Seyit Nizam’da kitâbe mezarlığı
- Ayrıntılar
- Kategori: Türk sanatları
- Gösterim: 3102
Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da İslam-Türk mimari ve hat sanatının birbirinden âlâ mezar kitabelerinin bulunduğu Zeytinburnu’ndaki Seyit Nizam Haziresi’nin hali içler acısı… Geçtiğimiz günlerde İstanbul kadılarından, Galatasaray Sultanisi Müderrisi Mehmet Rıza Bey’in kabrini bulmak ümidiyle Zeytinburnu’nda Seyit Nizam Camii Haziresi’ne gittik. Ne yazıktır ki burada pek de iç açıcı olmayan bir manzara ile karşılaştık.
Seyit Nizam Haziresi’nin hali pürmelâline geçmeden önce, İstanbul’un, ismi pek dillere düşmeyen semtinin kısa tarihine yolculuk edelim.
Seyit Nizam semti, ismini, Seyit Nizam Tekkesi’nde medfun bulunan, tekkenin kurucusu Seyyid Nizamettin Efendi’den almış. Müverrihler, Seyyid Nizameddin Efendi’nin, Yavuz Sultan Selim Han döneminde (1512-1520) Bağdat civarından gelerek İstanbul'a yerleştiğini, Nakşîbendiyye tarikatı şeyhlerinden, âlim ve fazıl bir zât olduğunu zikreder.
Halk arasında “Seyit Nizam” olarak tanınan ve hürmete layık görülen Seyyid Nizameddin Efendi, Miladi 1550 yılında garik-i rahmet olarak hizmetinde bulunduğu tekkeye defnedilmiş. Bilahare bu mekâna, tekkenin yanına cami, misafirhane, sebil inşa edilerek, Nizameddin Efendi’nin defnedildiği tekkenin haziresi, Osmanlının ileri gelenlerinin makberesi haline gelmiş.
1925 yılında tekkelerin kapatılmasını müteakiben tevhidhane-türbe binası cami olarak kullanılmaya başlanmış, meşruta ise cami görevlilerine tahsis edilmiş.
Günümüzde, Zeytinburnu Belediyesi’nin sınırlarında, Silivrikapı yakınlarında, Kazlıçeşme Mahallesi Balıklı semtinde, Seyit Nizam Caddesi ile Seyit Nizam Balıklı Yolu'nun kavşağında yer alan Seyit Nizam Tekkesi, eski cami, yeni cami ve mezar haziresinden müteşekkil, ihmal edilmiş bir ziyaret mahalli…
Zamanımızın yerel yöneticilerinin aksine Osmanlı idarecileri, Seyit Nizam semtinin kıymetini bilerek, oralarda bir yandan asayişi temin etmek; diğer yandan tekkenin hizmetlerini deruhte ekmek üzere karakol inşa etmiş. Aşağıdaki rengi solmuş resim karesinin altında “Silivrikapısı haricinde Seyyid Nizam Hazretleri Karakolhane-i Humâyunu yazıyor. Şimdi ise güvenlik, tekkenin civarlarında konuşlanan değnekçilerden soruluyor!
Tekke, eskimez zamanlarda ilim, irfan merkezi olmanın yanında ziyaretçilerin gelip geçtiği bir mekân hüviyetine bürünmüş. Gittiği yere su medeniyetini götüren atalarımız, Seyit Nizam Tekkesi’ne de sadaka-i cariye sadedinden güzel bir sebil inşa etmiş: Hacı Çeşmesi. Kesme taştan, klasik üslupla inşa edilen çeşme de tahmin edeceğiniz üzere kederine terk edilmiş vaziyette... Teknesi kırılmış, kurnası çalınmış… Çeşmenin kitabesinde “Çeşme-i Hacı Bayram Can.” Hicri 955 yazıyor: Miladi 1548.
“Yâd etmek için Nedim’in ruhunu/Ağzımızı dayayalım kurumuş çeşmelerine”den gayrı ne denilebilir ki!
Yazımızın giriş paragrafında Seyit Nizam’a gidiş maksadımızın Hattat Mehmet Rıza Bey’in kabrini bulmak olduğunu yazmıştık. Mehmet Rıza Bey, Osmanlı’nın son dönem münevverlerinden, hattat ve müderris bir zat… Osmanlı asırlarına idareci yetiştiren Arapzade ailesinin mensuplarından… Babası Anadolu Kazaskeri Mehmet Ataullah Efendi; anne tarafından dedesi ise Sadrazam Halil Hamid Paşa…
Kültür tarihçisi İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Hattatlar kitabında “Hat sanatında mahir olup halim selim şahsiyetli bir zat-ı muhterem” diye tavsif ettiği Mehmet Rıza Bey’in kabrinin sur haricinde, Silivrikapı’da Seyit Nizam Haziresi’nde olduğunu yazmış.
