Feteva-i Hindiye

İkrar

KİTÂBÜ'L-İKRÂR..

1-   İKRARIN SERİ MANASI, RÜKNÜ, ŞARTİ, CEVAZI VE HÜKMÜ..


İkrarın Mânâsı

İkrarın Rüknü.

İkrarın Şartı

İkrarın Hükmü.

2- İKRAR SAYILAN VE İKRAR SAYILMAYAN ŞEYLER..

3- İKRARIN TEKRARLANMASI

4- İKRARIN SAHİH OLDUĞU VE SAHİH OLMADIĞI HALLER..

5- MEÇHUL VE MÜBHEM OLAN HUSUSLARDA İKRAR..

6- HASTA KİMSELERİN İKRARLARI VE DİĞER FİİLLERİ

7- MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA VARİSİN İKRARI

8- İKRAR EDEN ŞAHISLA MUKİRRUN LEH ARASINDAKİ İHTİLÂF.

9- BİR KİMSENİN, BİR YERDEN BİR ŞEY ALDIĞINI İKRAR ETMESİ

10- İKRARDA MUHAYYERLİK İSTİSNA VE RÜCÛ..

11- BİR KİMSENİN, "BAŞKA BİR ŞAHSIN MALINI ELİNE GEÇİRDİĞİNİ İKRAR ETMESİ VE "BAŞKA BİR ŞAHSIN MALINI, DİĞER BİR ŞAHSIN ELİNDE OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ

12- İKRARIN HALE İSNADININ SIHHATİNE MANİ OLMASI VE İKRARIN HÜKMÜNÜN SABİT OLMASI

13- ŞİRKETİN İKRAR EDİLMESİ VEYA İKRAR EDİLMEMESİ, BİR KİMSENİN, KENDİSİNİN BİR BAŞKASI İLE ORTAK OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ VE BİR KİMSENİN BİR ŞEYİN KENDİSİNE VEYA BAŞKASINA AİT OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ

14- SARİH BİR İBRA'IN BULUNUP BULUNMADIĞININ İKRAR EDİLMESİ

Bu Konu İle İlgili Mes'eleler

15- İKRAH (= ZORLAMA) İLE YAPILAN İKRAR..

16- NİKÂH, TALÂK VE KÖLE AZAD ETME HUSUSUNDAKİ İKRAR..

17- NESEP, ÜMM-Ü VELEDLİK, AZAD ETME, KİTABET VE TEDBÎR HUSUSLARINDA İKRAR..

18- ALIŞ-VERİŞ VE SATILAN ŞEYDEKİ KUSUR HUSUSUNDAKİ İKRAR..

19- MÜDÂRİP VE ORTAĞININ ÎKRARI

20- VASÎ'NİN, ÖLEN ŞAHSIN MALINI ALDIĞINI İKRAR ETMESİ

21- VÂRİSİN VEYA KENDİSİNE VASİYET EDİLMİŞ BULUNULAN KİMSENİN ÖLEN ŞAHSIN MALININ, KENDİ ELİNDE BULUNDUĞUNU” İKRAR ETMESİ

22- KATL VE CİNAYETİN İKRAR EDİLMESİ KATL İKRARI

Cinayet İkrarı

23- İKRAR'LA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER..


KİTÂBÜ'L-İKRÂR
 

1- İKRARIN SERİ MANASI, RÜKNÜ, ŞARTİ, CEVAZI VE HÜKMÜ

 
İkrarın Mânâsı
 

İkrar, bir kimsenin, nefsi (kendisi) üzerinde başka bir şahsın, hakkının (sabit) bulunduğunu haber vermesi demektir.  Kâfî'de de böyledir. [1]

 

İkrarın Rüknü
 

İkrarın rüknü, bir kimsenin, başka bir şahıs için, ikrar ifade eden veya ona benzeyen bir söz söylemesidir. Çünkü, o, sözle, hak zuhur eder ve açığa çıkar. Öyleki, burada muhayyerlik şartı sahih olmaz. (Meselâ: Bir kimse, bir alacağı veya bir ayn'ı, üç güne kadar muhayyer olmak üzere ikrar eylese; burada muhayyerlik batıl olur.

Eğer, kendisi için ikrar olunan şahıs, onu doğrularsa; mal ona ilzam olunur. Serahsî'nin Muhryti'nde de böyledir.[2]

 

İkrarın Şartı
 

İkrarın kabul olmasının şartı:

l) Akıl

2) Bülûğ'dur. Bunda hilaf yoktur.

İkrarın kabul olması için hürriyet, bazı şeylerde şarttır; bazısın da şart değildir. Nihâye'de de böyledir.

Şayet, ticaretten men edilmiş bir köle, bir malı ikrar ederse, bu ikrarı efendisi hakkında geçerli olmaz.

Ancak kısas hakkında ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Ticaretten men edilmiş kölenin mal hakkındaki ikrarı,  azad olduktan sonraya tehir edilir.

İzinli köle de böyledir. Yani onun da ikrarı te'hir edilir.

Onun ticaret babındaki ikrarı, efendisinin izni olmadan nikahlanan kadının mehri hakkındaki ikrarı gibi değildir.

Keza, bu kölenin mal (= diyet ceza) icabettiren bir cinayet işlediği hususundaki ikrarı, malı gerektirmez.

Hadler ve kısas hakkındaki ikrarı bunun hilafınadır. Tebyîn'de de böyledir.

Keza, ikrarda rıza ve kasd şarttır.

İkrah ile yapılan ikrar sahih olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Sarhoşun ikrarı şahindir. Ancak, zina ve içki haddinde sarhoşun ikrarı sahih değildir.

îkrar mubah yoldan yapılmışsa, bu ikrardan dönülmesi kabul edilmez. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

İkrarın, alel husus-caiz olmasının şartı: îkrar olunan şeyin, ken­disi için ikrar olunan şahsa teslim edilmesi gereken bir şey olmasıdır. (Ayn ve borç gibi...)

İkrar olunan şey kendisi için ikrar olunan şahsa teslimi gerekmeyen bir şeyse, onu ikrar caiz olmaz.

Şunun gibi: Eğer, bir kimse, ikrar ederek: "Filana bir şey sattı." veya "Ondan, bir şey icarladı." yahut, "Ondan, bir şey satın aldı." veya "Ondan bir şey gasbetti..." topraktan veya buğdaydan bir tane gibi..." derse, bu ikrar batıl olur. Hatta, bu şahıs bunları beyana bile cebre­dilmez. Muhiyt'te de böyledir. [3]

 

İkrarın Hükmü
 

İkrarın hükmü:  İkrar olunan şeyin, zahir (=   açığa çıkmış olmasıdır. Yani bu şeyin (malın, hakkın) bidâyeten sübûtu değildir. Kâfî'de de böyledir.

Bunun içindir ki, bir kimse: "Bu içki filan müslümanındır." diye ikrar etse (yani, içkinin "bu ikrardan önce, o müslümana ait olduğunu" haber verse, bu ikrarı sahih olur. Bu kimse, bu ikrarı ile, o zata yeni bir mülkiyet isbat etmiş olmaz.

Görüldüğü gibi burada ikrar, ihbardır; (= haber vermedir.); temlik (= mülkiyet bildirme) değildir. Temlik olsaydı, bu ikrar sahih olmazdı.

Keza, zor (= ikrah) karşısında yapılan talâk (= boşama) ve ıtak (— köle azad etme) ikrarı sahih olmaz.

Bunlar, ikrar değil de, inşa olsaydı; ikrah ile yapılmış olsa bile, sahih ve geçerli olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "elinde bulunan bir malın, başkasına ait olduğunu" ikrar eder", kendisi için ikrar vaki olan şahıs ise, ikrar eden şahsın, bu hususta yalan söylediğini, bilirse; bu ikrar, diyanet yönünden helal olmaz. Ancak, ikrar eden şahıs, nefsini temizlemek için, o malı, ikrar ettiği şahsa teslim eder. Ve bu malı, o şahsa bağışlamış olur. Künye'de de böyledir.

Bir kimsenin, ikrar zamanında, kendi elinde bulunmayan bir şey hakkında "Bendeki bu şey filanındır." diye ikrarda bulunması halinde, bu ikrarı mu'teber (— geçerli) olur.

Ve bu ikrarından dolayı, o şeyin kendisinin mülkiyetinde olduğuna hükmedilir. Ve, mukarrün leh (= kendisi için ikrarda bulunulan şahıs), bu ikrarı tasdik ederse (= doğrularsa), beklenilmeden bu ikrar yerine getirilir.

Bu durumda, mukarrün leh'in reddetmesi halinde, —hîbe gibi— bidâyeten mülkiyete (o şeyin baştan beri ikrar eden şahsın, müliyetinde bulunması haline) itibar edilir.

Dolayısıyle, mukarrün leh'in (= kendisi için ikrarda bulunulan şahsın) reddetmesi halinde, bu ikrar, batıl (= geçersiz) olur.

Bu durumdan sonra, mukarrün leh, —reddinden dönerek— bu ikrarı tasdik etse (= doğrulasa) bile, bu tasdiki ile amel olunmaz.

Mukarrün leh, ikrarı reddederse, bu durumda, bu ikrar ibtal edilir. (= geçersiz kılınır.)

Ancak, bu durumda ikrarın ibtal edilmesi, sadece mukarrün leh için geçerlidir.

İbtal başkasının hakkı hususunda olursa, mukarrun leh'in reddet­mesi ile amel edilmez.

Meselâ: Bir- kimse, ikrarda bulunarak: "Ben, şu köleyi, filan adama, şu kadar bedelle sattım." dediğinde, kendisine karşı ikrarda bulunulan şahıs, ikrar eden şahsın, bu ikrarını reddederek: "Ben, senden hiç bir şey satın almadım."der; bundan sonra da: "...satın aldım." der; fakat, bu durumda da satıcı: "Onu, sana satmadım." derse; bu satıcının, sattığı ve ifadesi ile belirlediği köleyi, müşteriye vermesi lazım gelir.

Çünkü o, satış tamamlandıktan sonra, bu alış-verişi inkar etmiş olmaktadır.

Akid yapan iki kişiden birinin o akdi inkar etmesi, akde bir zarar vermez.

Ancak, müşteri: "Ben, satın almadırh." dediği zaman, satıcı da, onun bu sözünü doğrulayarak: "Evet, satın almadın." der; sonra da: "Hayır, satın aldın." derse; bu durumda satış sabit olmaz. Bu durumda, satışın sabit olduğuna dair beyyine getirse, bile hüküm böyledir. Çünkü bu satış feshedilmiş olmaktadır.

Ve bu satışı, taraflardan ikisi de inkar etmiş olmaktadırlar.

Sonra, bu ikrar, her mevzide, mukarrun leh'in reddetmesinden dolayı, batıl (= geçersiz) olmuştur.

