alacağını almak ister; borçlu da vekilin onun vekili olduğunu iddia ve isbat eder veya ona yemin verirse; vekil, onun vekili olmuş olur.

Eğers alacaklı yeminden kaçınırsa, borçlu borcundan kurtulmuş sayılır.

Eğer yemin ederek: "Vekil tayin etmedim." derse, borçlusundan alacağını ahr. Borçlu ise, şayet duruyorsa; o vekilim, diyenden verdiğini alır. Değilse ödettiremez. Kâfî'de de böyledir.

Eğer onu zayi etmişse, benzerini öder.

Eğer borçlunun yanında, ölmüş olur; alacaklı da ona inanırsa; ona müracaat edip ödetmez.

Eğer ona inanır ve tazminatı şart koşar veya inanmaz ve sükût ederse; o zaman müracaat ederek, verdiğini geri alır.

Şayet borçlu o vekile; "vekil olduğuna dair" yemin verir; o da yemin etmez veya susarsa; işte o zaman, müracaat edebilir .İkinci vekile müracaat edemez.

Eğer borçlu ona, Allah adıyla "sen onu vekil tuttun" diye, yemin verirse, sukuttan sonra verilmişse taiibin (= alacaklının) yemin etmesi yoktur.

Şayet, inkardan sonra vermişse; talibe yemin verme hakkı yoktur. Tasdike ister dönsün, isterse dönmesin müsavidir. Fakat o, vekile mü­racaat eder.

Vekil ise, borçluya inkarı veya sükûtu halinde yemin verir. Eğer o, yemin ederse, olan iş olmuştur. Eğer yemin edemezse, vekile tazminat gerekmez.

Dilerse borçluya yemin vermez; fakat alacaklıya "Allah adına, onu vekil etti mi, etmedi mi?" diye yemin verir.

Eğer alacaklı yemin ederse; vekil borcu ödemeye mecburdur.

Şayet yemin edemezse, vekil alacaklıya müracaat eder. Ve verdiğini ondan alır. Bu durum, onun vekil olduğunu iddia ettiği zaman böyledir.

Fakat: "O beni vekil yapmadı. Sen onun alacağını bana ver. Gerçekten o buna izin verir ve tazminatı bana aittir." derse; borçlunun ona borcunu vermesi olmaz.

Şayet verirse, her ne kadr tazminata şart koşmuş olsa da, kendisine verilene müracaat edemez. Ve asil alacaklıya borçlu kalır. Hulasa'da da böyledir.

Müvekkil hazır olmaz ve onun da inkarını bilmez ve o halde de ölürse; borçlu da vekile: "Gerçekten mal sahibi seni vekiî yapmadı. Ben seni yalanlıyorum," der ve vekilin Allah adına yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.

Eğer vekil, hakimin yanında ikrar eder ve: "Gerçekten filan zat, beni bir şeye vekil yapmadı." derse; ikrarı sahih olur. O takdirde, borçlu borcunu Öder.

Şayet borçlu: "Ben beyyine getiririm, filan adam, bana karşı dava vekili yapmadı." derse, o veya, "vekilin vekaletim ikrara, beyyinesi" kabul edilir. Mnhıyt'te de böyledir.

Müvekkil, alacağını borçluya bağışlar; o alacakda vekilin yanında olmuş olursa; bütün durumlarda, borçlu, vekiîden o alacağı, geri alır. Çünkü, kendi malı olmuş olur.

Eğer o mal, vekilin yanında zayi olmuşsa, ona ödettirir. Yalnız, onun vekaletini bilerek vermişse o müstesnadır. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet müvekkil ölür; borçlu ona varis; başka bir adam da ona ortak olursa; verilecek cevap: "Yabancının hissesinde, alacaklı, hazırda olup da, vekaleti nikar eden gibidir. Alacağın yarısını borçludan alır ve böylece vekile müracaat eder.

Şayet, yalnız başına varis olursa; vekile müracaat edemez.

Ancak, mal vekilin elinde hazır duruyorsa; o takdirde, ondan, o malı alır.

Eğer vekil, zayi olduğunu iddia eder; o da başka türlü bilinmez ancak vekilin demesiyle bilinirse, borçlu helak olmadığını iddia ederse; vekile yemin verir.

Eğer vekil, yemin ederse kurtulur. Eğer, yemin edemezse, borcun yarısını Öder.

Şayet.müvekkil ölmez; malını da borçluya bağış yapmaz; fakat vekilin vekaletini inkar eder ve ölene kadar hakime şikayet etmezse; borçlu da varisi olur veya malını borçluya bağışlamış bulunur; borçlu da bunu hakime isbat ederek, müvekkilin, "vekili inkar eylediğini" söylerse bu sözü kabul edilmez. Ve vekile bir şey tazmin ettiremez.

Şayet vekilin yanında verdiği şeylerden bir şey bulunursa; ondan onu almak hakkı vardır.

Eğer müvekkil hakimin huzurunda vekaleti inkar etmişse, hakim borçluya müvekkil ölene kadar bir şey hükmetmez.

Müvekkil ölür; borçlu da vekile müracaat eder ve onun yanında verdiğinden bir şey bulursa; onu alır.

Eğer zayi olmuşsa, kıymetini öder. Şayet müvekkil, bu durumdan sonra ölürse; borçluda ya varis olur veya borcu kendisine bağışlanmış olur veya borçtan vazgeçilmiş bulunulursa, o zaman borçlu, vekile vermiş olduğunu geri alır. Ölümünden önce olduğu gibi... Fakat, borçlu, "talibin onu vekil ettiğini bilmediğine", Allah adına yemin eder.

Şayet borçlu, vekilin doğruluğunu tasdik eder ve ona malı verir; sonra da müvekkil gelerek, onun vekaletini inkar ederek, yemin de ederse, hakim borçludan alacağını almasını hükmeder.

Sonra da müvekkil, alacağını borçludan almadan önce ölürse; borçlu da ya varis veya borcu kendisine bağışlanmış bir kimse olursa, borçlu hiç bir şekilde vekile müracaat edemez.

Eğer vekil, müvekkil var iken borçludan almış ise; borçlu, vekile müracaat eder. Sonra da, müvekkil ölür; borçlu onun varisi olursa; vekil, müvekkilin mirasından, borçlunun aldığı kadarını geri.almak için müracaatta bulunabilir.

Eğer ölen şahsın iki varisi bulunur ve onlardan birisi borçlu olursa, vekil, yalnız borçlunun hissesi nisbetinde alır.

Eğer alacaklı ölmemişse; mes'ele hali üzeredir.

Bundan sonra, alacaklı, borçluya bin dirhemini bağışlarsa; o bağışlananı, borçlu vekilden geri alabilir.

Eğer diğer bin dirhemi de bağışlarsa; bu durumda borçlu, vekile müracaat edemez.

Eğer alacaklı ölür ve jorçîuya bin dirhemi vasiyet ederse; borçluya müracaat edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam malını almak üzere birisini vekil yapar ve borçlu da, "borcunu, alacaklıya verdiğini" iddia ederse, işte o malı vekile verir. Ve, —vekile değil— alacakhyada yemin ettirir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı "filanda olan alacağını, almaya" vekil tayin ettikten sonra, müvekkil, o, alacağının bir kısmını borçludan alır; bilahare de vekil, borçluyu dava eder; borçlu ise, borcunun bir kısmım ödediğini iddia ettiği halde, vekil, bunu inkar s eder; borçlunun bu hususta  bir  beyyinesi  de  olmazsa,  bu  vekil,  alacağının  tamamını, borçludan alır.

Sonradan müvekkil gelir ve vekil, ona yaptığı ödemeyi belgelerse; bu borçlu alacaklıya verdiğini geri alır.

Ancak, verdiği bizzat vekilin elinde duruyorsa; onu, ondan alır.

Eğer vekilin yanında zayi olmuş veya vekil asile vermişse; o zaman alacaklıya müracaat eder ve ondan alır.

Keza eğer, talip (= alacaklı) aldığım ikrar eyler ve bundan sonra vekil tayin ederek, hakkını almasını ister, vekil de, borçluya müracaat edip daha önce borcunu ödediğine, delil ister; borçlu da delil gösterirse; alacaklının yapacağı bir şey yoktur. Talip ikrar ettiği müddetçe bu böyledir.

Ancak borçlu,  malı vekile verir;  o da, aynen vekilin yanında duruyor olursa; vekil, olduğu gibi, onu geri verir.

Bir adam, diğerini "filanda olan eşyasını almaya vekil eder ve ona da bir yazılı kağıt verir ve bu şahıs önceden alacağını almış olursa, mes'ele hali üzeredir. Borçlu, ikinci defa verdiği mal için, isterse, ala­caklıya; isterse vekiline müracaat eder ve malını geri alır.

Eğer vekile müracaat ederse; vekil de, müvekkile müracaat eyler. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkil borçlusundan bir köle satın alır; elinde iken de ona birisi sahib çıkar veya kusurundan dolayı, bu köleyi halcimin hükmüyle veya hükümsüz olarak geri verir; yahut muhayyerlik şartından dolayı geri verirse; vekil, vekaleti üzerinedir. Keza alacaklı dirhemleri alsada, onu da geçersiz bulup, geri verse; vekil yine de vekildir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

İki alacaklıdan birisi, bir yabancıyı, kendi hissesini almak için, vekil tutar; bu vekil de bunu alırsa, bu şahindir.

Hatta alman bu alacak, vekilin elinde zayi olursa, alacaklının malı olarak zayi olmuş olur.

Fakat, vekilin elinde durmakta olursa, diğer ortak da, ona ortak olur. Aynen, iki alacaklıdan birisinin, nefsi alacağını alıp da, helak olursa; kendi adına helak olması; duruyorsa, ona ortağı ile ortak olduk­ları gibi... Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamdan, borç almaya vekil olan şahıs, borçlunun yanında, o alacağın cinsinden bir şey bulursa; onu alır.

Bir adam, diğerini, "alacağını almaya ve borçluyu bahsettirmeye ve mahkemeye vermeye" vekil yapar ve vekil borçluyu habsettirir; sonra da hapisten çıkarıp ondan bizzat kefil alır; bilahare de vekil ölür, alacaklı da kefilden alacağını isterse; o kefil, kim tarafından kefil edildiğine dair hakimden hüküm talebinde bulunabilir. -Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, başka bir adamda, bin dirhem alacağı olur ve alacağı ,   olan, borçlu olana: "O bin dirhemi filana ver." dedikten sonra, yine bu zat; "Verme." der; borçlu olan şahıs da: "Ben,-onu verdim." der; verilen zat da bunu kabul ederse,işte bu caizdir. Borçlu da borcundan kurtulmuştur. Muhıyt'te de böyledir,

Bir adamın,  diğerinde dirhemleri olur ve bir başkasına:  "O dirhemleri, zekatımın yerine al." der; o me'mur da bu dirhemlerin yerine, dinarlar alırsa, bu caiz olmaz.

Şayet alacak sahibi: "Sana filancada olan dirhemlerimi bağışladım, der ve "almasını" söyler; o adam da o dirhemlerin yerine dinarlar alırsa, işte bu caiz olur. [27]

 

Alacağın Elçi Île Tahsil Edilmesi
 
Bir adamın, diğer birinde alacağı olur, borçluya bir elçi gönde­rerek: "Bu adamı, ssn de olan alacağım alması için ben yolladım," derse; borçlu da alacaklının adamı ile birlikte başka bir adamla gönderse, işteo alacakliniıi malı olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîfaân'da da böyledir.

Alacaklı, borçluya haber yollayarak: "Borcunu,   filan   ile gönder."   veya   "Oğlumla   yolla."   yahut   "Oğlunla   yolla." veya "Kölemle yolla." veya "Sen kölen ile yolla." der; borçluda öyle yapar; o mal da zayi olursa, borçlunun malı olarak zayi olmuş olur. Çünkü o, borçlunun elçisidir.

Filan ile gönder." demek, onu vekil etmek sayılmaz.

Şayet: "Oğluma ver." veya "Oğluna ver."; "Köleme ver."; Köjene ver." derse; bu vekil olmuş olur. Eğer bu şey zayi olursa; müvkekilin malı olarak, zayi olmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde yüz dirhem alacağı olur ve bir başkasını yollayarak, "ondan yüz dirhemini almasını" söyler; borçlu da ona tar­tarak iki yüz safka verir ve elçi onu alıp, zayi ederse; borçlunun malı olarak zayi olmuş olur. Elçiye bir şey gerekmez.

Eğer başka bir yüz dirhemi de verir elçi, bunları bir birine katar ve zayi ederse, borçlu, borcundan berî olur. Elçi de yüz dirhemi borçlanmış olur ve öder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet alacaklı: "Filan elçiye, sendeki alacağım olan bin dirhemi ver." der; üzerinde borç olan şahıs da: "Gerçekten verdim," karşılığını verir; elçi de bunu doğrular ve: "Aldım fakat zayi eyledim." der; ala­caklı ise, her ikisini de yalanlarsa (verdim diyeni de, zayi ettim diyeni de) borçlu borcundan kurtulmuş sayılır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine borç alsın diye, bir adam yollar; elçi de: "Aldım ve yanımda zayi oldu." derse; sözü doğrulanır. Elçiye bir şey gerekmez. Alınanı almak isteyen öder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, bez satan şahsa: "Şu kadar, şu kadar bedelle, şu, şu elbiseleri bana versin." diye yollar; bez satıcı (bezzaz)'da, onun yolladığı adamla veya daha başka birisiyle, onun istediğini gönderir; o elbiseler de kendisine gönderilen şahsın eiine geçmeden zayi olur; bunun doğruluğunu hem gönderen, hem de gönderilen kabul ederse; elçiye tazminat gerekmez.

Eğer bezzaz, amirin elçisiyle yollamışsa, tazminat amire aittir. Eğer bezzaz, kendi adamıyla yollamışsa, elbise amire ulaşmışsa tazminat ona, (amire) aittir.

Bir adam, diğer bir adamla bir mektup yollayarak: "Bana şu kadar bedelle, şu kadar elbise yolla." diye bezzaza bildirir; bezzaz da o mektubu getirenle, o istenileni, ona yolarsa, o mal amire varana kadar, amirin malı sayılmaz.

Keza, borç vermek, ödeme yapmak da böyledir. Elçi, mektubu yazan şahsın elçisidir.

Bir adam, diğerine: "Gerçekten, senin vekilin geldi. Ben de, sana isteğini verdim." der; mektubu gönderen de: "Bana şu kadar bedelle, şu kadar elbise yolla." der; karşı taraf da gönderir; gönderilen adam da elbisenin eline geçtiğini inkar eder; vekil de: "Eline geçti." derse; Şeyh Ebû Bekir Muhammed bin el-Fadl:  "Müvekkilin sözü geçerlidir." demiştir. Eğer elçinin bezi bezzazdan teslim aldığını inkar ederse; mü­vekkile tazminat yoktur.

Eğer ederse tazminat müvekkile aittir.                          

Bir adam, diğerine bir mektupla, ondan beşyüz dirhem istemek üzere, gelir; o adam da: "Ben, amir, bizzat kendisi emir vermedikçe; vermem." der; sonra da müvekkil, o elçiye: "Gerçekten ben sana, ona gidip  sana vermesini,  emrediyorum."  dedikten  sonra  elçi,  edadan kaçınarak:  "Bundan  sonra  bana  vermeyi  yasakladı." Dese onun "yasakladı." demesi tasdik olunmaz. Verilen mal, amir için borç olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [28]

 

Borç Ödemeye Vekâlet
 

Bir adam, üzerinde olan borcu ödemeye birisini vekil eylese, işte bu caizdir.

