Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

107.Mektup

107. MEKTUP

MEVZUU : a) Kendisine sorulan suallere cevaplar.
b) Bu Taife'ye teslimde zarurî olarak bazı faydaların bulunduğu..

***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Muhammed Sadık Keşmirî'ye yazmıştır.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bu Taife'ye inanmak saadeti ile bizleri mes'ud eylesin.

***

İçinde, sualler bulunan mektubunuz ulaştı. Tanaaüt ve taassup (1) kokusu bulunan suale cevap vermek her nekadar yerinde olmaz ise de, onun da cevabını vermeye çalışacağız. Ama, tenezzül kabilinden.. Birine faydalı olmaz ise de, bir başkasına faydalı olabilir.

BİRİNCİ SUAL: Geçmişte yaşayan evliyada, keramet ve harika haller çok olduğu halde, bu zamanın büyüklerinde anlatılan keramet ve harika hallerin az zuhurunun sebebi nedir?.

Bunun cevabı şudur:

Eğer bu sualaen maksat, kendilerinden az keramet zuhur ettiği için, bu zamanımızın büyüklerini inkâr etmek ise., ki: İbarenin fehvasından anlaşılan bu manadır. Bu durumda, Şeytan'ın aldatmacalı işlerinden Allah'a sığınmak lâzımdır. Şöyle ki:

Harika hallerin zuhuru, velayet makamının rükünleri arasında sayılmaz; onun şartlarından dahi değildir. Ama, Resulûllah S.A. efendimizzin mucizesi böyie oimaz. Çünkü mucize: Nübüvvet makamının şartları arasındadır. Hal böyle iken, Allah-ü Taâlâ'nın veli kullarından keramet yayılıp dağılmıştır; onları bırakmamıştır. Ne var ki, kerametin çokiuğu, daha faziletli olmanın delili değildir. Zira bu makamda faziletli olmak, Yüce Sultan Allah'a yakınlık dereceleri iledir. Hatta, pek yakınlık halini bulan bir veli zattan daha az keramet zuhur etmesi mümkündür. Uzaklık halinde bulunan kimseden dahi, daha çok keramet görülebilir.

Görmez misin ki; bu ümmetin bazı velilerinden öylesine kerametler zuhur etmiştir ki., bunların yüzde biri dahi ashab-ı kiramda görülmemiştir. Hal böyle iken, velî kulların en faziletlisi bile, ashabın edna derecede bulunan birine yetişemez.

Harika hallere bakmak kısır görüşlü olmaktandır; taklidi istidadın dahi kusurlu olmasındandır.

Nübüvvet ve velayet feyizlerini kabule o cemaat müstahak olur ki; kendilerinde taklid (uymak) istidadı ağır basmıştır. Haliyle nazarî kuvvetleri neyse, o kadar..

Nitekim Sıddık-ı Ebker r.a. uyma istidadının kuvvetli oluşundan; hiç bir şekilde, Resulûllah S.A. efendimizin tasdikinde:

— Niçin?.

Sözüne ihtiyaç duymadı.. Ama Ebu Cehil Lâin, istidadının kusurlu oluşu dolayısı ile, nübüvvetin tasdiki şerefine eremedi. Halbuki, üstün âyetlerin, büyük mucizelerin zuhuru vardı. Allah-ü Taâlâ, bu münkir zümre Hakkında şöyle buyurdu:

— «Onlar büyün âyetleri (mucize ve diğer alâmetleri) görseler, yine de onlara inanmazlar. Hatta seninle çekişmeye gelirler. O kâfirler der ki:

— Bu (Kur'an) eskilerin massallarından başka değildir.» (6 '25)

Bu manada deriz ki: Geçmişte yaşayan zatların pek çoğundan, harika haler zuhur etmemiştir. Ömürleri boyunca, kendilerinden, beş altıdan fazla harika hal görülmemiştir. Hatta, bu evliya kafilesinin seyyidi Cüneyd-i Bağdadî'den, on keramet zuhuru anlatılmış mı, yoksa anlatılmamış mı? bilinmez.