Kitaptaki bu bilgiye istinaden yola çıktık. Niyetimiz, talik yazı terekesine sahip olduğumuz Hattat Mehmet Rıza Bey’in kabrini bulmak ve hazırlamakta olduğumuz kitapta mezarının kitabesine yer vermekti…
Sanatkâr dedelerimizin izini takip eden hat sanatı tarihi araştırmacısı İsmet Gülnihal ve Hattat Mahmut Şahin ile birlikte Seyit Nizam’da, mezar harabelerinde saatler boyunca, yıkık-dökük tarihi mezar kitabeleri arasında ümitle aradık merhumun mezarını… Tahmin edeceğiniz üzere bulamadık…
“Kemal'in seng-i kabri kalmadıysa nâm-ı kalmıştır” diyen şair ne kadar haklı. Hazirede bulunan 200 kadar tarihi mezar taşının tamamını inceledik; lakin İstanbul Kadısı Mehmet Rıza Bey’in kabrini ve dolayısıyla mezar kitabesini bulamadık. Yok olmuş! Nereye gitmiş koca taş! Hangi yâd ellerde şimdi” Hangi Konak’ta mahzun ve mütevekkil bir halde haline yanıyor kim bilir?
Ne gâm! İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti! Kadim şehirde, her biri baha biçilmez maddi ve manevi kıymeti haiz mezar kitabeleri talan edilirken, belediye başkanları, yerel yöneticiler panellerde, sergi açılışlarında, konferans salonlarında öznesinde İstanbul ve Avrupa Kültür Başkenti olan hâmâsi nutuklar atıyor: “Neler yapmadık şu vatan için, kimimiz öldük. Kimimiz nutuk söyledik!”
Sur haricinde, İstanbul'u İstanbul yapan bir semtte böylesi bir tarihi zenginlik nasıl göz ardı edilir anlaşılır değil. Akıl, iz’an, mantık bu aymazlığı kaldırmıyor!
Geçtiğimiz günlerde eşref Türk basını, New York'ta sıfır noktasında, İkiz Kule yıkıntısının temelinde 200 yıllık bir ahşap gemi iskeleti bulununca hadiseyi mal bulmuş mağribi gibi, okuyucularına sekiz sütuna manşetten duyurmuştu. 200 sene önceye tarihlenen, içinde yıllanmış şaraplar bulunan (!), batı adamının korsan gemisi, büyük bir arkeolojik kazı başarısı olarak baş tacı edildi. Yer gök inledi...
Maalesef, insanlarımız sahip olduğu kıymetin farkına varamıyor. Bakıyor ama göremiyor... Seyit Nizam Haziresi, İstanbul’un göbeğinde miladi 1500'lere tarihlenen bir kültür varlığı… Buradan kaç tane mezar taşı sökülüp götürüldü kim bilir? Zeytinburnu Belediyesi ne yapıyor Allah aşkına! Belediyelerimiz iki yılda bir kaldırım taşlarını yenileyeceğine, iki dönümlük bir arazi içerisinde mahpus kalan ecdad yadigârı kabristanı niçin imar ediyor?
Bu milletin, bir adım öte ümmetin ölüsüne sahip çıkmayan, dirisine nasıl sahip çıkacak! Taşı toprağı altın İstanbul'da yerel yöneticiler yer altındaki zenginliklerden ziyade yer üstündekilerle ilgileniyor. Seyit Nizam Haziresi'nde Türk-İslâm sanatının en güzide eserleri harap vaziyette... Sanatkâr dedelerimizin ince ruh iklimine işaret eden birbirinden zarif mezar taşları... Birbirlerine yaslanmış, kırılmış, dökülmüş, perişan olmuş mezar taşları… Sülüs, talik, rik'a hatlı, her biri, diğerinden daha güzel bir istifle yazılmış mezar kitabeleri hak ile yeksân olmuş.
