Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
340.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 3986
340. MEKTUP
MEVZUU: Şeyh Abdülaziz Confori'nin seklerine
cevap.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu,
Mevlâna Muhammed Tahir Bedahşi'ye yazmıştır.
Allah'a hamd olsun; Allah'ın Resulüne salât.
Sizlere dahi dualar etmekteyim.
Uzun bir müddetten sonra, gönderdiğiniz
mektubun gelmesi ferahı mucib oldu.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, sizi
zahir batın birliği ile, muhalla ve müzeyyen eylesin. Hem de devamlı olarak.
***
Fakir, bu müddet içinde size üç tane mektup
yazmıştım. Onlardan ancak bir tanesi size ulaşmış.
Mesafenin uzaklığı, mani bir özürdür.
Sizin mektubunuzla birlikte, Şeyh
Abdülaziz'in yazdığı mektup dahi geldi. Ona yazılanlar da anlaşıldı. Ona
yazılanlar arasında şu mana var.
Eğer mümkinatın hakikati olsaydı; ki bunlar
ilmi ademlerin (yokların) suretleri olup, bu ademler dahi sıfatların
zıtlarıdır. O zaman, bu ademlerin yüce mukaddes Zat'ta husul bulmaları lâzım
gelirdi. Halbuki, Sübhan Allah böyle bir şeyden münezzehtir.
Üstte anlatılan mana, çok şaşırtıcı bir
şüphedir. Bilmez mi ki, Sübhan Hak, eşyanın şerefini de kesifini de bilir. Ama,
onların hiçbiri, Hazret-i Zat'ta hasıl olmuş değildir. Onlardan hiçbirinin Zat
ile ittifası da yoktur. Bu surette husul nereden gelsin?
Ona dere edilen cümlelerden biri de şudur:
-Mümkinatın hakikatlarının hem vücudu, hem
de sübutu olmak gerek; ademe bağlı değil. Zira, hakikatler, mümkinatın
kendilerinden ve ruhlarından ibarettir.
Bunun için deriz ki:
-Evet, onların ilmi olarak vücudu ve sübutu
vardır. Hakikatlerde bu kadarı lâzımdır. Onun için, yerinde olur ki, önce bu
itirazı Şeyh Muhyiddin b.Arabi'ye yapa. (Allah sırrının kudsiyetini artırsın.)
Zira o, bu manada şöyle demiştir:
-Ayan, vücud rayihasını koklamamıştır.
Asıl şaşırtıcı durum şu ki: O, hakikatları
mümkinatın ruhları ve kendileri (yani: Nefisleri) olarak ele almış; ayan-ı
sabiteyi ve malumatüllahı bırakmıştır.
O mektuba dere edilen bir mana dahi şudur:
-Enbiya, evliya ve mümkinattan sair insan
fertleri; eğer bunların hakikatleri ademler (yoklar) olsaydı; bu büyük zümreden
şeref çıkarılırdı; onlardaki kemal dahi yok olurdu. Amma nasıl çıkarılır ve yok
olur? Zira, Sübhan Hak, bu ademleri, tam hikmeti ile, kâmil kudreti ile, güzel
terbiyesi ile isimlerinin ve sıfatlarının akislerine ayna eyledi. Nübüvvet ve
velayet şerefi ile de müşerref eyledi. Kemalâtının zılâli ile de süsledi. Muazzez
ve mükerrem eyledi. Nitekim o Sübhan Hak, insanı hakir bir sudan yaratıp
onu yüksek dereceye çıkardı.
Bunun için şu cevabı veririz:
-Hayret! İnsanın şerefini ve kerametini
mülâhaza edip yüce mukaddes Vacib Zat'ın tenzihini bırakmaktadırlar. Bu manadan
derler ki:
-Hepsi odur.
Böylece, hasis ve rezil eşyayı, Yüce
Mukaddes Hakkın aynı sanırlar. Bu gibi sözlerden dahi hiç sakınmazlar. İnsan
için de, ademiyet hakikatlarına cevaz vermezler; böyle bir şeyden de
sakınırlar. Allahu Taala onlara insaf versin.
O mektuptaki cümleden biri de şudur:
-Üzerinde icma ile durulan bir bid'at yollu
mana üzerine sözü kaldırmak mümkün değildir. Bunun için de, cevabımız şudur:
-Bid'at yollu kelâm olarak, biz şu cümleyi
görmekteyiz:
-Hepsi odur.
Amma, şu cümleyi değil:
-Hepsi ondandır.
Ulemanın icma ile durduğu cümle budur.
Melâmetin ve şenaatin dahi bu zamana kadar Füsus sahibine yöneltilmesi:
-Hepsi odur.
Cümlesi sebebi iledir. Bu Fakir'in
maarifinin hasılı olarak, yapmış olduğum:
-Hepsi ondandır.
Cümlesi olup şer'an ve aklen makbuldür.
Nasıl böyle olmasın ki: O mana keşif ve ilham ile tayid edilmiştir.
Bundan sonra Şeyh, anlatılan itirazları
yazıp şefkat makamına tenezzül ederek şöyle yazmıştır:
-Eğer hakikatlardan, murad edilen insaniyet
ruhları ise, bu (ulema topluluğuna) Cumhura muvafıktır.
Ne var ki, bilemedim; hangi sınıftır ki:
Demekle onları murad etmiştir. Zira, şu ana
kadar hiç duyulmadı ki, bir kimse kalkıp da:
-Mümkinatın hakikatleri, insaniyet
ruhlarıdır, demiş olsun.
Şeyhe şaşılır, hem de tam manası ile...
Şunun asıl tahayyül eder ki: Bir kimse, diyeceğini kıyas ve tahmin ile desin;
sonra da onu tefekkür ve tahayyül ile ağ gibi örsün.
Mana, hiç de anlatıldığı gibi değildir. .0
maarif ki; keşif ve ilhama dayanmadan yazılır, söylenir veya şühuda ve
müşahedeye dayanmadan kaleme alınıp ikrar edilir: O bühtandır; iftiradır.
Bilhassa, evliyanın yoluna aykın bir durum olunca...
Bilemiyorum; Şeyh'in itikadı nedir? Bu
maarifi ne kabilden almıştır?
Bir ayet-i kerime meali:
"Rabbimiz, günahlarımızı ve
işimizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımıza sebat ver. Kâfirlere karşı bize
yardım eyle."(3/147)
Vesselam...
***