Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
322.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 3983
322. MEKTUP
MEVZUU:
a) LA İLAHE İLLALLAH kelime-i tayyibesinin
faziletlerini beyan.
b) Tenzih makamının tahkiki.
c) Gaye iman, muamele akrabiyet (pek
yakınlık) derecesine varınca tahakkuk eder. Bu muamele dahi vehim ve hayal
kavramı dışındadır.
NOT: İmam-ı Rabbazı
Hz.leri bu mektubu, Molla Arif Hateni'ye (Bedahşi'ye) yazmıştır.
Allah'a hamd olsun. Selâm, seçmiş olduğu
kullarına.
Mevlâna Arif Hateni (Bedahşi) öncelikle
batıl ilâhları nefyetmeli; sonra da Yüce Sultan Mabud Hakkı isbat eylemelidir.
Her ne ki, keyfiyet ve kemmiyet damgası
altına girmiştir:
-LA.. (Yoktur)
Kelimesinin altına girmelidir; uygun olan
budur. Böylece.o keyfiyetten ve misalden münezzeh olan Yüce Zat'a iman tahsil
edilmiş olur. Nefiy ve ibbat zımnında ibarelerin en tamamı şu kelime-i Tayyibedir:
-LA İLAHE İLLALLAH.. (Allah'tan başka ilâh
yoktur) Resulullah (sav) Efendimiz, Rabbından naklen şöyle anlattı: "Yedi
tabaka yer, terazinin bir gözüne; LA İLAHE İLLALLAH dahi bir gözüne konsa,
onlardan ağır gelir."
O kelime-i tayyibe, nasıl daha faziletli
olmasın ve nasıl daha ağır gelmesin ki? O öyle bir kelimedir ki, bir yanı
Sübhan Hakkın zatından gayrını nefyeder. Hem de tümden... ister sema, ister
yer, ister arş, ister kürsi, ister levh, ister kalem, ister alem, isterse Adem
olsun. Öbür yanı ise... Burhanı Yüce hakkı isbat eylemektir. Ki o zat,
semaların ve yerin, Sübhan Hakkın zatından gayrı her şeyin halikıdır. İster
afaktan olsun, isterse enfüsten. Bütün bunlar, keyfiyet ve kemiyet damgası ile
damgalanmıştır. Afak ve enfüs aynalarında her ne tecelli eder ise... zaruri
olarak, keyfiyet ve kemmiyet ölçüsüne girer, nefyedilmeye de müstahak olur.
Bilgimize, vehmimize, şühudumuza, hissimize
gelen her şey; keyif ve misal ile muttasıftır. Hüdus ve imkân ayıbı kapsamına
girmiştir. Zira, bizim bilgimize ve hissimize giren, yontulup yapılmış,
edilmiştir.
Bizim bilgimize dahil olan tenzih, aynen
teşbihtir. Bizim anlayışımıza göre olan kemal dahi aynen noksandır.
Her ne ki, bize keşfolur, tecelli eder ve
şühud olur; o Sübhan Hakkın gayrıdır. O Sübhan Allah, ötelerin de ötesindedir.
(Yani: Tüm halkın)
Allahu Teala, Halil (as) Peygamberden naklen
şöyle anlattı:
"Bu yontup yaptığınız şeylere mi
tapıyorsunuz? Halbuki, Allah sizin de yaptıklarınızın da
halikidir."(37/95)
Bizce yontulup yapılan her şey, Sübhan Hakkın mahlukudur. Hem de bütünü ile.
Bu yontulup yapılan şeyimiz, ister ellerimizle olsun; isterse akıllarımızla... isterse vehimlerimizle... durum değişmez. Bunların hiçbiri, ibadete müstahak değildir. İbadete müstahak olan o zattır ki: Keyfiyetten ve misalden münezzehtir. Durum elbette böyledir. Amma bizim vehmimiz oraya erişmekten yana kusurludur. Onun idrak zeyline dahi yetişmez. Keşif ve müşahede gözümüz ise... onun azamet ve celâl şühuduna varmaktan yana şaşkın ve acizdir. Böyle keyfiyetten ve misalden münezzeh olan zata iman etmek, ancak gayb yolu ile olur. Burada şühudi iman, Yüce Allah'a iman sayılmaz. Böyle bir iman, kendisi yapılmış olan bir şeye iman olur ki bu, Yüce Allah'ın mahlukudur. Böyle bir iman, başkasına iman etmekle Yüce Allah'a iman etmeyi ortak etmektir. Hatta, ondan başkasına iman sayılır. Böyle bir imandan Yüce Allah bizi korusun.