Şayet ikrar eden şahıs, ikrarına döner; ikrar olunan şahıs da, onu tasdik ederse; o zaman, o mal, —ikrar sebebiyle— mukarrun leh'in ( = kendisine ikrar olunan şahsın) olur. Ve bu şahıs, o malı alır. Bu, istih-sandır. Muhıyt'te de böyledir. [4]

 

2- İKRAR SAYILAN VE İKRAR SAYILMAYAN ŞEYLER
 

Bir adam: "Benim üzerimde, filanın yüz dirhemi vardır." veya: "Benim cihetimde, filanın yüz dirhemi vardır.*' derse; işte bu borcu ikrardır. Bunun, emanet olduğu doğrulanmaz. Yalnız, sözünü rnevsûl (aralıksız) olarak söylerse,  o müstesnadır.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: Filanın yüz dirhemi, yammdadır." derse; işte bu onun emanet olduğunu ikrardır.

Keza, eğer: "Benimle beraber." veya "Benim elimde..." yahut "...evimde."; "...kesemde."; "...sandığımda; filanın yüz dirhemi vardır." derse; işte bunların tamamı, onun emanet olduğunu ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Onun, benim yanımda yüz dirhemi vardır; emanettir, borçtur." veya "Borç bir eşyası vardır."; "Borç bir mudarabe malı vardır."; "Alacak emaneti vardır." veya: "Emanet alacağı vardır." derse, işte bu ödünçtür; alacaktır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Yanımda, filanın yüz dirhem ariyeti vardır." derse, işte bu, onuri ödünç olduğunu ikrardır.

Tartılan ve ölçülen şeylerin tamamı böyledir. Çünkü, ariyetten intifa (= fayda) beklemek mümkün değildir. Ancak, telef edilirse, borç olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâyi Nesefî' de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: Filana, on dirhemi vermek, bana lazımdır." derse; bu durumda bir şey gerekmez.

Ancak, bu durumda bir  şey gerekmemesi için, "benim üzerimde..."; veya "boynumda..."; "zimmetimde..." yahut "...vacib borçtur." veya "...lazım hakdır." dememesi gerekir.

Eğer:  'Önün,   benim  malımda  bin  dirhemi  vardır.''   veya "...dirhemleri vardır." derse; işte bu da ikrardır.

Bundan sonra, eğer ayırım yaparak: "Bu emanettir." derse, işte o emanettir; değilse ortaklıktır.

Şayet ikrar eden şahıs, malından, bin dirhemi belirler ve kendisi için ikrar olunan şahıs da: "İşte bu bin dirhemdir." derse, bu ikrarı red olur mu?

— "Olur." denilmiştir.

Keza, alimler: "Ortaklık ikrarı batıl olmaz. Çünkü o, belirli bin dirhem davasının, ortak olmanın cevazından dolayı ikrarını red değildir." Önce ikrar edip, sonra da taksim etmeleri halinde olduğu gibi...

Bu, taksim davasından olur.

Eğer diğeri yemin ederse, taksim sabit olmaz ve ortaklık ikrarı hali üzere kalır.

Şayet, ikrar eden şahıs malından bin dirhemi tayin eder de, ikrar olunan şahıs onu inkar ederse; onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı*nde de böyledir.

Eğer: "Malımdan bin dirhemi onundur." derse; işte bu, bağış olur. Ona vermek için cebredilmez.

Bu, bir borç ikrarı değildir.

Şayet: "Şu bin dirhem senindir." demiş olsaydı, bu bir ikrar olurdu. Ve, bağış olmazdı. Ve teslim etmesi için cebredilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

"Malımdan bin dirhemi onundur. Onda benim hakkım yoktur." derse, işte bu borç ikrarı olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın, kocasına: "Senden hasıl olan herşey, benimdir." derse; bu mehrini almaya ikrar olmaz.

"İkrar olur." diyenler de olmuştur. Sadru'ş-Şehîd: "İkrar olmaz." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet: "Şu elbise (veya ev filanın ariyetidir." veya "...filandandır." yahut: "Onun malıdır."; "Malı içindir." "...maundadır." veya "...malındandır." "...ve mirasıdır." veya "...rnirasındadır." yahut: "Onun hakkıdır." "...Onun tarafındandır." derse, işte bu sözler, hep ikrardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir elbise ve bir hayvan hakkında: "Yanımda ariyettir; filanın hakkıdır." derse; bu, bir ikrar olmaz.

Eğer: "Şu bin dirhem, yanımda filanın hakkı olarak mudârebedir." derse, bu da ikrar olmaz.

Şayet: "Filanın hakkıdır; borçtur." derse, bu ikrar olur. Eğer: "Bu dirhemler, filanın hakkı olarak, yanımda ariyettir." ders'e, işte o da ikrar olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: Filana karşı, yanımda ariyettir." veya: "Filanın benim üze­rimde,     bin     dirhem    hissesi..."     veya     "...ortaklığı..."     yahut ".;.ortaklıktan..." veya "ortaklık için..." yahut "...ücretten..." veya "...ücret   için";    "...ücretle..."    veya    "..eşyasından";    "...eşyası vardır..."  derse;   işte  bunlar  ikrardır.   Serahsî'nin  Muhıytı'nde  de böyledir.

Eğer: Filanın, üzerimde selemden (- veresiye satıştan bir kürr buğdayı vardır." veya "...önceden..." yahut "...bedelden, bir kürr buğdayı vardır." derse; işte bu ikrardır ve onu vermesi gerekir.

Şayet: "Onun satış bedelinden, benim üzerimde yüz dirhemi vardır." veya "...satış sebebiyle..." yahut "...satış için..." veya ''.. .satış cihetinden..." yahut ' *.. .kira cihetinden...'' veya ".. .kira için..."; "...kira olarak..." veya "...kefaleten..."; "...kefalet için..." veya "...kefalet üzere..."; "yüz dirhemi vardır." derse; bunların hepsi ikrar olur. Ve ikrar eden şahsın ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Bu şey, filanın hakkıdır." veya "...senindir." derse; bu ikrar olur.

Eğer: "Bu, filanındır." veya "senindir." derse; işte bu, hibe olur.

Şayet: "Bu malı senin için kıldım." veya "...adına ayırdım." yahut "...sana hak kıldım." derse; bu bir temlik olur.  Şeyhu'1-İmâm Üstad Zahîrü'd-Dîn "...adına ayırdım, demekle temlik olmaz; bu ikrar da olmaz." demiştir.

Bir adam: "Şu evim, küçük çocuklarımmdır." derse bu batıl ( = geçersiz) olur. Çünkü, bu bir hîbedir. Çocukların hangileri olduğunu açıklamadıkça batıl olur.

Şayet: "Şu ev, çocuklarımdan küçüklerinindir." demiş olsaydı, işte bu, ikrar olurdu. Ve bu ev, en küçüklerinden üçünün olurdu.

Keza: "Şu evimin, üçte birisi filanındır." derse; bu, bir hîbe olur.

Eğer: "Şu evin üçte birisi, filanındır." derse, işte bu da, ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Sen de olan bin dirhemimi, bana Öde." der; diğeri de: "olur." derse; gerçekten onu ikrar etmiş olur. Yine: "Onu sana yakında vereceğim." veya "...yarın vereceğim." yahut "...sonra vereceğim." derse, ikrar eylemiş olur.

Yine: "Otur, onu hazırlayayım; onu ödeyeyim, onu al." veya * *otur.'' demediği halde: ' 'Onu hazırlayayım.' * veya ".. .Nakden vereyim." yahut: "Onu al." derse, bu da ikrar olur.

Ancak: "...Hazırlayayım;" "Nakden vereyim."; "al" derse işte bu sözler, ikrar olmaz. Mebsût*ta da böyledir.

Eğer: "Yarın..." veya "...hazırlığım yok." yahut "...bugün kolaydır." veya "...ödenecekten fazlası vardır." derse, işte bunların hepsi de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytt'nde de böyledir.

Şayet: "Bu gün, yanımda yoktur." veya "...Bana tehir eyle" yahut: "Bana, o hususta nefes aldır." veya "...onu, bana teberru eyle." yahut:   "Vallahi,  onu  ödeyemem."  veya  "onu  sana bugün hazır-layamam..." yahut: "Onu, benden bugün alma, malım gelene kadar dur veya "kölem gelene kadar bekle." derse; işte bu sözlerin, hepsi de ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Senin üzerinde olan, bir kürr buğdayımı, bana öde." veya: "Yarın gönder." der ve karşı taraf da: "Gönderirim." derse; bu bir ikrardır.

Şayet, bunu tartılan şeyler hakkında söyler ve: "Yarın, onu gönderirim." veya "...Vekil gönderirim, onu sana verir." yahut: "Onu alacak olanı yolla alsın" veya: "Onu, benden kim alacak?" derse, bunların tamamı da ikrardır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem alacaklı olduğunu iddia eder; iddia olunan da: "İddianı sana verdim." derse; bu bir ikrar olmaz.

Keza, iddia olunan şahıs: "Da'vanı, bir ay bana tehir eyle." veya "...iddianı tehir eyle." derse; bu ikrar olmaz.

Şayet: "Da'vanı, benden tehir eyle; malım gelince, onu sana vereyim." derse; işte bu ikrar olur. Eğer: "Malım gelene kadar tehir eyle, davanı sana vereyim." derse, bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hisıım Nevâdiri'nde şöyle demektedir:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu işittim: Bir adam, diğerine: "Bana bin dirhem ver." der; diğeri de: "Hazır­layayım." derse, bu durumda bir şey lazım olmaz. Çünkü: "Bin dirhe­mimi ver." dememiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "Sende olan bin dirhemi ver." demiş olsaydı; diğeri de: "Sabret" veya "Onu, ilerde alırsın." deseydi, bu da ikrar olmazdı. Çünkü o istihza ve istihfaf etmiştir.

Şayet: "İnşaallah, onu bana teberru edersen..." derse, işte bu ikrar olur. Çünkü teberru, daha önceden borcun olmasını iktiza eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

İddia olunan zat: "Kese dikildi, al." derse; bu ikrar olmaz. Keza: "Tut." derse, bu da ikrar olmaz. Çünkü, bu sözler, başlangıç sözlere elverişlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Benim senin üzerinde olan yüz dirhemimi ver. Beni, ala­caklılarım bırakmıyor." der; diğeri de: "Onların bir kısmını bana havale eyle." veya: "Onlardan dilediğini bana havale eyle." yahut: "Onlardan birini, bana gönder de, ona ben ödeyim." veya: "Benim üzerime havale et." derse; bunların hepsi de ikrar olur.

Şayet: "Onu, sana ödedim." derse; bu da ikrar olur.

Keza: "Sen, onu bana tçberrû eyledin." derse, bu da ikrar olur.

Keza: "Bana, helal eyledin." veya "Bana bağışladın." yahut: "Bana tasadduk-eyledin." derse; bunlar da ikrar olur. Mebsût'ta da böyledir.

"Onu, sana ifa eyledim." derse; işte bu da borçlu olduğunu ikrardır. Ve bu şahsa, "borcunu ödemesi" emredilir.

Sonra da bu şahıs ifasını isbâta çalışır.