Ziyası, günden güne azalsa da Seyit Nizam’da ecdadımızın mezar kültüründeki incelik hâlâ vurdumduymazlığa karşı direnip nefes alıyor! Buradaki kitabeler, devletin gücüne, ümmetin dirayetine, sanatın zirvesine, mevtanın izzetine işaret ediyor… Çocuğun mezar taşı ayrı, kadınınki ayrı, ulemanınki ayrı, devlet ricalinin ayrı…
Aşağıdaki fotoğrafta Osmanlı asırlarını tedai ettiren iki vakur mezar taşı yer alıyor… Biri erkek, diğeri bayan mezarı... Erkek mezar taşında asalet ve olgunluk; bayan mezar taşında zarafet ve incelik var... Böylesi bir manzarada hatırlara Şairler Sultanı’nın “Ölüm ölene bayram bayramda sevinmek var/On ne güzel bayramda tahta ata binmek var” mısraları geliyor… Fotoğrafta sağa-sola yaslanmış vaziyette mezar taşları görünüyor. Mermer taşlarını düzeltmek istedik. Lakin toprağın içine yan yatıp uzanan taşları kaldırmaya muvaffak olamadık.
Bir ara, ilgili yetkililerin yolu buraya düşmüş. Bazı mezar taşları numaralandırılmış. Sonrasında bir daha buraya gelen-giden olmamış!
Makberedeki mezar kitabeleri sanat ve estetikte birbirleriyle yarışır vaziyette iken Seyit Nizam Mezarlığı’nın hali içler acısı. Bakımsızlıktan kelimenin tam manasıyla mezbelelik olmuş burası. Osmanlı devlet erkânının, ulemanın, paşa torunlarının, hamiyetperver insanlarımızın medfun bulunduğu mezarlık, talan edilerek yangın yerine çevrilmiş. Etraf, naylon poşetlerle, sigara izmaritleriyle, kola kutularıyla, içki şişeleriyle kirlenmiş… Canım mezar taşları çalınmış, heder edilmiş, kaldırım taşı yapılmış... Mezar kitabelerinin kimi kırılmış, kimi alçıyla sıvanmış, kimi ikiye bölünmüş... Kitabe mezarlığı burası... Aşağıda fotoğrafı bulunan talik hatlı bir mezar kitabesini besbelli defnetmişler...
Seyit Nizam’da, Mehmet Rıza Merhum’un mezar kitabesini bulamamanın hüznünü, talik sanatının mahir üstadı Sami Efendi imzalı bir mezar kitabesi giderdi. Hattat Sami Efendi imzalı zarif mezar taşını, güzel bir tevafukla talik ustası Hattat Mahmut Şahin buldu.
Sami Efendi ketebeli, Hicri 1286 tarihli mezar taşının ibaresine ve fotoğrafına yer verelim ki, her an götürülme riski bulunan kitabe, arşivlere girmiş olsun.
“Huve’l-Hallaku’l-Bakî
Tarikat-ı Aliye-i Mevleviye muhibbanından
Esbak Hazine-i Evrak Müdiri olup
veda-i âlem-i fani iden merhum
ve mağfurun-leh Mehmed Nuri Beyefendi
Ruhi içün rıza-en lillahi Teâl’el-Fatihâ
Sene 1286
Fî Şa’ban
Sami”
Osmanlı’da müneccimlerin nelerle meşgul olduğu hakkında herhangi bir malumatımız yok. Bu keyfiyet, tarihçilerin alanı olsa gerek. Seyit Nizam’da kısa günün kârı sadedinden Müneccim-i Sânî İbrahim Efendi’nin mezar taşını bulduk ve fotoğrafını çektik.
“Rahmetullahi Teâlâ
Alâ sahibu’l-hâze’l-kabr
Müneccim-i Sânî Hazret-i Şehriyarî
Merhûm el-muhtac ilâ rahmet-i Rabbihi’l-avn
Torakpaşazade İbrahim Beyefendi’nin ruhu için lillâhi Teâle’l-Fatihâ”
Tarih ve ketebe bölümü toprak altında kalan Müneccim-i Sânî İbrahim Efendi nezdinde, Seyit Nizam Tekkesi haziresinde medfun bulunan zevâta Fatiha’lar okurken yazımıza nihayet verelim.
Eskiler, cemiyet içerisinde sorumsuzca yapılan hareketleri tavsif için “Men dakka duka” (eden bulur) buyurmuş. 500 yıllık kadim mezarlık, sorumsuzluk örneği olarak Avrupa Kültür Başkenti (!) İstanbul’un orta yerinde yerel yöneticilerin insafını beklerken “Men dakka duka”ya “El-insaf yâ hû!”yu eklerken, fotoğraflar için Hattat Mahmut Şahin’e teşekkür ediyoruz…
İbrahim Ethem Gören/Dünya Bülteni