Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979

506.Mektup

506. MEKTUP

MEVZUU: Cemalin ve kemalin incelikleri beyanında olup bu iki mertebenin üstünde bulunan mukaddes bir mertebe. Anlatılan iki mertebeden: Habib'in, Halil'in ve Kelim'in nasipleri. Onlara salât ve selâm olsun.

Ve Hazret-i Şeyhimizin (İmam-ı Rabbani)'nin bu mertebeden nasibi.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu, Hazret-i Mahdumzade, Hace Muhammed Masum'a yazmıştır.

Sübhan Hak, haddizatında Cemil'dir. Zati olan hüsün ve cemal, onun için sabittir. Bu hüsün ve cemal, bizim kavradığımız ve akıl edip hayalimize getirdiğimiz hüsün ve cemal değildir.

Bununla beraber, Hazret-i Zat'ta pek mukaddes bir mertebe vardır ki; son derece azamet ve kibriyası bulunduğundan o mertebeye vusul mümkün değildir. Hatta onu,,hüsün ve cemal ile de tavsif etmek mümkün değildir.

Taayyün-ü vücudi olan taayyün-ü evvel zati olan o kemalin ve cemalin taayyünü onların zillidir. O pek mukaddes mertebede hüsün ve cemalin mecali yoktur. Orada, asla bir tahayyün de yoktur. Zira orası, gayet azametinden ve kibriyasından ötürü, asla bir taayyün ile mütaayyen olamaz.

Bir mısra:

Aynaların hangisinde suret bulabilir!..

Mana yukarıda anlatıldığı gibi olmasına rağmen; taayyün-ü evvel dairesi merkezine, o pek mukaddes mertebeden bir sır ve keyfiyet tevdi edilmiştir. Oraya, alâmetten yana münezzeh ve mukaddes olan o mertebeden bir alâmet konmuştur.

Taayyün-ü evvel, nasıl Velâyet-i Haliliye'nin menşei ise, o taayyün-ü evvel dairesi merkezinde tevdi edilen sır ve keyfiyet de, Velâyet-i Muhammediye'nin menşeidir. Onların sahiplerine salât, selâm ve tahiyyet.

Zılları taayyün-ü evvel olan zati hüsün ve cemal için mecaz alemindeki güzellik vardır. Bu dahi, yanak hüsnü ve ben cemaldir.

Merkeze tevdi edilen bu sır ve keyfiyet için bir melâhet ile münesebeti vardır ki, boy güzelliğinin, yanak tatlılığının, göz hüsnünün ve ben cemalinin ötesindedir. Bu, ancak zevke dayalı bir iştir ki, kendisine zevk verilmeyen kavrayamaz.

Bir şiir:

Bir ceylânım var tüm güzellik onda;

Kim vasfeder bana cemal dilâl şanında...

İki velayet arasındaki tefavüt, bu beyandan bilinmelidir. İsterse, her ikisi de, yüce mukaddes Zat yakınlığından neş'et etmiş olsun. Ne var ki, birinin mercii, zat kemalidir; diğerinin avdet yeri ise, sırf yüce Zat'tır.

Melâhat, sabahatın fevkinde olduğuna göre; melâhata vusul, ancak bütün sabahat mertebelerini geçtikten sonra tasavvur edilebilir.

Velâyet-i İbrahimiye mertebelerinin tümüne vusul müyesser olmayınca; büyük Velâyet-i Muhammediye'nin zirvesi olan bu velayetin hakikatında vusul müyesser olmaz. Her iki velayetin sahibine de salât ve selâm.

Resulullah (sav) Efendimizin Millet-i ibrahim (as) mütabaatı ile memur olması mümkündür ki, şu sebepten ola; bu mutabaat vasıtası ile onun velayetinin hakikatına ulaşa; oradan dahi:

-Melâhat... diye tabir edilen, kendi velayetinin hakikatına terakki ve onunla tahakkuk eder.