Vekil önce kendisi o borcu öder; sonra da amire müracaat ederek ondan ödediği şeyi geri alır.

Fakat bir adam, diğerine' "Keffaret-i yeminim için yemek yedir." veya: "Zekatımı öde." derse; bunları yapanlar; müracaat edip, yedir­dikleri yemeğin ve verdiği zekatın bedelini isteyemezler. Ancak, söyleyen amir: "Ben öderim." demişse o zaman kendisi öder. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Filan adama, bin dirhem ver." der; fakat "benden dolayı" demez; veya "filan adama, bir dirhem öde." der; fakat "benden dolayı" demezse; veya "Ben, onu tazmin ederim." veya "sana borçlu olur; sana öderim." demezse, me'mur da o filan şahsa, bin dirhem verirse; me'murun, amirin ortağı olması veya mallarının karışık bulunması halinde (mesela: Me'mur aynı sokakta olur, aralarında alım-satım muamelesi bulunur; her ne zaman bir elçisi veya vekili gelir; ona satar, veya ondan borç alır) bi'1-icma me'mur, amire müracaat ederek verdiğini alır.

Keza, eğer me'mur, amirin ehl-i iyalinden ise, bi'1-icma, amirden verdiğim alır.

Şayet, "ben öderim." dememiş olsa bile, örf itibariyle, bu böyledir.

Eğer böyle bir hal olmazsa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhamemd (R.A.)'e göre me'mur, amire müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benden dolayı, filan adama bin dirhem nakid ver." der; veya "öde." veya "ver." der ve "benden dolayı" diye söylerse; yukarıdaki gibi, me'mur amire müracaatla verdiğini ondan alır. "Benden dolayı" demez, fakat, "benim üzerime" der; me'mur da. verirse; amirden verdiğini geri alır. Her ne kadar, tazminatı ve müracaatı şart koşmamış olsa bile, bu böyledir.

Keza, bir adam diğerine: "Malımın zekatım öde." veya "Benden dolayı, on fakiri doyur." veya "Benim namıma, fakirlere on dirhem sadaka ver." veya "Benim yerime, filan zata, bin dirhem bağışla." der; me'mur da öyle yaparsa; şayet amir, "ben öderim diye şart koşmamışsa, amire müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, "benden dolayı filan zata, bin dirhem borç ver" veya "filan zata, bin dirhem borç ver." dediğinde, hangisine verirse versin caiz olur. Havî'de de böyledir.

Alimler şöyle zikretmişlerdir:

Borç ödemeye vekil edilen şahıs gelir; müvekkili de onu tasdik eder ve vekil talipden, parasını —kendisinin, onun yerine ödeme yaptığı için,— ister; müvekkil de: "Alacaklının da, gelip istemesinden kor­kuyorum ve vekilimi inkar eder sanıyorum ve benden ikinci defa alır zannediyorum." derse; bu sözüne itibar olunmaz. Ve borcunu, vekiline vermesi emredilir.

Şayet asil alacaklı gelip, müvekkilden alırsa; o zaman vekil, ona başvurarak verdiğini geri alır. Şayet, alacaklı ondan aldığını doğrularsa bu böyledir, Bahrn'r-Râık'ta da böyledir.

Eğer amir, ödenmeyi inkar eder; me'murda ödediğine dair belge getirirse, elbette verdiğini amirden İster ve alır. Her ne kadar, asil ala-caklı hazır olmasa da, me'murun beyyinesi kabul edilir. Hatta alacaklı hazır olsa ve: "Almadım." diye inkar etse, yine me'murun belgesi kabul edilir. Alacaklının inkarına iltifat edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Alacaklının alacağını alması ve borçlunun da borcunu ödemesi hususunda, (bu iki iş için) tek vekil caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Vekil, malı beyyinesiz verir; bir yazı da almazsa,ona tazminat yoktur. Ancak, müvekkili: "Vermedin." der ve vekil de şahitsiz vermiş olursa, tazminatı gerekir.

Vekil: "Ben şahit getiririm." der; talip de inkar ederse, vekil için şahit getirme yoktur.

Yalnız vekil yemin ederse, tazminattan beri ölür. (— kurtulur). Şayet müvekkil, vekile: "Filan almadıkça verme." der de vekil o adam olmadan verirse; tazminat vekile aittir. Havî'de de böyledir.

Borçlu, borcu olan şeyi bir adama vererek, ödenmesini istese ve ona: "Bu malı, filana onun ben de bulunan alacağına bedel olarak ver. Yalnız, ondan bir kağıt al." der; o adam da malı verir; fakat kağıl almazsa; tazminat gerekmez.

Şayet: "Bu malı, verme; bir kağıt almadıkça." der de, o da kağıt almadan malı verirse» tazminatı öder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birine, bin dirhem verir ve ona: "Bunu, filana benden bedel verr" der; vekil de onu başka birisine verir ve o da yanında tutarsa, kıyas, yanında tutanın, onu müvekkile vermesidir. Ve bu bir nafile olur.

İstihsandaki   vecih amirin nefsini borçtan kurtarmasidır. Burada, bin dirhemi vekile vermekle, bu verilenin vekilin veya mü­vekkilin malı olmasında   bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, filan adama olan borcunun yerine, birisine, evini verir; sonra da, alacaklı islam dininden döner; vekil de o mürted iken, onun alacağını verir ve alacaklı irtidat halinde ölürse, eğer veren adam fıkıh biliyorsa, bu caiz olmaz ve verdiğini tazmin etmesi gerekir.

Şayet bilmeden vermişse yine tazminat gerekmez. Burada, bilgisizliği özür olur. Çünkü buna benzer fıkhı meseleler çoktur. Yâkıât'ta da böyledir.

İbnii Semâa'mn Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zlkredümiştir:

Bir kimse, başka bir şahsa, "borcunu ödemesini emreder; sonra da, emreden zat, alacaklıya kendisi öder; bilahare me'mur da öderse; gerçekten me'mur, verdiği adama müracaat ederek, verdiğini geri alır. Kendisine emredene başvurmaz.

Hakikaten amirin kendi bizzat borcunu ödemesi demek, diğerini vekaletten azil sayılır. Ve böylece, me'murun, amire müracat hakkı kalmaz. Me'murun amirin borcunu ödediğini bilmesi de şart değildir.

Eğer me'mur beyine ibraz eder de, amirin emrinden sonra ve onun ödemesinden önce, ödeme yaptığım kanıtlarsa, o takdirde, verdiği mal için —isterse verdiği adama, isterse amire— müracaat eder ve malını alır.

Borcu  ödemeye me'mur edilen şahıs, yeni dirhemleri ödeme yaparsa;      emrolunduğunun      misliyle      mü racaat  eder. Eğer emrolunduğundan kötüsünü ödemişse, Ödediğinin benzerini isteyebilir. Zehiyre'de de böyledir.

Hişam'ın   Nevâdiri'nde   İmâm   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerine bin dirhem vererek, "ona, bu dirhemleri, ala­caklısına vermesini" söyler; me'mur da, o bin dirhemi amirin yanında bir başkasına verir veya onun karşılığında bıYelbise alır; veya me'murun amirde bin dirhem alacağı olur da1 onu ona, bedel sayarsa; bunların tamamı caizdir. Verdiğinin hiç biri tatavvu olmaz.

Şayet, ona bir köle verir de: "Bunu sat ve bedelini borç mukabili filana ver."- der; o adam da, o köleyi satmadan, onun bedeli kadarını, alacaklıya verirse, işte bu nafile olur. (yani köle sahibinin olur. Borcu da o adam kendi  kesesinden ödemiş olur.  Eğer bunu amirin yanında yaparsa böyledir.) Muhiyt'te de böyledir.

Kir adam, diğerine,  "filan adama olan borcunu ödemesini" ermeder; o adam da ödedikten sonra, emredene gelerek, ona müracaat ettiğinde, amir, me'mura: "Benim, o kimseye borcum yok. Sana da Öde diye emreylemedim. Sen de bir şey ödemedin." der; me'mur da beyyine ibraz eder ve iş hakime çıkarsa; bu durumda hakim, amire hükmederek borcu ona ödetir. Her ne kadar, alacaklı hazır olmasa bile, me'mur amire müracaat ederek, verdiğini ondan alır. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Bir adam, diğerine, mal verir; o da, başkasına verir ve verdiğini söyler, amir de onu yalanlarsa; amirin sözü geçerlidir.

Bu durumda birisine yemin gerekmez. Yalnız, yalanlayana yemin ettirilir; doğrulayana gerekmez.

Eğer amir, me'murun verdiğini doğrularsa; bu defa, diğerine yemin ettirilir.

Eğer almadığına dair, Allah adına yemin ederse; alacağı düşmez. Eğer yemin edemezse, alacağı sakıt olur. (= düşer).

Eğer diğer adam me'murun vermediğini doğrularsa, bu defada me'mura yemin verilir.

Eğer me'mur hassaten yemin eder ve verdiğini söylerse, borçtan beri olur.

Eğer yemin edemezse, kendinin Ödemesi gerekir.

Şayet mal, bir adamın zimmetinde ise, (diğerinin elinden zoraki alınmış bir mal veya borç gibi...) alacak sahibi veya gasb olunan mal sahibi; o malı, o adama emrederek "filan kişiye vermesini" söyler; me'mur da:  "öyle yaptım.." der; filan da:  "Ben almadım." derse, me'murun verdiğine inanılmaz.

Ancak beyyinesi olursa, o zaman inanılır.

Şayet emreden, me'muru tasdik ederse; o vakit, me'mur zimmetten kurtulmuş olur. Amirin sözü geçerli olur. Eğer amir me'muru yalanlar ve sözüne inanmazsa, me'mur "amirin, verdiğini bilip bilmediğine dair" yemin verir. Eğer amir, "vermedi." diye yemin ederse o zaman, me'mur tazminatta bulunur. Eğer amir, yemin edemezse me'mur tazminattan düşer. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

İki şahsın ortak olduğu bir mükateb, birisinin hissesini vermeye bir adam vekil eder ve kaybolursa, diğeri, o vekilden bir şey alamaz. Çünkü, vermek cihetinden o vekil, diğerine ait değildir.

Keza birisini, ona olan borcunu ödemeye vekil eder; ve ona, bir mal verir; mükatebin efendileri veya başkaları, onu almak isterse o vekilden alma hakkına sahip olamazlar. Mebsût'ta da böyledir. [29]

 

Muayyen Bir Şeyi Almaya Tevkil
 

Belirli bir şeyi almaya, vekil edilen şahıs, dava vekili yapılmış sayılmaz. Hatta, bir adam, kendisine bir köle almaya, birisini vekil ettiğinde köleyi elinde bulunduran şahıs, beyyine ibraziyle müvekkilin o köleyi kendisine sattığını isbat ederse; istihsanen hazırda olmayan amir, huzura gelene kadar iş öylece kalır.

Amir gelir de, satmadığını kanıtlarsa iş değişir.

Keza, bir kadın boşandığını; veya bir köle yahut cariye azad edil­diklerini, vekile karşı belgeleseler, istihsanen amir veya koca gelene kadar, onların nakli durur. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir şeyi almak için, birisini, vekil yapar; bu şahıs gelip onu teslim almadan önce, o şey helak olmuş olsa; vekilin, helak eden şahsı —onun bedelini almak için— dava etme hakkı yoktur.

Şayet vekil, o şeyi teslim alır da; vekilin elinde iken, onu o adam zayi ederse, o zaman bu vekil zayi edeni dava edebilir. Ve kıymetini alır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birisinin yanında olan, emanet bir malını almaya, başka birisini vekil yapar; emanet sahibi de: "Ben, onu mal sahibine verdim." derse onun sözü geçerlidir. Şayet: "Vekile verdim." derse; işte o nefsini beraat ettirmiş olur ve sözü doğrulanır. Havî'de de böyledir.

Bir adam, birisinin yanına, bin dirhem bıraktıktan sonra yanında emanet olan şahıs: "Sen, filana, benim yanımda olanı almasını filanın yanında emreyledin." der; me'murun kim olduğu da bilinmez ancak, emanet olunan şahıstan alınmış ve zayi olmuş olursa, emanet sahibi muhayyerdir. Dilerse, emanetleri verene ödetir; dilerse, alana ödetir. Şayet emanet bırakan kimi vekil ettiğini bilir ve me'mura o mal verilmiş, olursa işte bu caizdir.

Bu işde, hiç birine tazminat gerekmez. Eğer onlardan birisi, işin hakikatini bilmez ve bu durumda me'mur kendisine emanet bırakılan zat'a: "Emaneti bana ver. Ben, onu sahibine vereceğim." veya "Bana ver. Onun, benim yanımda da emaneti vardır." der; adam da verir ve o şey zayi olursa, emanet sahibi onlardan dilediğine ödetir.

Bu kavil, tmâmeyn'e aittir, Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.

Bir adam, emanetini alamaya birisini vekil ettiğinde, o vekil ema­netin bir kısmını alsa bu caiz olur. Ancak, bunu amirin emriyle yapa­bilir. Değilse, tamamını alması gerekir. O takdirde, tazminat lazım olur. Eğer önceki aldığı bir kısım, zayi olmadan, kalanı da alırsa, müvekkilin onun tamamını alması caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, emanet bırakılan şahıstan kölesini almaya, birisini vekil eder; köle de hataen emanet bırakılan şahıs tarafından öldürülürse; emanet bırakan şahıs emanet bırakılan şahıstan —vekilden değil— bu kölenin kıymetini alır.

Keza bu köleyi vekil aldıktan sonra, bu köle vekilin yanında, öldü­rülürse; sahibi kölenin kıymetini alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam bir cariye veya dişi bir koyun almaya, birisini vekil yapar alınacak şey de doğurursa, vekil, onu yavrusu ile birlikte alır.

Şayet, bu şahıs vekil, vekil yapılmadan önce, o şey doğum yapmışsa, vekil o yavruyu alamaz.

Bostanın (= bahçenin) meyvesi de yavru gibidir.

Şayet, emanet bırakılan zat, yer sahibinin emriyle ağacının üzerin­deki hurmayı satmişsa, vekil onu ondan alamaz.

Cariyenin çocuğu da böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam diğerinin yanında olan emanetini almaya, birisini vekil ettiği halde, o şeyi müvekkil alıp; sonra da tekrar emanet ederse; vekil, bu hali bilsin veya bilmesin, bu durumda vekil değildir.

Keza, şayet önce vekil alır ve müvekkile verir; sonra da emaneti alan vekil, yeniden öncekine emanet bırakırsa; vekil onu tekrar alamaz. Bu durumda emanet sahibi muhayyerdir: Hangisinden isterse, ona ödettirir. Eğer vekile ödettirirse; vekil emanet sahibine müracaat edemez. Eğer, emanet bırakılan şahsa ödetirse; o vekile başvurur. Bu hal, vekilin ikinci defa vekil olduğunun tasdik edilmemesi halindedir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, ölçülen veya tartılan bir şeyi, emanetten almaya birini vekil eder; emanet alan şahıs da, onu zayi etmiş olursa, emanet veren veya vekili onun benzerini alır.  Bu istihsanen böyledir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, ''emaneti, bu gün almaya" birisini vekil ettiğinde bu vekil için, onu yarın almak hakkı da vardır.

Ancak, müvekkil "yarın almaya" vekil ederse, vekilin bugün alma hakkı yoktur.

Keza müvekkil: "Bu saat al." dediği halde, vekil bir saat sonra alsa, bu caiz olur. Keza: ' 'Filanın huzurunda al." dediği halde, vekil başkasının huzurunda alsa, caiz olur.

Keza: "Şahitli al." dediği halde, vekilin şahitsiz alması caizdir.