Keza, davalı davacıya: "Bu malın sana ulaşmadığına, yemin et." der veya: Yemin et; gerçekten bu mal sana ulaşmadı mı?" derse, bu da davalının üzerinde, malın olduğunu ikrardır. Ve, o şahsa, bu borcunun vermesi" emredilir.

Bazı alimlerimizin fetvalarında da, böyle hikaye edilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet:  "Sen, beni bu davadan temize çıkardın." veya:  "Bu davadan, benimle sulh oldun." derse; bu ikrar olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer: "Hakkından, seninle sulh eyledik." derse, bu da-ikrar olur. Ancak:   "Da'vandan sulh   eyledim."   derse;   bu   ikrar   olmaz.

Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: Şu evden... bin dirhem çıkar." veya "...Bin dirhem ibra et."; "Bin dirhem terk et. (- bırak)." "...bin dirhem bana teslim eyle."; "...Onu bana ver." derse; gerçekten onu mülk ile ikrar etmiş olur. Çünkü, bu lafızlar bedele yakın söylendiği zaman, —sulh lafzı öne geçmezse, örf ve adette müsaveme için kullanılırlar.

Şayet bu lafızlar, bedel olarak söylenmezlerse, o zaman, ikrar olmazlar.

Eğer iki kişi, bir birleri ile, biri ev teslimi, diğeri de bir köle teslimi üzerine anlaşma yaparlarsa, bu bir ikrar olmaz.

Şayet bir kimse, bir adamdan, bir ev satın aldıktan sonra, o adama: "Bana satış bedeli için, bin dirhem teslim eyle/v derse, bu bir ikrar olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mecmûıı'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer bir şahsa: "Sende, benim bin dirhemim var." der; diğeri de: "Benim de sende, bin dirhemim var." derse; veya bir şahıs, diğerine: "Senin karını boşadım." veya "cariyeni azad eyledim." yahut: "Köleni azad eyledim." der; diğeri de: "Sen, kendi karını boşadm." veya "Kendi cariyeni azad eyledin." yahut: "Kendi köleni azad eyledin." derse; İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmi?tir:

"Bu, bir ikrar olur."

Zahirü'r-rivayede, —böyle demek— ikrar olmaz.

Şeyhu'1-lmâm Üstad Zahîrü'd-Dîn, İbnü Semâa'nm cevabı ile fetva vermiştir. Hulasa'da da böyledir*

Şayet, aynı adam, —vav harfini si ylemeksizin—: "Benim, şende bin dirhemim var." derse, işte bu ikrar olmaz.

Şu mes'ele, bunun hilafınadır:

Eğer: "Senin üzerinde, benim için onun misli vardır." derse, bu ikrar olur.

Keza, diğeri: "Sen, önceki gibi kendi köleni azad eyledin." derse, bu, diğeri için ikrar olur mu?

—Olur.                 

Şayet: "Sen, kendi köleni azad eyledin." derse, bu ikrar olmaz. Bunda hilaf yoktur.

Bu hilaf üzerine; bir adam, diğerine: "Sen filanı, öldürdün." der; diğeri de Ona: "Sen de, filanı öldürdün." derse, işte bu ikrar olur.

Eğer: "Sen filanı öldürdün." derse; işte bu, hilafsız ikrar olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer, bir kimse farsca: "mera tü cündîn mî bâyed." (yâni: Benim, senin üzerinde şu kadarım var." diyerek belirli bir mal isimlendirip, karşıdaki adam da: "Benim de senin üzerinde, onun gibi hakkim var." diye, öncekini iade etmesi sebebiyle söylerse, bu, ikinci adamın ikrarı olur.

Bazı alimlerimiz; Uygun olanı, bunun İmam Muhammed (R.A.)'in kavli üzerine olanıdır.'' buyurmuşlardır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, arabça olarak, "eyzan (= bunun gibi)" demekle, ikrar olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Uyun kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Ben filanın oğlunu öldürdüm." der; sonra da yine: "Ben, filanın oğlunu öldürdüm.'' derse; bu filanın bir oğlunu öldürdüğünü" ikrar olur.                                                        :

Semerkant alimlerinin fetvalarında: Eğer bir adam, diğerine: "Filanı niçin öldürdün?" der; diğeri de: "Bu, levh-i mahfuzda yazılmış idi." veya: '-'Düşmanımı öldürdüm." derse, işte bu katli ikrar olur.

Bu şahıs, öldürmenin kasden olduğunu ikkrar eylemezse, malından diyet lazım gelir.

Şayet: "Mukadder olucudur." demiş olursa, bu ikrar olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, iki yüz dirhem iddia ettiğinde davalı: "Yüz dirhemden sonra, yüz dirhem daha ödedim. Bende hakkın kalmadı." derse bu ikrar olmaz.

Keza, bu şahıs yüz dirhem iddia eder; diğeri ise: "Gerçekten sana elli dirhem ödedim." derse; bu da ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem iddia eder; o da: "Ondan bir miktar aldın." derse; bu durumda onu ikrar etmiş olur.

Keza, davalı: "Ağırlığı kaçtır?" veya "Müddeti ne kadar?" yahut: "Darbı nedir?" veya "Gerçekten onları sana ödedim." derse, bunların tamamı, bin dirhemi ikrar etmektir.

Şayet: "Gerçekten çoğunu da, azını da —tamamını— sana teberru eyledim. Senin benim üzerimde olan malını." derse, bu, bin dirhemi ikrar olmaz. Fakat, belirsiz bir şeyi ikrar olur. Bu durumda, o şahıs, kasdettiği şeyi açıklamaya cebredilir.

Açıkladığı zaman da talibe,, ondan bir şey alıp almadığı hakkında yemin verilir.

Matluba da, üzerinde bir şeyin kalıp kalmadığına dair yemin verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, varislerin bazılarına karşı, ölen zatın üzerinde alacağı olduğunu" iddia ettiğinde, davalı: "Benim elimde terekeden bir şey yok."  derse;  işte bu,  tereke hakkında ikrar olmaz.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, davalı, iddia edene: ''Senin yerin burdanbaşkasıdır." derse, işte bu, davalının, onu ikrarıdır; Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, "haksız olarak, dirhemlerini aldığını" iddia eder; diğeri de: "Ben haksız olarak almadım." derse* bu ikrar olmaz.

Şayet: "Senin emrinle, kardeşine verdim." derse işte bu ikrar ve bu işi isbat olur. Hulasada da böyledir.

Bir adam,  diğerinden  on dirhem alacaklı olduğu iddiasında bulunur; iddia olunan şahıs da: "Bu cümleden olarak, sana beş dirhem vermem gerekir." derse, İşte bu, on dirhemi ikrar olur.

Bir adam: Beş dirhem, bu cümleden baki kaldı." derse, bu on dirhemi ikrar olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Senin üzerinde, benim bin dirhemim vardır, der; o da: "Dikkat! Beşyüz dirhemi yoktur." veya: "Ben, ondan beşyüz dirhemini bilmiyorum." derse, gerçekten beşyüz dirhemi ikrar etmiş olur.

Şayet: "Dikkat! beşyüz dirhemi yoktur." dediği haîde, "ondan, beşyüz dirhemi yoktur." demezse; işte bu, ikrar değildir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sende bin dirhemim vardır." der; o da: "Hak ve Sıdk." veya "hakkan" veya "sıdkan" derse; işte bu, ikrar olur.

Şayet: "Hak hakdır." veya "Sıdk sıdktır." yahut "Yakın yakîndir." veya "Birr hakdır."; "Hak birrdir," derse, bu da ikrardır. Yani bu şahsın, cevap olarak "Hak hakdır."; "Sıdk sıdktır."; "Yakin yakindir." demesi ikrardır.

Eğer birr lafzını yalnız söyler ve "Birr birrdir." der; bu kelimeyi hak kelimesine, sıdk kelimesine, yakın kelimesine ilave etmezse (ve meselâ: "Birr. birrdir." derse) bu ikrar olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: ".Benim, senin üzerinde bin dirhemim var." der; iddia olunan zat da: "...yüz dinarla beraberdir. derse; Fakıyh Ebû Bekir el-İskâf: "Bu, ikrar olmaz." buyurmuştur.

Fakıyh Ebû'1-Leys ise: "Eğer, dinarları tasdik ederse, iki malı da ikrarı sahih olur. Ve eğer, dinarları yalanlarsa; bu durumda da dirhem­leri ikrarı sahih olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sana yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Ben, senden başka bir kimseden borç almadım." veya "Senden gayrı kimseden borç almadım." yahut: "Senden önce, kimseden borç almadım." veya "Senden sonra, kimseden borç almam." derse; bu sözler ikrar olmazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Asi kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Sana, yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Onu, sana döndürmem." veya "Bundan sonra, geri vermem." derse, bu ikrar oiur.

Bu şahsın, —sadece—: "...döndürmem." demesi ikrar olmaz.

Bir kimse diğerine: "Sen, benden yüz dirhem gasbeyledin." der; diğeri de: "Yüzdirhemden sonra* bir şey gasbeylemedim." veya "O yüz dirhemle birlikte, bir şey gasbeylemedim." yahut:."Bu yüz dirhemden başa bir şey gasbeylemedim." derse bu, durumda, yüz dirhemi gasbeylediğini ikrar etmiş oiur.

Keza, bu şahıs: "Bundan sonra, kimseden bir şey gasbeylemedim." veya "Bir kimseden, bundan sonra, bir şey gasbeylemedim." yahut: "Bundan sonra, bir ahadden bir şey gasbeylemedim." derse, bunlar da ikrar olur.

Şayet:  "Benim üzerimde,  emanet dirhemlerin vardır." veya: "Yüz dirhemden başka yoktur." yahut: "Yüzdirhemden fazla yoktur." derse; işte bunlar, yüz dirhemi ikrar olur.

Şayet: "Senin için, benim üzerimde bin dirhemden fazla da, noksan da dirhemin yoktur." derse; işte bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer:   "Senin,   üzerinde,   bin  dirhemden  fazla  veya  noksan dirhemin yoktur." derse, bu ikrar olmaz; denildi. "Noksanı, nefyettiği için, ikrar olur." diyenler de vardır. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Hemen, ancak, senin bende yüz dirhemin vardır." derse, işte bu, yüz dirhemi ikrar olur.

Eğer "Senin, benim üzerimde yüz dirhemin yoktur." derse; bir şey ikrar etmiş olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam: Şu taksim olunan evin üçte biri filanın, üçte birisi benim; üçte birisi de başka filanın" derse; bu durumda diğer iki filan kişi için, evin üçte ikisi ikrar edilmiş olmaz. Ancak, "evin üçte birisi filanın; evin üçte birisi de filanın" demesi halinde, bu ikrar olur. ZahîriyyeMe de böyledir.                                                                                    

Bir  adam:   "Filanın,  ben  de bin  dirhemi  vardır.  Ben  oriu biliyorum." (veya bildim.) derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.): "Bunların tamamı batıldır," buyurmuşlardır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bunların tamamı, ikrar olur." buyurmuştur.