Resulullah (sav) Efendimizin hullet velayetinin merkezi ile zati münasebeti bulunduğundan; Hazret-i Zat icmaline daha yakındır. Dairenin çevresi (muhiti) ile münasebeti daha azdır. Zira, o dairenin yönü, zat kemali tafsilinedir. O dairenin muhiti kemalâtı ile tahakkuk edilmedikçe, Velâyet-i Hullet tamam olmaz.

Üstte anlatılan mana icabı olarak; okunan salâvat-ı şerifede şöyle gelmiştir:

"İbrahim'e salât eylediğin gibi..."

şunun için ki: Kendisine Velâyet-i Hullet tamamı ile müyesser ola... Tıpkı, o velayetin sahibine müyesser olduğu gibi.

Resulullah (sav) Efendimize ve ona salât ve selâm olsun.

Velâyet-i Muhammediye için tabii mekân, Velâyet-i Maliliye dairesi merkezinin noktası; onun seyri dahi, o dairenin merkezi ile kısıtlı oyunca o merkezden çıkışı ve dairenin muhitine girişi ve onun kemalâtını iktisabı zor olur. Şunun için ki: Bu durum, onun tabiatının iktizası hilâfınadır.

Bu duruma göre hal şunu iktiza etti ki, Resulullah (sav) Efendimizin ümmetinden mutavassıt biri çıka; onun tebaiyeti ile o merkezi aynında buluna ve bir başka yönden de, kendisi için dairenin muhiti ile münasebet peydah ola... Böylelikle de, o dairenin kemalâtını iktisab ederek, onun hakikati ile de taahhuk ede.

"Bir kimse, iyi bir âdet meydana getirir ise, onun ve onunla amel edenlerin ecri kendisinedir." hükmüne göre; metbuu (tabi olduğu) peygamber dahi o kemalât ile tahakkuk eder. Böylelikle Velâyet-i Haliliye'yi dahi itmam eylemiş olur.

Bu Fakir'e zahir olduğuna göre; bu muammanın sırrı şöyledir:

Velâyet-i Hullet dairesi merkezinin noktası, sair noktalarından mahabbetle imtiyazlı bir durum almıştır; isterse basit manası ile olsun. Lâkin, muhibbiyet ve mahbubiyet itibarını tazammun ettiğinden; kendisine daire sureti zuhur eder. Onun muhiti, muhibbiyet itibarı olup merkezi mahbubiyet itibarıdır.

Velâyet-i Museviye menşei, dairenin muhiti olan muhibbiyet itibarıdır.

Velâyet-i Muhammediye menşei, dairenin merkezi olan mahbubiyet itibarıdır.

Velâyet-i Muhammediye'nin husulünü bu makamda tasavvur etmek gerek.

Bin sene geçtikten sonra; Hakikat-ı Muhammediye'nin bağlı olduğu bu ikinci daireye bir genişlik arız oldu. Onda ikî itibar zuhura geldi. Merkez daire suretinde sırf mahbubiyet zuhur etti. O dairenin muhiti ise, muhibbiyetle imtizaç eden mahbubiyet oldu.

Velâyet-i Ahmediye'nin menşei dahi, bu anlatılan dairenin merkezidir.

AHMED ismi, Resulullah (sav) Efendimizin ikinci ismidir. Ve o, sema ehli arasında, bu isimle bilinmektedir. Nitekim, bu manayı anlatmışlardır. Mümkündür ki, sema ehlinden olan İsa'nın (as) Resulullah (sav) Efendimizin kudümünü bu AHMED ismi ile müjdelemesi bu sebebe göre ola... Bu mübarek ismin, Zat-ı Ehad'e çok yakınlığı vardır. Hazret-i Zat'a diğer ikinci bir isim olan mübarek MUHAMMED isminden daha yakındır.

