Pkk ve İsrail
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Bilgiler
- Gösterim: 1463
Bu keyfiyet, Yahudilere “İsrail’de sulh, sükûn avdet etmedikçe Rusya’dan beklediği miktarda Yahudi gelmeyeceği” düşüncesini ilhâm etti. İşte bu sebepledir ki, Yahudiler Yaser Arafat’ı çağırarak, O’na bugün artık sallantıda bulunan “muhtâriyet”i vermeye razı oldular. Bununla Yaser Arafat’ın tatmin olup, anarşiyi önleyebileceğini sandılar. Halbuki İsrail’deki kargaşanın tek âmili Yaser Arafat’ın güdümündeki “el-Fetih” teşkîlâtı değildi.
Yahudiler diğer bazı grupların Sûriye güdümünde olduğunu görmekte gecikmediler. Bunun için Sûriye’yi de bir sûretle tatmin etmek ihtiyacını hissettiler. Bunu da Türkiye’nin sırtından yapmayı plânladılar. Bu maksatla, o zamanki Türk Dışişleri bakanı Hikmet Çetin’i İsrail’e davet ettiler. PKK meselesini ortaya attılar. Þayet Sûriye’ye talep ettiği suyu verirsek, kendilerinin yardımıyla PKK’nın bertaraf olacağı telkîninde bulundular. Fazladan olarak PKK’nın Avrupa’daki kollarını da koparabileceklerini söylediler.
Bu plân üzerinde anlaşıldı. Hikmet Çetin, Türkiye’ye döndükten az bir zaman sonra Sûriye Dışişleri Bakanı Târik Sara Ankara’ya davet edildi ve talep edilen su fazlasıyla verildi. Fakat Sûriye bu tâviz mukâbilinde PKK’yı barındırmama taahhüdünde bulunmuş olmasına rağmen fırsat bu fırsat diyerek üstelik Yahudilerden bir de Golan Tepeleri’nin geriye teslimini istemiştir. Bu ise, Yahudilerce verilebilecek bir tâviz değildi. Zira içme suyu sıkıntısı çeken İsrail, ihtiyacının büyük bir kısmını buradan temin etmekteydi. Ayrıca Golan Tepeleri’nin büyük bir askerî ve stratejik ehemmiyeti vardı. Bununla beraber yahudiler, bize karşı Avrupa’da taahhüd ettiklerini yerine getirdiler. Almanlar’a dönüp dediler ki:
“-Siz bu PKK’yı barındırmakla hata ediyorsunuz. Çünkü bu silâhlı bir çetedir. Silâh para ile alınır. Bunlar parayı uyuşturucu ticaretinden elde ediyorlar. Seninse, her yıl 20-30 bin gencin uyuşturucu yüzünden ölmektedir. Bunları barındırma!”
Hakîkaten Almanlar, PKK merkezindeki evraka el koyunca, bu iddianın doğru olduğunu gördüler. Bu fesat yuvalarını kapatarak PKK’yı kanundışı ilân ettiler. Bu iş, Beyne’l Milel masonluk kullanılarak Belçika’da, Hollanda’da, Fransa’da ve hatta İngiltere’de de aynen gerçekleşti.
Sûriye’ninse, PKK’nın uyuşturucu ticaretinden transit ücreti olarak, yılda 5 milyar dolar civarında bir kazancı vardı. Bundan mahrum kalmak istemiyordu.
Yahudiler, Sûriye’yi yola getirmek ve binnetice onların güdümündeki HAMAS’ın tedhişinden kurtulabilmek için, Amerika’daki nüfuzlarını kullanmaya mecbûr kal dılar. Zira PKK’yı bertaraf etmenin İsrail’e zarar verecek bir veçhesi yoktu. Çünkü PKK, Kürt görünüşlü bir Ermeni harekâtıdır. Abdullah Öcalan‘nın anası da, babası da mâhud Ermeni katliâmından bakiye birer ermeni yetimidir. Güney doğu’da Ermeni sekene (oturanlar) mevcud olmadığından onların davası ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle gerçekleşebilecek bir keyfiyettir. Çünkü bu takdirde AB’ye dâhil ülkelerde yaşayan takrîben 4 milyon Ermeni, AB’yi kuran “Roma Andlaşması”nın mahsûs maddesine istinâden gelip Güney doğu’da arazi satın alabilecek ve orada yerleşebileceklerdir. Ancak bundan sonradır ki, orada bir hır-gür çıkartarak bölünmeyi sağlayabilirler. Halbuki Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde (1) ” Arz-ı Mev’ud”un bir parçası olan Güneydoğu Anadolu’nun Yahudi eline geçmesi adetâ imkânsız olacaktır. Yahudiler bu toprağı 70 milyonluk bir Türkiye’den veya onun maazAllah parçalanması ile kurulacak küçük bir devletten talep etmek yerine, karşılarında 600-700 milyonluk bir AB devleti bulacak!.. Bu, onların plânlarının müstakbelde gerçekleşmesini güçleştireceği cihetle PKK’ya esasen hiçbir zaman sıcak bakmamışlardır. Onun kamufle bir Ermeni Hareketi, olduğunu bilen Batı Hıristiyan Âlemi’nin desteği ise, kendilerince doğru ve aşikâr bir hesap neticesidir.
