Emanet ve Ehliyet
HAKEM TAYİN ETMENİN HÜKMÜ (TAHKİM)
- Ayrıntılar
- Kategori: Emanet ve Ehliyet
- Gösterim: 3208
1893 İslâm toplumunda "Hakem" tâyin ederek ihtilâfları çözme hakkı sadece müslümanlara tanınmış bir hak değildir. Zimmet ehli iki vatandaş; kendi dinlerinden birisini hakem seçerek, hükmüne râzı olabilirler.(285) İslâm devleti; yargı hakkını bahane ederek, buna müdâhele edemez. Yahudiler kendi aralarında "Tevrat'ın" hükmünü; Hristiyanlar da "İncil'in" hükmünü, uygulayabilirler. Ancak cezâ hukukunda muhtariyet sözkonusu değildir.
1894 Kur'ân-ı Kerîm'de "Yahudiler'le" ilgili olarak nâzil olan bir Âyet-i Kerîme'de "Alabildiğine yalanı dinleyenler, haram yiyenlerdir onlar. Eğer sana gelirlerse ister aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir. Şâyed kendilerinden yüz çevirirsen, sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Eğer aralarında hükmedersen adâletle hükmet. Çünkü Allah Adâlet sâhiplerini sever"(286) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayasıyla zimmiler; İslâm mahkemesine bir dava getirirlerse, kadı (hakim) muhayyerdir. İsterse davaya bakmayı kabul eder, dilerse reddeder. Ancak ihtilâf halinde olan kimselerden birisi müslüman, diğeri zimmi ise kadı (hakim) muhayyer değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) bir müslüman ile bir yahudi arasındaki arâzi ihtilâfını hükme bağlamıştır.(287) Hz . Ali (ra) Mısır Valisi ve Kadısı Muhammed b. Ebû Bekir (ra)'e gönderdiği bir mektupta: "Taraflardan birisi müslüman, diğeri Hristiyan olan bir dava sana gelirse, müslümana İslâm fıkhını, Hristiyana da kendi kânunlarını uygula"(288) emrini vermiştir. Dikkat edilirse İslâm fıkhı; sulh şartlarına uyma hususunda titizliği emretmektedir. İslâm devleti içinde yaşıyan gayr-i müslimlere; kendi aralarındaki hukuk davalarını, inançlarına göre çözme hakkının tanınması büyük bir hadisedir. Günümüzde; insanların inançlarına hürmet edilmediği gibi; düşünce ve inançlarını açıklayan kimseler hapishanelerde çürütülmektedir. Resûl-i Ekrem (sav); Necrân Hristiyanlarına dini ve hukuki sahada muhtariyet verdiği muteber kaynaklarda kayıtlıdır. Fakat kendi aralarındaki ihtilâfları çözemedikleri için Resûlullah (sav)'a mürâcaat ederek "Aramızda ihtilâfa düştüğümüz konularda hüküm verecek bir kadı istiyoruz" demişlerdir. Bunun üzerine Peygamberimiz efendimiz (sav) Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı (ra) görevlendirmiştir.(289)
1895 Bir müslüman; kendilerinden müsaade alarak gayr-i müslimlerin ülkesine gitse orada borç alsa veya onların mallarını gasb etse, yahud da gayr-i müslimler bu müslümanın malını gasb etseler, daha sonra Darû'l İslâm'a dönüp Kazâ makamına mürâcaat etse, davası dinlenilemez.(290) Çünkü Darû'l Harp'te Ulû'lemr'in velâyeti yoktur. Hukuk davası da olsa, bakılamaz. Ancak müs'temen (emanlı) bir mü'minin; ahdine uyması, velev ki gayr-i müslim bile olsa hiç kimsenin hukukuna tecâvüz etmemesi şarttır. Zira müslümanlar âdil ve emin olmak mecburiyetindedirler.