Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

407.Mektup

407. MEKTUP

MEVZUU:

a) Fenanın ve bekanın hakikati.

b) Adem'in (yokluğun) irfan sahibinin hakikatinden ve suretinden ayrılması.

c) Mücaveret nisbetinin tekmili.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, Mevlâna Abdülkadir Enbali'ye yazmıştır.

***

Rahman Rahim Allah'ın adı ile... Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Salât ve selâmın Seyyid'ül mürseline...

Bilesin ki,

Mümkinatın hakikatleri, bu Fakir'in bildiğine göre, ademlerden (yoklardan) ibarettir. Bu ademler dahi, tüm noksanların ve serlerin menseldir. Hem de, şanı büyük İlâh'ın esma ve sıfatlarının akisleri ile... Ki bu akisler, ademlerde zuhura gelmektedir.

Bu babda netice söz şu ki: O ademler, heyula gibi olup o akisler dahi suret haleti gibidir. Bu ademler taşahhus ve temeyyüz edip bu akislerle onda zahir olmuştur. Bu akislerin kıyamı dahi, o mütemeyyiz ademlerledir. Bu kıyam da, arazın cevherle kıyamı gibi değildir; elbet, suretin heyula ile kıyamı gibidir. Nitekim bu manada şöyle demişlerdir:

-Suretin kıyamı heyula iledir; heyulanın teşhisi dahi suretledir.

Allahu Teala'nın ihsan ettiği basan sonunda, salik mukaddes Hakkın zatına zikir ve murakabe ile teveccüh edip onun masivasından dahi saat saat iraz eder ise, bu ilmi suretler için, ,anı büyük Vacib sıfatlara her an kuvvet ve galebe husule gelir. Onun karini olan ademleri dahi istilâ edip saltanatı altına alır. Bu manada bir ayet-i kerime meali:

"Dikkat ediniz, üstün gelenler Allah fırkasıdır."(5/56)

Muamele dahi, o dereceye ulaşır ki, asıl ve heyula gibi olan bu ademler, o akislere kapanır; hatta salikin nazarından gizlenir. Hem de tam manası ile. Onun nazarında, akislerden, asıllardan, asılların dahi asıllarından başka bir şey kalmaz. Hatta, asılların görülme yeri olan akisler dahi nazardan gizli kalır. Zira, görünme yerlerinin (aynalann) dahi gizlenmesi gereklidir.

Burada anlatılan, fena makamıdır; cidden yüksektir. Şayet bu fani olan salik, bekabillah ile müşerref olur ise, bu hali ile de, aleme döndüğü zaman, ademini, bedeni koruyan ince bir deri gibi bulur. Onunla son derece münasebetinin yokluğundan ötürü, şu tabir kullanılır:

-Kıldan gömlek...

Yani o salikin ademi... Ve onu, kendisine ayrı bulur. Ne var ki, hakikatte, o adem bu yerde kendisinden ayrı değildir; hatta onun enaniyet zannına dahildir.

Hulasa, bu makamda adem, onun mağlup ve mestur, daha önce olduğu haletten tenezzül eden bir parçası gibidir. Sonra, kendi kıyamını sağlayan akislere tabi, onlarla kaim olmuştur.

Bu Fakir, senelerce, anlatılan makamda kaldı. Ademini dahi, kıldan bir gömlek gibi, kendisinden ayrı buldu. Amma, Sübhan Allah'ın sonsuz inayeti onun halini şümulüne aldığı için, şöyle böyle olduktan sonra, gördü ki, o mağlup cüz, bu terkibden çözülmüş, ayrılmış. Bu akislerin husulü sonunda, kendisine arız olan teşahhusu dahi kaybedip mutlaka ademe katılmış gibi. Bir suret gibi ki, bir kalıb içine konur ve kıyamı dahi onunla olur.

Amma bu suret kemal bulup kendisine sebat ve rusuh hasıl olduktan sonra; o kalp kırılır ve anlatılan suret ondan çıkar. Ve artık onun, kendi kendine kıyamı vardır.

Üzerinde durduğumuz dahi, akislerin kıyamı kendisi ile olandır. Amma,

şimdi, kendileri ile, hatta asılları ile onlara kıyam hasıl olmuştur.

Üstte anlatılan mana ki oldu:

-Ene... (Ben...) lâfzının ıtlakı, akislerden ve akislerin asıllarından gayrına kalmaz. Ademe bağlı cüz'ün dahi, ona hiç dokunduğu yoktur.