Şayet: "Gerçekten, filanın benim üzerimde bin dirhemi vardır." veya: "Filanın, benim üzerimde, bin dirhemi vardır; gerçekten, ben onu biliyorum.'' derse; işte bunlar ikrar olur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet: "Onun, bende bin dirhemi vardır. Ben, öyle zanne­diyorum, (veya "zanneyledim." yahut "sanıyorum."; "sandım." veya "görüyorum."; "gördüm." derse; işte bu batıldır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın şehadetiyle." (veya filanın bilgisiyle) derse, bu durumda bir şey gerekmez.

Şayet: "Filanın şehadeti sebebiyle" veya "Filanın ilmi sebebiyle" derse; işte bu ikrar olur.

Eğer filanın sözü veya "Filanın sözüyle" derse, bir şey lazım gelmez. Fetâyâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, bende hesabıma göre, bin dirhemi vardır." veya "Filanın hesabına göre, bin dirhemi vardır." yahut "Onun, hesabına göre, bin dirhemi vardır." yahut, "kitabımda, (yazımda, defterimde) onun, bende bin dirhemi vardır." veya "Filanın kitabında, onun, bende bin dirhemi vardır." yahut, "Filanın yazısı sebebiyle, onun, bende, bin diremi vardır." derse, bu batıl ( = geçersiz) olur.

Şayet: "Onun kağıdında (= defterinde) yazılı." veya "Senin def­terinde yazılı" yahut, "Benim defterimde yazılı, bin dirhemi vardır." derse; işte bu, ikrar olur.

Eğer: "Filanın, bende bin dirhemi vardır; kitabda yazılıdır." veya "...kitap ile sabittir." yahut "Filanın, bende bin dirhemi vardır; hesablıdır.", "...hesabdandır."; "...hesap sebebiyledir." derse, bu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "...defterlidir." veya   "...defterdedir.' yahut "...defter sebebiyledir," veya "...Onunla benim aramda yazılıdır." veya "Onunla rjenim aramda hesablıdır." derse, bunların tamamı ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, benim üzerimde, bin dirhemi, kağıt üzerindedir." veya ."..'.kitapda yazılıdır."  yahut,  "...hisablıdır."  derse; bu malı ödemesi gereklidir.

Şayet: "Onunla, benim aramda, ortaklıktan bin dirhemi vardır." veya "...ticaretten, onun bende bin dirhemi vardır." yahut, "...onun bin dirhemi, bana karışmıştır." derse, bu durumda da, bu bîn dirhemi ödemesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın hükmü olarak." veya "...filan alimin Hükmü olarak." yahut, "...onun oğullarının hükmü olarak." veya "onun fıkhı olarak." derse; bu durumlarda birşey gerekmez.

Şayet: "Filanın hükmüyle, o filan ise hakimdir." veya "filan alimin hükmüyle ki, o hakimdir." derse, yine ikrar eden şahsın, o bin dirhemi ödemesi gerekir.

Eğer, o filan şahıs, hakim olmadığı halde, alacaklı: "Ben, onu hakem tayin eyledim ve bana hükmeyledi." der borçlu da, onu tasdik ederse, o malı, borçlunun ödemesi gerekir.

Eğer: "Filanın, bende bin dirhemi vardır; onun söylemesiyle." derse, bu durumda bîr şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "înşaallah, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu şahsın, bu ikrarı batıldır. (= geçersizdir.)" buyurmuştur.

Bu, istihsandır. Muhıyt'te de böyledir. Hulâsa"da da böyledir.

Bir adam: "Allah'ın izniyle, ben bu köleyi gasbeyledim." derse; bir şey gerekmez.

Bir adam "Filanın, bende şu kadar hakkı vardır. Ve, bu hak şu zamana kadar tehir eylemiştir." diye yazar; bir başkası da: "Bu bir hakdır." der ve bunu "inşaallah" diye söylerse; bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'e göre, o şahsın, bunu ödemesi gerekir.

Şayet: Bu köleyi, dün senden gasbeyledim; inşaallah." derse; işte bu ikrar, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre batıldır. İstisna ise sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Zâhirü'r-rivaye budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde, dilerse bin dirhemi vardır." derse, bu ikrar batıldır.

Eğer, inşâe (= eğer dilerse) derse, bunların tamamı şarta ta'lik eden ikrardır. Mesela: "Eğer eve girersen"; "gökten yağmur yağarsa"; "rüzgar eserse"; "Allah takdir ederse"; "Allah dilerse"; "Allah razı olursa"; "Allah severse"; "Allah mukadder ederse"; "Allah kolaylık verirse"; "Şöyle müjdelersen"; gibi lafızların hepsi, ikrar için geçersizdir.

Ancak, bunun için bu kelimelerin mevsul (= cümleye bitişik) olma­ları gerekir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim üzerimde, bin dirhemin vardır; ancak, bundan başka görmüyorum." derse; bu ikrar batıl olur.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, bin dirhemi vardır; eğer eşyamı ; Basra'da evime götürürse" der; diğeri de eşyayı evine götürür; kendisi de I hazırda olup, söyleneni duymuş olursa, işte, bu mal caizdir; vermesi gerekir.

Keza: "Şu eşyayı evime götürürseri, sana bin dirhem vardır." derse, işte bu, icar olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Şahit olunuz; gerçekten, onun, bende bin dirhemi vardır. Eğer Ölürsem, işte o, onundur." derse; ölse de, yaşasa da,1 bin dirhem o şahsındır.

Keza: "Üzerimde bin dirhem vardır. Eğer ölürsem, o onundur." derse; ölse de, yaşasa da, o, o şahsın olur.

Keza: "Üzerimde bin dirhem vardır. Ay başı gelince, (veya "insanlar iftar edince"; yahut, "ramazan bayramı gelince." veya "kurban bayramı gelince;) o onundur." derse; yine dediği gibi olur. Tebyîn'de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir adam: "Filan gelirse; (veya geldiği zaman) onun, benim üze­rimde bin dirhemi vardır." derse; işte bu batıldır.

Şayet: "Filan gelirse, senin benim üzerimde, bin dirhemin vardır." derse; işte bu caizdir.

Eğer talip, o adam gelince iddia ederse, bin dirhemini alır. Çünkü, ona söz verilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Eğer yemin edersen, üzerimde bin dirhemin vardır." veya "yemin etmen halinde, bin dirhemin vardır." yahut, "yemin ettiğin zaman, bin dirhemin vardır." veya "Ne zaman yemin edersen bin dirhemin vardır." yahut, "yemin ettiğin an, bin dirhemin vardır." veya "yeminle beraber, bin dirhemin vardır." yahut, "yemi­nimde bin dirhemin vardır." veya "yeminden sonra, bin dirhemin vardır." der; o adam da yemin eder; ikrar edende, bu bin dirhemi inkar ederse; o bin dirhem, ondan alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bîr adam, diğerine: "Şu kölemi, benden satın al." veya "icarla." yahut "Evimi ariyet al." der; diğeri de: "Evet." derse; bu "evet" sözü, mülkü ikrar olur.

Keza: "Şu kölemin kazancını bana ver." veya "Kölemin elbisesini bana ver." der; diğeri ı>* "Olur.'* derse; gerçekten bu kölenin, o adama ait olduğunu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bir adam, diğerine: "Şu evimin kapusunu aç." Veya "Evimi kireçle badana yap." yahut,  "Şu hayvanımı eğerle." veya "Katırımı gemle" yahut '(Şu katırımın eğerini ver." veya "Şu katırımın , gemini ver." der; diğeri de: "Olur." derse, işte, bu ikrar olur.

Keza, bir kimse, diğer bir şahsın yanında olan elbise için: "Onu, bana filan bağış yaptı." veya "...tasadduk etti." deyince, diğeri de: "Doğru.", "Evet.", "Doğusun,", "Öyle." demiş olursa, bu sözler de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer, bir adama: "Sende filanın alacağı var mıdır?" denilince, o başı ile "evet" diye işaret yaparsa, işte bu, ikrar olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Filana haber ver." veya "ona bildir." yahut "ona söyle." veya "onu şahit tut." yahut "ona müjdele, gerçekten onun bende bin dirhemi vardır." derse, bu ikrar olur.

Keza: "Senin üzerinde, filanın bin dirhemi olduğunu haber vereyim mi?" veya "...Ona bildireyim mi?" yahut "...onun, senin üzerinde, bin dirhemi olduğuna, şahit olayım mı?" veya "...ona söyleyeyim mi?" der; diğeri de: "Evet" derse; işte bunların tamamı, ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam,  diğerine:  "Filanın, benim üzerimde olan binine, şahitlik yapma." derse; bu ikrar olmaz.

Keza: "Filanın, benim üzerimde olan binini, ona haber verme." yahut "...ona söyleme." derse; bu da ikrar olmaz. Nâtifî, Ecnâs isimli kitabında, İmâm Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Haber verme." sözü, "şahit olma." sözü gibidir. Her ikisi de ikrar olmaz."

Sahih olanı ise, bu kelimelerin aralarında fark vardır. Serahsî'nîn Muhıyü'nde de böyledir.

Şayet: "Ben, onu boşadım. Siz saklayınız; onu boşâdığımı sak­layınız." derse, işte bu ikrar olur.

"Ben onu boşadım, haber vermeyiniz." demek bunun hilafınadır. Eğer:   "Onun boşandığını  saklayınız"  derse,  bu  talak  olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birine: "Elimde olan bütün (çok az, köle ve başka) şeyler, filanındır." derse, işte bu, hakikaten ikrardır.

Eğer ikrar olunan zat gelir de, onları almak isteyince, bir köle hakkında ihtilaf ederler ve o filan: "Bu köle, ikrar eylediğin gün elinde idi; bu benimdir." der; diğeri de: "İkrar eylediğim gün, bu köle elimde değildi. Ben, buna sonradan sahib oldum. Bu benimdir." derse; bu durumda ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.

Ancak, ikrar olunan zat, isbat eder de, ikrar olunduğu gün, ikrar edenin elinde olduğunu" kanıtlarsa, o zaman ikrar olunan şahsa hük­medilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam: "Elimde bulunanın tamamı..." veya "...Tanıdığımın tamamı..." yahut "...Bana ait olanın tamamı, işte o filanındır." derse; bu ikrar olur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet: "Malımın tamamı..." veya "Sahip olduğumun tamamı, falanındır." derse, işte o hîbe olur. Onu teslim edilmeden almak, caiz olmaz. Teslim için de, veren şahıs cebredilmez.

Eğer: "Evimde olanın tamamı, filanındır." derse, bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân' da da böyledir.

İcarcı ikrar ederek: "Ticaretten çok veya az, ire varsa, elinde olan ayn veya deyn (= Alacak) filanındır." derse, işte bu da ikrardır. "Ben, onun icarcısıyım." demesi'caizdir. O takdirde, elinde* olanın tamamı, filanın olur. Onda kiracının bir hakkı olmaz.

Ancak, yer, giyer, ücretini alır.

