Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
217.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 6141
217. MEKTUP
MEVZUU : a) Batınî nisbet, her ne mikdar
cehalete ve hayrete müncer olursa., o mikdar güzel olur..
b) Bazı keşiflerde, galat vukuu sebebinin beyanı. .
c) Kaza-i muallak ile kaza-i mübrem arasındaki fark ve bu hususta kitap ve
sünnete itimad edilmesi..
d) Tarikat talimi icazetinin nıutlak surette kemale ve tekmile delâlet
edemeyeceği..
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Molla
Tahir Bedahşî'ye yazmıştır.
***
Âlemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun. Salât ve
selâm Seyyid'ül-mürselin'e ve onun temiz âlinin tümüne..
***
Uzun bir müddetten beri, beni halinize ve
ahvalinize muttali etmediniz.
Matlub olan, her halde, istikamettir. Çok
çalışıp gayret etmelisiniz; ta ki: Kıl kadar şeriat hilafı bir şey sizden sadir
olmaya.. Her itikad, ister amel olsun..
Batınî bağlılığı muhafaza etmek, önemli
işlerin en önemlisidir. Bu manada, manevî bağlılık her ne mikdar cehalet
canibine çekilirse., o mikdar güzel olur. Hem de pek güzel.. Her ne mikdar
hayret tarafına dalarsanız, o kadar daha faziletli olur.
Küşufat-ı ilâhiye, zuhurat-ı esmaiye ancak
tarikatta yola devam esnasında olur. Amma vusulden sonra, bunlar kısılır. O
zaman cehaletten başka bir şey baki kalmaz. Bir de matlubu bulamayış..
Kevnî keşiflerden ne yazayım ki?. Onlarda
hata olması çoktur galat zannı fazladır. Onların varlığı ile yokluğunu aynı
seviyede billip öyle itikad etmek gerek.
***
Şöyle bir şey sorulabilir:
— Bazı kevni keşiflerde, galat (yanılma)
vukuunun sebebi nedir?. Böyle bir keşif, Allah'ın velî kullarından sudur eder;
ama ona aykırı bir mana zuhura gelir.. Meselâ:
— Falan kimse bir ay sonra ölecek.. Yahut,
seferinden vatanına dönecek.
Diye haber verir.. Ama, bir ay geçer; o kimse
ne ölür; ne de vatanına döner.. Verdiği haberin, hiç biri vuku bulmaz.. Buna şu
cevabı veririm:
— Keşfedilen o işin husulü, vukuundan haber
verilen iş, bazı şartlara bağlıdır. Keşif sahibi, onları haber verdiği zaman,
onların tafsilatına muttali değildir. Onun için, verdiği hüküm mutlaktır;
kayıtlı değildir.
Bunun cevabı için, şöyle de diyebiliriz:
— Levh-ü Mahfuzda yazılan hükümlerden bir
hüküm, bir irfan sahibine zuhur etmiştir. Bu hükmün dahi, kendi özünden,
silinme ve kaldırılma kabiliyeti vardır. Kaza-i muallak kabilindendir. Lâkin o
irfan sahibi: O şeyin muallak oluşuna, silinip kaldırılma kabiliyetinin
varlığına dair bir haberi yoktur. Bu surette o işin haberini verdiği zaman,
ilminin iktizasına göre vukubulacağına hükmeder. Böyle bir hükümde ise, elbet
yanılma olur.
Şöyle anlatıldı:
— Cebrail Resulûllah S.A. efendimize gelmiş;
sabaha bir gencin vefat edeceğini haber vermiş. Resulûllah S.A. efendimiz dahi,
onun haline merhamet etmiş.. Ve., kendisine, dünyaya dair işlerden
temennilerini sormuş: o da şöyle demiş:
— Bakire kızla evlenmek ve helva yemek..
Hemen Resulûllah S.A. efendimiz, her ikisinin
de o genç için hazırlanmasını emretmiş.