Şu mes'ele buna muhalifdir. Eğer: "Onu alma; ancak, filanın yanında al." derse, o zaman, o hazır olmadan almak caiz olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam: "Ben, "senden filan adamın emanetim almak için vekilim." der; emanet edilen şahıs da, onun vekaletini ve emaneti kabul ettiği halde, sonradan emaneti vermekten kaçınırsa, bu caiz olmaz.

Bir adam, diğerinin emanetini aldığında, emanet sahibi: "Ben, seni vekil eylemedim." der ve yemin ederse; onun malını, emanet alan şahıs öder.

Sonra eğer mal bizzat duruyor ise o da, kendinden alana müracaat ederek, ondan alır.

Eğer: "Yanımda zayi oldu." veya: "Müvekkile verdim." derse; emanet veren şahıs, onu doğrulaması halinde kimseye müracaat edemez.

Eğer yalanlarsa, ona tazmin etirir.

Şayet, emanet verilen zata teslim etmesi, emredilmemiş iken o teslim ederse; veya verdikten sonra tekrar iadesini isterse, bu hakka sahip olamaz. Çünkü, bu ahdi bozmak olur.

Şayet men olunduktan sonra, emanet olunan şey zayi olursa; uygun olan, onu ödemesidir. Çünkü emanetin vekilini, onu almaktan men etmek; emaneti alanı, onu vermekten men etmek nıenzilindedir. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, bir eşyasını emaneten bir adama bıraktıktan sonra, onu almaya bir vekil tayin eder; emaneti alan da, ona müvekkilin eşyasından başkasını teslim eder; vekilde onu müvekkiline verir; o da orada helak olursa, onu tazmin etmek müvekkile ait olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, "bir hayvanı alıp, bir adama ariyet olarak vermeye" birisini vekil eder; vekil de o hayvanı alıp, ona binerse; işte onu vekil tazmin eyler. (Müvekkiline müracaat edemez.) Çünkü, binme işini mü­vekkil yapmadı ve söylemedi. Bu yönden me'mur değildir.

Alimler şöyle buyurmuşlardır.

Bu, hayvanın getirilmesi için olduğu zaman böyledir. Binmek için değil... Yalnız, onu getirmek binnıeksizin mümkün olmuyorsa, o müs­tesnadır. Bir de binmesine razı olmuşsa, bu da müstesnadır.

Borçlunun bir adam da emaneti olur; emanet yanında bulunan şahıs, emanet sahibine gelerek, ona: "Ben de olan, emanetini filana olan borcuna karşılık yap." der; o da öyle yapıp, onu borcuna karşılık kılar ve emanet sahibi, alacaklısına, "onu almasını." söyler; sonra da alacaklı buna razı olur; bundan sonra da, emanet sahibi, emanet verilene: "Ala­caklıya verme." der; emanet yanında olan da, bunu kabul etmezse; emanet sahibinin yasaklaması,alacaklı onu almadan önce olmuşsa sahih olur. Şayet alacaklı o emaneti alrmşsa, alacaklının olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Şayet emanet edilen zat, emaneti verdim." der; emanet sahibi de: "Böyle bir emir vermedim." diye inkar ederse; yemin ile birlikte onun sözü geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, başka birini, "kölesini, filana vermeye" vekil eder; o adam da köleyi getirerek, o şahsa: "Filan adam, bunu sana emanet eyledi." der; o adam da kabul ettikten sonra, geri vekile iade eder ve köle de vekilin yanında zayi olursa; kölenin sahibi, hangisini dilerse, köleyi ona ödetir.

Şayet vekil: "Gerçekten filan zat, sana bu köleyi kullanmanı emreyledi." veya "Filana vermeni söyledi." dese de, sonra da köle zayi olsa idi; vekile tazminat gerekmezdi. Çünkü vekilde yalnız bir aldat-macık ve yalan bulunmuş olurdu. Bedelini de almadığından, ona taz­minat gerekmez. Onu istihdam eden şahıs, başkasının kölesini, emri olmaksızın kullandığı için, tazmin etmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [30]

 

Sulha Vekâlet
 

Sulha vekil olan zat, davaya vekil olamaz.

Ve bu vekil, başka birisine de suhl vekili olamaz.

Eğer vekil olur da, ikinci adam ile anlaşma yaparsa; dirhemlerin amirin malı olması halinde, bu amir, ona müracaatla dirhemlerini geri alır. Eğer, bu vekil, malı onun (amirin) yanında vermişse, suhl caiz olur ve müvekkilin müracaat hakkı da kalmaz.

Keza, bir adam, sulh için iki kişiyi vekil ettiğinde onlardan birisi, —müvekkilin malının dışında— kendi mali için anlaşma yaparsa bu caiz olur.

Keza, bir adamı, diğer birisi, "bin dirheme anlaşma yapma için" vekil yapar, malı da öder; vekil de iki bin dirheme veya yüz dirheme anlaşma yapar ve onu da kendi malından öderse; veya kendi yanında bulunan bir yer ile yahut ölçülen, tartılan bir şeyle anlaşma yaparsa, işte bu sulh caizdir. Müvekkil bir şey için, vekile müracaat edemez.

Şayet, bin dirhemden az ile anlaşma yaparsa, müvekkilin artanı tazmin ettirmesi caizdir.

Vekil, sulhu emredenin emrine, cinsde, vasıfda muhalefet ederek yaptığı zaman, bu suhl müvekkile göre değil, vekile göre caizdir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı başka birisiyle sulh olmaya vekil yapar; o adam da bir şey veya bir alacak iddiasında bulunmakta olur, vekiî de yüz dirheme kendi re'yi ile, anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Malı vekil değil müvekkil verir. Mebsût'ta da böyledir.

Vekil davalı tarafından tayin edilir; sulh bedelini de vekil kendisi öder veya sulhu kendi malına izafe ederse; sulh bedeli, ona ilzam olunur. O da müvekkile müracaat eder.

Eğer ödemiş ise, müvekkiline müracaat eder.

Eğer tazminat, vekilin amirinin emri olmaksızın, borçlu tarafından kasden adam öldürmeye sulh yapılırsa; bu bir nefsi satın almaya vekil olmak menzilindedir.

Eğer, bir nefsin kıymetinin bedelini almaya veya —insanların o hususta aklanmayacağı ölçüde— daha az veya daha çok almaya anlaşma yaparsa, işte bu hilafsız caiz olur.

Eğer nefsin kıymetinden, insanlar aldatılacak kadar fazla bir bedelle suhl yapılmışsa, hilafsız bu caiz olmaz.

Şayet sulh vekili, alacaklı tarafından kasden öldürülmüş bir adamın vekili olur ve aynı zamanda, bir nefsi satma vekili de olursa; eğer o nefsin kıymetinin bedeli ile anlaşma yapar veya insanların aldatılacağı şeyin azı ile anlaşma yaparsa, bu hilafsız caiz olur.

Eğer nefsin kıymetinin çok aşağısında, anlaşma yaparsa, bunda ihtilaf vardır.

Bir adam, başka bir şahsı, "iddia eylediği, kasden öldürülmüş bir adam için, karşı tarafla anlaşmaya" vekil tuttuğunda, bu vekilin diyet olarak alınabilecek, her hangi bir cins ile anlaşma yapması caiz olur.

Şayet diyetten, insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir faz­lalık da anlaşma yapsa, bu da caiz olur.

Eğer alacaklı, kan davası için, birini sulha vekil yaptığında, bu vekil diyet cinsinden olan bir şeyle, anlaşma yaparsa, bu caiz olur.

Eğer diyetten az bir şeyle anlaşma yaparsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, alacaklı için caiz olur.

îraâmeyn'e göre ise, insanların aldatılmış sayılacağı kadar noksan ile anlaşma yapılmışsa, bu caiz olmaz. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "bir kür buğdaya anlaşma yapmaya" vekil ettiğinde bu vekil bir kür arpaya veya dirhemlere anlaşma yaparsa, vekile göre caiz olur. Amire göre, caiz olmaz.

Belirli bir köleye karşı, sulh yapmaya vekil ettiğinde, vekil bir cariye üzerine anlaşma yaparsa, bu da vekile göre, caiz olur. Veya tazminat, veya onu geri vermesi lazım gelir.

Müvekkile göre ise, caiz olmaz.

Şayet, vekili; davalı olan şahıs; belirli olan bir ev hakkında anlaşma yapmak üzere, tayin eder; vekil de başka bir ev üzerine anlasa yaparsa, işte bu caizdir. Çünkü, onun hayrı, daha fazladır.

Şayet, o evi, yüz dirheme anlaşmak üzere "vekil tayin eder; vekil de onu iddia olunan tarafından başka bir evle anlaşma yaparsa, o evin his­sesinde anlaşma caiz olur. Mebsûl;'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini, belirli olan bir kür buğdaya anlaşma yapmak lizere vekil yapar; vekil de sınıfı daha üstün bir buğdayla anlaşırsa, bu vekil onu tamzin eder ve sulh kendisi adına caiz olur. Fakat müvekkile caiz olmaz.

Eğer orta halli bir buğday kürrü ile anlaşır, bu da vekil edenin tayin eylediği buğday kür'ü olmaz ve vekil, onu müvekkiline verirse, istih-sanen, bu suhl müvekkil adına caiz olur.

Bir adam, diğerini, —bir şey söylemeksizin— bir ev hakkında davaya anlaşmak üzere, vekil eder; vekil de çok bir mal ile, anlaşma yapıp onu da öderse; işte bu anlatşma, vekile ait olur.

Bu durumda bakılır: Eğer halkın aldatılmış sayılmayacağı kadar bir farkla anlaşma yapmışsa; müvkıekil adına, bu anlaşma caiz olur. Eğer bundan fazla ise, ev sahibine karşı caiz olmaz.

Şayet vekil, iddia sahibimin vekili ise; o da az bir şeyle anlaşma yapmışsa işte bu, iddia sahibine karşı caiz olur.

Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz.

Ancak, halkın aldanacağı V adar fark düşülürse; o zaman caiz olur.

Şayet dava bilinmiyorsa, her haliyle anlaşma caiz olur. Bu hasım inkar eder; iddia sahibinin de hi Icceti olmaz ise böyledir.

Kan borçlusu olan şahısın vekili, hakimin huzurunda ikrarda bulunur; alacaklı da, müvekkil in isteğini talep ederse; kıyasen caiz olur; istihsanen caiz olmaz.

Keza, bir şey satın alır, on u da ayıpla ta'n eder; o ayıptan dolayı da, bir adamı anlaşma vekili yapar, bu vekil de "müşterinin aybı ibtal ettiğini, ve o haline razı olduğunu" ikrar ederse, bu vekilin müvekkiline karşı ikrarı caiz olmaz.

Borçlunun vekiii, borçlunun kölesi ile anlaşma yapar, matlup da bir şey söylemez ise caiz olur. Bu durumda muhayyerdir: İsterse, o köleyi bizzat verir; isterse, kölenin bedelini verir.

Keza, benzeri olmayan her belirli şeyin benzeri ile anlaşma yapılırsa; borçlu isterse, bizzat o şeyi verir; isterse, benzerini verir. Eğer adam, diğer adamın yanında bulunan şeyi verir; iddia olunan da iddia edenle beraber sulh yapmaya bir vekil tayin eder ve ona tazminat yap­masını emreder; o da müeccel {— belirli müddetle) bir mal tazmin ederse, işte o müeccel mal, müvekkile ait olur.

Eğer hali hazırda verilecek olan mal ile anlaşma yaparsa, yine mü­vekkiline ait olur. Keza, müvekkil ödenmeden önce istekte bulunur; talibin vekili de bir mala karşılık anlaşma yaparsa, sahih olur.

Alacaklı şahsın, hem sulh hem de almaya bir şahsı vekil etmesi caiz olur.

Alacaklı bir adamı borçlu ile anlaşmaya; borçlu da bir adamı alacklı ile anlaşmaya vekil yapar; iki vekil kEirşilaşıp, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da caiz olur.

Şayet hata kanı, iki varis arasında olur, onlardan birisi, hissesi için bir vekil tutar; o da dirhemlere anlaşma yaparak onu alırsa, onun hisse­sine diğer varisler de ortak olurlar.

Eğer hata bedeli olan mal, vekilin yanında zayi olursa; müvekkilin yanında helak olmuş gibi olur. Vekil, onu tazmin edip ödemez. Onların müvekkilden hisselerini alma hakları vardır. Sanki o almı$ gibi olacağı için bu böyledir.

Diyete karşılık, bir deve hükmedüdiğinde, alacaklı onu almaya bir vekil tayin eder; vekil de onu alır ve harcarsa, işte bu harcama da bir teberru olur.

Şayet, diyet bir cins olarak hükmedilir; vekil de başka bir cins alırsa; işte bu caiz olmaz. Muhalefete sebeb olur. Muhiyt'te de böyledir.

Borçlu olan, zat, dava için, bir vekil tayin ettiğinde bu vekil şahsî malından ödeme yapcrsa; müvekkiline müracaat edemez.

Borçlu, diyeti dirhemler olarak Öder; onu da iki kişiye verir ve onlara: "Bunu, benim adıma ödeyin." der; onlar da alacaklı ile dinar­lara veya başka bir mala anlaşma yaparlarsa, işte bu da caiz olur.

Şayet, verilen dirhemlerden başkasına hükmedilirse, kıyasa göre, o iki kişi aldıkları dirhemleri geri verirler. İstihsanda ise, o dirhemlerin benzerini geri verirler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir adamı, iddia olunan bir yara hakkında sulh yap­maya, vekil eder ve ona "yapılan anlaşma gereğinde, ödeme yapmasını da" emreder; vekil de beşyüz dirhemden fazlaya anlaşma yaparsa; yara­lama işinin kasden yapılmış olması halinde, insanların kandırılacağı şekilde olan bir fazlalıkla suih yapılmış olsa caiz olur.

Eğer  insanların  kandırılmayacağı şekilde  olursa, bi'1-icma caiz olmaz.

Eğer yaralı ölürse, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kıyası üzre, her iki cihetten de sulh bozulmuş olur.

Şayet, vekil, cinayet üzre sulh yaparsa; sonra da yara eyileşirse, sulh, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıl olur. Eğer yaralanan ölür, vekilde tazminat yaptırmış bulunursa bu caiz olur.

Yaralamaya vekil tayin edilen şahıs, yaptığı anlaşmada bir şey düşer; o da, beşyüz dirhemden aşağı ve insanların aldanmayacağı kadar 'olursa, bi'I-icma' caiz olur. Şayet, bunun aksine olursa caiz olmaz.

Eğer yaralamadan dolayı sulha vekil yapılan zat, yaralamanın benzerini bir başkası daha yapar ve bu yaralamalar eşit olursa, onun diyetinin yansını almak, müvekkile caizdir.

Eğer yaralama değişik olursa, müvekkile ayrı ayrı hesap verilir. Eğer fazla ödenirse, fazlası vekilin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bir yaralama için sulha vekil olan şahıs, vuku bulan ikinci bir yaralama için de, sulh yapar ve tazminat yaptırırsa, yansı müvekkile, yarısı vekile  ait olur.  Ölse de yaşasa da müsavidir.  Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer birini; "önceden olmuş bir yaralama için" sulh vekili yapar ve bedelini ödetmesini ister; vekil de belirsiz bir köle veya cariyeye yahut on koyuna veya beş deveye sulh anlaşması yaparsa işte bu caizdir. Bunlar, orta halli olsalar bile sulh caizdir.

Şayet borçlu, "kasden yapılan bir yaralamaya" bir sulh vekili tayin eder; vekil de müvekkilin kölesinin on sene hizmet etmesine karşılık, anlaşma yaparsa; bu anlaşma da caiz olur.