Eğer ecîr (= ücretli) elinde bulunan ticaret mallarımın filana ait olduğunu" ikrar ederse; ticaret malı olmayan şeyler, kendine ait olur. Bu durumda, ikrar edenin açıklamasına bakılır.

Keza, bu kimse, ticaret mallarından, elinde bulunanı iddia ederek, "bunların ikrarından sonra hasıl olduğunu ve kendine ait bulunduğunu" söylerse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur.

Ecîr (ücretli kimse) ikrar ederek "Gerçekten ticaret mallarından, elinde bulunanın, filanın —malı— olduğunu" söyler ve —bu hususta— elinde yazılı kağıtları bulunursa, bunların tamamı o filanın olur.

Şayet, ikrar ederek, "Ayn'dan taam olarak elinde bulunanın filana ait olduğunu söyler; elinde de buğday, arpa, susam, hurma gibi şeyler bulunursa; onlar, o filanın olmaz. Yalnız buğday onun olur. Eğer elinde buğday da olmamış olsaydı, kendisi için ikrar olunan şahsın bir şeyi olmazdı, Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, hali sıhhatli olduğu sırada, kızı adına ikrarda bulu­narak: Yataklar, eşyalar, mevcut kaplar ve diğer bütün mallar hayvanat, köleler, beldede bulunan ne varsa onundur." derse; bunların hepsi ikrarına dahil olur. Bunlardan başka şeyleri, ikrara dahil olmaz. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir adam, aklı başında, sıhhati yerinde iken, ikrar ederek, "Evinin içinde olanı karısına mal ederse" (üzerinde olan elbise hariç), kendisi de ölür, bir de oğlu kalırsa; sonra da o oğlu, iddia ederek, "her şeyin babasından kalma olduğunu" söylerse; kadın, bu ikrar sebebiyle, onu men etme hakkına sahiptir.

Evde olmayan şeyler ise, kadının olmaz.

Hükme gelince, şahitler ikrar yapıldığına şehadette bulunurlarsa; ikrar zamanın da evde bulunan şeyler, kadına hükmedilirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, karısına: "Bu ev ve bu evde olan senindir." derse; bu durumda ev ve eşya onun olur.

Bu lafızla, ikrar yerine satış olsa, hüküm bunun hilafmadır; eşya, satışa dahil olmaz. Nitekim: "Evi hukuku ile, sana sattım." demiş olsaydı, yine böyle olurdu.

Şayet, bu oğlan babasının malını telef eder ve sonra da, babası ona: "Maldan yanımda olanın tamamı senindir." der; bilahare de, bu baba ölür; ikrar eylediği malda durmakta olursa, işte o mal, onun olur. Eğer, onu oğlu helak eder; bu mal da Ölçülmeyen ve tartılmayan mallardan olursa; (dirhemler veya dinarlar terkederse) işte o dirhem ve dinarlardan helak edilen kadar faydalanır.

"Benim elimde olanın tamamı senindir." dedikten sonra; çünkü bu, sulh menzilinde olur. Helak sebebiyle, sulhun batıl olup, borcun avdet etmesi gibi... Zehıyre' de de böyledir.

Bir adam, diğeri için bir duvar ikrar ettikten sonra: "Yeri hariç ben, binasını kasdeyledim.'.' derse, bu sözü tasdik edilmez ve ona, yeriyle beraber duvar hükmedilir.

Keza, tuğladan yapılmış bir direk ikrar eder; direk ise, ağaçtan olursa; onun yeri hariç— direk, ikrar olunan şahsa, hükmedilir.

Eğer bir zarar vermeden, kaldırabilirse, ikrar olunan şahıs onu alır.

Eğer zararsız kaldırılmazsa, ikrar eden şahıs onun kıymetini talibe öder. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Şu evin binası, filanındır." derse; onun altı ona hükme­dilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir hurmalığı veya bir ağaçlığı, bir bostanı, veyahut hurmalık ve ağun kökleri girmiş bulunan bir yeri ikrar ederse; (işte bunun ne kadar girdiği, kitapta söylenmedi. Başka yerde şöyle işaret edilmiştir. "Gerçekten o, kökünün hizasına kadar dahil olur. Hatta, ağaç sökülür, yerinde bir şey biterse) o, kendisi ikrar olunan şahıs olur.

Bu bölüm, bilginlerin ihtilaf ettikleri bölümdür: Bazı alimler: "Büyük köklerin uzandığı yerlere kadar olan miktar dahildir." demişler; bazıları ise: "Güneş semanın tam ortasında-iken, bu ağacın gölgesinin ihata eylediği yer, dahildir." demişlerdir.

Bazıları da: İkrar zamanı, ağacın kalınlığı mikdarıdır." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Bu ağaçtaki hurma filanındır." derse, ağacı ikrar etmiş olmaz.

Şayet: "Şu yerin bitkisi filana ait." derse; o yer de, o filanın olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse: "Şu bağ filanındır." derse; işte o zaman, o bağ yeriyle birlikte, içinde ne varsa ağaçlan, binası hepsi, o filanın olur.

Keza: "Şu hurma ağaçlarının kökleri filanındır." derse; meyvesi de, o filanın olur.

Eğer: "Şu yer filanındır; hurma ağaçları müstesna." derse; gerçekten, yer de ağaçlar da o filanın olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Şu yer, filanındır." der ve orda da ekin bulunursa o yer, ekini ( = bitkisi) ile birlikte, o filan şahsın olur.

Şayet, ikrar eden zat, —hükümden önce veya sonra— beyyinesiyle gelerek, "o ekinin kendisine ait olduğunu" isbatlarsa, bu beyyinesî kabul edilir.

Şayet, o yerde hurma ağaçları bulunmakta ise, "hüküm yine böyledir." denilemez. O şahıs: "Bu ağaçlar, benimdir." diye beyyine ibraz eylese bile, bu beyyinesi kabul edilmez.

Bu şahıs "yerin başkasına, ait olduğunu; ağaçların ise kendine ait bulunduğunu, belgelerse; o takdirde, ağaçlar ikrar olunan şahsa hük­medilmez. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R..A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "Şu ev, filanındır." derse, o ev, yeriyle, binasıyla, o filan şahsın olur.

Keza: "Şu evin yeri filanındır." derse; o yere, ev de dahil olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Yüzük filanındır." derse; bu yüzüğün kaşı da, halkası da o filan şahsa ait olur.

Bir kimse, bir kılıcı ikrar ettiğinde de, onun kınıda, kabzası da, hamaili de ikrar olunan şahsın olur.

Keza, bir kimsenin elinde bulunan ev, hakkında: "Bu ev filanındır. Anak şu oda gerçekten benimdir." derse, işte o, dediği gibidir.

Şayet: "Şu ev benimdir. Şu ev filanındır. Şu evde başkasımndır." veya "Şu oda benimdir. Şu oda filanındır. Şu oda da başkasımndır." derse, yine dediği gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet:  "Şu yer filanındır; binası benimdir." veya:  "Şu yer filanındır; hurma ağaçları benimdir."' veya: "Hurma ağaçlarının kökleri filanındır; hurmaları benimdir." derse; bunların tamamı, ikrar olunan şahsın olur.

Senetsiz, isbatsız ikrar edenin: "Benimdir." sözü, tasdik edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Şu yer, filanındır; ancak, onun binaları gerçekten benimdir." derse, bu durumda binalar hakkındaki sözü tasdik olunmaz.

Buna göre, eğer: "Şu bostan filanındır; yalnız, —kökü hariç— hurma ağaçları benimdir." veya: "Şu cübbe fülanındır; ancak, astarı benimdir." yahut: "Şu -kılıç filanındır; ancak, tezyinatı benimdir." veya: "Şu yüzük filanındır; ancak, kaşı benimdir." derse, sözü tasdik olunmaz. Mebsûf'ta da böyledir.

Eğer:  "Binası benimdir; arsası ise filanındır." derse; işte o, söylediği gibidir. Kenz'de de böyledir.

Bir adam, eğer: "Şu evin binası benim; arsası, filanındır." veya: "Arsası filanın, binası ise benimdir." derse, bu durumda bina da, arsa da ikrar olunan şahsın olur.

Şayet: "Arsası benim, binası filanın." derse; arsa onun, bina filanın olur.

Eğer: "Arsası filanın; binası başkasının." derse; bu durumda da, arsası da binası da filanın olur.

Eğer: "Binası filanın, arsası başkasının..."derse; dediği gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Şu yüzük benim, onun kaşı senindir." veya: "Şu kemer benim; hülliyatı (= altunu, gümüşü) senindir." yahut: "Şu kılıç benimdir; hülliyatı senindir.''; "Şu çübbe benimdir; astarı senindir." der; kendisi için ikrar olunan şahıs da: "tamamı benimdir." derse; bu durumda söz ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.

Bundan sonra, duruma bakılır: Eğer, o ikrar olunan şeyleri soyup almak zarar vermiyorsa, onların soyup söküp kendisi adına ikrar olunan şahsa vermesi ikrar eden şahsa emredilir.

Şayet, çıkarılmasında zarar olursa; bu durumda güzel olanı, ikrar eden şahsın, ikrar olunan şahsa, ikrar eylediği şeylerin kıymetini Ödemesidir.

Bunların tamamı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavilleridir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir cariye, bir adamın yanında doğum yaptıktan sonra, bu adam: "Cariye fülanm, çocuk benimdir." derse, işte o dediği gibidir.

Hayvanların yavruları ve ağaçların toplanmış meyveleri de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir   adamın,   yanında   bulunan   bir   sandığın   içinde,   eşya bulunduğunda, bu adam: "Sandık fülânın; eşyalar benim." derse; veya: "Şu ev fülanın; içinde olan eşyalar benim." derse, bu durumlarda, onun sözü kabul edilir. Fetâvyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Bu cüzdan, başkasının." derse; bu durumda o cüzdan ve içinde olan paralar, onun olur.

Şayet: "Ben cüzdanın kendisini murad eyledim; içindeki paraları değil." derse, bu sözü tasdik edilmez.

Bir kimse eğer: "Şu sepet fülanındrr." derse; bu durumda, o sepet de, içinde bulunan şey de, kendisi adına ikrar olunan zatın olur.

Keza: "Şu küp fülanındır." derse; küp de, içindeki sirke de o filanındır.

Veya: "Şu şu çuval fülanındır; içinde herevî eşya vardır." veya: "Şu çuval fülanındır; içinde un vardır." yahut: "Şu çuval filanındır; içinde buğday vardır." der; müteakiben de: "Ben, yalnız çuvalı kasdey-ledim." derse, bu sözüne inanılır. Çünkü bu, insanların yaptığı teamül­dür.                                                                      .

Şayet, yağ tuluğuna bakarak: "Bu tuluk filanındır." derse işte o zaman, bizzat o tuluk, o filanındır.

Eğer: "Bu buğday samanı, filanındır." derse; işte o saman, filanındır.

Şayet: "Bu başakların buğdayı filanındır." derse; başaklar da, buğdayı da filanındır. Eğer: "Bu paltonun dışı fülanındır." derse, bu durumda, o paltonun tamamı filanındır.

