Özgürlüğü, Esareti Oldu!

chainroseO, ilkokul öğretmeniydi.

İri ve kara gözleri, uzun ve kıvrık kirpikleri vardı.

Mahmur bakışları, insanı etkisi altına alırdı.

Herkes onu aktris Belgin Doruk’a benzetirdi. O da bunu bilir, onu taklit ederdi.

 

Ucu sivri ve ince topuklu ayakkabılar, kumaştan bastırılmış kemerler, önden açık düğmeli elbiseler giyerdi. Adımlarını küçük atar, salınarak yürürdü. Onu görenler, objektiflerin önünde poz veriyor sanırlardı.

Gülten Öğretmen’in bir özelliği de düğünlerde oryantal yapmasıydı. İsmi anıldığı zaman herkes, “Þu oryantal yapan, öğretmen mi?“ derdi.

Çok rahat bir kadındı. Kimseden çekinmez, utanmak nedir bilmezdi. Aklının estiği her erkekle dostluk ederdi.

Artık Gülten Öğretmen, ilçenin “bir numara”sı olmuştu. Ana babalar, onun sınıfına çocuğunu vermek istemezlerdi. Erkekler, hanım ve kızlarını ondan uzak tutmaya çalışırlardı. Evli kadınlar bile onunla arkadaşlıktan çekinirlerdi; eşlerinin, oltasına takılmasından korkarlardı. Yalnız gezer, yalnız dolaşırdı. Yakınları onu hep ikaz ederlerdi:

“Artık yaşın geldi; evlen, bir yuva kur.“

O, kahkahalarla güler, parlak siyah saçlarını savurarak,

“Bir erkeğin esiri olamam! Ben özgür olmak istiyorum.“ derdi.

“Yıllar geçip yaşlanacaksın. O zaman seni ne arayan olur, ne soran...“ dediklerinde de,

“Ben gelecek üzerine hesap yapmam, ben günümü gün ederim. O günlere daha çoook var!“ diye karşılık verirdi.

Bir gün Gülten Öğretmen, memleketine tayini çıkan bir yüzbaşıyla tanıştı. Birbirlerine âşık oldular. Yüzbaşı, Gülten Öğretmen’e evlenme teklifi yaptı. Gülten Öğretmen, bu teklifi kabul etti.

Yüzbaşı, nişandan önce Gülten Öğretmen hakkında küçük bir araştırma yaptı. İlk olarak komşu bakkala sordu:

“Gülten Öğretmen’i tanıyor musunuz?

Bakkal, yüzbaşıya şöyle bir baktı:

“Gülten mi? Tabi tanıyorum! Onu tanımayan mı var?“

“Çok mu meşhur biri?..“

Yüzbaşı, sözlüsünü bakkalın övmesini bekliyordu. Oysa bakkal, lâfı ağzında geveliyordu:

“Hayır. O, meşhur değil. O, çok... İşte, öyle biri!“

“Ne demek istediğinizi anlamadım.“

“Bunda anlaşılmayacak ne var?“

“Daha açık konuşursanız...“

“Evlâdım, onu tanımadığına göre sen buralı değilsin. Buralı olup da onu tanımayan olmaz.“

Yüzbaşı şaşırdı. Duyduklarına inanmadı. Kendi kendine,

“Yoksa ben bir rüya mı görüyorum? Böyle bir şey olabilir mi? Demek, o masum görünüşün altında bir Þeytan yüzü saklıymış! Yoksa ben aldatıldım mı? Kim bilir belki de o bakkal, onun düşmanı. Belki de çocuğunu sınıfta bırakmıştı. O da intikamını böyle alıyordu. Küçük yerlerde kıskançlıklar olur. Birinin sözüyle hemen karar vermemeliyim.“ diye gidip bu defa da bir tüccara sordu.

Adam, başını iki yana salladı:

“Yoksa sen de mi onun oltasına takılanlardansın?“

Yüzbaşı, büyük bir şok geçirdi:

“Anlamadım!“

“‘Sen de mi, onun oltasına takılan bir balıksın?’ diye sordum!“

“Þey, ben sadece onun hakkında bilgi topluyorum.“

“N’apacaksın, bilgiyi?..“

“Onunla evleneceğim.“

Adam, yüzbaşının yüzüne dik dik baktı:

“Evlâdım, ya sen onu tanımıyorsun ya da senin aklın yok!“

Yüzbaşı sıkıntıyla:

“Ama neden?..“

“...“

Yüzbaşı, neye uğradığını şaşırmıştı. Acaba bu adam da diğer bakkal gibi bir intikam peşinde olamaz mıydı? “En iyisi, okulun müdürüne sormalıyım!” diye düşündü.

Okul müdürü, kibar bir insandı. Misafirine çay ikram edip ziyaret sebebini sordu.