Bu isim, mübarek EHAD isminden bir MİM halkası ile ayrılmıştır. O da, zuhura ve izhara sebeb olan mahabbetin mebdeidir.

AHMED ismine dere edilen MİM Kur'an harflerinin mukattaatından olup suretlerin evvellerinde nazil olmuştur. Keza, derin sırları taşır.

MİM harfinin, Resulullah (sav) Efendimize mahsus olan bir hususiyeti vardır. İş bu hususiyettir ki, onun mahbubiyetine sebep olmuş ve her şeye karşı üstün bir duruma getirmiştir.

Biz yine asıl kelâma dönelim. Deriz ki:

-Muhibbiyetle imtizaç eden mahbubiyetten ibaret olan o dairenin muhiti; Resulullah (sav) Efendimizin ümmeti efradından bir ferdin velayet menşeidir. Velâyet-i Muhammediye ve merkeziyet husulü ile beraber, onun daire muhiti ile de münasebeti vardır.

Kemalâtını iktisab etmiş ve bilmiştir ki, bu ikinci devlet, yani dairenin muhiti ile münasebeti ve onun kemalâtını iktisab etmesi; kendisine Velâyet-i Museviye yolundan hasıl olmuştur.

Mukarrer olan mana şu ki: Ümmete hangi kemal hasıl olur ise, aynısı o ümmetin peygamberine de hasıl olur.

"Bir kimse, iyi bir âdet meydana getirir ise..." hadis-i şerifi hükmüne göre; Resulullah (sav) Efendimize, o ferdin tavassutu ile, daire muhitinin kemalâtı müyesser olmuştur. Resulullah (sav) Efendimiz için, yine Velâyet-i Hullet dahi tamam olmuştur. Bin seneden sonra:

"Allahım, Muhammed'e salât eyle: İbrahim'e salât eylediğin gibi..?" manasındaki dua icabet görüp dilek makbul oldu.

Resulullah (sav) Efendimizin muamelesine gelince, o sır iledir. Bu dahi, kendisinden:

-Melâhat... tabir edilen merkeze tevdi edilmiştir.

O ferde gelince, anlatılan makamdan aleme döndürülür. Şunun için ki: Ümmetini koruya... Amma kendisi, keremli nefsi ile, gaygın gaybı hücrede mahbubu ile halvete çekilir.

Bir şiir:

Mübarek olsun erbab-ı nimete erdikleri;

Miskin aşıka yeter yudum yudum içtikleri...

***

Şunun bilinmesi yerinde olur ki,

Üçüncü merkez muhiti; her ne kadar taayyün-ü evvel merkezi muhitine nisbetle daha küçük görünmekte ise de; lâkin daha camidir. Zira, bir şey Hazret-i Zat'a ne kadar fazla yaklaşırsa; daha cami duruma gelir.

Bilinmelidir ki, onun küçüklüğü, insanın küçüklüğüne benzer. Zira, onda küçüklük bulunmasına rağmen, alem sınıflarının tümünden daha camidir. ' Yine bunun gibi... Bir şahıs, bu muhitin kemalâtı ile tahakkuk ettikten sonra, merkez icmalinden çıkıp muhit tafsiline geçer ise, önce içinde bulunduğu tafsil ve muhitle olan münasebetsizliği zail olur. Hiçbir zorlama olmadan, tafsilden tafsile geçer ve o tafsilin kemalâtı ile tahakkuk eder.

***

Şunu da dinle:

Kemal-i iktidar bulunmasına rağmen; alemin nizamı hikmete bağlı olduğundan; mahbupların terbiyesinde sebeplerin varlığı gerekli görülmektedir. İsterse sebeplerin varlığı illetsiz ve kudret nikabı dışında bir şey olmasın.

