Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

468.Mektup

468. MEKTUP

MEVZUU: a) Geçen sohbetleri kaçırmaya esef etmek.

b) Yeni yeni sırlara ima.

Bu münasebetle bazı hususların beyanı.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu, Hazret-i Şeyhimizin oğlu Hace Muhammed Abdullah'a ve Hace Hüsameddin Ahmed'in oğlu Hace Cemaleddin Hüseyin'e yazmıştır.

***

Maddi ve manevi gönül birliği içinde kıymetli bulunan Hace Muhammed Abdullah'ın ve Hace Cemaleddin Hüseyin'in gözleri aydın, kulaktan mesrur olsun.

Şaşılacak bir durumdur ki, her ikisi de, misli bulunmayan bir gafletle gaflete dalıp gittiler. Şefkat ve merhamet de yok oldu. O kadar ki .yakınlık olmasına rağmen, Serhend'e gelmediler ve bu Garib'in halinden sual ederek dostluk hakkını ödemediler.

Hace Muhammed Efdal için ne diyeyim? O kendisini sevgide nice merhale bunlardan uzak saymaktadır. Hatta, bizimle dostluk bağı kurmaktan korkmaktadır.

Mir Mansur'a ne diyeyim? Kendisi daima sohbet istemekte; lâkin bu bir temenni olarak kalmakta ve bir türlü kuvveden fiile çıkaramamaktadır.

Fukahanın şu sözü meşhurdur:

-Zarara razı olan, asker nazarına müstahak değildir.

Her ne kadar deniz karanlık ise de; abıhayat ondadır. Allah'ın inayeti ile, nadiren olsa dahi, cevherler burada hasıl olmaktadır. Başka yerlerde bulunan benzeri hasıl olsa dahi yine ganimettir.

Her savaşan, kadir ve kıymet kazanır. Bu dahi, düşmanın istilâsı zamanında müyesserdir.

Selâmet, her ne kadar zaviyede olsa dahi, lâkin, gaza ve şehadet devleti muharebe meydanındadır.

Zaviye, ancak, kapanan ve zaaf erbabı olanlara mahsustur.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:

"Kavi mümin, zayıf müminden hayırdın."

Kuvvetli askerlerin yeri ise... büyük muharebe meydanında çarpışmaktır.

Bir ayet-i kerime meali:

"De ki: Herkes, kendi asfiy aratılışına göre amel eder. O halde, kimin doğru yolda olduğunu, Rabbin daha iyi bilmektedir."(17/84)

***

İzin ve ruhsat müddeti bittikten sonra askere giderken; zaruri olarak, oğlum Muhammed Said'i evde bıraktım.

Ondan ayrıldıktan sonra; feyizleri, bereketleri, ilimleri ve maarifi düşündüm, ondan ayrıldığıma pişman oldum.

Fırsatı bir ganimet bilip onu istedim. Büyük küçük, hemen herkes de bu bereketlere nail olmak için geldi.

***

Şaşılacak bir durum şu ki: Kendim, melametiye taifesinden ve Kalenderiye zümresi içinde gibiyim. Halbuki ben, her ikisinden de ayrılmışım; onlardan başka bir durumdayım. Benim kendi başına bir muamelem var.

***

Yeni ilimlerden bir parça olsun dinleyiniz, duyunuz... Şu ayet-i kerime ile başlayan mektubu (bak: 53. mektup) okuyunuz:

"İnsan üzerine, uzun bir devirden öyle bir zaman gelip geçti ki; o vakitte o, anılmaya değer bir şey değildi..."(76/1)

Evet, öyle idi ya Rabbi,n aynen, ne eser olarak; ne şühud, ne de vücud olarak anılan bir şeydi...

Herhalde siz görmüş olacaksınız, bazı mektuplarda vücuda bağlı zevali, ilhad ve zındıklık kabilinden saymıştım. Orada da bu ibareleri yazdım. Yüce Sübhan Hakkın keremi ile ona çare buldum.

Bir mısra:

Gülistanımla kıyasla baharımı...

Bütün bu devletler, o vakıaların bereketlerindendir. O olmasaydı, bunu bulamazdım. "Rabbimiz, nurumuzu tamamla, bizi bağışla... Sen her şeye kadirsin."(66/8)

Mevlâna Muhammed o tarafa geldiğinden, bir iki kelime yazdık. Sonu hayırdır.

***

 

Günün Sözü

"Peygamberimiz en çok şöyle duâ ederdi: “Ey kalbleri değiştiren (Allahım)! Benim kalbimi dînin üzere sâbit kıl!” (Hadîs-i Şerif—Tirmizî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.