“Gülten Öğretmen’i sormak için geldim.”

“Neyini?..”

“Ahlâkını, ailesini ve kişiliğini...“

Müdür, sustu ve çayını karıştırmaya devam etti.

Yüzbaşı:

“Neden susuyorsunuz?“

“Bunları niçin soruyorsunuz?“

“Biz evleneceğiz Ama bir araştırma yaptım. Hiç de iyi şeyler duymadım. aşkına müdür bey, anlatılanlar doğru mu? Hadi söyleyin; gerçeği sizden duymak istiyorum.“

Müdür bir-iki yutkundu. Sonra yüzbaşının yüzüne bakmadan yavaşça:

“Keşke ‘Bütün duydukların yalan, böyle bir şey yok.’ diyebilseydim! Keşke ‘Gülten Öğretmen, çok namuslu, tam aradığınız gibi.’ diyebilseydim! Ama ne yazık ki anlatılanlar doğru!“

Yüzbaşı artık iyice inanmıştı. Müdür beye teşekkür ederek yanından ayrıldı. Yıkılmıştı. Sinirinden deliye dönmüştü. Aldatılmış, gururuyla oynanmıştı. Gitti, Gülten Öğretmen’in kapısını çaldı. Gülten Öğretmen, o mahmur bakışlarıyla süzdü, yüzbaşıyı...

“Buyursunlar, efendim!.. Hoş geldiniz! Sizi akşama bekliyordum. Böyle ansızın ziyaret sebebiniz nedir?” diyerek nezaketle karşıladı. Yüzbaşının gergin yüz hatlarından her şeyi anlamıştı. Bakışlarından, hakkında iyi raporlar almadığını sezmişti.

Yüzbaşı:

“Neden benimle oynadın? Kendine neden başka oyuncak seçmedin? Tabi bu senin mesleğin! Nasıl yaptın, bunu bana?..“

Gülten Öğretmen, belki de hayatında ilk defa gözlerinden sahici yaşlar döküyordu:

“Hayır, ben yalan söylemedim. Seni gerçekten sevdim!“

Bütün gücüyle bağırdı, yüzbaşı:

“Zaten senin bütün hayatın yalan!.. Sen beni aldatacağını mı sanmıştın?“

“Hayır!.. Bir gün bir erkeği sevebileceğimi aklım almıyordu. Ama nasıl oldu, bilmiyorum; ben seni gerçekten çok sevdim!“

“Sevmiş! Seven böyle mi yapar?“

“Ah!.. Güya hiçbir erkeğe bağlanmayacaktım, böyle yaşarsam mutlu olabilirim sanmıştım. Ama olmadı. Hayat sürprizlerle doluymuş, meğer... Sana eş olabilmek için neler yapmazdım ki?.. Ama şimdi!..”

“Sus, yalancı!.. Suçunu kapatmak için böyle söylüyorsun. Bir gün ahlâksızlığının ortaya çıkabileceğini bilmiyor muydun?”

“Bunun bir rüya olduğunu, gerçeği öğrenince beni terk edeceğini biliyordum. Ama rüyanın bu kadar kısa süreceğini bilmiyordum. Gerçeklere gözümü kapadım, uyanmak istemedim. Nasıl olsa birileri beni o tatlı rüyamdan uyandıracaktı. Sen ayrılmasan da annen, baban, kardeşlerin, beni sana eş yapmak istemeyeceklerdi.“

Gülten Öğretmen, başını yere eğip hüngür hüngür ağladı. Başını kaldırıp yüzbaşıya bakamadı.

Yüzbaşı yanından uzaklaşırken:

“Ağla!.. Kim bilir sen de kaç kişiyi ağlattın, kaç yuva yıktın?”

Gülten Öğretmen, gözyaşları arasında acı gerçeği itiraf etti:

“Özgürlüğüm, esaretim oldu!”

 ...Ve Gülten Öğretmen, ondan sonra hayata, dünyaya, her şeye küstü. Gençliğin o tozpembe yıllarında rüzgâr gibi esti, fakat acı bir kasırgayla devrildi.

O, şimdi beli bükülmüş, çirkinleşmiş, hüzne gömülmüş. Gençliğinde sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyor; kendi köşesinde çaresiz, yaşlı bir özgürlük kurbanı olarak ecelini bekliyor.

Ve bu gibi “az olmayan vukuat da gösteriyor ki mübarek kadınlar, ‘yüksek ahlâka sahip’ olduğu gibi, günah işlemekte ve sefahatte dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek, onlar, İslâm terbiyesi içinde mutlu bir aile hayatı geçirmeye mahsus bir nevi mübarek varlıklardır. Bu mübarekleri aldatan komiteler kahrolsun!“ (B. S. Nursî, Lem’alar, s. 194)

Gülay Atasoy

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.