Eğer: "Bu paltonun içi, filanındır." derse, bu durumda o paltonun, içini (= astarını) sahibine öder.

İmâm Mııhiimmcd (R.A.) böyle buyurmuştur.

"Bu kırba (- su tuluğu) filanındır." dediği zaman onun içine, su olursa, bu su, ikrar olunan şahsın olur; kırba ise onun olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet: "Ziraattan  bu  buğday, filanın  tarlasındadır." veya "...onun tarlasından hasıl oldu." derse; işte bu, buğdayı ikrar olur.

Keza, eğer:  "Bu kuru üzüm, filanın bağmdandır." veya "Bu hurma, filanın hurmalığındandır." derse, işte o, onundur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Bu yün, filanın koyunundandır; benim yanımda duruyor." veya "Yanımda duran bu süt, filanın koyunlanndandır." veya "Bu yağ, (veya peynir) filanın koyunlanndandır." derse, bunlar da ikrar olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Keza bir kimse ikrar ederek: "Filan bu yeri ekti." veya "Bu binayı yaptı." yahut "Bu bağı dikti." der; bunlar da ikrar eden şahsın yanında olur ve onu ikrar olunan şahsa iddia ederse; işte o, ikrar olunan şahsın ölür.                    

Eğer ikrar eden: "Bunların tamamı benimdir ve ben sana yardım eyledim." der; diğeri de: "Sen onları ücretle yaptın." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer: "Bu un, filanın değirmenindendir." derse; bu, bir ikrar olmaz. Hulasa'da da böyledir.                                                   

Şayet, bir kimse: "Şunu, şunu gasbeyledim." derse; işte o, ikisini de gasbettiğini ikrar olur.

Eğer: "Ben, köleyi de, cariyeyi de gasbeyledim." derse; bu da iki­sini de gasbeylediğini ikrar olur. Keza, eğer: "Sununla beraber şunu..." derse, (Meselâ: "Hayvanla beraber, eğerini de gasbettîm." derse, ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza: "Sununla şunu." derse, (Meselâ: Atı, gemiyle gasbeyledim." veya "Köleyi, mendiliyle gasbeyledim" derse) işte bu, ikisini de gasbettiğini ikrar olur.

Keza, fe harfi ile söyleyerek: "Köleyi ve cariyeyi gasbeyledim." derse; yine ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza, alâ kelimesiyle söyleyerek; "Hayvanı ve üzerindeki eğerini gasbeyledim." derse; ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza, min harfiyle söyler ve: "Kölesinden mendilini; atından gemini gasbeyledim." derse, bu durumda da onların ikisini gasbeylemiş olur.

Keza, "Eşeği üzerinde palanıyla gasbeyledim." derse, ikisini de" gasbeylemiş olur.

Şayet ikincisi, birinciye kap olursa; ikisi de ona mal olur. Meselâ: Bohçada elbise... Sofrada yemek... gemide buğday... ve benzerleri gibi.

Keza, sepette hurma veya çuvalda buğday gibi.

Eğer ikinci, birinciye kap olmazsa, (Meselâ: "Dirhemde dirhemi gasbeyledim." denilmesi gibi...) o zaman, ikinci ilzam olunmaz.

Eğer, ikinci, birinciye vasıta olursa (Mesela: On elbisede bir elbise gasbeyledim." demek gibi...) bu takdirde, yalnız bir elbise ilzam olunur. Bu, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e İmâm Ebû Hanı t e (R.A.)'ın naklettiği kavildir.

tmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu durumda, ikrar eden şahsa on bir elbise ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet   bir   adam:   "Senden,   on   elbisede   ipek   bir   elbise gasbeyledim." derse; tmâm Muhammed (R.A.)'e göre önce söylediği ilzam olunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: "Senden, evde buğday gasbeyledim." derse; bu "gemide buğday gasbeyledim." demek yerindedir. Ve, "hem evi, hem de buğdayı gasbettiğini ikrar olur.

Yalnız bu gasb sebebiyle, buğdayı tazmin etmek gerekir. Ev ise, tazminata girmez.

Bu, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavlidir. Eğer: "Buğdayı yerinden kaldırmadım." derse; sözüne inanılmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet "ahırda hayvanı gasbettiğini" ikrar ederse; bu durumda sadece o hayvan, ilzam olunur. Kenz'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende on dirhemde on dirhemi vardır." der ve ikrar eden bu şahıs: "Ben bunula, fi ile maa'yı (= de ile ...beraber mânâsını murad eyledim veya fi ile vav harfini (= ...de ile ve bağlacını) murad eyledim." derse, bu durumda yirmi dirhem ikrar etmiş olur.

Eğer: "Ben, onunla alâ harfini murad eyledim." derse; o zaman on dirhem ilzam olunur.

Eğer: "Ben onunla, darb murad eyledim." derse; alimlerimize göre, yine on dirhem ilzam olunur.

Keza,eğer hakikatini niyet ederse ,zarfiye olur ve yine on dirhem ilzam olunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Onun, benim üzerimde, kavrulmuş buğdayın içinde, dirhemleri  vardır."  derse;  ona dirhemler  ilzam  olunur.  Kafiz  ( = kavrulmuş) buğday batıldır.

Şayet: "Onun, benim üzerimde dirhemin içinde kâfizi vardır." derse, bu durumda da kafiz ilzam olunur; dirhem ilzam olunmaz.

Keza, eğer: *'Onun, benim üzerimde buğdayın karışmış on ölçeğinde, onaltı ntıl zeytin yağı vardır." derse; bu durumda da zeytin yağı ilzam edilir; buğday batıl olur. Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, on dinarda on dirhemi vardır." derse, ona, on dirhem vermesi gerekir; diğer sözü geçersizdir.

Ancak: "Ben her ikisini de niyet eyledim." derse, o zaman ikisini de vermesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Yahûdinin elbisemde beş dirhemi var." derse; beş dirhem ilzam olunur.

Bundan sonra: "Yahûdinin elbisesi, o ve beş dirhem alacaktır. Ve ben, onu, ona teslim eyledim." derse, işte bu, bir açıklama olur.

Fakat, içinde değişiklik olduğundan ayrı olarak sahih olmaz. Ancak talip (= alacaklı) bunu doğrularsa, o zaman hem elbise, hem de beş dirhem —ikisi birlikte— ilzam olunur. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Keza: "Dirhemden önce, üzerimde dirhemi vardır." derse, bir dirhem ilzam olunur.

Şayet: "Dirhemden önce, o dirhemin öncesi vardır." derse, o z^-rA^n, iki dirhem ilzam olunur.

fci";er: "Dirhemden sonra, dirhemi vardır." veya "Üzerimde bir dirhem en sonra, o dirhemin sonrası vardır." derse, bu durumlarda iki dirhem uzam olunur.

Şa. ?t onların birine, dinar veya buğday kafizi, derse, bu durumda ikiU de ilzam olunur. Mebsût'ta $a böyledir.

îayet: "Dirhem ve dirhem." veya "...dirhem, sonra dirhem." der";:, o zt .-*ıan, iki dirhemi ikrar etmiş olur. Eğer: "...dirhem dirhem" derst. *v  lurumda bir dirhem ikrar etmiş olur.

Keza: "Filanın benim üzerimde dirhemi vardır; üzerimde dirhemi vardır." derse; bu durumda bir dirhem ikrar etmiş olur.

Eğer: "Üzerimde onun iki dirhemi, sonra da bir dirhemi vardır." derse, bu durumda üç dirhem ikrar etmiş olur. Bunun aksi de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Filanın, üzerimde bir dirhemi vardır. Üzerimde bir dirhemi vardır." derse; iki dirhem lazım olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, benim üzerimde dirheme mukabil, bir dirhemi vardır." derse;  ona, bir dirhem lazım olur.  Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Eğer: "Filanın, benim üzerimde, her dirhemle beraber bir dirhemi vardır." veya: "Filanın, benim üzerimde, dirhemi, her dirhemle bera­berdir." derse; bu durumda iki dirhem lazım olur. On dirheme bakmış olsa bile böyledir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, şu dirhemlerden her biriyle beraber bir dirhemi vardır." der ve on dirheme bakmakta olursa, o zaman yirmi dirhem lazım olur.

Şayet, on dirheme bakar da: "Filanın benim üzerimde, şu dirhem­lerden her biriyle beraber bir dirhemi vardır; şu da bir dirhemdir." derse; on bir dirhem lazım olur.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, dirhemlerden her biri kadar dirhem vardır." derse; üç dirhem lazım olur.

Bu, İmâmeyn'e göre, kiyasda böyledir.

İmâm Ebû Hanîfc (R.A.)'nin kıyasında, on dirhem lazım olur.

Bir adam, diğeri için: "Üzerimde, dirhem üstüne dirhemi vardır." derse, iki dirhem lazım olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yazı ile ikrar etmenin bir takım vecizleri vardır:

1) Belli olmayan (havaya, su veya buz üzerine yazı yazmak) gibi... bir yazı yazmak.

Bu şekildeki yazı ile hiç bir şey gerekmez.

Her ne kadar, ona şahit tutsa bile, bu böyledir. "Şahit tutsa" demek kendilerine karşı okunmuş bir şey olmamasına rağmen, bir topluluğun: "Biz, bunun üzerine şahitlik ederiz." demeleridir.

Ancak, bu adam, şahitlere karşı ikrarda bulunmuşsa o zaman ikrar eylediği lazım olur. Zehıyre'de de böyledir.

2) Belirli bir yere yazmak:

Bunun da bazı vecihleri vardır:

a) Mektup yazmak:

Bu beyaz kağıdın üzerine besmeleyi, sonra duayı, sonra da maksudu yazmaktır. Mektup yazan şahıs: "Gerçekten senin, bundan önce, şu şekilde, benim üzerimde bin dirhemin vardır." diye yazarsa, işte bu, istihsanen ikrar olur.

Ve bu şahsın, yazısını şahitlere karşı alenileştirmesi helal olur. Ancak bir şart vardır, o da, şahitlerin bu şahsın yazıldığını —ister şahitlik yapsınlar, isterse yapmasınlar görüp anlamalarıdır. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet, bir adam, diğerine bir risale yazmış olduğunda, kendisine yazılan adam: "Gerçekten sen, bana yazdın. Ben de, senin için, filan şahsa bin dirhem ödedim." der ve yanında da iki şahidi bulunur ve onlar yazılan şeye şahit olurlar; sonra da o şahıs yazdığını imha eder; şahitler de ona göre şahitlik yaparlarsa, bu durumda diyecek bir şey yoktur.

Eğer, bu iki şahide "şahit olunuz." demez ve onlara imza veya mühür yaptırmaz ise hüküm yine aynıdır.

Talak (= kadın boşamak), ıtak (= köle azad etmek) gibi sabit haklar da böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Toprak üzerine veya bez parçası yahut buna benzer bir şey üzerine yazarsa; bu ikrar olmaz.

Şahitlerin, buna göre şehadetleri de helal olmaz. Ancak: "Bu mal üzerine şahit olunuz." diye söylerse, işte bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, gönderilmeyen kağıdın üzerine, açıkça "filanın, kendi üzerinde hakkı olduğunu" yazarsa, bu caiz değildir.

