Reşahat

Hoca Ubeydullah hazretlerinden tefsirler ve hikmetler

HOCA  UBEYDULLAH HAZRETLERİNDEN TEFSİRLER  VE HİKMETLER

«Fatiha» sûresinin ilk âyeti :

اَلْحَمْدُ للِّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Elhamdülillahi rabbil âlemin

Hakkında buyurdular:

— Hamd için başlangıç ve nihayet vardır. Hamd için baş­langıç, kulun, kendisine verilen nimete karşılık şükretmesidir. Zi­ra bilir ki, hamd, nimeti ziyadeleştirir. Hamdin nihayeti ise, Al­lah'ın, kuluna verdiği kuvvetle ubudiyet vazifesini yerine getirmesindeki mazhariyete teşekkürdür. Ve yine hamdin nihayeti, kulun, kendi mazharında, asıl hamdedici olarak Allah'ı bilmesidir. Kulun mazharında hamdeden Allah'tır, gayri değildir. Kul­luğun kemâli ise odur ki, kendi yokluğunu ve Allah'ın varlığını anlasın... Zat, sıfat ve fiilden kendisinde hiç bir şey bulunmadığı­nı, sadece ilâhî sıfatlara mazhar kılındığını takdir etsin.

وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِىَ الشَّكُورُ

Ve kalîlûn min ıbadiyeşşekûr

âyetinin tefsirinde buyurdular :

— Şükür, hakikatte,   kulun nimette nimet vereni görmesi­dir, imam Gazalî hazretleri nimetten zevk ve lezzet almanın şükre aykırı olmadığını söylemişlerdir. Nimetle lezzetlenmek Hakk'a ermeğe sebeptir.

فَاَعْرِضْ عَمَّنْ تَوَلَّى عَنْ ذِكْرِنَا

Fea'rız ammentevellâ a'n-zikrina

âyetinin tefsirinde buyurdular :

— Bu âyet iki mânaya çekilebilir. Birinci mâna, âyetin dış mânasından anlaşılandır. Yani «Bir taifeden uzaklaşmak bahane­siyle bizim zikrimizden uzaklaşanlar inkâr ve gaflet ehlidir.» ikin­ci mâna ise şudur : «Bir taife vardır ki, zikir olunanı görmekte is­tiğrak ve istihlâk hâlinde bulundukları için zikir onlardan kaldırıl­mıştır.» Şöyle ki, onlara zikir teklif edilse, zikrolunanı görmek­ten alakonulmuş olurlar. Allah'ın Resûl'ü, zikir olunanı görmekle istiğrak hâlinde bulunanlara zikir talim etmemeğe memur kılın­mışlardır.

*

وَكُونُوامَعَ الصَّادِقِينَ

Vekûnü meassâdikîne

âyetinin tefsirinde buyurdular :

— Sadıklar ile olmanın iki mânası vardır : Biri zahir bakı­mından sadıklar ile olmak... öbürü de mâna bakımından sadıklar ile olmak... Birincisi, doğruluk ehli ile düşüp kalkmayı, ikincisi de bir taifeye gönül verip onların üstünlüğünü kabul etmeği ve izle­rinden gitmeği gerektirir. Birincisinde ülfetin yalnız sureti, ikin­cisinde hem suret ve hem ruhu vardır. Sadıklar şu kimselerdir ki, «Mâsiva - âlem» onların gözünden silinmiştir.

ŞİİR

Âşıklar ile yâr ol, aşkı tat,

Aşkı bilmeyenden bucak bucak kaç!

insan oğlunda, temas ettiği şahıstan tam mânasiyle mütees­sir olmak kabiliyeti bulunduğu için sadıklarla düşüp kalkmakta birinci derecede ehliyetlidir.

*

لاَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ

Lâilâhe illallah

Kelimesinin tefsirinde buyurdular :

— Tevhid Kelimesinin zikrini umumî, yalnız celâl Kelime­siyle zikre ise hususî demişlerdir. Halbuki Tevhid kelimesiyle zi­kir, son mertebede hususînin hususîsidir, zira Allah'ın tecellileri­ne nihayet yoktur. «Allah'tan başka ilâh yoktur» suretinde tekrar­lamak düşünülemez. Her defa bir sıfatı nefyedip başka bir sıfatı ispat etmekse ebediyen devam edebilir ve böylece ebedî «nefy» ve «ispat»tan kurtulunamaz. «Allah» zât ismidir, «İlâh» ise zât ile sıfatları isimlendirici «ulûhiyet» tir. Böylece, bazıları, Tevhid Kelimesini zât ile sıfatları toplayıcı ilâh ancak Allah'tır, şeklinde izah etmişlerdir.

Ve yine buyurdular :

— Tevhid Kelimesi üzerinde belirttiğimiz mânayı, benlikle­ri, kendilikleriyle dolu olan kimseler uzak görmemelidir. Zira kal­bin yabancılardan temizlendiği zaman insanın gördüğü Hakk'ın zâtından başkası değildir. Bu keyfiyet, hoca Abdülhalik Gucdevânî silsilesinin çıraklarına bile nasip olmuştur. Hoca Bahaeddin Nakşibend tarîkatinin çıraklarına yine bu mânadan bir lezzet çeş­nisi verilmiştir.