Sübhan olan Yüce Allah, Kelim'inden (Musa'dan) haber vererek şöyle buyurdu:

— «Biz, Musa'ya açık dokuz âyet verdik.» (17/101)

Yüce Allah, bunu haber verdiği için biliyoruz, peki, anlatıldığı gibi, bu zamanın meşayihinden; harika halle zuhur etmediğini nasıl biliniyor?. Belki de, Yüce Allah'ın velî kullarından öncekilerin ve sonrakilerin ellerinden harika haller her zan zuhur etmektedir. Bunlar, iddia sahibinin bildikleri olduğu gîbi, bilmedikler de olabilir..

Bir şiir:

Ne zarar, ufukta açılan şems-i dubaya; Göz sahibi değilse biri, ona bakmaya..

***

İKİNCİ SUAL: Sadık taliplerin keşiflerine ve müşahedelerine şeytan'ın bir katması olur mu?. Şayet olursa, şeytanî bir keşif olduğu nasıl malum olur?. Eğer Şeytan'ın bir katkısı olmuyorsa., ilhama dayanan bazı işlerdeki yanlışlığın sebebi nedir?.

Bunun cevabı şöyledir:

En doğrusunu Allah bilir. Hiç kimse, Şeytan'ın katmasından mahfuz değildir. Peygamberlerde dahi, böyle bir şeyin oluşu tasavvur edilince, hatta, taHakkuk da etmiştir; evliyada olması daha fazla mümkündür. Nerede kaldı ki, sadık talipte olmaya..

Bu hususta netice mana şudur:

Peygamberlerler, Şeytan'ın anlatılan katkısına karşılıklı, tenbihli durumdadırlar. Onlar, Hakkı batıldan ayırd edebilirler. Nitekim bu manada Allah-ü Taâlâ, şöyle buyurdu:

— «Allah, Seylan'ın kattığı şeyi bozar; sonra âyetlerini hâkim kılar.» (22/52)

Bu âyet-i kerime, üstte anlatılan manaya delâlet eder.. Ve bir tenbih sayılır.

Ancak, anlatılan tenbih, evliyaya lâzım değildir. Zira onlar, peygambere tabidirler. Her ne şey, peygamberin getirdiğine aykırı düşerse., onu reddedip batıl olduğu görüşünü tutarlar..

Ancak, şeriatın sükût ettiği, nefyine ve isbatma hükmetmediği işte, Hakkı batıldan kesin şekilde ayırd etmek müşkildir.

İlham zanna dayalıdır. Lâkin, anlatılan imtiyazın olmayışı sebebi ile velayete kusur düşürülmez.

Çünkü: Şeriat hükümlerini yerine getirmek, peygambere tabi olmak; iki cihanın saadetine tekeffül etmiştir. Sükût geçilen işler, şeriat fazlası şeylerdir. Biz dahi, şeriat emri fazlasını yapmakla mükellef değiliz.

Şunun da bilinmesi uygun düşer ki: Keşifte yanlışlık, şeytanın katmasına münhasır değildir. Böyle bir şey, çok kere; kuvve-i muhayyilede, doğru olmayan hükümlerin tahayyülü ile de olabilir. Böyle bir şeyde asla şeytan'ın dahli yoktur.

Resulûllah S.A. efendimizi rüyada görmek, hakikat hilafı bazı hükümler almak da, üstte anlatılan kabildendir. Yani: Şeytan'ın dahli burada da yoktur. Bu görülen surete, Şeytan'ın hiç bir katkısı yoktur. Zira ulemanın tercihli kavli şudur: Şeytan, Hayr'ül-beşer Resulûllah S.A. efendimizin suretine giremez.. Ona salât ve selâm hangi surette görülürse görülsün; anlatılan surette katkı ancak, vakıaya uymayan muhayyilenin tasarrufu ile olur..