Şayet, içki veya domuza karşılık sulh yaparsa; bu, bir af demek olur; bir şey gerekmez; vekil de borçlu olmaz.

Eğer vekil: "Ben, seninle şu köleye karşı, anlaşma yaptım." veya "Şu sirkeye karşı sulh oldum." der de; sirke şarap olur; köle de azad edilmiş bulunursa; bu vekile, yaralama diyeti lazım olur.

Eğer iki köleye karşılık sulh olmuş ise; o kölelerden birisinin hür olması halinde, o sulh geçerli olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Şayet, bir köleye karşı anlaşma yaptığında, bu köle, müdebber veya mükateb olursa; veya bir cariyeye karşı anlaşma yaptığında bu cariye, ümm-ü veled olursa; vekil de, bunların bedelini tazmin eylemişse; mü­vekkiline müracaat ederek, o bedeli ondan alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın başını yaralayan iki kişi birlikte bir adamı sulh için vekil yapsalar; vekil de onlardan birine karşı, yüz dirheme, anlaşma yapsa; yarısı, onun ortağına ait olur.

Şayet onlardan birisine karşı anlaşma yaptığı halde, hangisi olduğunu belirtmese; sulh caiz olur. Ve aralarında müştereken ödeme yaparlar.

Bir hür ve bir köle, birlikte, bir adamın başını yaraladıklarında o hür adam ile, kölenin efendisi bîr şahsı sulh vekili yaparlar; o vekil de, beşyüz dirheme anlaşma yaparsa, bunun yarısı kölenin efendisine, yarısı da o hür olan adama ait olur. Her ne kadar, kölenin kıymeti beşyüz dirhem olsa bile, bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hür bir kişiile bir köleyi öldürse; kölenin efendisi ile hür olan kişinin yakini, bir adamı katil ile anlaşmaya vekil tutsalar; eğer kati kasden olmuşsa; kölenin, kıymeti beşyüz dirhem olsa bile, anlaşma onbir bin dirheme yapılmışsa-bedel aralarında taksim edilir. Hür olan adamın varisleri, on bin dirhemi alırlar. Kölenin efendisi ise, beşyüz dirhemini alır.

Şayet, her ikisi de hataan öldürülmüşlerse, hür şahsın varisleri, on bin dirhemini alır; kalan kölenin efendisinin olur.

Şayet, köle kasden; hür ise hataen öldürülmüşse; cevap aynıdır, on bin dirhemi hür olanın varislerinin, kalanı da, kölenin efendisinindir.

Eğer, köle hata ile öldürülmüşte, hür olan kasden öldürülmüşse, cevap ilcisi de kasden öldürmüş olma halinin aynısıdr. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle hataen öldürülür; onun efendisi de ondan dolayı, bir sulh vekili tutar; vekil de on bin dirheme sulh olursa; işte bu caiz olur. Ve bu onbin dirhem efendiye verilir.

Şayet, bir kölenin gözü çıkarılır; vekilde altı bin dirheme anlaşma yaparsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre caizdir.

Eğer göz yerine, başka bir yaralama olsa da, vekil bin dirheme anlaşma yapsa; İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'a göre bu da caiz olur.

Şayet, on bin dirheme anlaşma yaparsa, ondan onbin dirhem nok-sanlaştırılir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, göz çıkarmada, ancak beş bin dirhem caiz olur; fazlası caiz olmaz. Baş^a yaralamalarda ise, —yarım dirhem hariç— beş yüz dirhem (= 449,5 dirhem) icabeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam,, cinayetten dolayı bir mükatebi, kendisine veya köle­sine iddia olunana sulh veküi yaptıktan sonra mükateb köleliğe döner; vekil de onun aczini bilmeyerk, sulh bedelini öderse; işte bu, mükatebe karşı caiz olmaz.

Şayet mükateb, bu aczinden sonra, bizzat kendisi anlaşma yaparsa, vekil ondan tazminat ister. Çünkü, sulh bedelini o ödemişti. Fakat, mükateb azad edildikten sonra ödetir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Seni yaram için vekil yaptım."der; başka bir şey söylemezse; onunla anlaşma yapılmaz. O af etme ve dava etme hakkına da sahip olmaz.

Eğer   onun   diyetini   alırsa;   yaralamanın   hataen  olmuş  olması halinde, bu istihsanen caiz olur.

Eğer yaralama kasden olmuşsa diyet almak caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet yaralı: ''Yaram bana bir zarar vermedi." dese bile, yine de anlaşma caiz olur. Bu, istihsanen böyledir.

Eğer ondan bir şey ibra ederse, caiz olmaz.

Eğer yaralı: "Ben beraata izin veriyorum." derse işte bu da caiz olur. Sulh da caiz olur; bunlardan başkasıda... (dava yapmakta caiz ulur) Mebsrût'ta da böyledir.

En doğrusun bilen Allahu Teala'dır. [31]

 

8- İKİ KİŞİYİ VEKİL TAYİN ETMEK
 

Bir adarıi, iki kişiyi vekil tayin ederse, bu vekillerden birisi olmadan, diğeri bir tasarrufta bulunamaz.

Bu, ikisini bir sözle vekil yaptığı zaman böyledir.

"Şu kölemi satmaya, ikinizi vekil yaptım." demek gibi.

Fakat iki kelimeyle vekil yaparsa, (mesela: Onlardan birisini, "kölesini satmaya" vekil yapar; sonra da diğerini önceki gibi vekil yaparsa, bunlardan hangisi o köleyi satarsa satsın caiz olur. Sîracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bir kadiın nikah etmeye, birisini vekil eder; başka biri­sini de ayni şekilde vekil eder; o iki vekilin ikisi de birer kadını nikahla-salar; bu kadınların iki kız .kardeş olmaları halinde., eğer nikahlar arka arkaya yapılmışsa; birinci yapılan nikah caiz ikinci yapılan nikah ise, batıl olur. Şayet, her iki nikah da ayni zamanda yapılmışsa, nikahların ikisi de batıl (= geçersiz) olur.

Bir adam, iki kişiyi, bir kadını nikahlamaya; veya bir kadın, iki kişiyi kendisini:evlendiryeme vekil yapsa, o iki vekilden birisinin bu işi tek başına yapması —mehir belli olsa bile— caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Talak ve ıtak hususunda tayin edilen iki vekil, eğer bu işler mal karşılığı olmayacaksa; tek başlarına iş yapabilirler.

Keza, iki vekil ariyette, emanet bırakmakda, gasb da, redde ve fasid alım-satım da, yalnız basma hareket edebilirler. Hulasa da da böyledir.

Bir adam, bir karısını boşamak için, iki vekil tayin ettiğinde, onlardan birisi boşarsa; —diğeri razı olmasa bile— talak vaki olur.

Çünkü, bir kişinin boşamasında, diğerinin re'yine ihtiyaç yoktur. Köleyi, azad etmekde böyledir.

Bir adam, talak hususunda, iki vekil tayin eder ve: "İkiniz, bir arada   olmadan,   biriniz   yalnız   başına   boşamasın."   dediği   halde, onlardan birisi boşar diğeri de ona izin verirse; işte bu caiz olmaz.

Köle azad etmekde de durum böyledir.

Şayet vekillere: "Onu tamamen boşayın, üç talak üzre." dediğinde, o iki vekilden birisi, bir talak; diğeri de iki talak boşarsa bu durumda hiç bir şey gerekmez. İkisi birden, üç talak boşamadıkca, böyledir.

Belirli olmayan bir kadını, boşamak üzere, iki kişiyi" vekil etse; veya bir belirsiz köleyi azad etmeye, belirsiz iki kişiyi vekil etse; iki vekil bir arada olmadıkça, yaptıkları iş caiz olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Bir kimse, iki kişiyi, mal mukabili kadın boşamaya vekil ettiğinde, onlardan birisi, bu işi yaparsa, —bedelini belirtse bile— caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Keza bu vekillerden birisi, mal mukabili boşasa da; diğeri buna izin verse; —kendiside boşamadıkca— bu boşama caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Böylesi mes'elelerde aslolan; birinin tasarrufunda, ikincinin de re'yi bulunmaktır. Şayet, bir iş için iki kişiyi vekil yaparsa, onlardan birisi olmaksızın, ikincisinin yaptığı caiz olmaz.

Bir adam, karısının işini, iki vekile havale ederse; onlar, bir birinden ayrı iş yapamazlar.

Bir adam, iki kişiyi, "bin dirhemlik bir eşyayı, bir adama vermek üzere, vekil eder ve onlara da, bu bin dirhemi teslim eder; onlardan birisi, diğerinin haberi olmadan, bu bin dirhemi, verilmesi istenilen yere verirse, kıyasen tazminatı gerekir. İstihsanen, tazminatı gerekmez.

Şayet, ayni meblağı, bir kişiye vermek üzere, iki kişiyi vekil yapar; onlardan birisi de, o meblağı yerine teslim ederse, kıyasen ikisinin de tazmin etmesi gerekir. İstihsanen, ikisine de tazminat gerekmez. Çünkü mal sahibini bulmuş ve vazife tamamlanmıştır. Muhiyî'te de böyledir.

Bir adam, iki kişiyi, bir adamda bulunan alacağını almaya vekil ettiğinde —müvekkil ile vekilin birisi hazır olmadan— hazırda olan vekil gelerek, borçludan borcunu ister ve borçlu, borcunu ikrar eylediği halde, diğerinin vekaletini inkar eder; vekil de, vekaletini isbat ederse, hakim ikisinin de vekaletini kabul eder. Hatta, huzurda olmayan vekil gelse, yeniden vekaletini isbata ihtiyaç kalmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, iki kişiyi, "iddia eylediği, alacağını almaya" dava vekili eylediğinde, onlardan birisi dava edebilir. Fakat, alacağı, birlikte alırlar.

Eğer o alacağı, ikisinden birisi alırsa, borçlu, o borç sahibinin eline geçene kadar, borcundan kurtulmuş olmaz. İkisine birden vermiş olursa; borcundan beri olur. Havî'de de böyledir.

İbnü Semâa'nm Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Bir adam, iki kişiyi, "iddia eylediği bir ev hakkında" dava vekili ederek "o evi, iddia olunandan, almalarım" söyler; o iki vekil de davada bulunurlar; sonra da, o iki vekilden birisi ölürse ne olur? diye sorulunca, İmâm şu cevabı vermiştir:

—Sağ kalan vekilin beyyinesi kabul edilir ve ev müvekkiline hük­medilir. Yalnız, ev o vekile teslim edilmez. Taki, ölenin yerine başka bir vekil daha tayin edilir ve o ev iki vekile birlikte teslim edilir.

Keza, şayet vekil tek kişi olur ve beyyinesi ile birlikte ev müvekkile hükmedilir; vekii de evi müvekkiline teslim etmeden önce ölürse, bir vekil tayin edilir mi?

—Evet bir vekil tayin edilerek, hükmolunan ev, o vekil vasıtasıyla, müvekkile teslim edilir. Bu ev gasbedicinin elinde bırakılmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, satım için iki kişiyi vekil ettiğinde, bu vekillerden birisi, ticaretten men edilmiş bir köle olursa,  diğerinin satışı caiz olmaz. Çünkü, müvekkilin tek kişinin re'yine rızası yoktur.

Eğer iki vekilden birisi ölür veya aklını kaybederse; diğeri satış yapamaz.

Bir adam, bir köle satmaya iki kişiyi vekil yaptığında, bu işi birisi yapsa da, diğeri olmasa, bu caiz olmaz.

Hatta, müvekkil veya diğer vekil razi olsalar bile —ister bedeli belirli olsun, ister olmasın— fark etmez. İkinci vekil de, ister hazır, ister gaib olsun fark etmez.

Yainız satış ile alış arasında fark vardır. Satın alış, satış gibi değildir; bu vekillerden birinin satın alması geçerli olur. Çünkü, satın alışta, müvekkilin veya diğer vekilin izni gözetilir.

Bir adam, yapılan bağışı, "bağış yapılan zata, teslim için" iki kişiyi vekil yaptığında, bağış yapılan şeyi onlardan birisi teslim etse, bu bağış sahih olur.

Bir adam, iki kişiyi, "borcunu teslim etmek için" vekil yapar ve o borcu, o iki kişiye teslim eder; onlardan birisi de onu alacaklıya teslim ederse, bu caiz olur. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, "iki karısını, mal karşılığı boşamak üzere" iki kişiyi vekil eder veya "iki kölesini, belirli bir fiatla satmaya" vekil ettiğinde, iki vekil de, karılardan birisini hulu eder veya kölelerden birisini belirli olan fiatla satarlarsa işte bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, "belirli bir şeyi bağışlamaya" iki kişiyi vekil yapar, fakat bağışlanacak zatı belli eylemezse; onlardan birisi, bütün alimlere göre, bağış yapabilir. Bahnı'r-Râık'ta da böyledir.

Rehin bırakmak böyle değildir. Vekillerden biri yalnız başına rehin bırakamaz.

Bir adam, "bir evi icarlamak üzere" veya "bir araziyi kiralamak için" iki kişiyi vekil eder de; onlardan birisi akid yaparsa; vekil müvek­kile teslim edince, icare yerini bulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "emanetini almak üzere" iki kişiyi vekil yaptığında onlardan birisi, diğerinden habersiz, onu alırsa, işte o,onu öder.

Eğer ikisi birden alırlarsa caiz olur.

Onlardan birisi, diğerine de diğerinin ailesine de emanet edebilir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, iki kişiye: "Ben, sizin birinizi, bana bin dirheme bir cariye satın alamya vekil ediyorum." dediğinde, önce onlardan birisi, sonra da diğeri satın alırsa; ikinci alan, nefsi için almış olur.

Eğer her ikisi birden, birer cariye satın almış olsalardı her ikisi de müvekkile ait olurdu.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, "bir kölesini satması için" bir adamı vekil yaptıktan sonra, aynı köleyi satması için başka bir adamı daha vekil yaparsa, o köleyi önce vekilin birisi, bir adama satar; sonra da diğer vekil, başka bir adama satarsa; eğer, öncekinin sattığım sonraki, biliyor idiyse, köle Önceki satılan adamın olur. Yok bilmiyorsa, bu köleye, satın alanlar ortak olurlar. Bu müşterilerden muhayyerdir. İsterse ortak olurlar; isterse, bedelini birisi vererek tamamına sahip olur.

Eğer köle o vekillerden birisinin veya müvekkilin yanında ise, her iki halde de değişmez.

Eğer köle müşterilerin birisinin yanında ise,o önceki alanın olur.

Eğer vekil, bir olur ve bu vejril, birisine satar; müvekkilde daha başka birisine satarsa; hiç şüphe yok ki, önce satanın satışı geçerlidir.

Eğer hangisinin önce sattığı bilinmezse, Hasan (R.A.), İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin "Müvekilin satışı üstündür ve ona itibar olunur." buyurduğunu rivayet etmiştir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Satılan şey, satın alanların arasında müşterektir. (= yarı yarıyadır)

Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "diğer birisine verilmek üzere" iki kişiye bin dirhem verir; o şahsa, bu iki kişiden birisi, bu bin dirhemi verirse; kıyasen, yarısını tazmin eder.  İstihsanen tazmin etmez.  Çünkü,  mal yerine verilmiştir; tazminat gerekmez, Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim yerime, şu bin dirhemi, fülana veya .fülana öde." derse; o adam, hangisine öderse ödesin caiz olur. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğer birisini, "belirli bir kölesini satmaya" vekil eder; bir başkasını da "aynrköleyi satmaya" vekil eder ve onlardan birisi, bu köleyi önce satar; sonra da diğer vekil, öncekinin sattığı fiattan daha fazlaya satarsa Ebû Bekir el-Belhî: "İkincinin satışı caizdir. Çünkü, birincinin önce satması sebebiyle, ikinci zat vekaletten düşmüş değildir.