Ancak: "Yazdığıma şahit olunuz." derse; bu durumda şahitlerin şehadeti yapmaları caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

b) Kağıt yazmak:

Bir adam, yazarak "kendi nefsi üzerindeki haklan" bildirip veya vasiyetini yazdıktan sonra, bir topluluğa: "Şahit olunuz: Filanın, üze­rimde bulunan şeye...1' der; fakat, onlara karşı, yazdığı şeyi okumazsa, işte buda caizdir.

Eğer onların önünde yazar ve eliyle imla ederse, bu böyle olur.

Şayet yazı yazılırken, imla yapılırken şahitler hazır olmazlarsa, şehadetleri caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

eğer, bir toplumun arasında kendi başına yazar ve onlara karşı yazdığını da okumaz ve onlara: Şahit olunuz." demezse; işte bu ikrar olmaz. Onların da, bu şahıs hakkında şehadetleri helal olmaz.

Kâdrl-İmâm Ebû AH en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:

Eğer mektup yazılmış, mühürlenmiş ise, (Mesela: Bismillâhirrah-mânirrahim... Bu filan oğlu filanın, nefsi üzerine ikrarıdır: Filana bin dirhem borcu vardır." der; şahitler de bunu bilirse) onlara: "bu mala şahit olunuz." dese de olur; demese de olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer şahitler huzurunda, ona karşı, bu mektubu katipten başkası yazar ve katip de: "Bu yazıda olana şahit olunuz." derse, bu da ikrar olur. Eğer: "Şahit olunuz.''demezse, bu ikrar olmaz. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, kendisi bir topluluğun önünde yazar; ancak onlara: "Davacı olunuz." der; "şahit olunuz." demezse, bu, bir ikrar olmaz.

Bu durumda şahitlerin, bu mal hakkındaki şehadetleri de helal olmaz.

Şayet şahitler: "Senin üzerine biz şehadette bulunuruz." derler; o da: "Davacı olunuz." derse, bu yine ikrar sayılmaz.

Şayet: "Bu yazıya davacı ol." der; onlar da "Biz şahitlik yaparız." derlerse, işte hu ikrar olur. Ve, bu durumda onların şahitlikleri helal olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kâtibe: "Yaz, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse; katibin bu mal hakkındaki şehadeti helal olur.

Keza, bir kimse, kâtibe: "Şu evin, şu fiata satışını yaz." derse; —katip, yazsın veya yazmasın— bu, saüşa ve o fiata ikrar olur.

Keza, bir kimse katibe: "Karımın boşandığım yaz." derse, bu da ikrar olur. Şayet, ikinci defa: "Boşandığını yaz." derse, bu durum tek talakına ikrar olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, bir mal hakkında yazıyla ikrarda bulunur ve ona, bir başkası: "Yazılı olan mala karşı, şehadette bulunur musun?" der; o da: "Evet." derse, bu da ikrar olur. Ve ona göre şeha-" deti helal olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

3) Hesap Etmek:

Hesap, ticaret yapan kimsenin, alış-verişini defterine yazmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, sahifelerine yazar ve:'Gerçekten filanın, bende bin dirhemi vardır." der; iki kişi de bu söze şahit olur veya onu, hâkim huzurunda ikrar ederse, "şahitlik yapınız." demedikçe, bir şey lazım olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Müteahhirin alimleri şöyle buyurmuşlardır:

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde şu kadar alacağı vardır." der; sonra da onu yazarsa, onun üzerine şahit tutmak gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "Ben, yazdığım şeyde buldum; filanın, benim üzerimde bin dirhem ajacağı vardır veya "Ben, hesabımda (veya yazımda) buldum ki, filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." yahut: "Ben elimle filanın, benim üzerimde olan bin dirhemini yazdım." derse; bunların tamamı batıldır. (= geçersizdir) Zahîriyye'de de böyledir.

Belh İmamlarından bir kısmı şöyle buyurmuşlardır:

Şayet, defterde satış yazısı varsa, işte bu geçerlidir ve ödenmesi gerekir.

Şayet satıcı: "Ben, yazımda buldum ki, gerçekten filanın benim üzerimde bin dirhem alacağı vardır." derse, işte bu ikrar olur. Ve onu ödemesi zaruridir. Mebsût'ta da böyledir.

"Ben yazdım ki, gerçekten filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." demek ve sarraflık, satıcılık, simsarlık, örfçe, insanlar arasında hüccettir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir mal iddiasında bulunduğunda, davalı: "İddiacının bütün iddialarının yazılı olduğunu" söylerse, bu durumda hüküm lazım olur.

Ve, bu, bir ikrar olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [5]

 

3- İKRARIN TEKRARLANMASI
 

Bir adam, kendi nefsi üzerine, "yüz dirhemi ikrar eder; iki de şahit edinir; sonra da başka bir yerde, aynı adama, yüz dirhem daha ikrar eder, ona da iki şahit tutar ve bu durumda ikrar eden: "Bu yüz dirhem" der, diğeri de: "İki yüz dirhem." derse; bu mes'elenin bazı yönleri vardır:

1) Bu şahıs ikrarını bir sebebe izafe eder.

2) Bu şahıs, ikrarını muhtelif sebeblere izafe eder.

Eğer bir sebebe izafe ederse, (Şöyle ki: "Onun, bende şu kölenin bedeli olarak, bin dirhemi vardır." der bundan sonra da, ya aynı mecliste, veya ayrı mecliste, yine, "Şu kölenin bedeli olarak, bende filanın bin dirhemi vardır." der; bu durumda bahsedilen köle de bir ise) yalnız bir mal (= bin dirhem) lazım olur.

Bütün alimlerimizin görüşü budur.

Şayet, sebebler ayrı ayrı ise, (Meselâ: "Filan adımın, şu cariyenin bedeli olarak, bende bin dirhemi alacağı vardır." der ve sonra da: "...Şu kölenin..." derse) bu durumda, ikibin dirhem lazım olur.

Bu ikrarı, bir yerde (mecliste) yapması ile, iki yerde yapması arasında fark yoktur.

Eğer ikrarını bir sebebe izafe etmez, fakat nefsine karşı yazıya bağlarsa; eğer yazı bir ise, bütün alimlere göre mal birdir.

Eğer yazı iki olur ve her yazıda bin dirhem yazılmış bulunur ve bun­ların her birine de ayrı ayrı şahitleri olursa, her durumda iki mal lazım olur.

Yazının ihtilafı, yerin ihtilafına sebeb olur.

Eğer yazıya nefsine bağlı olmaz da, mutlak ikrar olur; önceki ikrarı da başka bir hakimin yanında ve iki şahit huzurunda olur; sonra da ikinci hakimin huzurunda ikrar ederse; bin dirhem ikrar etmiş olur ve bin dirhem öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, eğer önce bir hakimin önünde ikrar eder; sonra da başka bir mecliste, başka bir hakimin yanında ikrar ederse; yine bin dirhem olarak ödeme yapar. Hulâsa1 da da böyledir.

Keza, hakimin yanında, önce bin dirhem ikrar eder; hakim onu karara geçtikten sonra da, başka bir mecliste, aynı hakime, bin dirhemin ikrarını iade eder, veya önce bir hakimin, sonra da diğer bir hakimin huzurunda ikrar ederse; eğer, her iki hakimin huzurunda bulunan şahitler de aynı kimseler iseler, tek malı ikrar etmiş olur.

Bu durumda, her ne kadar talip iki mal iddia ederse etsin, matlubun iddiası tek mal olursa, bu durumda matlubun sözü geçerli olur. İster ikrar yeri bir olsun; ister ayrı ayrı yerler olsun, fark etmez.

İster önceki ikrarı bir şahit, diğer ikrarı iki şahit doğrulasın yine bir fark yoktur.

Bu, İmâmeyn'e göre böyledir.

Alimler, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nm görüşünde ihtilaf eylediler: Zahir olanı, bir malın ikrarıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer, önceki ikrarına iki şahit tutar ve ikinci mecliste iki şahit tutarsa; İmâmeyn'e göre yine mal bir olur. Her ne kadar, ikinci mecliste iki şahit olursa, İmâmeyn'e göre, ister ikinci ikrarın şahidi iki olsun, ister bir olsun mal bir olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, eğer Önceki ikrarın şahidi iki olur da, diğerlerinki bir olursa, iki mal lazım olur.

Zahirü'r-rivaye de böyledir. Hassâf da böyle söylemiştir.

Cassâs ise, bunun aksini zikretmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, ikrar bir yerde yapılmışsa, İmâmeyn'e göre, her halü karda tek mal gerekir.

Fakat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, eğer önceki ikrar üzerine iki şahit şehadette bulunmuş; ikinci ikrar da ise bir şahit şehadette bulunmuşsa veya fazla şahit şahitlik yapmışlar ise; burda kıyas ve istihsan vardır.

Kıyas, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdürki iki mal gerekir.

İstihsan ise, tek mal gerekir.

İmâm Serahsî de bu görüştedir. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.

Eğer, bin dirheme karşılık iki şahit getirir; sonra da bin dirhem üzerine başka iki şahit getirirse; bu da bir yerde veya iki yerde olur ve şahitler malın miktarını unuturlar, ancak bir yerdekini hatırlarlarsa, bu durumda bir mal gerekir; değilse iki mal gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, diğerine karşı bin dirhem ve yüz dinar iddia ettiğinde, bin dirhem yazılı olur ve bu yazıda, "bundan başka yoktur." diye de yazılmış bulunur; vakti ise, aynı veya ayrı ayrı olursa, malın tamamı lazımdır. Yani, hem bin dirhem, hem de yüz dinar'ı Ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet iki şahit, "siyah dirhem olan bin dirheme" iki şahit de "bin beyaz dirheme" şahitlik yaparlarsa, bu durumda iki bin dirhemi de ödemesi gerekir.

Eğer bir mekanda bin dirhem ile yüz dinarı ikrar eder; sonra da aynı makamda, bin dirhemi ikrar ederse, İmâm Züfer (R.A.) ve İmâm Yâkub (R.A.) ihtilaf eylediler. Hem bin dirhemi, hem de yüz dinarı ikrar etmiş olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişam'in   Nevâdiri'nde, . İmâm   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir adam, nefsi üzerine iki şahit tutarak, bir aya kadar, bir adama bin dirhem vereceği olduğunu" söyler; başka iki şahit tutularak da, "iki aya kadar, başka birine bin dirhem vereceği hususunda onlar nefsi üze­rine şahitlik yaparlarsa,—müddetleri ayrı olduğu için— ikisine de ayrı ayrı borçlu olmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Filanın kölesini öldürdüm." deyip o kölenin adını söyler veya söylemez; yahut "Filanın oğlunu..." veya "kardeşini öldürdüm." deyip onun adını söyler veya söylemez; sonra da aynı şekilde bir daha ikrar eder; talip de: "Sen, benim iki kölemi, veya iki oğlumu, veya iki kardeşimi öldürdün." derse; işte bu, bir köle veya bir oğul, veya bir kardeş ikrar etmiş-ve öldürmüş olur. İki kişi öldürmüş olmaz.