***

ÜÇÜNCÜ SUAL: Keramet yollu tasarruf ile, istidraç yolu tasarruf ilk nazarda müsavi görünürler. Bu durumda müptedi bir kimse nasıl anlar: Şu keramet sahibi bir velîdir; şu dahi yalancı müddeidir ve istidraç sahibidir?.

Bunun cevabı şudur:

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu karışık durumda, müptedi talib için açık delil, kendisinin sağlam vicdanıdır. Eğer kalbini, Sübhan Hakka mail ve ona cezbeli bulursa.. Onunla olan sohbetinde Yüce Hakkın varlığını kendi özü ile bulursa., bilsin ki, o kimse: Keramet sahibi bir velidir. Anlatılanın aksini bulduğu takdirde, yakini olsun ki: O kimse yalancı müddeidir've istidraç sahibidir. Şayet hiç bir şey bulamazsa, ancak o, avam halktan biri gibidir. Meselâ: Hayvanlar zümresine dahildir. Avama gizli duran bir şey de, havas zatlar katında, itibardan düşer.. Zira, böyle bir şeyin menşei kalb marazıdır..

Nice şeyler vardır ki, onları bilmek; avam zümresine, anlatılan değişik durumları bilmekten daha lüzumludur.

***

Bu mektubu, bazı marifet duyguları ile kapatalım. Ki bu anlatacaklarımız, anlatılan şek ve şüpheleri gidermekte faydalı olur. Bilmiş olasın ki, Velayet makamında elde edilen, Allah'ın huylan ile -huy sahibi olmak; evliya zümresi için hâsıl olan, Vacib Taâlâ'nın sıfatları ile bir münasebettir. Lâkin bu münasebet, umum sıfatlarda, isim ve müşareket olarak meydana gelir; manaların hususi durumlarında değil.. Zira böyle bir şey muhal olup hakikatların değişmesini gerektirir.

Hace Muhammed Parisa Hz. nin:

— «Allah'ın huylan ile huy sahibi olunuz.»

Manasını beyan makamındaki tahkikatı, üstte anlatıldığı gibidir.

Şöyle ki:

Yüce Allah'ın sıfatlarından biri Melik'tir. Melik sıfatının manası şudur: Herşeye tasarruf edip sahib olan.. Bu mana açısından bakılınca, bir salik, nefsine tasarruf eder ve onu alt etmeye güçlü olursa... onun tasarrufu kalblerde de geçerlidir. Anlatılan sıfatla da sıfatlanmış olur.

Yüce Allah'ın bir sıfatı da: Semi'dir. Yani: İşitir, dinler.

Şayet salik, Hakkın kelâmını dinler, çekinmeden onu herkesten duyup kabul ederse., şüphesiz olan hakikatlarını ve gizli sırlarını anlarsa., ama ruh kulağı ile; işte o zaman: Bu sıfatla sıfatlanmış olur.

Yüce Allah'ın bir sıfatı da: Basir'dir. Yani: Görür:

Şayet bir salikin basiret gözü açık olur da, feraset nuru ile nefsinin ayıplarını görürse., başkalarının kemalini de müşahede ederse.. Yani: Herkesin, kendisinden daha faziletli olduğuna itikad ederse.. işte o zaman, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Ayrıca, sübhan olan Yüce Hak, görür; onun görüşünde kendisi de vardır. Buna inanınca, bütün işlediği amelleri, Yüce Hakkın kabulüne mazhar olacak şekilde işler..

Yüce Allah'ın bir başka sıfatı da: Muhyi'dir.. Yani: İhya eden, canlandıran..

Şayet bir salik, bırakılan sünnetleri ihya etmeye devam ederse.. anlatılan sıfatla sıfatlanmış olur.

Yüce Allah'ın bir başka sıfatı da: Mümit'tir. Yani: Öldüren..

