Gece Durağı - 3 Konya

I.

Zıtlar yoğruluyor hayat leğeninde. Karma bir yanlıştan içime düşüyorum. Vakit yine gece. Kaçar gibi kuytu sancılarından, Eskişehir’den can, Akşehir’den gülüş topluyorum. Âlemin hicranı hendek melâlinde. Komşu kızından hüzün ısmarlanmıyor. İliklerin duymuyorsa o ayrılığı, koş duraktan durağa bir kâr etmiyor.

Sana hangi düşümün ölü martılarını anlatayım Konya. Zaman, gecenin mührüyle kapalı. Bak ilk kez adım adım yaklaşıyorum sana. Perdelerini kaldıracağım bakışlarımın, yeni bir perde çıkacak sonra. Her tarafı su basmış, içim deniz; sentezleyiniz. Sırça köşküm, mühim yıkılmalarda.

Zümremde zühre yıldızı, kaydın mı Konya. Seni göğün bahçesine bırakır mı ellerim. Ellerime şebnemini verir miydin, şırıl şırıl gazelim. İçime düştükçe çıkıyorum içimden. Bu kavşakta dolanmalarım niye? Tavaf edilince sevgi çiçeği, karanlığa ekilir gül, nur doğar. Ey Selçuklu diyârı; sel bastım sana, aşk bas yarama! Yaralar ki dünya imzası, kefil olunur muydu günahlara? Geceler, üşütmek için mi yayılır coğrafyana. İl merkezinin illetlisiyim. Geminin kaçağı, kıyıya bırakılan kemterim. Bak bana Konya! İzim izlerine gelmek için tüm izleri gaybetti; ben hangi köyün yerlisiyim? Kırmızı ışıkta duruluyorsa, yanıp sönen bu içimin deli sarısı, yeşiline geçsin mi? Sorsam şuradaki yerliye göğünüz nerede…

Konya… Tâlih kuşu olup kondun kan sahrama. Gönül ovanın rüzgârına tutuldum, tutuklunum. Tok değilim, uykusuzum. Kelâmın neresinden başlayacağımı, kalemi nereden kıracağımı bilemiyorum. Aslî susuşlarıma su veriyorum. Karlara tırmanmanın eriyiş hikâyesi. Siyah minibüsün buğulanmış mı camı? Canım, buharlaşmış mı? Taşmasın kan kazanım, kısayım ses ateşimi. Bedevî bir aşkın yamalanmış entarisi.

Geceyi örtü kılan adına konuş Konya. Geldiğimi duyduysan soğuğuna de ki; soğuyorum dünyaya. Uçurumlardan çekilmeksizin uç uca yaşıyorum hayatı. Zıtlar, bir ters bir yüz örülüyor. Göçmen yüreğimin dertleri uzuyor. Paketleniyor lâstiklerle ağrılarım. Âhım, zâr. Giriftârım gamhâneme, kime yanayım? Hızını kesemez oldum ayrılıkların. Senelerin tutup arkalarından ‘gitme ne olursun’ diyemez oldum. Ne oldum Konya? Ne olamadım veya ne olduğumu sandım? Sırmalanmış bir tarafı hep aynaların. Üçüncü duraksın kader yolculuğunda. Yol hırpaladı cesedimi. Ruhum, sele serpe ortalıklarda. Yol kesicilerden daha keskin içimin bıçağı. Şehâdet hülyâsının sargılarıyla serinledim. Dindiremiyorum bu akışı. Barajın kana bulanır mı? Sabah uyananlar, gece ovaya kan yağdığını anlar mı? Çiğ düşmüş mefkûreme. Çiğim Konya, yeşiline düşmeye niyetleniyorum. Niyetim, beni çadırına alır mı?

Deseler inanmazdım, demediler inandım. Ben sana gelmişim meğer…

Gündüzler çekildiğinde günün repliğinden, gece namazına durmuş mum. Kıyâmın secdesini hayâl edemiyordum, tükenmekmiş. Tükenmez kalem, bu tükenişi bilir miymiş? Her insanın bir çöküşü varmış Konya. Yitirirmişsin umudunu, umut ekildiğini görememişsen bahçe serana.

Kışların soğuk, yazların kurak… Horasan’dan göç eden iki ermiş ‘Buraya konalım mı?’ demiş, ‘ Kon ya!’ Bozkır’ına, Tuz Gölü’ne, büyük yangınına, korkunç kıtlığına Mevlevî selâmında yüreğim; “Aşk olsun Konya!” Hanya’yı anlamak mıydı acı tecrübelerden ders almak. Hanya ki, Girit’te bir şehir. Asıl seni anlamak Konya, Sultanlar Beldesi’ne altın çağı tozunda, duman olmak… Meram bağındaki bir dala saklanmak geliyor içimden, yeşil yaprağının damarına konayım. Arama beni Konya! Ket vurma cepkenimde tafsilatlı seyyahlığıma. Çanak-çömlek ilişkisi çamurluğuma, otuz küsur ilçenle kalelerini yıkma. Nasıl karıştığımı bilmiyorum tahta kaşıklarına. Sen hüsn-ü sîretinle hasbahçene merhûmeyi yazmışsın.

Yazmış mısın noktasında ayrılığın kıvrımını? Daha ilk görüşte tanımış mısın? Nereden bilirdin sînemi yaran sevdâ kalıntısını. Kararan göğe haber olsun, buluşturdu Sevgili… Vuslatın nesîmini çekiyoruz, dilimizde hâl yaresi. Sessiz sokakların kulağına söyler mi; ey ruhu hazin mâzimin dost güzeli! Bir daha selâm sana. Aşkı âşığa demek, kelimelere keder mi? Yoksa her harfle artar mı âşığın med ceziri. Sen vuruyorsun, ben sana dalıyorum. Derin rüyâlardan uyanıyorum, sen de vuruluyorsun Konya. İkimizi çeken Biri, bir niyete yön verdi. Tâhir ile Zühre’nin kitâbesiz rûznâmesi gibi, harfsiz bir günlüğe yazıldık ikimiz. Türkülerin diyeceği var:  “Bülbül konmuş sarayına Konya’nın…”

Zıtlar birbirini çekerdi. Karma yanlışlarımla düşerken içime, eksimi çektin. Negatif kutuplardan artılar geldi çeteleme. Bilmediğim bir bilinçle bilendim. Aşkı devreye sokan aşkına, sana ne demeli aşk suskunluğunda? Kollarına cennet demetlenmiş, coğrafyanda âb-ı hayat. Gayrı ne yalnızsın ne de âlemden öte memât. Sen hayat içre hayatsın, buralarda kalamazsın Konya…

Ey aşkın davetlisi! Uhrâ’ya taşısın Sevgili seni. Selâm söyle aşka, alsın en son firkat virânesini. Duan ki deryâdır.

/Geceye seher yağansın, vefâmsın Konya…/

 

“Burada akan şu çeşme, âb-ı hayat çeşmesidir. Ey sâkî, su kabını burada doldur!”

( Hz. Mevlânâ)

 Fâtıma Zehra MERİNOS

hazersofrasi.com

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.