Popüler misiniz?
- Ayrıntılar
- Kategori: İnsan ve hayat
- Gösterim: 1057
Kavramlar uçuşuyor; popüler, kimlik, hayat, anlam, düş, varoluş, reklam, tüketim, medya, aşk, sevgi, vefa, merhamet… ama hiç biri, bir cümleye girmiyor.
Bir anlam örgüsü oluşturmuyor. Her şey bir cümle şu âlemde, fakat hiçbir cümle mânâ kadar sonsuz değil.
Hepsinin de çok derin mânâları var, belki de bu yüzden bir cümlenin içine girmekte zorlanıyorlar.
Popüler kültürün içinde yaşamak da böyle bir şey olsa gerek. Çok geniş mânâlar taşırken içinde, küçücük anlamlarda kendini bulmaya çalıştıkça, ortada şaşkın, ne yapacağını bilmeden dolanıp durursun. Her şey gelir aklına, bir anda her şey olur, ancak hiçbir yerde tutunamazsın. Kalp dağınık, zihin bulanık, duygular saçılmıştır, yine de bir şeyler olmuş gibi davranırsın. Sonra da bu halini kimseler fark etmesin diye, sürekli yeni şeylerin peşine düşersin. Yeni zevkler, yeni tatlar. En moda ürünler…
Yanılsamalar asrında yaşıyoruz. Her şeyin maddeyle, görünenle ölçülüp değer kazandığı, çıkarların konuştuğu bir zaman bu zaman. Tükettikçe çoğalacağını, var oluşunun anlamını kazanacağını düşünen günümüz insanı, tükettikçe kendini, insanlığı, dünyayı ve böylece de kâinatı yok ettiğini göremeyecek kadar kendinden geçmiş bir halde. Bu varoluş tanımlamasına nereden geldiğimizin sebepleri üzerinde durmadan, sadece durum tespiti yapıp, tanımlanan coğrafyanın neresinde yer aldığımıza bakmak gerek. Yani ne kadar popüler olduğumuza...
Popüler kültür, hem çok konuşulan, hem de kendisini bu pazarda sürekli pazarlayan, satan bir kavram. Bu cihetle, belki de, bu kavramı kullanmakla bile ona hizmet etmiş olacağız. Ne yazık ki, bir durumu tespit ederken, onun içeriğini ele verecek alternatif bir ifade şekli olmayınca bunu yapmak zorunlu hale geliyor.
Kelime anlamıyla popüler; Aranan, beğenilen, çoğunluğun beğendiği, halkın beğenisine uygun, herkesin tanıdığı, sevilen, tanınan, tutulan, yaygın demektir. Fakat, günümüzde, bir şeyi sevdirmek ve yaygın hale getirmek hiç de zor değil. Bir ürünün ortaya çıkması ve topluma mal olması, eskisi gibi, zaman almıyor artık. Basılı ve görüntülü yayın, reklam ve süslü anlatımlar aracılığıyla öyle bir pazar oluşturuluyor ki, insan içi boş, kendisine zarar veren bir ürünü dahi severek, isteyerek ve beğenerek alıp evine, iş yerine, hatta kalbine koyuyor.
Ürün sadece maddî anlamda bir ürünü de kapsamıyor. Sevgi, muhabbet, merhamet, huzur, güven, yani insanı insan yapan kalbî ve ruhî değerlerin tümü bu çarkın içinde öğütülüyor. Bu durum değersizleştirmede sınır tanımayınca, değerlerin de içi boşalıyor. Her şey, bir şey haline geliyor.
Tabiî ki, bu pazarda en önemli meta, yani “şey” de insandır. Çünkü, insan olmazsa ne pazar, ne de ürün olmayacaktır. O halde pazarın sermayesi olan insan, bu pazara hizmet ettiğinin dahi farkına varmamalıdır. Hatta alıcısı olmalıdır.
Popüler anlayış, bireyciliği, varoluş anlamında kutsuyor. Sadece kendi benine hizmet eden bir varlık haline getirerek, hazcılığın sınır tanımaz bataklığına atıyor. İnsan, her şeyden haz alır; renkten, kokudan, bakıştan, dokunmadan,… Sonuçta insanlar yolda yürürken veya bir araya geldiklerinde etrafındakilerin kalplerine, yüzlerine değil, kıyafetlerine, üzerinde taşıdıklarına bakar hale geliyor. Bu da, her gün yeni şeylerin üretilmesi, kullanılması ve tüketilmesi demektir.
Popüler hayatın hem sonucu, hem de beslendiği en önemli kaynak, insanların kutsal saydığı kavramları sosyal hayatın içinden çıkarması. Onların yerine de, müzik, spor, sanatçı, moda gibi kavramları koyması. Her şeyi marka haline getirerek sunması. Saç şeklinden, giyim tarzına kadar… Bunu da öyle sistemli ve sinsi bir şekilde yapıyor ki, insan, çayın içinde aldığı şeker gibi, verilenin farkına varmadan yavaş yavaş istenilen kıvama geliyor.
İnsan olarak, hepimiz sonsuz boyutlarda bir varlığız. Boyutlarımızı da, ancak değer yargılarımızla şekillendiriyoruz. Biz; hayatın, insanın, varolmanın, kâinatın bir parçası olarak her an yeniden yaratılmanın mucizevîliğini ne kadar fark ediyor ve yaşıyoruz?
Muazzam kâinat düzenin bir parçası olarak yer almak, bu düzenle birlikte evrenin içinde yolculuk etmek ve evrenle birlikte kendimizi tanımak ayrıcalığı sadece bize sunulmuş. Hayatın en büyük gayesi de zaten insan olarak buradaki varlığımızın anlamını keşfetmek. Kalbimiz, vicdanımız, aklımız, ruhumuz ve bütün varlığımız sonsuzluğu arzuluyor.
Önümüzde de ölüm var. Ölüm öldürülmüyorsa, insan bu dünyasından sorumlu demektir.
O halde hem kendi kâinatımızdan, hem de yaşadığımız kâinattan sorumluyuz. Kendimizi ve dünyamızı sorumsuzca tüketme hakkına sahip değiliz. Bize sunulan bu yapay dünyanın karşısında, ancak kutsal değerlerimize sahip çıkmakla karşı koyabiliriz. Hayatımızdaki hiçbir şey; işimiz, eşimiz, çocuklarımız, yaşam tarzımız, giydiklerimiz, yediklerimiz, gezip gördüklerimiz varolmanın gayesi ve anlamı değil. Yaşamın esas gayesi ve tek anlamı, kalbimize ve kâinata yerleştirilen şifreyi anlamada gizli. Hepimiz insan olarak o şifreyi çözmek zorundayız. Zerreden, galaksilere kadar her şey, Onu anlamaya ve bulmaya çağırıyor. Eğer insan gözünü, kalbini, ruhunu, duygularını buna kapatırsa ancak kendini mahkum etmiş olur. Bu şifre ise Rabbini tanımaktır. Kendini bilen, Rabbini bilir. Kendimizi bilmekten alıkoyan popüler yaşam, hayatımızı ancak anlamsızlığa ve yokluğa mahkum ediyor.
Şu an insanlığın durduğu son nokta bunu en güzel bir şekilde resmediyor.
İnsanın yaşam kaynağı kalbi, hayatını bedenine indiren günümüz insanı acilen kalbini keşfetmeye yönelmelidir.
MeryemTortuk
Kaynak:bizimaile.com