Ve öncekinin satışı sebebiyle de sonrakinin satışı feshedilmiş olmaz ki caiz olmasın." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, iki kişiyi, "iki kölesini, bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, onlardan birisi, kölenin birisini, dört yüz dirheme satar ve bu bin dirhemden, onun hissesi o kadar olursa, satış caiz olur. Çünkü, bu müvekkilin zararına bir ayrılık olmaz.

Keza, eğer hissesinden daha fazlaya satarsa, bu fazlalık da müvek­kilin faydasınadır.

Şayet hissesinden az bedele satarsa; işte bu caiz olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, noksanlık az bir şey ise, caiz olur; fazla ise, caiz olmaz.

Bir adam, iki kişiye, "rehin vermelerini ve onu da satmaya yetkili olduklarını" söyleyince, onlar rehin bıraksalar ve birisi de, rehin alan şahıstan onu satmaya izin alsa; bu durumda, rehin veren şahıs, onun satımına mani olamaz. Çünkü, satışta onların birbirinden ayrılmaları yoktur.

Şayet, vekiller: "Filan senden borç aldı ve rehin de bıraktı." derler; onlardan birisi de: "Gönderen şahıs, bize satmayı emreyledi." deyince, diğer vekil susarsa, bu durumda vekillerden birisi, bu rehni satabilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [32]

 

9- VEKİLİ, VEKÂLETTEN ÇIKARMAK
 

Vekili, vekaletten çıkartmanın bazı şartlan vardır:

1) Vekilin tasarruflarından önce müvekkilin o işi bizzat kendisinin yapması vekaletten çıkarma sebeblerindendir.

Mesela: Bir adam, diğer birisini kendi kölesini satmaya vekil ettiği halde, müvekkil bizzat kendisi satar veya o köleyi azad eder veya mü-debber yahut mükateb kılarsa, vekil vekaletten düşmüş olur.

Keza, o köleye bir hak sahibi çıkar veya köle aslen hür olursa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet, köleyi bağışlasa veya tasadduk eylese; veya cariye ise ona cima eylese de oda çocuk doğursa, yine vekil veka­letten çıkmış olur. Eğer,, cima eder de doğum yapmaz ise; veya onu istihdam eder yahut ona ticaret izni verirse, vekil vekaletinde duruyor demektir.

Şayet, o köleyi rehin bırakır veya kiraya verirse zahiri rivayede, vekil vekaletten çıkmış olmaz.

Eğer amir, o köleyi satar veya vekil satar; sonra da müşteri aybı sebebiyle geri yollar; bunu da hakimin hükmüyle yaparsa; yine vekil onu satabilir.

Eğer, müvekkil satar ve kendini üç gün muhayyer bırakır; sonra da satışı bozarsa; yine vekil onu satabilir. Her ne kadar müvekkil redde muhayyer olsa bile bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini azad etmeye veya mükateb yap­maya" vekil ettikten sonra ..kölenin efendisi, o köleyi satarsa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet o köle, efendisinin mülküne geri döner ve bu dönüş, satışın bozukluğu sebebiyle olur ve köle, efendisinin malı olmuş bulunursa, vekil yine de vekildir.

Şayet aybı sebebiyle red gibi... geri dönmüş veya ıkâle sebebiyle, veya miras yoluyla geri dönmüşse; vekalet avdet eylemez.

Eğer harb esiri olmuş, dar-i harbe gitmiş, sonra da efendisine dönmüşse; (efendisinin onu yeniden satın almış olması gibi...) vekilin vekaleti avdet eylemez.

Şayet o köle, ganimet olarak efendisinin hissesine düşmüşse; işte o zaman, vekil yine vekaleti üzerinedir.

Bir adam, diğerini, "cariyesini azad etmeye" vekil ettikten sonra bu cariyeyi kendisi azad eder; kadın da irtidat edip dar-i harbe gider sonra da, esir alınarak efendisinin eline geçerse, artık onu vekil azad eyleyemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini "kölesini bağış yapmaya" vekil ettikten sonra bu köleyi, bizzat kendisi bağışlar; sonra da bağışından, rücû ederse, bu durumda vekilin vekaleti —yeniden vekil yapılmadıkça— avdet etmez.

Keza, bir adam, diğerini "bir şey satın almaya" vekil ettikten sonra o şeyi, kendisi satın alırsa; vekil, vekâletten düşmüş olur. Bedâi'Me de böyledir.

Bir adam, diğerine, "belirli bir buğdayı almasını" veya "sat­masını" söyler; sonra da qnu, un yaparsa, bu durumda vekil, vekaletten düşmüş olur.

Bir adam, diğerine, "belirli bir yeri satın almaya" vekil yapar; o yer de hali bir yer olduğu halde, sonradan, oraya bir ev yaplır; bundan sonra da, vekil orayı satın alırsa; bu caiz olmaz. Şayet, "içinde ev olduğu halde, almasını" söyler; sonradan bir duvar yapılsa veya kireçle badana edilirse, ev amire ait olur; satış da böyledir.

Bir adam, diğerine:' "Şu boş yeri, bana satın al." veya "Sat." dediğinde, o yerede, hurma ağacı veya başka bir ağaç dikili olur yahut içinde ev  veya hamam, han, dukan bulunur veya orası bostan olursa; alımı da, satımı da amire ait olmaz. Ve onu ilzam eylemez.

Keza,-^jraya ekin ekilmiş, bağ dikilmiş olursa, alımı da satımı da amire ait olmaz. Serahsî'nîn Muhıytı'hde de böyledir.

Bir adam, diğerine, "borcunu ödemek İçin," bir miktar mal verir; sonra da bu amir, borcunu bizzat kendisi öder; bilâhare de, bu borcu vekil öderse; eğer vekil, amirin ödediğini bilmeyerek ödeme yapmışsa, ona tazminat yoktur. Müvekkil alacaklıya müracaat ederek, malını geri alır.

Eğer vekil, bile bile ödeme yapmışsa, onu müvekkiline öder. Bu hususta, yeminle birlikte vekilin.sözü geçerlidir. O, yaptığını bilmeden yaptığına yemin edecektir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini mükâteb yapmak üzere" vekil apar, o da, onu mükâteb kılar; sonra da köle mükâtebe olmaktan aciz olur ve vazgeçerse; bu vekilin, onu ikinci defa mükâteb yapma hakkı yoktur.

Keza müvekkil, vekilini, "bir kadın nikahlarnaya vekil eder; o da, bir kadın nikahlar; sonra da müvekkil, onu boşarsa; vekil onu tekrar nikahlayamaz. Bedâi*'de de böyledir.

Şayet, aynı kadını, müvekkil kendisi nikah yapar veya o kadın mahremiyet sahibi çıkar yahut o kadından başka müvekkilin dört karisi olursa, bu durumlarda, vekil azledilmiş olur.

Keza, bir adam, "karısını, mal mukbili bir başkasının boşamasını" söyler; sonra da bu işi kendisi yaparsa; vekil, vekaletten düşer.

Bir adam, diğerini, "belirli bir kadını nikahlamâya" vekil ettikten sonra, vekil, o kadını kendi nefsine nikahlar; sonra da boşar ve sonra da müvekkiline nikahlarsa; bu caiz olmaz.

Bir kadın da, "birisini vekil tayin ederek: "Kendisini, bir erkeğe nikahlamasını." söyler; sonra da, kadın, kendisi bizzat bu işi yaparsa, vekil vekaletten düşmüş olur. Vekil durumu bilsin veya bilmesin fark etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "karısını boşamaya" birisini vekil ettikten sonra, bu müvekkil, karısını bainen veya ric'î talakla kendisi boşar ve iddeti tamam olur, bilahare de, vekil boşama yaparsa, bu boşama vaki oimaz.

Keza, müvekkil, kendisi yeniden nikahlarsa, artık vekil onu boşayamaz.

Şayet koca, vekil tayin ettikten sonra, karısını bir talak boşar; bila­hare de vekil boşama yapar, bu da iddet içinde olursa; talak vaki, kadın boş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bîr kimse, başka bir şahsı, karısını boşamaya vekil ettikten sonra; kadının   kocası,   onu,   mal  mukabili  boşasa;   iddeti  içinde, vekilin boşaması  vaki olur. Çünkü vekilin vekaleti   devam   etmektedir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, rehin için vekil yaptıktan sonra, bizzat bu müvekkil kendisi rehin verir; bilahare de rehnini kurtarırsa, vekil, tekrar rehin veremez.

Eğer müvekkil, başka birisini rehin bırakmaya vekil yapar, sonra da birisini vekil yapar; önceki de rehini kurtarırsa, ikinci vekil rehin koya­bilir. Çünkü, onu birinciden sonra vekil etmiştir. Bu durumda onu, rehni kurtardıktan sonra vekil etmiş oldu. Çünkü, ikinciyi vekil tayini caizdir. İki vekilden her birinin rehin alması da vermesi de caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyiedir.

Zekatını ödemeye bir şahsı vekil yapan müvekkil, zekatını bizzat kendisi öder; sonra da vekil öderse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminati gerekir. Vekil, durumu bilsin veya bilmesin müsavidir.

İmâmeyn'e göre ise, eğer müvekkilin ödediğini bildiği halde ödemişse, tazminat gerekir; değilse gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

2) Vekili, müvekkilin azletmesi de,vekaletin sona ermesinin sebep­lerindendir.

Azletmenin iki şarti vardır:

Birincisi: Azli, vekilin bilmesi şarttır. Çünkü: Azl, akdi ( = sözleşmeyi) bozmak içindir. Bunun hükmü de, onu bilmeden olmaz. Ancak bildikten sonra olur.

Vekil, huzurda iken azledildiği gibi, —hazırda değilse— mektupla da azledilir. Azil yazısı, vekile varınca o, azledilmiş olur.

Keza, vekil kendisine bir elçi gönderilerek de azledilir. Elçi varıp, durumu anlatınca, vekil azledilmiş sayılır.

Eiçi ona: "Gerçekten beni sana, fülan adam gönderdi ve dedi ki: Muhakkak ben, onu vekaletten azlettim." der ve işte o zaman, vekil azledilmiş olur.

Elçinin adil olması veya olmaması; hür veya köle olması; küçük veya büyük olması —tebliğ yaptığı takdirde— aynıdır.

Eğer müvekkil, vekile mektup yazmaz; elçi de yollamaz, fakat iki kişi ona azil haberini söylerse, —adil olsunlar veya olmasınlar— veya adil bir kişi söylerse; bütün bilginlere göre, o vekil azledilmiş olur. Vekil ona inansın veya inanmasın fark etmez. Çünkü, muamelatta tek kişinin haberi makbuldür. Her ne kadar, adil olmasa bile böyledir.

Şayet, haber veren bir kişi olur, o da adil olmazsa; eğer vekil ona inanırsa bi'1-icma azledilmiş olur. Eğer inanmazsa azledilmiş olmaz. Her ne kadar onun haberinin doğruluğu meyana çıkmış oîsa bile böyledir.

Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn görüşüdür.

İmâmeyn'e göre ise, inanmasa da, haberin doğruluğu meydana çıkınca azledilmiş olur.

Şayet müvekkil, vekili azleder; o da huzurda bulunmazsa, onu azlettiğine dair şahit edinir.

Azli kendisine haber verilmeyen vekil, azledilmiş olmaz.

Azlinden sonra ve bilgisinden önceki tasarrufatı —azledilmeden önce olan, bütün hükümlerde olduğu gibi— geçerlidir.

İkincisi: Vekaletin, başkasının hakkına tealluku olmamakda , azletmemin şartlarındandır.

Fakat, vekalet başkasının hakkına tealluk ederse; o hak sahibinin rızası olmaksızın, onu azletmek caiz değildir.

Mesela: Müvekkil, malını rehin bırakır; vakti gelince onu satmaya da birisini vekil eder; rehin alan şahıs da, o satıştan onu azlederse, işte bu azil makbul olmaz.

Keza, davalı olan zat, davasına bakmak üzere bir vekil tayin eder; bunun vekaletine, davacı da razı iken, onun haberi ve rızası olmadan, davalı vekili azlederse, işte bu azil de makbû! olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, diğerine, "kölesini satmasını" emrettikten sonra, onu vekaletten çıkarır; o da bunu bilmemekte olur ve köleyi satıp ve bedelini alır, o bedeî de onun anında zayi olur; köle de teslimden önce, ölürse; müşteri, parası için, vekile müracaat eder. Bu durumda* vekil de amire müracaat eder. Keza, kölenin efendisi, onu satmış veya mükâtebe yahut müdebber eylemiş veya azad-etmiş olur vekil de bu halleri bilmez veya köleye bir hak sahibi çıkar yahut kölenin aslen hür olduğu meydana çıkarsa, vekil, asilden müşterinin parasını alır ve ona verir.

Bir adanıp "belirli bir malını sa'tmaya" birisini vekil ettikten sonra, o vekili vekaletten çıkarmayı isterse; çıkarabilir. Ancak bunun başkasının hakkına tealluk etmemesi gerekir.

Mesela: Eğer, vekile, "satmasını ve onun bedelinden borcunu ödemesini" söylemişse; o zaman azledemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müvekkil, hasmının olmadığı bir yerde, vekilini azleylediği zaman, bu vekil ya  vekil talibin vekili olur (bu halde matlub huzurda olmasa bile azl sahih olur.) veya vekil matlubun (= borçlunun) vekili olur. Bu vekil, alacaklının rızası ile tayin edilmemişse, müvekkil onu azledebilir. Ve bu azil sahih olur.

Fakat, talibin rızası ile tayin edilen vekili, o almadan veya azline razı olmadan, müvekkil azledemez.

Eğer vekil, hakimin isteği ile, —talibin olmadığı zaman da tayin edilmişse, borçlunun onu hakimin huzurunda azletmesi sahih olur. Talip hazırda olmasa bile böyledir. Eğer talibin huzurunda azîeylerse, yine azli sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, yolculuğa çıkmak ister; karısı da, "şayet vaktinde gel­mezse kendisi boşamaya" bir vekil tayin etmesini ister o da öyle yapar; sonra da vekile bir mektup yazarak: "Seni vekaletten çıkardım." derse; bu azil sahih olur mu? Nusayr bin Yahya: "Azli sahih olur." buyurmuştur.

Muhammen"    bin   Seleme'de:    "Azli   sahih   olmaz."   demiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

3) Vekaletin sona ermesinin şartlarından birisi de müvekkilin (ilme­sidir.

Çünkü vekil, müvekkilin emrile ve onun ehliyyetiyle, vekil oluyor; müvekkilin ölümü ile de vekaleti son buluyor. Vekil müvekkilinin ölü­münü bilsin veya bilmesin bu böyledir. Bedâi('de de böyledir.

Şayet alacaklı ölür; borçlu da onun öldüğünü bilmeden, borcunu vekile verirse; borcundan kurtulmuş olmaz. Bunu vekile ödettirir.

Eğer, alacaklısının ölümünü bilerek, vekile borcunu öder;, o da vekilin yanında zayi olursa; vekil onu tazmin etmez.

Satışa vekil olan ve satış yapan kimsenin vekaleti, müvekkilinin ölümü ile sona ermez. Satışı caizdir. Bu, bir vefa satışıdır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam, yara iddiasında bir şahsı sulha (= anlaşmaya) vekil ettikten sonra, bu müvekkil ölürse, vekalet geçersiz olur.