Ermeniler, PKK’yı üç maksad için vücûda getirmiş ve Batı Hıristiyan Âlemi de bu maksadlar için O’nu desteklemiştir. Bu destek, bu gün de aynı sebeple devam etmekte ve Abdullah Öcalan’m idamı engellenebilmektedir. Bu maksatlar şunlardır:
1) Kürtler’den Ermeniler’in intikamını almak. Zira tarihte “Ermeni Katliâmı” adıyla ayyuka çıkarılmış olan hâdise, Kürt aşiretlerinin işidir.
2) Bölgede Kürt nüfûsunun ölüm veya hicret sebebiyle azalmasını sağlamak. Çünkü ancak bu takdirdedir ki, oraya bilâhare taşınacak Ermeniler hatırı sayılır bir çoğunluk olabileceklerdir.
3) Araziyi ucuzlatmak. Çünkü Ermeniler, Tıpkı Filistin’de Yahudiler’in yapmış olduğu gibi burasını Avrupa Birliği’ne kabul edilişimizden sonra parayla satın almayı planlamaktadırlar.
Yahudiler, PKK’ya mukabil Kuzey Irak’ta nüvelenen gerçek Kürtçü hare-ketleri desteklemektedirler. Hem de başından beri… (2)
Yıllardır münâkaşa edilmekte bulunan “Uğur Mumcu Cinâyeti” nin sebebi de budur. Kardeşinin, televizyonlarda ifşâ edişine göre, Uğur Mumcu İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürtçü Barzânî hareketine senede 50 milyon dolar yardım etmekte olduklarına dâir ifşaatın kurbanı olmuştur.
İsrail, dâhilindeki bir kısım anarşiyi durdurmayı temin maksadıyla Sûriye’nin burnunu yere sürtmek isteyince, PKK kozunu kullandı. Amerikan cesaretlendirişi ile önce bir askerî şahsiyet, sonra da bir siyâsî lider, Suriye’ye Abdullah Öcalan ve PKK dolayısıyla tehditler savurdu. Sûriye istihbârâtı bu cesaretlendirişin kaynağını öğrenmekte gecikmedi. Ancak bizimkiler yanlış bir ifade kullanarak Sûriye’ye müteveccih tehditlerinde:
“-Abdullah Öcalan’ı ya bize teslim edersin, yahud da ülkenden çıkarıp atarsın; yoksa….” diyerek alternatifli bir teklifte bulundular.
Alternatifli bir tehdîd veya teklife muhâtab olan herkes, kendince en ehven olanı seçer. Sûriye de öyle yaptı. Abdullah Öcalan ‘ı Suriye’den çıkmaya mecbûr etti. Onun bundan sonraki mâcerası mâlumdur. Önce gizlice Rusya’ya gitti. Amerikan istihbârâtı bunu haber almakta gecikmedi. Dâvânın takipçisi Amerika olduğu içindir ki, o önce Rusya’da, sonra da Yunanistan’da barınamadı. Nihayet bir ara kademe olarak, kendisini teslim etmek millî menfaati için bir handikap olmayacak, basit bir Afrika ülkesinde soluğu aldı. Oradan İsrail tarafından derdest edilerek Tel-Aviv ‘e getirilip, bizimkilere teslim edildi. Gözleri bağlı olduğu için, bu gerçeği, belki Abdullah Öcalan bile hâlâ bilmemektedir.
strong>C- İsrail, Filistinliler’e Verdiği Muhtâriyeti Geri Almak İstiyor ?