*

قُلِ اللَّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ

Kulillâhü sümme zerhûm

âyetinin tefsirinde buyurdular :

— «Sıfatları bırak, Zât'a yapış!» manasınadır.

*

يَااَيُّهَاالَّذِينَ اَمَنُوا

Yâ eyyûhellezine âmenû

âyetinin tefsirinde buyurdular :

— Akdin tekrarından ibarettir, iman ki, Allah'a kalb bağla­maktır, belirttiği akit bu âyetle tekrar edilmektedir. «O kadar ça­lışınız ki, bu sıfatın size ait olmadığını anlayasınız!» Murad bu­dur :

*

فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بَلْخَيْرَاتِ

Fe minhûm zalimün li nefsihî ve min hum muktesidim ve minhûm sâbikun bilhayrât

tefsirinde buyurdular :

— Nefslerinin hiç bir isteğini yerine getirmeyip ona daima aykırı davranan ve böylece ilâhî mevhibeye istidat ve liyakat be­lirten bir taifeye işaret... Onlar hayr yolunda her zümreden önce gelen «muktesitler topluluğu» dur.

*

سَوَاءٌعَلَيْهِمْءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَيُؤْمِنُونَ

Sevâün aleyhim e enzertehûm emlem tûnzirhûn lâ yü'minûn

tefsirinde buyurdular :

— Bu, insan oğlundan bir taifeye işarettir ki, zatî şehadet içinde kaybolmuş ve Hakk'ın zâtından başka bir nesnenin varlı­ğından habersiz kalmış «Müheymûn» meleklerinin kalbi üzerindedirler. Neticede Allah'tan başka hiç bir şeye iman ve tasdikleri yoktur.

*

لِمَنِ الْمُلْْكُ اليَوْمَ لِلَّهِ الوَاحِدِالْقَهََارِ

Limenil mülkül yevme lillâhil vâhidil kahhâr

tefsirinde buyurdular :

— Murad odur ki, sâlikin gönlü kendi mülkü olsun.. Yani Al­lah bir gönülde ahadiyet kahriyle tecelli edince, onda kendinden gayrine yer bırakmaz.

*

يَااَيُّهَاالنَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُاِلَى اللَّهِ

Yâ eyyûhennâsû entümûl fükarâû ilallâh

tefsirinde buyurdular :

— İnsan oğlu Allah'a muhtaçtır. Allah, ezelî ilmiyle bildi ki, insan, beşeriyeti gereğince, su, ekmek vesair dünya sebeplerine ih­tiyaç halindedir. Bu bakımdan her neye muhtaç olursa, bu ihtiya­cın hakikati, Allah'a müftekar olmaktan başka bir şey değildir Bu hikmetin ihtarı...

Bir gün, meclislerinde hazır bulunanlara türlü ihtarlar ve suçlamalarla karşılık verdiler ve dediler ki :

— Boş yere sokaklarda dolaşır, durursunuz. Bari öyle bir iş işlemeğe bakın ki, halk sizden faydalansın... Ve çalışın ki, çokluk­ta birlik müşahedesine varabilesiniz.

Ve bu sırada :

اِنَّااعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرْ

İnnâ e'taynâ kel kevser

âyetini şöyle mânalandırdılar :

— «Sana kevser verdik,   yani çoklukta birlik müşahedesini

ihsan ettik.»

*

كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنٍ

Külle yevmin hüve fî şe'nin

âyetinin mânası üzerinde uzun uzun konuştular. Dediler ki :

— Fenadan sonra bekanın iki mânası vardır : Biri şudur ki, sâlik, zatî şehadetle gerçekleşip o müşahedede devamlılık kazan­dıktan sonra istiğrak ve bilgisizlik hâlinden şuur ve huzura dönün­ce fiil isimleri tecellilerine erer. Bütün oluşlara ait isimleri de ken­disinde mevcut bulur. O isimlerden her birinin arasını farkeder ve her birinden ayrı bir zevk devşirir. îkinci mâna ise, her anda ve zamanın bölünmez parçalarında, insanın, kendinde zatî isimler­den bir eser bulmalıdır. Bu eserin dış âlemde bir izi yoktur ve za­man hesabına sığmayacak kadar kısa, zaman üstü bir zaman vahi­di içinde farkedilmelidir. Ve bu hâl, velilik derecelerinin en yük­sek kademelerine aittir.

Günün Sözü

"“İki birden hayırlıdır, üç ikiden, dört ise üçten hayırlıdır. Binâenaleyh siz, cemaat üzere olunuz (tefrikaya ve ihtilafa düşüp, topluluktan ayrılmayınız). Çünkü, Allah Teâlâ ümmetimi, ancak hidâyet üzere toplamıştır.” (Hadîs-i Şerif—Ahmed b. Hanbel)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.