Eğer vekil anlaşma yapmış ise, hassaten kendi malından ödeme yapar.

Şayet müvekkil ölmez de, alacaklı ölür; vekil de alacaklının varisleri ile anlaşma yaparsa; işte bu caiz olur. Çünkü, varisler —isteme ve alma hususunda- ölenin yerine kaimdirler. Mebsût'ta da böyledir.

4) Vekilin, vekaletten düşme sebebterinden birisi de, müvekkilin aklını oynatması kaybetmesidir.

Çünkü,  bu  durumda  amir  ehliyetten  düşmüştür.  Bedâi'Me de böyledir.

Tecennünün miktarı, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir aydır. tmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise, tam bir yıldır.

Sahih olanı da budur. KâtTde de böyledir.

Geçici olan tecennün hakkında, bir şey söylenmedi.

Bu müvekkilin her saat vekilini azletmesi üzerine hamledilir. (Talip tarafından yapılan dava vekili gibi...) Fakat, müvekkilin vekili, azlet­mesini gerektirmeyen gayr-i lazım bir vekalet olursa (rehin satışına gözcü tayini gibi...) bu durumda, müvekkilin deli olmasıyla, vekil, vekaletten düşmez. Fakat, vekil deli olur ve aklı kah gelir, hak giderse, o takdirde aklı başında iken yaptığı ahş-veriş geçerli olur. Aklı başında değilken yaptığı alış-veriş geçersiz olur. Vekaleti devam eder ve azledilmez. el-Asl'da böyle yazılmıştır. Alimler: el-Asl Kitabında: Müvekkilin rızası şart koşulmuştur. Eğer müvekkil, onun vekaletine razı olmazsa, tasar­rufu geçerli olmaz, Muhıyt'te de böyledir.

5) Vekaletten azil sebeblerinden birisi de, vekilin irtidad ederek dar-i harbe iltihalk etmesidir.

Bu, İmam-ı A'zam (R.A.)'a göre böyledir.

İmâmeyn'e göre vekil, bu durumda vekaletten düşmez. Şayet mü­vekkil kadı:tı olur; o da irtidad ederse; o kadın ölene kadar, vey kadın dar-i harbe gidene kadar, bu vekilin vekaleti baki kalır. Bu, bi'1-icma böyledir.

Çünkü, kadının irtidat etmesi tasarrufuna mani değildir. Bedâi"de de böyledir.

Şayet vekil: "Ben, onun hayatında aldım-sattım, borç ettim." derse, sözü tasdik edilir. Bütün mes'ele de böyledir. Yalnız, hali hazırda olan malda sözüne inanılmaz. Havî'de de böyledir.

Eğer vekil: "Bana verdiğin malı, filaneden aldım." der; o da, kendi karısı olursa; —mal mevcut olmasa bile— sözüne inanılır. Meb~ sût'ta da böyledir.

Bir adam, birisini, "şu kadını, bana nikah eyle" diye vekil yapar; o kadın da irtidat ederek dar-i harbe gider; sonra da esir düşer ve müs-lüman olursa; bu vekilin, onu müvekkiline nikahlaması caiz olur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki kişi, bir adamı, "belirli bir cariyeyi, kendilerine satın alması için" vekil ederler; sonra da o iki müvekkilden birisi, irtidat ederek dar-i harbe gittikten sonra, vekil, o cariyeyi satın alırsa, yarısı vekile, yarısı da diğer müvekkile ait olur.

Eğer mürtedin varisleri: "Sen, bizim adamımız mürted olmadan Önce, satın aldın." diyerek vekili yalanlarsa, yeminle beraber vekilin sözü geçerli olur.

Şayet vekil mürtedin parasını nakden almışsa; o zaman varislerin sözü geçerli olur. Her iki taraf da beyyine ibraz ederlerse; veresenin beyyinesine, itibar edilir.

Şayet vekil: "Ben,onun dar-i harbe iltihak etmesinden önce satın aldım." der; varisler de onu yalanlarsa; —malın (karşılığını) kendisine verilmiş olması halinde— vekilin sözü geçerli olur.

Eğer mal (karşılık) vekile verilmemişse; varislerin sözü geçerli olur. Şayet mal verilmiş olduğu halde vekilin veya cariyeyi satan şahsın elinde duruyorsa; yine varislerin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

6) Müvekkilin aciz olması da, vekaletin sona ermesinin sebeblerin-dendir.

Müvekkilin vekil tayin etmekten men edilmesi de vekaletin sona ermesinin st ebler-ıdc ırlir.

Şöyleki: Mükatep olan bir kimsenin veya me'zun bir kimsenin, bir şahsı vekil tayin ettikten sonra, bunların aciz kalıp; vekil tayin etmekten men edilmeleri gibi... durumlarda, vekil, —durumu bilsin, bilmesin— vekaletten düşmüş olur.

Müsteşfâda şöyle zikredilmiştir:

Vekalet aciz sebebiyle ibtal edilir. Men sebebiyle de geçersiz olur. Eğer vekil alım-satım vekili ise bu böyledir. Fakat hüküm veya borç ödeme vekili ise, vekalet geçersiz olmaz. Siracü'l-Yehhae'da da böyledir.

7) tki ortağın ayrılması da, vekâletin düşme sebeblerindendir.

Her ne kadar, onların ayrıldığını vekil bilmese bile, bu böyledir. Çünkü, hükmen azi olunmuş olur. Hükmen azilde de bilgi şart değildir.

Tebyîn'de de böyledir.

8) Vekilin ölmesi veya deli olması da vekaletten düşmesi demektir.

Şayet , vekil, mürted olarak dar-i harbe iltihak ederse, tasarrufu caiz olmaz. Ancak, müslüman olarak geri dönerse, o zaman tasarrufu caiz olur.

Yalnız, dar-i harbe iltihak etmeden önceki tasarrufu geçerlidir. Bir şartla ki, müslüman olarak geri gelirse, bekleme işi de sona erer. Hiç irtidat etmemiş gibi muamele yapılır.

Eğer dar-i harbe girdiğine hükmedilir; sonra da müslüman olarak geri gelirse; vekaleti avdet eder mi? İmâm Ebfi Yûsuf (R.A.): "Avdet etmez (= dönmez)" buyurmuştur.

İmâm    Muhammed    (R.A.)    ise:    "Avdet    eder.     {= döner)" buyurmuştur.

Vekil irtidat edip, dar-i harbe gider; sonra da geri döner ve müs­lüman olursa, zahirü'r-rivayeye göre vekaleti avdet eder. Bedâi"de de böyledir.

Bir müslüman, diğer müslümanı talak'a vekil ettiğinde, bu vekil irtidadt edip dar-i harbe iltihak eder; sonra da müslüman olarak geri dönerse, vekaleti üzerinedir. Havî'de de böyledir.

9)  Satımına vekil yapılan bir kölenin ölmesi veya azad edilesi yahut hibe edilmesi müdebber veya mükatep kılınması veya benzeri bir tasarrufta bulunulması da vekaeletten düşme sebeplerindendir. Çünkü, mahallinde

tasarruf, helakinden sonra tasavvur edilemez. Bedâi"de de böyledir.

10)  Vekilin vekaletten düşme sebeblerinden birisi de, müvekkili olduğu şey'in değişmesidir.

Müvekkil, bir şahsı, filan adamın bahçesindeki, tomurcuklu hurma ağaçlarını almaya veya satmaya vekil yapsa da, ağaçdaki çiçekler yaş veya kuru hurma haline gelse; alınacak veya satılacak olanın ismi değişmekle, vekalet batıl olur. Yine böyle hurma koruğu yaş hurma olsa vekalet batıl oîur.

Korukların bazısı, yaş hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur. Şayet, sözleşmede yaş hurma da var ise, o zaman vekalet batıl olmaz. Her ne kadar içinde koruk hurma bulunsa bile, bu böyİedir.

Ancak az bir kısmı, yaş hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur.

Yalnız, iki kür veya üç kür kadarı yaş hurma olursa, vekalet baki kalır. Yaş hurma, kuru hurma olsa alımı-satnm hakkında istihsanen vekalet tamamdır.

Yaş üzüm ise, bunun hilafmadır. Kuru üzüm olunca veya küçük koruk büyüyünce vekalet batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine "yumurta almasını" söyler; o da alır ve bu yumurtadan civciv çıkar; veya "tomurcuk al" dediği halde o kuru hurma alır; veya "üzüm şırası al." der.de, o sirke veya pekmez alır veya, "süt al." dediği halde o yağ alırsa, bu vekil, vekaletten çıkmış olur.

İbnü Semâa, İmâm Muhammet! (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, üç gün muhayyer olmak üzere, yumurta satsa; onun içinden de üç gün içinde, civciv çıksa,' satış batıl (= geçersiz) olur.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsfu (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerine: "Belirli bir sütün yoğurdunu al." der; vekil de bu yoğurt eskidikten sonra, onu satın alırsa; müvekkile karşı bu caiz olmaz.

Şayet, "süt yoğurdu sat." der de o eskir ve vekil onu satarsa, caiz olur. Çünkü mahallini zayi etmiş olmadı. Maksad satmak ve bedelini almaktı; o da oldu. Serahsî'nih Muhiytı'nde de böyledir.

Bir zjmrnî, diğer bir zimmiyi "belirli bir içkiyi almaya" vekil eder; o da sirke alırsa, işte o, onu alabilir. Havî'de de böyledir.

Keza, bir müslüman, diğer bir müsîümanı, "belirli bir şırayı almaya" vekil eder; o şıra da sirke olursa; o, onu alabilir. İçki olsa ne olur?

Bu zikredilmemiştir.

Sahih olan, onu da almaktır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine:"Belirli bir sevik satın al." dediğinde vekil, yağ ile karışık veya zeytin yağı ile bal ile şeker ile karışık sevik alırsa, onu satın almak amire karşı caiz olmaz. Satışı caiz olur.

Şayet müvekkil vekile: "Belirli simsim al." der; o da benefsec alırsa; satımı caiz; fakat, âmire karşı alımı caiz olmaz.

Eğer: "Belirli, beyaz bir elbise satın al." der; vekil de boyanmış olarak alırsa, alım-satımı caiz olur; fakat, amire karşı caiz olmaz.

Keza emrederken beyaza nisbet eylemez fakat işaret ederek, gsöterir; o da başkasını alırsa, amire karşı alışı caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Amir, birisine belirli bir taze olarak balık almasını söyler; o adam da, müvekkilin dediğini almaz da başkasını alırsa, amire karşı   caiz olmaz. Satım caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, "kölesini, borcuna karşılık vermeye" bir adamı vekil ettikten sonra, alacaklısının'izni ile, onu kendisi satarsa,'vekil vekaletten düşmüş olur. İster, vekil bu hali bislin, isterse bilmesin böyledir. Köle ister, borca bedel olsun, isterse olmasın yine böyledir. Bu durumda, bu kölenin efendisi borcunun karşılığını eğer üzerinde borcu varsa öder.

Fakat, efendisi onu azad ederse, vekil vekaleti üzerine kalır.

Keza, eğer alacaklısının izniyle, onu mükatebe ederse yine böyledir.

Mükâteb de bağış almak için, vekil tayin edilir ve bu müktabe kitabet bedelinden aciz olduktan veya azad edildikten sonra, bağış alırsa, bu caizdir. Yani bağış alabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Ticaretle uğraşan bir köle, "alım-satım ve başka şeyler için" vekil yapılsa; efendisi de onu vekaletten çıkarsa; bu —kölenin üzerinde borç olsun veya olmasın— bir şey değildir.

İki kişinin, bir mükatebi bulunur, o da, alım-satım veya dava için, bir   vekil  tayin   ettikten   sonra  onlardan   birisinin   kitabet   bedelini ödemekten aciz kalsa, vekaletine devam etmesi, ikisinin hissesi hakkında da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [33]

 

Vekâletten Azil Ve Diğer Hususlar Hakkında Değişik Mes'eleler
 

Bir adam, diğerini vekil yaptıktan sonra, karısını üç talak boşasa, bu vekil vekaletten azledilmiş olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine kölesini satmayı emrettikten sonra, köle de emreden şahıs da ölürler, vekil de bunu bilmeden köleyi satıp bedelini alır; o da vekilin yanında zayi olursa, vekil bedelini tazmin eder. Amire de müracaat edemez.

Eğer köle ölür de, müvekkilin başka hiç terekesi kalmaz ise, mü­vekkil de ölmüş olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir harbî, diğer bir harbîyi dâr-i harbde vekil ettikten sonra, bun­ların ikisi veya birisi müslüman olursa, bu vekalet, geçersiz olur. Meb-süt'ta da böyledir.

Vekil vekaleti reddederse, red edilmiş sayılır.

Bu, müvekkilin onun reddettiğini bildiği zaman böyledir.

Şayet müvekkil, bunu bilmiyorsa, bilene kadar, vekil vekildir.

Hatta bir adam, hazırda bulunmayan birisini vekil eder; o adam da vekaleti reddeder;, müvekkil de bunu bilmez sonra da, o adam vekaleti kabülederse; kabulü sahih olur ve vekil olur.

Keza, vekaleti kabul ettikten sonra, ona, müvekkil: "Vekaleti red-deyle." der; o da: "Reddeyledim." derse, vekaletten çıkmış olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkil, vekaleti inkar ederek: "Ben, onu vekil yapmadım." derse; bu bir azil olmaz.

Keza: "Şahit olunuz; ben filanı vekil yapmadım." derse; bu yalandır; vekil azledilmiş değildir ve vekildir. Bazı alimlerimiz: "Bu mes'elede iki rivayet vardır. Sahih olanı budur." buyurmuşlardır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir baba, sabî çocuğunun eşyalarını satması için birisini vekil ettikten sonra, bu baba veya çocuk ölürse, vekil azledilmiş olur.

Eğer baba sabinin varisi ise, bu İmamlarımızın üçüne göre de böyledir. Hulasa'da da böyledir.

Vekil hiç bir şey yapmadan önce, sabî bulûğa erişirse, yine vekil vekaletten azledilmiş olur. Sabinin de babanın da vekili aynıdır. Baba, vekili dava vekili yapar ve ona: "Her ne zaman azledersem, sen yine benim vekilimsin." derse; bu vekaletin sıhhatinde ihtilaf edilmiştir. Alimlerin ekserisi: Vekaleti caiz olur." buyurmuşlardır.

Ebû Zeyd eş-Şurûtî de böyle söylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Böyle şartla, vekalete izin veren kimse, onu vekaleten çıkarmak isterse, (çıkarma lafzında) alimler ihtilaf eylediler. Bazıları "Ben bütün söylediklerimden  geri  döndüm;   seni  vekaletten  çıkardım."   der  ve dönüşü sahih olur." demişler; bazıları ise: "Sen benim vekilimsin." der; bundan sonra da "Seni vekaletten çıkardım." der; bu durumda, o da vekaletten azledilmiş olur. ve vekil olamaz." demişlerdir.

Şemsü'1-Eime Serahsî ise: "Bana göre, esahh olan, müvekkilin seni vekilliklerden azlettim." demesidir. İşte böylece ta'iik edilmiş geçerli şeylerden dönmüş olur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, şarta bağlı bir vekil tayin ettikten sonra, o şart vücut bulmadan, o vekili azlederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu sahih olmaz.

İmam Mu h anını ed (R.A.)'e göre, bu şahsın azli sahih olur.

Fetva da bunun üzerinedir.

Şayet bir adam, diğerine: "Her ne zaman, seni azledersem; sen benim vekilimsin." der; sonra da "Her ne zaman dönersem, gerçekten sen azledilmişsin." derse; alimler bunda da ihtilaf eylediler.