Suriye’nin, PKK ve Abdullah Öcalan vâsıtasıyla prestij kaybına mâruz kalması, İsrail’deki tedhîş hareketlerini nihâyete erdirmeye yetmedi. Çünkü böyle hareketleri gerçekleştiren ve güdümlü olmayan başka teşekküller de türemişti. Bundan dolayı kargaşa devam etti. Çünkü bu tedhîş hareketleri, amel-aksülamel (aksiyon-reaksiyon) kanununa göre yürümektedir. Filistin’in yerli halkına karşı kuruluşundan itibaren her türlü zulüm ve îtisafı (yok etme-jenosit) kendince meşrû bir hak kabul eden İsrail, zavallı yerli halkın âcizâne mukâbelelerini Dünya’nın gözüne baka baka utanmadan “terör” olarak ilan edebilmektedir. Halbuki asıl terörü kendisi yapmakta, mâsum çocukları öldürmekte, insanların evlerini yerle bir etmektedir. Sırtını Amerika’ya dayamış, onun desteğiyle Dünya’nın bu devlet terörüne ses çıkarmasını önlemekte ve bununla Filistinliler’i öldürerek veya kaçırarak yok etme gayesini gütmektedir. Arada bir vâkî olan sulh teşebbüsleri de daimî ve samimî olmamak üzere geçici taktiklerden ibaret kalmaktadır.
Öteden beri İsrail’e verdiği destek dolayıyla başı bir hayli ağrımış olan Amerika da bilhassa Demokrat Parti saflarında, bu destekten rahatsız olanlar çoğalmaya başladı. Partisinde gitgide kuvvetlenmekte olan bu temâyüle tercümân olmak isteyen Clinton , Ortadoğu’da bitip tükenmek bilmeyen Arap-Yahudi kavgasını nihâyete erdirmek maksadıyla, Filistinliler’i “muhtariyet” ten “devlet” olma durumuna geçirmek istedi. Bu takdirde hududları mahfûz bir duruma gelecek olan Filistin Devleti’ndeki Yahudiler’in İsrail’e, İsrail Devleti dâhilindeki Araplar’ın ise Filistin’e nakledilmelerini, yani bir “mubâdele” yi düşündü. Kudüs içinse, Müslüman, Hıristiyan ve Musevîlerin müşterek idâreleri altında bir statü plânladı.
Yahudilerse, Rusya’da serbest kalan ırkdaşlarının İsrail’e gelmek yerine Amerika’ya kaçıp gitmelerini önleyememenin neticesinde, Filistinlilere bu maksadla vermiş oldukları “muhtariyeti” i bile geri almayı düşünüyorlardı. Bu durumda Amerika’nın Ortadoğu’ya bakış ve düşüncesi ile, İsrail’in menfaatleri çatışmaya başladı.
İsrailliler, Rusya’dan gelecek ırkdaşları için pek çok hazırlık yapmışlardı. Bir İngiliz Yahudisi olan Maxvell, bu ülkedeki takrîben 4.000 civarındaki şirketinin personeline aid 220 milyar sterlin tutarındaki sigorta primlerini İsrail’e kaçırmıştı. İngiliz entelijansı, O’nu Roma’da tâtildeyken bir motorda öldürmüş ve İsrailliler cenâzesini Kudüs’e taşıyarak, devlet merâsimi ile defnetmişlerdi. Mezarının başında, Onu İsrail’de en büyük yatırımı gerçekleştirmiş, millî bir kahraman îlân etmişlerdi. Maxvell ‘in bu müthiş serveti, Þeria Nehri boyunca Rusya’dan gelecek yeni Yahudiler için ikametgâhlar yapımına harcanmıştı. Þimdi bu kadar yatırım boşa gidiyordu. Üstelik Nil’den Fırat’a kadar imtidâd eden arâziyi millî vatan yapmaya kararlı olan Yahudiler’in bağrında bir “Filistin Devleti” doğmuş olacaktı. Hem de Kudüs üzerinde söz sahibi olmak üzere… Bunu da bugüne kadar en büyük desteği gördükleri Amerika istiyordu. Bu olacak şey değildi.
Bir Yahudi kızı olan Monica‘nın Clinton‘a musallat edilerek Onu siyâset arenasında kepâze edip istifâya zorlamak tertibi, bu Amerikan düşüncesine bir cevap olmak üzere zuhûr etmişti. Ancak Clinton pişkinliğe vurmuş; televizyonlarda, meclis huzûrunda, vesâir yerlerde kâh ağlamış, kâh gülmüş ve bu bâdireyi atlatarak devrini tamamlayabilmişti.
Kaynak: Kadirmisiroglu.com