Gümüş Şebeke
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Bilgiler
- Gösterim: 2233
* Türbenin gümüş şebekesi, maden işçiliği açısından bir sanat harikası!
Eyüp Sultan sandukasındaki gümüş şebeke
Yetişmez mi bu belde halkına bu nimet-i Bârî
Habib-i Ekremin yâri Eba Eyyüb el Ensârî
Sevgili Peygamberimiz, hicret yolculuğunu tamamladığı sırada bir mesele ortaya çıktı. Kime misafir olacaktı? Aslında Medineli Müslümanların hepsi O’nu misafir etmeye hazırdı.
Ne var ki O (sav), devesi Kusvâ’nın yularına yapışıp kendisini davet edenlere şöyle buyurdu:
‘Hayvanı serbest bırakın, yolundan çekilin, o yedilmektedir.’
Kusvâ kimin kapısının önünde çökerse, onun misafiri olacağını duyurdu. Sevgili Resul’ün devesi bir iki çöküp kalktıktan sonra, sonunda Ebu Eyyub el Ensari’nin evi önündeki araziye çöktü. Böylece mübarek Resul, Ebu Eyyub’un evinin alt katına yerleşti.
***
Halid bin Zeyd Eba Eyyub el-Ensarî, ülkemizde ‘Eyûp Sultan’ diye bilinir. O’nun evindeki bu misafirlik, Mescid-i Nebevî yapılıncaya kadar, yani yedi ay sürer. Ebu Eyyub (r.a.), Mihmandar-ı Resulullah (Resulullah’ın ev sahibi) şeref ve unvanına kavuşur.
Yaşı seksenin üzerinde!
Ebu Eyyub (r.a.), Süfyan bin Avf kumandasındaki bir ordunun Kostantiniyye’nin fethi için sefere çıkmasından kısa süre sonra, Halife Muaviye (r.a.) tarafından yeni bir ordunun, öncekini takviye için yola çıkacağı haberini alınca yerinden kalkar, kılıcını kuşanır ve sefer hazırlığını tamamlayarak Muaviye (r.a.) nin yanına koşar. O sırada yaşı seksenin üzerindedir. Hazırlanan ordu, vakit geçirmeden Kostantiniyye’ye doğru yola çıkar, uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda İstanbul surları önüne gelerek önceki orduya katılır. Birkaç gün sonra, İstanbul surları önünde, Müslümanlarla Rumlar arasında şiddetli bir savaş başlar. Ebu Eyyub (r.a.), her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği bu savaşta, kahramanca savaşır. Hiç yılmadan ön saflara atılarak, askerin maneviyatını kuvvetlendirir, onları cesaret verir.
Ebu Eyyub (r.a.), savaşın şiddetlendiği bir gün, yine sabahtan akşama kadar çarpışır ve bitkin düşerek hastalanır. Çevresini saran arkadaşları hastalığı ile yakından ilgilenirler. Aralarından biri şöyle dua eder:
‘Allah’ım! Ona afiyet ve şifa ihsan eyle!’ Ebu Eyyup başını ondan tarafa çevirip:
‘Öyle deme, bana dua edeceksen şöyle dua et: Allah’ım! Eğer bu kulunun eceli yakınsa, ona mağfiret et, rahmetini ondan esirgeme! Eğer eceli gelmemişse, ona şifalar ihsan eyle!’
Þirk koşmadan ölen, cennete girer!
Ebu Eyyub’un durumu günden güne ağırlaşır. Bunun üzerine başkumandan Yezid ziyaretine gelir, halini görünce çok müteessir olur. ‘Benden bir isteğin var mı?’ diyerek, kendisinden bir vasiyeti olup olmadığını sorar. Peygamberimizin sancaktarı büyük sahabe:
‘Sizler için önem ifade eden meselelerin, benim için artık bir değeri yoktur. Ancak şu var ki; Resulullah’tan (sav), İstanbul surlarının yakınına salih bir kimsenin defnolunacağını işitmiştim; umarım o salih kimse ben olayım. Bunun için, öldükten sonra beni yıkayıp, naaşımı İslâm ordularının ilerleyebileceği en ileri noktaya defnedin.’
Ebu Eyyub, bu vasiyetini yaptıktan sonra bir müddet sustu, sonra da şöyle dedi:
‘Resulullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: Kim Lâilahe illallah, der ve Allah’a şirk koşmadan ölürse cennete girer.’
Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensarî, sabaha karşı ruhunu Allah’a teslim etti. Vasiyeti yerine getirildi; yıkandıktan sonra, naaşı bugün kendi ismiyle bilinen türbesinin bulunduğu yere defnedildi.
Burası Ebu Eyyub’un kabridir!
Fâtih Sultan Mehmed Akşemseddin’den, Ebu Eyyub (r.a) ın kabrini keşfetmesini rica eder. Bu amaçla araziyi gezen Þeyh:
‘Sultanım, gece bir yerde, bir nur müşahede ettim. Umarım o mübarek sahabenin kabri oradadır!’ Þimdi türbenin bulunduğu yere gidildiğinde, Akşeyh müjdeyi verdi:
‘Saadetli Padişahım! Kabrin yerini keşfettik, Onun temiz ve pak ruhu bizleri fetihle müjdeleyerek, şöyle dedi: Bu gayretinizden dolayı, Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, bizi küfrün karanlığından kurtardınız!’