Sonra., o genç, ehli ile halvete çekilip
oturmuş. Tabakla helva dahi önlerinde imiş.. Tam bu sırada bir dilenci gelip
kapıyı çalmış ve:
— Allah için bir şey..
Demiş. Bunun üzerine o genç, tabakla helvayı
o dilenciye yedirmiş..
Sabah olduktan sonra, Resulûllah S.A.
efendimiz, o gencin ölüm berinin gelmesini beklemeye başlamış. Haber gecikince:
- «O gencin durumundan bana haber getirin.»
Buyurmuş.. Şöyle haber getirmişler:
O genç, neşe ve sevinç içinde..
Resulûllah S.A. efendimiz, bu işe hayret
etmiş.. Bu sırada Cebrail de gelip şöyle demiş:
— O genç, helvayı sadaka olarak verdi; o belâ
da ondan gitti.
Sonradan, gencin yastığı altında, kocaman ölü
bir yılan bulunur ki; içi helva dolmuştu. O kadar helva dolmuş ki, onun
çokluğundan ölmüş.
Bana gelince..
Üstte anlatılan nakli kabul etmiyorum.
Cibril'in dahi böyle bir hata edeceğine cevaz veremem. Zira o: Kesin olarak,
vahyin hamilidir. Vahyi taşıyan bir melekten hata ihtimaline cevaz vermek gayet
kabih bir şeydir. Ancak, şöyle bir şey diyebiliriz:
— Onun masumluğu, kendisinden hata ihtimali
olmaması, Hakikatından getirip tebliğ ettiği şeylere mahsustur. Verdiği bu
haber dahi vahiy kısmından olmadığına göre, Levh-ü Mahfuzdan alman bir haber
olduğuna göre., ki orası: Mahv ve isbat mahallidir.
O zaman, bu haberde hata yeri olabilir.
Haliyle vahiy böyle değildir. Zira o: Mücerred tebliğden ibarettir. Bunlar,
şehadetle ihbar gibi birbirinden ayrılmışlardır. Şeriatte birincisi muteber
olup ikincisi muteber değildir.
***
Allah sana güç versin; bilesin ki, Kaza iki
kısımdır:
a) Kaza-i muallak..
b) Kaza-i mübrem..
Tebdil ve tağyir ihtimali, ancak kaza-i
muallaktadır. Kaza-i mübremde, tebdilin ve tağyirin yeri yoktur. Noksan
sıfatlardan münezzeh Allah şöyle buyurdu:
— «Bende söz tebdil olmaz..» (50/29)
Bu âyet-i kerimede belirtilen mübrem kazadır.
Kaza-i muallak için de şöyle buyurdu:
— «Allah, dilediği şeyi, imha ve isbat eder..
Ümm'ül-Kitab onun altındadır..» (13/39)
***
Hazret-i Şeyhim Allah sırrının kudsiyetini
artırsın., şöyle anlat ti:
— Seyyid Muhyiddin Abdülkadir Geylânî bazı
risalelerinde yaz mış ki:
— Hiç kimsenin mübrem kazayı değiştirmeye
gücü yetmez ancak benim için istisna var. Çünkü, ben onda istediğim gibi
tasarruf edebilirim.
Bu cümleden, çok kere taaccüp eder ve böyle
bir şeyi uzak görürdü.
Bu nakil, uzun bir süre, bu Fakirin zihninde
dahi kaldı. Taa Allah-ü Taâlâ, beni bu büyük devletle şerefyab edinceye kadar..
Ki o zaman, bazı dostlara yönelen belâların define çabalıyordum. İşte o zaman
bana, tam bir iltica ve tam bir tazarru, ibtihal ve tam bir huşu hali gelmişti.
Bundan sonra, bana zuhur etti ki:
— Bu kaza, bir başka emirle, Levh-ü Mahfuz'da
muallak olmaktan çıkmıştır. Hiç bir şarta dahi bağlı değildir.