Beğenilen görüş: "Talak ve ıtak, hariç müvekkilin, vekilin huzu­runda, onu vekaletten çıkarmasıdır. Bu durumda müvekkil vekiline: "Seni mutlak vekaletten azlettim ve muallak vekaletten de döndüm." der.

Fetva da bununla verilir. Hulasa M a da böyledir.

Boçlü olan zat, dava için başkasının vekiline karşı bir vekil tayin ettikten sonra talip olmaksızın, onu vekaletten men eder; veya: "Eğer ikrar- edersen, seni ikrardan çıkardım." derse, İmam Muhammed (R.A.)'e göre men etmesi sahih olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre talip (= alacaklı) olmadıkça, onu men etmesi sahih değildir. SeraJısî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine bin dirhem verir ve ona, "bir cariye satiri almasını" söyler ve: "Her ne yaparsan, işte o caizdir." der; vekil de, bu iş  için, başka birisini vekil ettikten sonra, amir birinci vekili azleder; ikinci vekil de bir cairye satın almış olursa, —ister önceki vekilin azlini bilsin, isterse bilmesin— satın alışı caizdir. Bedelini, ikinci vekile, birin­cisi versin veya vermesin fark etmez. Keza şayet önceki vekil öldükten sonra, ikinci vekil cariyeyi satiri alırsa, müvekkil için satın almış olur. Eğer müvekkil, ikinci vekili vekaletten çıkarırsa, çıkarması sahih olur. Önceki vekil, ister sağ olsun, ister ölmüş olsun farketmez.

Şayet Önceki vekil, azlinden önce, —ikinci vekil satın almadan önce— satın almış olursa, mal sahibine karşı, satın alışı caiz ve şahindir.

Eğer bundan sonra, ikinci vekil de, satın alırsa, kendi nefsi için satın almış olur. Önceki vekilin satın aldığını bilsin veya bilmesin, önceki cariyenin bedelini versin veya vermesin değişmez.

Şayet, her ikisi de amir için, bir anda cariye satın alırlarsa, cariyenin ikisi de amirin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müdarıb, bir köle satın almaya, bîr adamı vekil ederek, ona bede­lini de verir; sonra da, mal sahibi ölür veya tecennün ederse; bilahare de vekil, bir köle satın alırsa, bu hassaten müdariba ait olur.

Mesela: Mudarib bir adamı, bir köle satın almaya vekil ederek, ona bedelini de verir, sonra da müdarebe ortaklıkları bozulur; bundan da, vekilin haberi olmaz ve köleyi satın alırsa, bu hassaten müdariba ait olur. Serahsfnin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adamın diğerine borcu olur; sonra da borç sahibi bir adamı vekil ederek, ona mal verir ve o malı, alacaklıya vermesini söyler, sonra da,   alacaklı alacağını   borçluya   bağışlarsa;   —vekil   bu   durumu biliyorsa— aldığını tazmin eder. Şayet bilmiyorsa, tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.                                               

Bir  adam,  efendisinin veya başkasının yanındaki  emanetini İmaya, birisim vekil eder; efendisi de, o köleyi satar veya azad eder ahut cariyesi ise, doğum yaparsa, vekil vekaleti üzerinedir. Onun, Önce ekil tayin eylemesi, vekilin devamlılığına mani değidlir. Mebsût'ta da öyledir.

Köle olan bir adam, bir dava vekili veya alım-satım vekili tayin ttikten sonra, bu köle firar ederse (= kaçarsa), vekil vekaletten düşer.

Eğer, vekil köle ise; kacsa da vekaleti devam eder. Mebsût'ta da löyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [34]

 

10- VEKÂLETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
 

Satın almaya vekil yapılan bir zat, pahalı olan bir kumaşı satın alır, bedelini de belirterek öder; müvekkili de, buna razı olmaz ve vekile geri verir; o da, vekilin yanında zayi olursa, vekil onun kıymetini satıcıya öder.

Eğer müvekkil, pahalı da olsa almasını emrederse; vekil bedeli için müvekkile müracaat eder. Şayet, bunu emretmemişse, müracaat edemez. Muftıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sen, benim borcumu ödemeye vekilsin, kimi dilersen, sen de onu vekil yap.'-' der; vekil de böylece başka birisim vekil ederse; birinci vekil, istediği zaman, iknici vekili vekaletten çıkarır.

Şayet müvekkil: "Sen, benim borcumu ödemeye vekilimsin ve filanı ida.böylece sen vekil eyle." derse; bu durumda, birinci vekil, ikinciyi vekaletten çıkaramaz.

Eğer: "Dilersen, filanı vekil yap." der; o da, onu vekil yapar; o takdirde birinci vekil, ikinciyi azledebilir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, bir köle satın alır ve onu "filan için aldığına" şahit tutar, o fülan da: "Ben razıyım." derse; müşterinin, o köleyi ona ver­meme hakkı vardır.

Şayet verirse, bedelini ondan alır. Bu ikisinin arasında alım-satım olmuş olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, başka birisinde bin dirhemi olur ve ona: "Onunla şu köleyi satın al." der; o da onu satm alırsa, işte bu caizdir.

Şayet, "onunla belirsiz bir köleyi almasını" söyler; o adam da, bir köle satın aldıktan sonra ve o köle, emredene verilmeden önce, o adamın yanında ölürse, satın alanın malı olarak ölmüş olur.

Eğer amir, teslim almışsa; kendisinin olur.

Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye aittir. İmâmeyn'e göre me'mur alınca; —ölse de kalsa da— amire ait olur. Hidâye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Bir adam, satmak üzere, diğerine dinar verir ve o adam da, kendi dinarlarını .satar ve amirin dinarlarını kendi nefsi dinarlarına sayarsa, bu caiz olmaz.

Şayet bir adam, diğerine, "bir elbise alması için" dinar verri; o adanı da, o elbiseyi kendi şahsî dinarı ile satın alırsa, satm alınan şey amirin olur. Bu caizdir. Onun dinarı da kendisinin olur. Serahsî'nin Muhıyd'nde de böyledir.

Şayet, başkasının dinarı ile satın alır da, sonra da müvkekilinin dinarını verirse; satın alınan vekilin oiur. Müvekkilin dinarını tazmin eder. Hulasa'da da böyledir.

Satın almaya vekil edilen zat* bir şeyi satın alıp, bedelini şahsi malından öder; satın alınanı da amire teslim ederek, ondan bedelini alır; sonra da satın alınan şeye, o amirin elinde iken, bir hak sahibi  çıkar; amir de bedeli için, satın alan şahsa müşteri, satıcıdan onun bedelini almadan önce müracaat ederse; buna hakkı yoktur.

Eğer amir, onun bedelini ödememiş ise, vekil onu ondan alır; saucı-dan da, o bedeli geri alınca, amire geri verir.

Bir adam,  diğer bir  adama,  "belirli  bir bedelle,  bir elbise almasını"emrederek dirhemlerini de öder; vekil de onu alıp nakden o dirhemleri öder; sonra da satıcı dirhemleri müşteriye geri vererek: "Bu dirhemler zayıftır." dediğinde, vekil onu yalanlar veya doğrular; amir ise, onu inkar ederek: "Bunlar benim dirhemlerim değil." derse; bu durumda vekil, o dirhemleri amire reddeder ve satıcının sözü geçerli olur.    Dinarlar da böyledir. Fakat, yer böyle değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanmd,a, birisinin kölesi bulunur ve köle yanında olan zat, "o köleyi efendisinden satın almaya" birisini vekil ettikten sonra bu vekil: "Satın aldım ve bedelini kendi malımdan ödedim." der; müvekkil de buna inanırsa; müvekkile, "onun bedelini, vekile vermesi" emredilir. Ve onun: "Ben korkuyorum; kölenin sahibi gelir de, köleyi elimden alır diye." demesine, iltifat edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın nikahının altında, diğer birisinin cariyesi bulunur ve cariyenin kocası, bir vekil tayin ederek; "karısını, efendisinden satın almasını"  ister;  vekil  de  onu  satın  alırsa;  eğer zevcesi  ona cima etmemişse nikahı batıl olur ve mehri kocasından düşer. Çünkü, bu bir ayrılıktır.

Erkek için, mehir olduğu cihetten gelmiştir. Bu, efendisinin, "cariyesini vekilin, müvekkiline nikahlamak için satın aldığını" bildiği zaman böyledir. Şayet, efendisi, o cariyeyi önce bir başkasına satar; sonra da kocası o cariyeyi o adamdan satın alırsa; o cariyeye cima etmeden önce, onun önceki efendisine, kocasının nısıf mehir (== mehrin yansını) ver­mesi gerekir. Çünkü, ayrılık kendisi için mehir olan cihetten gelmiyor. İşte bu, efendisi, "müşterinin vekil olduğunu ikrar, eylediğini ve kocası tarafından vazifelendiğini" bildiği zaman veya bunu beyyine ile anladığı zaman böyledir.

Şayet onun vekilliğini bilmez, ancak satın aldıktan sonra vekilin ikrarından bunu anlarsa yemin ile birlikte satıcının sözü geçerli olur. Aksi takdirde, koca onun vekil olduğunu belgeler ve isbat eder.

İ3ir adam, diğer bir adama: "Bir köleye karşılık, filanın kölesini satın al" derse; memur için, bu vekalet sahih olur.

Şayet vekil o köleyi satın alırsa; müşterinin kölesi müvekkilinin olur. Ve müvekkil, kölenin kıymetini vekile öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam bir köle satın alır ve o köleyi satın almadan önce veya satın alıktan sonra, "onu filanın emri ile, onun için aldığına" şahit tutar; sonra da" gerçekten onu, bir başkası için satın aldığını" söyler ve onun malını verdiğine şahitlik yapar; bilahare de, ikinci adam gelir, birinci  adam gelmezse köle o adama hükmedilir.  Birincinin hüccet getirmesi gerekir.

Şayet, o da gelip, "o kölenin kendisi için alındığını" isbat ederse; köle onun olur. Ve ona hükmedilir. Keza, önceki adam için, alındığına şahitler bulunurlarsa, yine böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "bir cariye almaya" vekil edip, bedelini de söyler; vekil de satın alır ve bu köleye bir sahib çıkarsa, vekil tazminatta bulunmaz.

Eğer aldığı cariyenin hür olduğu açığa çıkarsa; vekil, tazminatta bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerini "un almaya" vekil eder ve ona dirhemlerini de verir; bir adam da. vekile, içinde kireç olan çuvalı gösterince, vekil onu un zanniyle, satın alıp parasını da verirse işte, vekil o zaman, müvekkilin parasını öder.

Emre muhalif olan işler —vekil onu bilmese bile— hep böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam başka birisini, bir kür buğday almak için, vekil eder, bu vekil onu satın alır ve onu taşıtmak için, birde deve icarlarsa; şayet mü­vekkil, onu "ayni şehirde olan buğdayı almaya" vekil etmişse, kıyasa göre, onun (= vekilin) verdiği o buğdayı taşıtma ücreti, teberru olur. Ve müvekkiline müracaat edip verdiği icar parasını isteyemez.

İstihsanda ise, verdiği icarı müvekkilinden alır. Ve kendisi tazmin eylemez.

Şayet müvekkil, vekilini —şehir içinden kira-için müvekkiline başvuramaz. Kendisi tazmin eder. Bu, hem kıyasda hem de istihsanda böyledir.

Eğer amir, vekilini buğday almaya vekil eder; vekil de bir dirhem bir de dirhemin yarısına (= bir buçuk dirheme) bir deve kiralarsa; kira icarlayana ait olur.

Eğer, deveyi bir dirheme kiralar ve amirin emrine göre hareket ederse; kira amire ait olur.

Vekilin ücret için, buğdayı vermemeye hakkı yoktur. Kirayı ver­meden vermemeye hakkı olduğu gibi... Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini belirli bir cariyeyi almaya vekil ettiğinde, vekil onu, kendi nefsi için satın alıp ona cima ederse; ona, had cezası verilmez. O cariye ve onun çocuğu bu durumda amirin olmaz.

Bu durumda mehir lazım olur mu? Bu zikredilmemiştir.

Alimlerimiz: Duruma bakılır: Eğer vekilin cariyeyi amire teslim etmemesi bedeli içinse, vekil cariyeye mehir borçlu olmaz." demişlerdir.

Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre cariyeye karşı, bedel ve mehir taksim edilir. Eğer mehir efendisinin hissesine düşerse, bedelden düşülür. Yok cariyenin hissesine düşerse, mehir cariye için baki kalır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "bin dirheme, bir köle satın almaya" vekil eder; vekil de amire vermek üzere, bir köle satın ahr ve bu köle vekilin yanında ölürse, vekil onun bedelini, kendisi öder. Sonra da amire mü­racaat ederek ondan alır.

Eğer köle bin dirhemden fazla eder ve bu köle —onu, müvekkili azad edene kadar— ölmezse, müvekkilin azad etmesi sahih olur. Vekil azad ederse, sahih olmaz.

Şayet vekil, köleyi, müvekkiline vermek üzere, bin dirheme satın alırsa, mes'ele hali üzre kalır. Vekil bedeli için, amire müracaat edemez. Zira, kendi nefsi için almış sayılır.

Hatta, müvekkil, o köleyi azad eylese, azadı sahih olmaz. Fakat, vekil azad ederse, azadı sahih olur. Muhıyt'te d eböyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, "bin dirheme, bir köle almaya" vekil eder; vekil de köleyi bin dirheme satın alır; fakat onun değeri iki bin dirhem-olursa, bu vekil, üç gün muhayyerdir. Sonra vekil, müvekkile, beşyüz dirheme kadar müracaat eder ve ister. Köle ise muhayyerdir. Dilerse vekilin kölesi olur.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür. Kıyasda da böyledir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de aynı görüştedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir köle satın alıp parasını —bir adam onu, o köleyi azad etmeye vekil edene kadar vermese, bu vekil azad edince— o kölenin bedelini —vekil değil de— müvekkil öder. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Müntekâ'daşöyle zikredilmiştir:

Bişr'iüy İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayefettiğine göre:

Bir adam, diğer birini, sıfatı, cinsi belirli bir köle veya ev yahut bir at almaya, veya emsali bir şey almaya vekil eder; emreylediği zaman, o vasıfta olan şey, amirin malı olsa da, onu satmış bulunsa; sonra da onu vekil satın alsa; işte bu caiz olmaz.

Şayet, vekilin malı olmuş olsaydı; me'mur onu, önce satar, sonra da geri alırsa; işte bu amire karşı caiz olur. Muhıyi^riiH5o>ledir.

Bir adam, diğerini: "Filanın kölesini, bin dirheme al." diye vekil eder; vekil satıcıya gelerek talepte bulununca, o adam da: Ben, o köleyi filana sattım." (yani müvekkile sattım) der; vekil de: "Kabul eyledim." derse; sahih olan, vekil fuzulî olmuş olur. Müvekkilin sözleşmesi bekle­nilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, cinsini beyan ettiği, fakat bedelini söylemediği, bir cariyeyi satın almaya, birisini vekil yapar; müşteri de satın alıp amire yollar; amir de, bu cariyeye cima ettikten sonra, onu veküe iade eder; vekil  de:   "Ben,  onu  senin  için  satın  aldım."  derse;  vekilin  sözü geçerlidir. Ve neseb de amirdendir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine, kendi malından, bin diremlik buğday satın atmasını söyler, vekil de öyle yapar; amir bu işi bedelini ödemeye, gücü yetmediği için hakime çıkarırsa, bu durumda hakim, o. buğdayı satar ve bedelini  me'murun  yanında  emanet  olarak  bırakır.  Amire bedelini ödeyene kadar vermez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine, "yüz dirhemlik buğdayı almasını" söyler; me'mur da öyle yapar ve yüz dirhemi öder; sonra da me'mur, satıcıya elli dirhemini vererek fazla buğday ister ve satıcı da öyle yaparsa; alimler: Önceki alınan yüz dirhemlik buğday, amirin olur. Sonraki alı­nan elli dirhemlik buğday da me'murun olur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir   adam,   diğerini   vekil   ederek,   "belirli   miktarda   buğay almasını"  söyler;  vekilde  alıp  müvekkiline  verirse,  aslında  buğday vekilin olur. Parası ise, müvekkilde alacak olur. Nihâye'de de böyledir.