Bir ayet-i kerime meali:

"Allah'ın sünneti (âdeti, töresi, yolu, usulü) daha önce de geçtiği gibidir. Onun sünnetinde asla bir tebdil bulamazsın."(48/23)

***

BİR TENBİH

Bilesin ki,

Peygambere kemalâttan bazısı, her ne kadar ümmetinden bir ferdin tavassutu ile husule gelmekte ve bazı makamlara onun tevessülü ile ulaşmakta ise de; lâkin, böyle bir şeyden o peygamberin noksan, o ferdin dahi, onun üzerine meziyetli olması lâzım gelmez. Zira o ferd, kemale, o peygambere mütabaatle nail olmuştur. Bu devlete dahi onun uydusu olmakla ermiştir. Hakikatta o kemal, o peygamberindir. Kendisine yapılan mü-tabaatın neticesidir.

Bu ferdin misali şuna benzer ki, bir hizmetçidir; hizmeti görülenin hazinesinden harcını yapar. Onun için güzel elbiseler hazırlar. Şunun için ki: Güzelliğin ziyadelik gele ve haşmeti ve celâli arta...

Mana anlatıldığı gibi olunca; hizmeti görülende ne gibi bir noksanlık olur; hizmet edenin de, onun üzerine ne gibi bir meziyeti bulunabilir.

Yardım, ancak akrandan gelir ise, bir noksan olur. Amma hizmetçilerden ve kölelerden gelir ise, bu aynen kemal, cahın ve celâlin artmasına sebep olur.

Asıl noksan odur ki, anlatılan manada birini diğerine karıştırır ve noksanlık tevehhümüne düşer.

Padişahları görmez misin? Mülkleri ve beldeleri, ancak hizmetçilerin ve orduların yardımı ile alırlar. Kaleleri onların yardımı ile fethederler. Böyle bir yardımdan da, o padişahlar için azamet ve kıymet husulünden başka bir şeyin husule geldiği bilinmez. Hizmetçilerin ve yardımcıların şerefinden ve izzetinden yana da bir şey izhar edilmez.

Ümmetlere gelince, bunlar da, peygamberlerin hizmetçileri ve köleleridir. O büyüklere, bunlardan yardım hasıl olur. Böyle bir şeyden onların noksanı olması nasıl tevehhüm edilebilir? O büyükler için nasıl şöyle denir:

-Bunlar, asla yardıma muhtaç değillerdir.

Kemal mertebelerin bütünü, o büyüklere bilfiil hasıl olmuştur. Hem de sarih olarak açık bir şekilde.

Kaldı ki, bu büyükler, Sübhan Allah'ın kullarıdır. Daima onun fazilet feyizlerini beklemektedirler. Onun rahmet bereketlerini ummaktadırlar. Devamlı olarak; terakki etmek isterler.

Şu hadis-i şerifler anlatılan manayı teyid ederler:

"İki günü eşit geçen ziyandadır."

"Benim için vesile isteyiniz."

Şu manalar dahi gelmiştir:

- Resulullah (sav) Efendimiz, muhacirlerin fukaralarına tevessül ile fetih talebinde bulunurlardı.

Bütün bunlar, yardım ve muavenet talepleridir. O kimseler ki; o büyükler hakkında, ümmetlerin yardımlarına ve muavenetlerine cevaz vermezler; bunların nazarları peygamberlerin azametine ve yüksek derecelerine vaki olmuştur. Şayet onların nazarı, peygamberlerin kulluğuna düşseydi; onların mevlalarına olan ihtiyaçları dahi malum olsaydı; ümmetlerin imdadını inkâr etmeyecekleri gibi, hizmetçilerin ve kölelerin yardımını dahi uzak görmezlerdi.

Dua makamında bir ayet-i kerime meali:

"Rabbimiz, nurumuzu tamamla; bizi bağışla... Sen her şeye kadirsin."(66/8)

Salât ve selâm, Resulullah Efendimize, bütün enbiya-ı izama ve melâike-i kirama.

 

Günün Sözü

"“Zinâ, fakirlik getirir.” (Hadîs-i Şerif—Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.