Bunun üzerine, bence bir ye's ve eliboşluk
hali hâsıl oldu. O zaman da, Seyyid Abdülkadir Geylânî'nin (Allah sırrının
kudsiyetini artırsın.) kelâmı hatırıma geldi. Tekrar ikinci defa, Yüce Allah'a
iltica ettim. Acz, inkisar izharı yoluna girerek o Yüce Zat'a teveccüh ettim.
Bunun üzerine, Allah-ü Taâlâ, şu manayı izhar
eyledi:
Kaza-ı Muallak iki çeşittir:
a) Bir kaza ki, onunla alâkalı olan, Levh-ü
Mahfuz'a konmuş ve melekler de ona muttali kılınmıştır.
b) Bir Kaza ki, bununla alâkalı olan yalnız
Hak katındadır. Ama, bunun Levh-ü Mahfuz'da zuhuru, mübrem kaza şeklindedir.
Bunun zuhur etmeyen kısmı ise., kaza-i muallak olup birincisi gibi, değişme
ihtimali vardır. (Yani: Hak katında kalan kısmı ile..)
Bunun üzerine anladım ki, Abdülkadir
Geylânî'nin kelâmı (Allah sırrının kudsiyetini artırsın) bu mübrem şeklinde
görülen kazaya göre sarf edilmiştir. Hakikî manadaki mübrem kazaya göre
değildir. Çünkü, onda tebdil ve tasarruf, şer'an ve aklen muhaldir. Bu da açık
bir manadır.
Gerçek mana şu ki: Bu kazanın hakikatına
dahi, pek az ferdin ittilaı vardır; tasarruf nasıl olsun?.
Adı geçen kardeşe yönelen belânın dahi ikinci
kısma ait olduğunu buldum. Ve.. Allah-ü Taâlâ'nın ondan o belâyı def ettiği de
malum oldu.
Allah'a hamd olsun. Hem de güzel temiz ve
onda bereketler bulunan bir hamd.. Rabbımız nasıl sevip razı olursa öyle..
Salât, selâm ve tahiyyet Seyyid'ül-evvelin
vel-âhirin, Hatem'ül-enbiya vel-mürselin üzerine olsun.. Allah-ü Taâlâ, onu
âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Keza onun âline, ashabına, mukarreb meleklerden,
salihlerden, şehidlerden, sıddıklardan, nebüerden bütün kardeşlerine..
Allahım, bizi onları sevenlerden eyle..
Onların izinde gidenlerden evle. O büyük zatların bereketi ile.. Bu duaya:
— Âmin!.
Diyen kulan Allah merhamet eylesin.
***
Biz, yine esas sözümüze dönelim.. Deriz ki:
Bazı vakitlerde, ilhama dayalı ba2i ilimlerde
hata vukuuna sebep şudur ki; o ilham sahibine göre bazı müsellem sabit
mukaddimeler, isin aslında yalandır. Ama, ilhama dayalı ilimlerle karışınca,
ilham sahibinin onları ayırd etmeye gücü yetmez. Sanır ki: Onların hepsi,
ilhama dayalı ilimlerdir. Hiç şüphe edilmesin ki, bütünüyle hataya düşer..
Bunun sebebi de, ondaki bazı parçaların hatalı olmasıdır..
Bazı kereler de, keşiflerde ve rüyalarda
gaybe dair işleri görür. Hayal eder ki, bunlar zahiri manasına mahmuldür.
Yalnız suretteki gibidir. Böyle olunca, hayaline göre hükme varır; dolayısı i!e
hataya düşer. Bilemez ki: Onlar, zahirî manasından alınmış; tevil ve tabire
bırakılmıştır.
İşbu makam, keşfe bağlı yanlışlıkların
makamları cümlesindendir.