Fenanın hakikatini bulmak, ancak, anlatılan makamda hasıl olur. Daha önceki fena, bu fenanın bir sureti gibidir.

Üstteki makamdan bekaya çıkarılır ve aleme döndürülür ise, kendisinde cüz'iyet nisbeti bulunan adem de iade edilir; asalet ve galebe de onun olur. Böylece adem, onun mücaviri ve arkadaşı olur. Hakikatından ve suretinden de ayrılır. Bu arada:

-Ene... (Ben...) lâfzının ıtlaki dahi ondan uzaklaştırılır. Hikmet ve maslahat icabı kıldan gömlek, ona ikinci kere giydirilir.

Bu halet içinde; adem iade edilir lâkin, o akislerin kıyamı ona bağlanmaz. Daha önceki bekada anlatıldığı gibi, o akislerle ademin bekası kılınır. O bekada bu nisbet bulunduğu zaman; bekanın hakikati olan o halette bu nisbet, pek tamam olarak bulunur.

Bu babda netice söz şu ki:

-Elbisenin, elbise sahibi üzerinde tesiri vardır. Yani giydikten sonra. Eğer elbise sıcak ise, giyene sıcak olarak tesir eder. Eğer soğuk ise, soğuk olarak tesir eder. Bu ademin dahi, elbiseye benzer yanı vardır. Onun da, kendine göre tesiri bulunmuş, bütün bedene sirayet ettiği görülmüştür. Lâkin, bilinen o ki, bu tesir ve sirayet zahiri olup batini değildir. Arızidir; zati değildir. Dahili mücanesetten değil; harici mücaveretten hasıl olmuştur.

Mana üstte anlatıldığı gibi olunca; bu ademden neş'et eden şer ve noksanlık bulunur ise, bunlar dahi harice bağlı arızi şeylerdir. Zati ve asli değillerdir.

Bu makamın sahibi, her ne kadar beşeriyette, diğer insanlarla ortak beşeri sıfatların südurunda sehimli ise de; lâkin beşeri sıfatların kendisinden süduru, kendisi gibi insanlarla mücavirlikten naşidir. Diğerlerinde ise, asli ve zatidir. Bu iki mana arasında o kadar çok fark var ki!..

Avam sınıfı; havas zatları, hatta havassın dahi hasını, kendileri gibi tasavvur ederler. Surette bir iştirak mülahazasında bulunurlar. Dolayısı ile onları inkâr edip bereketlerinden de mahrum kalırlar. Bu mana, şu ayet-i kerimeleme anlatıldı; onların haline alâmettir:

"Beşer olanlar mı bize hidayet edecek?..

Deyip kâfir oldular..."(64/6)

"Bu Resule noluyor ki?.. Çarşılarda yürüyor...

Dediler."(25/7)

Her ne zaman nefsimde beşeri sıfatlara baksam; Sübhan Allah'ın inayeti ile o sıfatların hamili olarak bir mücavir ademi bulurum ki o , bütün külliyelime geçip sirayet etmiştir. Nefsimi dahi, tamam ve kemal ile o sıfatlardan yana temiz ve beri bulurum. Nefsimde o sıfatlardan bir nebze dahi bulamam. Bunun için, Sübhan Allah'a hamd ü şükürler olsun.

Bu sıfatlar, mücaveret sebebi ile, kırmızı elbise giyenden zuhur eden kir-mızılık gibi, kırmızı olarak zuhur eder. Ama ahmaklar, o şahsa mücavir kurnazlığı, şahsın kendi kurnazlığı sanırlar... Bu da, onların temyiz kabiliyeti olmadığındandır. Dolayısı ile ona, vakıaya muhalif olan hükümler nisbet ederler.

Bir şiir:

Her kim efsane okursa efsanedir;

Kendi kıymetini bilen merdanedir...

Nü suyudur Kıpti'ye kan görünse de;

Musa'nın kavmine dahi su, kan nedir?..

Dua makamında bir ayet-i kerime meali:

"Rabbimiz, bize hidayet ettikten sonra, kalblerimizi kaydırma... Katından bize rahmet hibe eyle... Sen hibesi en bol olansın,.."(3/9)

Hüdaya ittiba edenlere selâm.

***

 

Günün Sözü

"Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Başında besmeleyi unutursa “Bismillâhi alâ evvelihî ve âhırihî” desin. (Hadîs-i Şerif—Tirmizî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.