Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

172.Mektup

172. MEKTUP

MEVZUU : Bazı hususi şartların beyanı ile buna münasip meseleler..

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Şeyh Bediüddin'e yazmıştır.

***

Allah'a hamd olsun.. Allah'ın Resulüne salât ve selâm olsun.. Sonra..

Pek değerli kardeşe malum olsun ki: Şeriatın bir sureti bir de hakikati vardır..

Şeriatın sureti: Zahir ulemanın beyanım üzerine aldığı hususlardır.

Şeriatın batını: Sofiyenin imtiyazını aldığı hususlardır.

Şeriat suretinin son yükseldiği yer: Mümkinat silsilesinin yükseldiği nihayettir.

Şayet suretin yükselme seyri bu vücub mertebelerinde vaki olursa., o zaman suret: Hakikatla karışır..

Bu imtizacın uruc için muamelesi bir ilim makamında (şe'ninde) olur ki: Orası, Seyyid'ül-beşer'in (Resulûllah'ın S A.) taayyün (göze gelmesi, elle tutulur mahiyette varlık peyda etmesi, hisse akması) başlangıcıdır. Ona salât ve selâm olsun..

Bundan sonra bir terakki vaki olursa., ona suret ve hakikat, her ikisi birden tevdi edilir.. O zaman, arifin muamelesi hayat şe'ninde (makam veya tecellisinde) olur.. Ancak, bu şe'n (makam veya tecelli) ki şanı pek büyüktür ve, bu âlemle asla münasebeti yoktur. Söyleki o: Hakikî şuunattan olup hiç bir şekilde ona izafet eli değmemiştir; onun için bu âlemle bİr alâka hâsıl olsun..

İşbu anlatılan şe'n (makam veya tecelli) esas maksudun dehlizi ve matlubun mukaddimesidir.

İrfan sahibi bu makamda kendisini şeriat dairesinin haricinde görür; ama, Allah'ın inayeti ile mahfuz olduğu için, şeriatın inceliklerinden hiç birini kaçırmaz.

Bu büyük devletle şerefyab olanlar, azdan dahi azdır; bunların adedi sayılacak olsa, azdan da azı kabul eder..

Sofiye zümresinden birçokları bu makamın gölgesine ulaştıkları zaman ki, her yüce makamın, altında bir gölgesi vardır sanırılar ki: Kendileri şeriat dairesinden çıkmışlardır; kabuktan yükselip öze ulaşmışlardır.

îşbu makam: Sofiye arasında ayakların kaydığı makam kabul edilir.

Hatta, bu tarikatın nakıs saliklerinden bir taife zındık ve mülhid olurlar.. Başlarını şeriat bağından sıyırlar.. Böylelikle hem dalâlete düşerler; hem de başkalarını dalâlete düşürürler..

Velâyet derecelerinden biri ile şerefyab olan kemale eren bir cemaat ki bunlar: Bu yüce makamın gölgelerinden bir gölgesinde marifet tahsil etmişlerdir. Bu makamın aslına ulaşmamışlarsa da, kendileri mahfuzdur; şeriat edeplerinden hiç birinin terkine cevaz vermezler.. İsterse, bu marifetin sırrını bilmesinler ve bu muamelenin hakikatini anlamasınlar..

***

Sübhân olan Yüce Allah'ın inayeti ve Habibinin bereketi ile Fakir'e bu muammanın sırrı inkişaf ettiği, hakikat-ı hal olduğu gibi vuzuha kavuştuğu için ondan bir nebze beyan meydanına çıkarmak istedim. Ola ki: Noksan kimseler yolun doğrusunu bulalar ve kâmil zatlara muamelenin hakikati açıla..

Bilinmesi gerekir ki:

Şer'î teklifler, kalbe ve kalıba mahsustur. Zira, nefsin tezkiyesi bu tekliflerin üzerine yayılmıştır.

Bu letaiften o şey ki, kademini şeriat dairesi dışına atar; o şey, bu letaifin başkasıdır.. Yani: Kalb ve kalıptan başkadır. Yine o şey ki: Şeriatle mükellef olmuştur; onun mükellefiyeti daimîdir. Bu şeriatle mükellef olmayan dahi, hiç bir şekilde mükellef değildir..

***

Bu babda anlatılması asıl gaye şudur:

Sülûkten evvel, letaif birbirine karışık durumdadır; kalbden ayrı durumları yoktur.

Seyr ve sülûk birbirinden ayrıldığı, her biri, kendi asli karargâhına vardığı zaman, anlaşılır: Onlardan hangisi mükelleftir ve onlardan hangisi mükellef değildir.

Şöyle bir şey sorulursa:

— İrfan sahibi, bu makamda hem kalbini, hem de kalıbını şeriat dairesi dışında bulur. Bunun oluş şekli nedir?.

Cevap veririm:

— Bu buluş hakik îdeğildir; hayalidir. Bu tahayyülün menşei dahi kalbin ve kalıbın letaifin en latifi boyası ile boyanması olmuştur. Ki bu: Ayakları şeriatın dışına attırır.

Şöyle bir şey sorulursa:

— Şer'i tekliflerin sureti her nekadar kalbe ve kalıba mahsus ise de; şeriatın hakikati için, kalbin ötesinde bir yer vardır. Durum böyle olunca; mutlak şeriatın haricine adım atmanın manası nedir?.

Şu cevabı veririm:

— Şeriatın hakikati için her nekadar kalbin ötesinde bir yer var ise de, o ruh ve sırrı aşıp geçemez; hafi ve ahfaya ulaşamaz. O şey ki, harice adım basar; o hakikatta: Hafi ve ahfadır.

Halin hakikatini en iyi bile noksan sıfatlardan münezzeh Allah-tır.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bize ve bütün Müslümanlara, Seyyid'ül-mürseline tabi olmakta sebat nasib eylesin.. Ona ve âline salâtlar, selâmlar; her manada tamam ve ekmel olaraktan..

 

Günün Sözü

"Resûlüllah (s.a.v.): “Yetîmi himâye eden ve ben cennette şöylece beraber olacağız.” buyurdu ve aralarını açarak şehâdet parmağı ve orta parmağını işâret etti.” (Hadîs-i Şerif—Buhârî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.