Bir adamın, bir yük eşyası olur ve iki kişiye: 'Hanginiz satarsa, işte o caiz olur." derse; onlardan hangisi satarsa satsın caiz olur.

Keza: "Şu iki kişiden hangisi satarsa, caiz." derse; onlardan hangisi satarsa; işte o caiz olur.

Şayet müvekkil, bir adama: "Seni buna", veya "Seni bunu sat­maya, vekil eyledim." derse; onlardan hangisi satarsa satsın, istihsanen caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Kim sana şu kölemi satarsa, işte ona izin verdim." derse; bu durumda ona, kimse vekil olmuş olmaz. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu köleyi, benim için filana sat." der; o adam da, onu sattıktan sonra, "emreylediğine satmadım." diye inkar eder ve: "Onu filan aldı." derse; önceki sözü, vekaletini ikrar olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğer birine: "Onu sat." veya: "Mükateb eyle." yahut: "Azad eyle." derse; vekil bunun hangisini yaparsa o caiz olur.

Aslolan, bunların hiç birisinin, —şarta bağlandığı için ve belirsiz şeyde sözleşme caiz olmadığından— sahih olmamasıdır.

Bunun faydası: Şarta bağlanan şeye vekil yapsa, bilinmeyen şeyde, sözleşmenin caiz olmamasıdır. Çünkü fayda vermez.

Bir adam, diğerine: "Şu veya şu kölemi satmaya vekil ettim." veya: "Şunu veya şunu nikaylamaya vekil ettim." dese de: "vekil ikisini birden bir bedel ile saısa veya değişik bedellerle satsa, veya ikisini birden nikahlasa, birinin satışı veya nikahı caiz olmaz. Çünkü akd meçhule karşı yapılmıştır. Münazaaya sebeb olur.

Bir kimse, başka bir şahsı, iki karısından birini boşanmasına veya iki kölesinin birisinin azad edilmesine, vekil yapar; vekil de ikisini birden boşar veya iki köleyi birden azat ederse; —bedelli olsun veya bedelsiz olsun,— bunlardan ikisinden biri caiz olur.  Bu durumda müvekkil muhayyerdir. Çünkü, onlardan birisinin boşanması veya azad edilmesi sahihtir.

Mal mukabili boşamaya vekalet de böyledir.

Bir adam, diğerini iki karısından her hangi birisini, mal karşılığı boşamaya, vekil eder; vekil de ikisini birden bir bedelle veya ayrı ayrı bedellerle boşarsa, denildi ki "Bunlardan birisinin boşanması sahih olur.

Ve kocaya, hangisinin olduğunu açıklaması cebredilir." denilmiştir.

Şayet, bir kimse, "şu veya şu kölemi mükateb yap." diye birisini vekil eder; o da her ikisini de mükateb ederse, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki kişi, "bir kölenin azad edildiğine" şehadette bulunsalar; hakim, ithamdan dolayı, ikisini de reddeder.

Bundan sonra, efendi o iki şahitten birisini "o köleyi satmaya" vekil eder; o vekil de diğer arkadaşına satarsa, bu sahih olur.

Köle, müşteriye göre azad edilmiş olur. Satıcı da bedelini amire Öder. Müşteri bedelinden beri olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammet* (R.A.)'e göre, şayet başka birisine satarsa; sahih olur; bedelini alır. Köle de azad edilmiş sayılmaz. Şayet satın alan zat, satıcı bedelini aldıktan sonra, satıcıyı tasdik ederse; beraatı sahih olur. Köle de azad edilmiş olur. Satıcı kendi malından müşterinin parasını öder. Eğer müşteri,  köleyi  teslim  almadan önce,  satıcıyı doğrularsa; müşteri bedelinden berî olur./ Satıcı amirine, o kölenin bedelini öder. İmâmeyn'e göre bu böyle'dîh Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vekil köleyi sattıktan sonra, bu köleyi efendisi öldürürse, satış batıl olur. Çünkü vekil, satış hakkında naibdir.

Buna göre, efendisi kölenin elini keserse, müşteri verdiği bedelin yarısını geri alır. Onu, bizzat kendisi satmış gibi....    '

Dilerse bedelini tamamen ödeyip köleyi alır. O zaman, kölenin kıymetinin yarısını müşteriye vekil tazmin eder.

Dilerse, satışı fesheder. Vekil, amire kölenin yarı kıymetini tazmin eder. Ve artanım da tasadduk eder. Serahsf nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir  adam,  diğerini,  kölesini  satmaya vekil  ederek  onu,  bin dirheme satmasını söyler; vekil de onu satıp, bedelini alarak köleyi nıüşıeriyc ıeslim eder; bundan sonra, müvekkil,müşteri için bir de ziyade ederse, evde, köle de müşterinin olur. Vekil o fazlalıktan için beri olur. Bu  evin  de  bir  şefi'si  olsa  da, o  bin  dirhemden, hissesi   kadarını müşteriden alsa, müşteri bu defa, bin dirhemden şefi'ye verdiği kadarını vekilden geri ister. Vekil de müvekkiline bir şey için müracaat edemez.

Eğer bu köleye bir sahip çıkarsa; o zaman, vekil kölenin bedelinin tamamı için müvekkile müracaat eder. Sonra da onun, kölenin hissesi kadarını müşteriye iade eder. Evin hissesi, vekilde kalır.

Satışa vekil olan zat, satacağını sattığı zaman, müşteri aldıktan sonra, onu müşteriden kendisi satın alır; sonra da o satılan şeye bir hak sahibi çıkarsa; vekil, müşteriye müracaat eder. Sonra da, müşteri vekile başvurur; vekil de müvekkiline, müracaat ederek sattığı şeyin bedelini alır. Feiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satış vekili: "Tanımadığım kimseye sattım ve onuda tanımıyorum ve sattığımın bedelini almaya gücüm yetmiyor." derse; kendisinin taz­minatta bulunması gerekir.

Satış vekili satılacak şeyi, "onu, sevdiğine arz etmek için," biri­sine verir o adam da, satılacak şeyi alıp kaçar veya onun yanında zayi olursa,  onu vekil  tazmin  eder.  (- öder.)  Hızânetü'I-Müftin'de de böyledir.

Esahh olan budur.

Güvenilir birisine verirse, vekile tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir çamaşır leğeni verip ona: "Onu satmasını" söyler; vekil de onu kırar sonra satarsa^ satışı caiz olur; fakat değerinin noksan kalan kısmını amire öder. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Bir elbiseyi satmaya vekil edilen zat şayet elbiseyi temizlikçiye temizletmeye verir, o da temizlerse, vekil onu amirine tazmin eyler; fakat elbise vekilin eline tekrar geçerse tazmınatan kurtulur. Hatta bundan sonra o elbise vekilin yanında zayide olsa yine tazminata bulunmaz. Şayet bundan sonra vekil satarsa satışı caiz olur. Bedelinin tamamı mü­vekkilinin olur. Vekil müvekkilinden temizlik ücretimde alamaz.

Bir adam, diğerine bir elbise vererek:"Bunu, benim için sat." der; vekil de onu satar da parasını almaz ve amirle karşılaşınca da: "Elbiseni sattım. Filan adama ve onun yerine bedelini ben ödeyeceğim." der ve bedeli de öderse; işte bu fazladan bir iş olur.

Müşteriye müracaat edip de, ondan elbisenin parasını isteyemez. Şayet: "Seı;;n müfteri de olan malın benim olmak üzere bedelini ben ödüyorum." derse, caiz olmaz. Vekil müvekkiline verdiğini geri alır. Müşteriden de elbiseyi alarak, sahibine teslim eder. Eğer vekil, elbise sahibinin bir yerini, müşteride olan dirhemlerin karşılığına ve ağırlığına satar, sonra da "bu dirhemleri filandan olan malına mukabil say." der de, "senin filanda olan, benim malım." için demezse, işte bu caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir cariyeyi satmaya vekil yapılan zat, o cariyeyi, amirin emri üzere, bin dirheme satar, karşılıklı teslim tesellüm yapıldıktan sonra da müşteri onu "katibe veya ekmekçi olmak üzere" aldığım iddia eder veya "bekar olarak aldığını ve onun bekar olmadığını" iddia eder; satıcı da bunu inkar; amir ise ikrar ederse, amirin ikrariyle satış bozulmaz.

Şayet müşteri satıcıya, üç günlük muhayerlik şartı koşmuşsa, bu üç gün içinde, satışı bozabilir.

Satıcı, muhayyerliği inkar eder de, amir ikrar ederse, hakim bu cariyeyi, amire reddeder ve bedelini amirden alır.

Şayet müşteri, cariyeyi teslim almamış ve onu dul bulmuş ve müşteri satıcıya "onun bakire olmasını" şart koştuğu halde onu dul bulmuş ve: "Dul buldursam, bana gerekmez" demişse; bu satış bozulmuş olur. Satıcı bu şartı inkar eder, amir de ikrar ederse; cariye amire hükmo-lunur. Ve müşteri parasını amirden alır.

Keza, teslim almadan önce, onun ekmekçi veya katibe olmasını şart koşmuş ve onu öyle bulamamışsa, ayni şekilde amirden parasını alır ve cariyesini geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "bir yük metaını satmaya" vekil eylese, vekil de onu satar; müşteri de görme muhayyerliği üzerine, satıcıya geri verir; amir de: "Bu benim eşyam değildir." derse; vekilin sözü geçerli olur.

Şayet vekil, ona bir elbise satar, başka bir şey satmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.

Imâmeyn'e göre ise bu satış yüke zarar veriyorsa caiz olmaz. Meb-sût'ta da böyledir.

Vekil bir insana, müvekkilin emriyle bakır bir ibrik satar; onu da müşteriye vermeyi unutursa, tazmin eylemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine on dirhem verip, "onu tasadduk etmesini" söyler;- vekil de onu harcar; sonra da kendi malından amir için, on dirhem ^asadduk ederse; işte bu caiz olmaz. Bu on dirhemi, amire ödemesi gerekir. Eğer, dirhemler duruyorsa vekilin onu alıp amirin namına tasadduk etmesi istihsanen caiz olur. O on dirhem, kendi dirhemleri yerinde olur.

Bir adam, diğerine, bir miktar mal verir ve "onu tasadduk etme­sini" emreder o vekil de, o malı büyük oğluna tasadduk ederse bi'1-icma caiz olur.

Bir  adam,  vekiline,  "filan  adama,  vekilin yanında bulunan buğdaydan bir kafiz tasadduk etmesini söyier; o filana da emredip, vekilden bu buğdayı alıp, satmasını söylerse; satış, müvekkilin emrine kadar ertelenir.  Ve, onu satmaya tayin ettiği vekilin vekaleti sahih olmaz. Çünkü, sadakaya verdikten sonra, geri almak olmaz. Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Bana infak eyle." der; o da, infak ederse, müracaatı şart koşmamış olsa bile, amire müracaat eder.

Keza; "Çocuklarıma infak eyle." der; o da infak ederse, müvek­kile müracaat  ederek,  onu geri  alır.  Her ne kadar müracaatı şart koşmamış olsa bile bu böyledir.

İbnü Semaa'nm Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, ehline "her ay on dirhem" infak edilmesini, emreder; me'mur da: "İnfak ettim." der; amir ise, bunu inkar ederse, me'mur, amire yemin verir. Hakim de amirin "Allah adına; onu her ay ailesie infak ettiğini bilmediği" hususunda yemin etmesini ister; yemin etmesi halinde amire hükmeylemez. Muhıyt'te de böyledir.

Borç almaya vekil edilen şahıs: "Filandan bin dirhem aldım." der; borç veren de: Gerçekten verdim." der; fakat müvekkil bunu inkar ederse;  İmâm Muhammed (R.A.):  "Müvekkilinin sözü geçerlidir." buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Vekilin sözü geçerlidir." buyurmuştur.

Bir adam, diğerini, "kölesini mükateb yapmaya" vekil eder ve mal bedelini almasını söyler, vekil de: "Gerçekten öyle yaptım." dediği halde, müvekkil bunu inkar ederse; İmâm-ı Muhammed (R.A.): "Kitabet hakkında, vekilin sözü dinlenilir. Çünkü, bunda bir menfaat yoktur. Bedeli alma hususunda ise, sözü dinlenilmez. Çünkü, onda itham olunmalar vardır." buyurmuştur.

Şayet mükateb yaptıktan sonra, kitabetini isbat eder ve: "Bedelini aldım ve sana verdim." derse; işte ona inanılır. Çünkü emin kişidir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir hastaya ölüm yakın olur; o da, bir vekil tayin ederek ona: "Şu dirhemleri götür ve onları oğluma ve kardeşime ver." desede,  bir açıklama yapmasa; bu adam vekildir ve o paraları varislere vermesi helal olmaz.    O  dirhemleri  ancak o  adamın  borçlarına    verebilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Hasta, vekiline, "kendisine, borçlu olan adamdan bin dirhem almasını ve onu tasadduk etmesini" söyler; o adam da onu alsa ve tasadduk eylese; bu istihsanen caiz olur.

Mualla'da İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, diğer birisine bir köle vererek, onu azad etmesini söyler; o şahsı da, bu köleyi azad eylemez; kölenin efendisi sorunca da, inkar eyler ve: "sen, bana köle vermedin." der; sonra da onu azad ederse; işte bu şekildeki azad, geçerli değildir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam Bel İr e gitmek ve yük götürmek için hammallar kira­layan bir kimse hammaliara, "vekilden kiralarım almalarını" söyier; onlarda kiralarını ondan isterler; vekil de, bunu kabul ederek hammal-lardan bazılarının kirasını verip, bazılarınkini vermezse; bu hammalların vekile borcu bulunup o da alacağını ikrar etse bile, yine de kiralarını vermesi vekile cebredilir. Eğer inkar ederse, hammallar ona Allah adına yemin verirler. Eğer  alacağı    yoksa,  bu vekil  cebredilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir vekil, vekaletini kabul etmeden önce: "Allah vekalete la'net eylesin." der; bu-sözü de müvekkilinin yanında söylerse; vekaletten çıkmış olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. Dönüş de O'nadır. [35]

 

-----------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/157.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/157-158.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/158-161.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/161.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/162-165.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/165.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/165-167.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/167-170.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/170.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/172.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/172-176.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/176-184.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/184-203.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/203-217.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/218-243.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/243-245.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/246.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/246-252.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/252-255.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/255-258.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/259-263.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/264.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/264-265.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/266-275.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/276-284.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/284-285.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/285-296.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/296-298.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/298-303.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/303-307.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/307-314.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/315-320.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/321-332.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/332-335.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/336-348.

 

Günün Sözü

"“Ey o bütün îmân edenler! Yehûd (yahûdîler) ile Nasârâ’yı (hıristiyanları) yâr (dost) tutmayın; onlar ancak birbirlerinin yârânıdırlar...” (Sûre-i Mâide, 51)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.