Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
245.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 4258
245. Mektup
MEVZUU : Sorulara cevap mahiyetindedir.
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu Molla Salih`e yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Allah'ın Resulüne.. Hemen hepinize
dualarımın tebliğini dilerim.
Kardeşe malum olsun ki,
Kasıd ile gönderilen mektup ulaştı; ferahı mucib oldu.
Yazıyorsun ki:
***
- Nefy ve isbat zikri (LÂ İLAHE İLLALLAH) yirmi bire ulaştığı zaman, daha fazla
devam etmek olmuyor. Bu durumda, çoğu kez, gaybet ve istiğrak hali zahir
oluyor.
Ey Muhib..
Zahir olan şu ki, zikrin şartlarından bir şart yok olmuştur. O kadar ki; bunun
için dahi, o zikre bir netice terettüb etmiyor. İnşaallah bu manayı şifahî
olarak tefsir ederiz.
***
Bundan başka:
�
Hazret-i Sıddık tarafından, işini tamama erdirdikten sonra söylediği anlatılan
şu kavlin manası nedir?. Demekte ve tefsirini istemektesiniz:
�
Dilin zikri laklakadır, kalbin zikri vesvesedir; ruhun zikri şiktir; sırrın
zikri de küfürdür..
Bilesin ki,
Bu mana, zâkirden ve mezkûrdan haber vermektedir. Ama hangi zikir olursa
olsun.. Halbuki asıl gaye: Zikredenin ve zikrin, zikri edilende fena
bulmasıdır, işbu mana icabı olarak zikir için:
�
Laklaka, vesvese, şirk ve küfürdür.
Diye anlattı..
Bir şiir:
Bırak, ne alırsa seni sevgili vuslatından:
Güzel veya çirkin, seni ne oyalarsa ondan..
***
Ancak zikre, anlatılan isimlerin arız olması; uygun düşer ki: Fena ve beka
husulünden evvel olduğu görüşüne varıla.. Zira zikredenin varlığı, zikrin dahi
onun için sübutu, fenanın husulünden sonra mezmum değildir.
Eğer anlatılan manada, gizli bir yan kaldıysa., o da huzurda anlatılır. Tefsir
edilip açıklanır. Çünkü: Mektubun havsalası dardır.
Ayrıca bu cümleyi. Hazret-i Sıddık r.a. için:
�
İşini tamama erdirdikten sonra söyledi..
Diye bir nisbet yapmak, pek beğenilecek bir bağlantı değildir.
Yazmış olduğun şu cümlenin manasını sorup tefsirini istiyorsun:
�
Şeyh Ebu Said Ebülhayr, Şeyh Ebu Ali b. Sina'dan esas maksada dair bir delil
taleb etmiş. Şeyh Ebu Ali b. Sina dahi ona cevab olarak şöyle yazmış:
�
Mecazî islâmdan çık; hakikî küfre gir.
Şeyh Ebu Said dahi bunu Ayn'ül-kuzat'a yazıp şöyle demiş:
�
Bin sene ibadet etmiş olsaydım; Ebu Ali b. Sina'nın cümlesinden hâsıl olan
mana, o ibadetten hâsıl olmazdı.
Ayn'ül-Kuzat dahi şöyle yazmış:
�
Eğer anlamış olsalardı: o miskin gibi levm edilmiş ve kendilerine taat
edilmişlerden olurlardı.
Bilinmesi gerekir ki,
Hakikî küfür, ikiliğin kalkması ve kesretin tamamen kapanmışıdır. Bu dahi, fena
makamıdır. Bu küfr-ü hakikinin fevkinde, hakiki İslâm vardır. Bu dahi, beka
makamıdır. Küfr-ü hakikide, hakiki İslama nazaran tam bir noksanlık vardır.
İbn-i Sina'nın hakikî İslâm'a delâlet edemeyişi, kusurlu görüşündendir.
Hakikatta dahi, onun hakikî küfürden yana bir nasibi yoktur. O dediği kadar
demiş; yazdığı kadar yazmıştır; ama ilim ve taklit yollu... Belki de mecazî
İslâm'dan dahi aldığı bol bir haz yoktur. Hatta, felsefe hurafaları içinde
kalmıştır. Hatta, İmam-ı Gazalî dahi onu tekfir etmiştir.
Gerçek olan şu ki: Felsefe usulleri, İslâmî usullere aykırıdır. Bütün bunlardan
başka, Şeyh Ebu Said'in yaşadığı zaman, Ayn'-ûl-kuzat'ın yaşadığı zamandan çok
evveldir. Kendisine anlatılan hususta nasıl yazabilir?.
Eğer bunda da, anlaşılmayan bir şey varsa., o dâhi, huzurda tefsir edilip
anlatılır..