Gaybe iman, ancak şu zaman müyesser olur ki, orada: Seyri seri olan vehme bir mecal bulunmaya. Ondan yana bir şeyin nakşı muhayyileye işlemeye.
Anlatılan mana, pek ileri olan yakınlıkta tahakkuk eder ki o: Vehmin ve hayalin dışında bir ileri yakınlıktır. Zira bir şey, ne kadar uzak olursa, vehmin ve hayalin mecali, onda daha geniş ve daha ziyade olur. Ayrıca hayal saltanatı altına girmesi daha yakın ve daha seri olur.
Üstte anlatılan devlet, peygamberlere mahsustur. Gaybe iman, bu büyük zatların nasibidir; hem de asaleten. Onlara salâtlar ve selâmlar olsun. Ayrıca, tebaiyet ve veraset yolu ile, hakkında murad olunan kimse, bu şerefle müşerref olur.
Avam halk için hasıl olan gaybi iman, vehmin kavramı dışında değildir.
Zira avam halk arasında ötelerin ötesi uzaklık canibinde olup vehme mecal vardır. Bu büyüklerin katında ise... ötelerin ötesi yakınlık canibinde olup vehme mecal yoktur.
Dünya kaim durup devam ettiği süre; dünya hayatı mevcut oldukça, gaybe iman mutlaka olacaktır. Zira, burada şühuda dayalı iman, illetlidir.
Âhiret hayatı başladığı zaman, vehmin ve hayalin de gücü kırılır; işte o zaman, şühuda dayalı iman makbul olup yapmak ve yontma illetinden beri durur.
Allah'ın Resulü Muhammed, dünya hayatında iken, rüyet şerefine nail oldu Sanırım ki: Bu manada, onun için, şühudi imanı sabit kılsak yerinde ve güzel olur. Ki o iman, yapma ve yontma illetinden de münezzehtir. O şey ki, kendisinden gayrına ahirette vaad edilmiştir; onun için burada müyesser olmuştur. Ona salât ve selâm olsun.
Bir ayet-i kerime meali:
"Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve... Allah büyük fazlın sahibidir."62/24).
***
Şunun da bilinmesi yerinde olur ki:
Nefy kelimesini, İbrahim Halil (as) peygamber tamamı eyledi. Şirk kapılarından kapalı olmayan hiçbir kapı bırakmadı. Bu manadan ötürü, peygamberlerin imamı ve kıdem itibarı ile, onların en öndekileri oldu. Zira, bu dünya hayatında, kemalin nihayet zuhuru, bu nefyin itmamına kalmıştır. İsbat kelimesinin kemal zuhuru ise... ahiret hayatına bırakılmıştır.
Netice mana şudur:
Hatem'ür-rüsül Resulullah Efendimiz, bu dünya hayatında iken, rüyet devleti ile müşerref olunca, İsbat kemalâtı cihetinden bolca nasib bulmuştur. Ona salât ve selâm olsun. Hem de bu dünya hayatında iken. O kadar ki, onun hakkında şöyle söylenebilir:
-Resulullah (sav) Efendimizin bi'seti ile İsbat kelimesi tamam olmuştur. Ama, bu dünya hayatı ölçüsüne göre.
Yine mümkündür ki: Resulullah (sav) Efendimiz hakkında zati tecellinin isbatı iş bu dünya hayatında bu mana için ola... Diğerleri için dahi, bir vaad olarak ahirete kalmıştır.
Selâm hidayete tabi olanlara. Mütabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara.
Ona ve âline salâtlann en faziletlisi, selâmların ekmeli.
***