***
Hülâsa; kesin olan ve itimadı hak eden şudur:
Kur'an ve hadis.. Bunlar kesin vahiy ile sabittir. Melek nüzulü ile tekarrur
etmiştir. İcma-ı ulema, müçtehidlerin içtihadı bu iki asla dayanır. Bundan
sonra gelen usul-u erbaa, her ne olursa olsun; anlatılan esaslara muvafık ise.,
makbuldür. Aksi halde makbul değildir. İsterse, onlar; sofiyenin ilimlerinden,
üstün maarifinden, güzel ilham ve keşiflerinden olsun. Çünkü bu makamda, vecd
ve hal yarım arpa bile etmez; yani: Şeriat terazisi ile tartılmadıkça.. Kitap
ve sünnet mihekine vurulmadıkça, onlar yarım danık yerine dahi kabul edilmez..
***
Sofiye yoluna girmekten maksad, şer'an itikad
edilmesi gereken işyerin hak olduğuna yakini artırmaktır. Ki bu yakın: İmamn
hakikatidir. Bir de, şefi emirlerin edası hususunda kolaylık elde etmektir.
Bunun dışında başka bir iş için değildir..
Rüyet (Yüce Allah'ı görmek) âhirette vaad
edilmiştir; bu dünyada olmaz.
Sofiyenin mesrur olduğu müşahedeler ve
tecelliler, gölgelerle tatmin olmaktır; benzeri ve misli ile teselli bulmaktır.
Halbuki, o Yüce Allah, mahlukatın çok çok ötesindedir.
Bu müşahedelerin ve tecellilerin hakikatini
açacak olsam; bu yolun müptedi taliplerine bir fütur, şevklerine noksanlık
geleceğinden korkuyorum. Bunu bildiğim halde, susup dursam, Hakkın batılla
karıştırılmasına cevaz vermiş gibi olacağım.
Artık zarurî olarak, şu kadarının izharını
istedim. Şöyle ki:
Bu tarikatın tecellilerinden ve
müşahedelerinden bir şey gelirse, uygun düşer ki, onu: Kelimullah Musa'nın a.s.
tecelli mihekine vurasın. Eğer ona mutabık düşmez, aykırı düşerse., o zaman,
onun, zaruri olacak gölgelik ve misale bağlı bir tecelli çeşidi olduğuna
hükmedesin..
Halini ayniyle tatbik etmen mümkün değildir
elbet. Çünkü; Musa'nın dağına olduğu gibi, dağılıp un ufak olarak yok olmak
şimdi yoktur. Ancak, bu manadan olarak, dünyalık sayılan ne varsa., ister
zahiri tecelli, isterse batini tecelli nevinden olsun; bunların yok olması
lâzımdır. Yani: Dekk ve Fekk yolu ile.. (Musa'ya a.s. olduğu gibi..)
Hatem'ül-enbiya Resulûllah SA. efendimiz,
böyle bir şeye uğramaktan beridir. Mekânından kıl kadar aynlmadan, kendisine
dünyada iken rüyet nasib olmuştur.
Ancak, Resulûllah S.A. efendimizin yolunda
olup kâmil vasfını alanlar, eğer nasipleri varsa., onlara bu rüyet olur. Ama
perdesiz olmaz; gölgelerden bir gölge yoluyla olur. Ama bunu, o tecelli sahibi
anlar veya anlamaz.
Bir tecelli vuku bulmadan, sırf o hali
gördüğü için, Musa a.s. bayıldıktan sonra, başkalarına neler olur?, düşünüle..
Sonra..
Şunu da bilesin ki, bazı ihlâs sahibi kimselere
icazet verilmesi, dalâletin yayılıp umumileştiği bir zamanda; bir cemaat için
Hak yoluna delil olup göstermesi içindir. Bunun için kendisine icazet
verilmiştir.
Ayrıca, bu yolun taliplerinin ittifakı ile
meşgul olup bu intisabı yükseltmeye çalışa.. Öyle çabalamalı ki: İrşad talebi
olanlar da bu devletle müşerref olalar. İcazet onun için, kemal ve tekmil
vehmine düşüren ve esas maksattan olan bir şey değildir.
— «Elçiye düşen, ancak tebliğdir.» (5/99)
Vesselam..