Şayet salik, bid'atlara engel olur da, onlann sünnet yerinde kullandırmazsa.. işbu sıfatla sıfatlanmış olur.

Üstte anlatılan kıyasları sair sıfatlarda dahi yapmak mümkündür.

***

Avam halk:

— «Allah'ın huylan ile huy sahibi olunuz.»

Cümlesinden ayrı bir mana anlamaktadır. Bunun için de, şüphesiz dalâlet çukuruna düşmektedirler. Sanmışlar ki: Bir velinin ölmüş cesedi mutlaka diriltmesi gerekir ve kendisine gaybi işlerin yolu açılır. Veya buna benzer işler.. Bütün bunlar, görüldüğü gibi, bozuk zanlardır. Nitekim bir âyet-i kerimede bu manaya şöyle işaret edildi:

— «Zannın bazısı günahtır.» (49/12)

***

Diriltme ve öldürme işindeki harika kerametler, sınırsızdır. Ama, ilimler ve ilhama dayalı marifet duyguları, en büyük âyetler olup en üstün harikalardır. Bu mana icabıdır ki: Kur'an-ı Azim mucizesi sair mucizelerden daha kuvvetli ve daha bekalıdır.

***

İyice dikkat edilip bakılması gerekir. Bahar yağmuru gibi, yağan bu ilimler ve maarif nereden hâsıl olup gelmektedir?.

Bu ilimler, bu kadar çok olmalarına rağmen, tamamı ile şeriata muvafıktır; azalarında kıl kadar ayrılık yoktur. İşbu hususiyet, ilimlerin sağlamlığına delildir. Kaldı ki, Seyyidimiz Hazretleri Ks. dahi şöyle yazmıştı:

- Senin ilimlerinin hepsi sağlamdır.

Ama ne fayda?. Şeyhimiz Hazretlerinin kelâmı size bir delil olmuyor ki.. Durumunuz bu iken, kendinizi Hazret-i Şeyh'in emrine münkad sanıyorsunuz.

Bundan daha başka ne yazayım?.

***

Bu suallerin, başta sakil geldi. Ama bu ilimlerin ve maarifin zuhuruna sebeb oldukları için, sonunda güzel oldu. Bu manada bir şiir şöyledir:

Hangi çirkindir ki, olmaya güzel yanı;
Zencinin dişini yıldız görür bakanı..

Hayret.. Bundan önceki mektupta çokça ihlâs göstermiştiniz. Bunun sebebi olaraktan da, peşpeşe gördüğünüz iki rüya olduğu kanaatında idiniz. Bunun için de şöyle yazmıştınız:

— O rüyaların tesiri o hadde getirdi ki., önceden olduğum hale gelmek için, nedamet taHakkuk etti. O rüyalar, tevbeye, inabeye ve iman yenilemeye getirdiler.

Bu yazdığın mektub üzerinden bir ay geçmedi; anlattığın durumdan bir ayrılma anlaşıldı sende. Tam geri bir şekilde Önceki bozuk hal intikal edip değiştin. Hatta, o rüyaların ilkinde olduğun şekle geçtin. Şimdi o rüyalar, Şeytan'ın katması ve keşf hatası olmaya bırakıldılar. O önceki söz neydi? şimdiki bu durum nedir?.

Bir şiir:

Diyorsun ki:

— Şer işliyor falan, Derim:

— Olmaz.

Zarar bizlere: vebalı ona bize kalmaz.

***

Selam hidayete tabi olanlara; Mustafa yolunu tutanlara.. Ona âline Talâtlar ve selâmlar.

 

X (Twitter) sayfamız!

X (Twitter) adresimizi takip ederek, her türlü ilmi bilgilendirmeden istifade edebilirsiniz.

Günün Sözü

"Kim âile efrâdına aşûre gününün nafakasını geniş tutarsa, Allah Teâlâ’da ona, senenin tamamında genişlik verir.” (Hadîs-i Şerif—Taberânî ve Beyhakî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.