Þeyh daha sonra, mezarın yanıbaşındakilere bulundukları yeri kazmalarını söyledi. İşaret edilen yer henüz bir metre kazılmıştı ki, kufi harflerle yazılı bir mezartaşına rastlandı. Mermer taşın üzerindeki kitabede şu ibare okunuyordu:
Burası Ebu Eyyub’un kabridir!
Sultan ilgililere, bu mübarek sahabenin kabrinin bulunduğu yere hemen bir türbe yapılmasını emretti; sonra da ilaveten bir cami ve bir de medresenin inşası için talimat verdi. (1458 -59) Muhasaranın başlarından İstanbul’un fethine kadar, Cuma namazları topluca, şimdi Eyüp Sultan Camii’nin bulunduğu yerde kılındı.
Sanat şaheseri şebeke
Türbe kubbeli ve sekizgen planlıdır. Klasik dönem türbe mimarisinde inşa edilmiş olup kesme taştandır. Kemerli kapısı mermerdir; üzerine Allah (c.c.) ve Muhammed (sav) isimleri, bunun altına da kelime-i tevhit kazınmıştır. Türbenin içi, alt pencerelerin üst silmesine kadar bütün duvarlar, mavi ve beyaz rengin hâkim olduğu desenli çinilerle örtülüdür. Bu çinilerin üst tarafında türbeyi, lacivert zemin üzerine beyaz celi yazılarla çepeçevre donatan bir çini kuşağı dolaşır.

***
Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hz. Halid bin Zeyd’in sandukası yer alır. Sandukanın üzerini, siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile ‘Kisve-i Þerif’ örter. Sultan II. Mahmud’un yaptırmış olduğu bu kisvenin üzerindeki yazıların büyük kısmı devrin tanınmış hattatı Mustafa Rakım Efendi’ye aittir.
Sandukanın çevresini kuşatan gümüş şebeke, 1611 yılında hacet penceresi duvarı yaptırılırken Sultanahmet Camii’nin banisi Sultan I. Ahmet tarafından gümüş telden ördürülür. Bu gümüş telle örülü şebeke, sonraki yıllarda Sultan III. Ahmet’in damadı Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından onarılır. Fakat Sultan III. Selim, eskiyen ve onarılması mümkün olmayan örme şebekeyi kaldırtarak, onun yerine şimdiki şebekeyi, yani barok stildeki gümüş dökme şebekeyi koydurur.
Arka cephesinde H.1207, yani M.1792’de yapıldığına dair tarih bulunan bu gümüşten dökme şebeke, maden işçiliği bakımından bir sanat harikası, bir sanat şaheseridir!
Þebekenin ön kısmında, yukarıdan aşağıya doğru, Hz. Halid’in alemdarlığına işaret olmak üzere, sembolik bir sancak-ı şerif mahfazası, önünde istiridye kabuğu şeklinde ve tuğravari bir süs; onun ortasında da güzel yazı yazmanın önemine işaret eden bir hadis-i şerif göze çarpar. Az aşağısında ise, gümüş oyma bir Besmele-i Þerif yer alır. Þebekenin ön cephesinde, ortaya yakın, simetrik ve oyma olarak Hz. Halid’in ismi görülür.
Gümüş şebekenin sağ ve sol taraflarında daire içinde Besmele-i Þerif ve onun etrafında Fatiha suresi oyma olarak işlenmiştir.
Yazdı itmâmına târih Münib
Þebekenin ayakucunda ise, yine oyma olarak şu beyit yazılıdır:
Meşhed-i pâk Alemdâr-ı Resul
Zâhir-i bâtın gülzâr-ı naim
Sarf-ı himmetle âna sabıkda
Kıldı Han Ahmed-i Evvel ta’zim
Þimdi Sultan Selim-i Sâlis
Yaptı ol gevhere halka-i sim
Yazdı itmâmına târih Münib
Pâk-i Vâlâ eser-i Þâh Selim
Þâir Münib Efendi’ye ait olan bu şiirin, tarih mısraının ebcet hesabıyla tutarı 1207 (1792) dir.
Savaş sırasında Niğde’ye kaçırıldı!
Þebekenin üst kısmını meydana getiren inişli çıkışlı çerçevenin üzerinde dövme halinde ve sağdan sola doğru, Bakara suresiyle Âl-i İmran suresinin âyetleri yer alır. Bu şebekenin arka kısmında kalan yerde Osmanlı Sultanları kılıç kuşanma merasimi yaparlardı.
Hem sanat değeri, hem de tarihi kıymet açısından büyük ehemmiyet taşıyan bu gümüş şebeke, II. Dünya Savaşı sırasında diğer kıymetli müze eşyası ile birlikte Niğde’ye götürüldü, savaş sonunda yeniden getirilerek, tekrar yerine konuldu.
Can Alpgüvenç
SANATALEMİ.NET