Ancak talip ayrı ayrı iki isim söylerse, o takdirde, iki kişi öldürmüş olur.

İmâm Kâdî Ebü'l-Hasan Ali bin Hüseyn es-Sağdî bu mes'ele ihti­laflıdır. Eğer, bir yerde olursa bi'1-ittifak caiz olur." buyurmuştur. Edebü'1-Kâdî Şerhî'nde de böyledir. [6]

 
4- İKRARIN SAHİH OLDUĞU VE SAHİH OLMADIĞI HALLER

 

Bir kimse bir hamile bir cariyenin kendisine ait olduğunu veya onun hamlinin kendisinden olduğunu ikrar ettiğinde, münasip bir sebeple açıklamada bulunursa; bu ikrarı sahih olur. Aksi takdirde, sahih olmaz.

Bir adam, bir cariyeyi hamile diye ikrar etse veya bir adamın koyu­nunu yüklü diye ikrar etse, bu ikrarı sahih olur.

Eğer, "Filâne kadının bin dirhem borçlu olduğunu" ikrar ederse, bunda şu ihtimaller bulunabilir:

Birincisi: Elverişli sebeble açıklama yapmak.

Şöyleki: "Filana vasiyet eyledi." veya "Babası öldü, ona miras kaldı ve onu helak eyledi.''                                             

Bunlar sahih ikrardır ve bu durumda mal lazım olur.

Sonra eğer, müddeti hayatında, sağ olarak gelir de, onu da ikrar vaktinde bilirse, mal ona lazım olur. Bunun için, murisinin ve vasisinin ölümünden itibaren, altı aydan az bir sürede doğum yapması gerekir.

Eğer altı aydan fazla geçince doğum yaparsa, bu durumda bir şeye hak sahibi olmaz. O takdirde, ancak kadın iddet bekler.

İki seneden bir ay bile eksik müddette doğurduğu zaman murisin veya vasiyet edenin ölümünden önce ve ikrar vaktinden itibaren doğurduğu ana kadar ilzam olunur. Şayet, iki yıl bir ay geçince doğurursa, hiç bir şeye hak sahibi olmaz. Ancak, iki yıldan az bir süre de doğurursa, o takdirde kadın, nesebin sabit olması için iddet bekler. O zaman kadının üzerinde çocuk olduğuna hükmedilir. Muris veya muşa (- vasiyet, eden şahıs) ölür ve kadın ölü doğurursa, o zaman mal varis­lere veya murise geri verilir. Malı varsa ve.ikisinden önce doğum yaparsa, varis ve muris alacağına varis olurlar. O takdirde mala aralannda ortak olurlar. Biri kadın, biri erkek olsa da böyledir. Vasiyyet aralarında taksim edilir. Erkek bir hisse, kadın iki hisse alır.

İkincisi: Sebebini beyan etmek.

Şöyleki: "Bana yüz dirhem borçlu." veya "Benden bin dirheme bir şey aldı. gibi ikrarlar batıl olur; bir şey gerekmez.

Üçüncüsü: İkrarın sahih olmadığını ikrardır.

İmâmeyn'e göre ikrar sahihtir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, düşük bir çocuğa veya düşük olmayan bir çocuğa, yüz dirhem borçlu olduğunu, ikrar ederse, onu Ödemesi lazımdır.

Keza, konuşamayan çocuk borçlu olursa, onu ödemesi lazım gelir.

Şayet bu çocuk: "Bana emanet koydu." veya "...ariyet bıraktı." yahut: "...İcara verdi." derse veya bu ikrarı bir deli için yaptı ise, mal, ikrarı sahih olur. Ancak, bunun sebebi batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

İkrar eden şahsa köle ödeme yapar mı?

İmâm Muhammed (R.A.), bu hususta, kitabda bir şey zikreyle-memiştir.

Alimlerimiz: "Eğer satıcı için ikrar ederse, ona ödeme yapması caiz olur. Keza, sabi için ikrar yaparsa, onun da ödemesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet sabi için, kefili ikrar ederek: "Filan da bin dirhemi vardır." der; sabi de konuşmazsa ve akil değilse bu kefalet batıldır. Ancak onun velisi kabul ederse, o müstesnadır. Bu velinin de sabiye karşı ticaretle yetkili olması gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, çocuk akil değil ise de, velisi için caizdir.

Ancak, velisinin tasarruf a yetkili olduğunu söylemesi gerekir.

Eğer kardeşi, amcası olursa kefalet bekletilir. Sabi aklı başına gelir ve ona razı olursa, caiz olur. Kefil ona müracaat eder ve onun namına ödediğini, ondan alır. Bu rücü sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Filanın lakıytı için, yüz dirheme kefil olduğunu ikrar eder, lakıt da (= buluntu çocuk da) kefile karşı konuşamazsa, kefilin ikrarı caiz olur; sabiye bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Ticarete izinli olan sabi (-   küçük çocuk) bir adama borçlu olduğunu ikrar ederse; bu ikrarı —ticaretle ilgili ise— sahih olur.

Değilse, sahih olmaz.

Keza böyle bir çocuğun emanet ve .ariyeti ikrarı da caizdir.

Gasbettiğini ikrar ederse bu da caizdir.        

Keza satılan eşyanın aybını ikrar etmesi de caizdir.

Yanında bulunan köleyi ikrar ederse, bu da" caizdir. Ve, ister, köle ticaret metâı olsun; isterse olmasın fark etmez. Keza bir kölenin, elinde bulunan başka bir köleyi köleyi de ikrarı da caiz olur. O.kölenin, satım için olup olmaması müsavidir. (Babasından miras kalmış olması gibi...

Kölenin, mehri, cinayeti ve kefaleti ikrarı caiz değildir. Zehiyre'de de böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir sabinin (=  küçük çocuğun) veya bunağın, uyuyan bir kimsenin ikrarı ve diyet tasarrufau caiz değildir batıldır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Sarhoşun —hassaten cezalar hariç —haklar hakkındaki bütün ikrarı caizdir.

Mürtedin tasarrufu da sahih kişinin tasarrufu gibidir. Kâfî'de de böyledir.

Ahrasın (= dilsizin) ikrarı —eğer akıllı olur ve yazabilirse-— kısas hakkında ve halkın hakları hakkında (—hadler hariç—) caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Hür bir şahıs, eğer ticaret eden bir köle veya ayn ve deyn sebebiyle ticaretten men edilmiş bir köle hakkında ikrarda bulunur; o kölenin efendisi de, o şahıs köle olmadan yapılan ikrarı almak isterse; bunu yapamaz. Şayet hür, bir kölenin, "emanet bıraktığını" ikrar eder; bu köle de; "o emanetin başka bir adama ait olduğunu söylerse, bu kölenin ticaret yapmaya izinli olması• halinde, onun ikrarı caizdir; değilse, başkası hakkındaki ikrarı caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir köle, kasden öldürülmüş birini ikrar eder; ölenin de iki velisi olur ve onlardan birisi affeder; diğeri affetmezse, bu köle, affeden için bir mal ödemez.

Şayet bir hırsızlığı ikrar ederse, onun misliyle kat' edilmesi gerekmez; onun ikrarı, efendisi hakkında ikrarı ıtlak olur. Hâvî'de de böyledir.

Ticaret ehli olan bir kölenin, bir yabancı hakkındaki borç ve emanet ikrarı veya gasb ve satış ikrarı yahut icare ikrarı caizdir.

Eğer borcu, kendi kıymetini içine alıyor ve elinde olan, ona kafi geliyorsa bu böyledir.

Şayet efendisi köleye karşı borç veya emanet ikrar eder, ve kölenin elinde bulunan ona kafi gelirse; ikrarı caiz olmaz.

Ticaret ehli olan kölenin* —kısas olmayan— cinayet hakkındaki ikrarı, yabancı için caiz değildir.

Şayet, kasden ölüm hakkında olursa, ikrarı caizdir. Ve ona kısas gerekir.

Keza kendi nefsi için de haddi gerektiren (kazf cezası gibi, zina ve içki cezası gibi şeylerde) ikrarı caizdir; had icra edilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bu köle, elinin kesilmesini gerektiren veya —elinin kesilmesini ' gerektirmeyen bir hırsızlık yaptığını ikrar ederse işte o tasdik olunur.

Hâvî'de de böyledir.

Bir kadının, mehri hakkındaki ikrarı caiz olmaz.

Kendi nefsi hakkındaki kefaleti; mal hakkındaki kefaleti, kendi kölesini azadı hakkındaki ikrarı ve onu mükâtebe ve müdebbere ettiği hakkındaki ikrarıda caiz olmaz.

Şayet, bir kadın, diğer bir kadının nikahını ikrar ederse, bu caiz olur.

Efendisinin, kendisi ile arasım açtığı hakkındaki ikrarı da caiz olur.

Ticaret ehli olan bir kölenin, talak hakkındaki ikrarı da caiz olur. Çünkü ticaretten men edilmiş olsa da talak hakkındaki ikrarı caizdir. Zira talak hakkında, köle, hür gibidir. îzinli kölenin ikrarı ise, daha mühimdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ticaret ehli bir köle, şayet bir cariyenin veya hür bir kadının, fercine parmağını idhal ettiğini ikrar ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, bir şey gerekmez.

İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise lazım gelir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer köle onlarla nikahlandığmı ikrar ederse mehir lazım gelmez. İster parmak idhali yapsın, isterse yapmasın farketmez.

Şayet bu işi hür olan bir kadına yapmışsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bir şey gerekmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre mehir lazım gelir.

Eğer bu cariyeyi, efendisi nikah eyler, bu işi yapar sonra da azad ederse, bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, satın aldığı cariyenin fercine parmağmı idhâl ettikten sonra, bu cariyeye bir sahib çıkarsa, o takdirde hak sahibi mehir isteme hakkına sahibdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, "sabiyye bakire bir kıza, cima ettiğini" ikrar eder ve o cima sebebiyle de, bu kızın bikri bozulur, sonra da ona parmak idhal ederse; azad eylese bile, bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kav­lidir.

Keza Ebû Süleyman'ın ve Ebû Hafs'ın nüshalarında şöyle denilmiştir: Üç imam'a göre de: Eğer cariyeye şüphe ile cima eylemiş ve onun bikri bozulmuş ve aynı zamanda, bu işi, efendisinden izinsiz yapmışsa; hüküm yine aynıdır.

Yalnız İmâm Yûsuf (R.A.)'a göre, şayet bu iş bevline bir zarar vermemişse, —hali hazırda— bir şey gerekmez. Azad ettikten sonra da, bir şey gerekmez.

Eğer bevlini yapamıyorsa, Ebû Süleyman'ın nüshalarında: "—O güne göre— mehir gerekir." denilmiştir. Ebû Hafs'ın nüshalarına göre ise İmâm: "Bevli dursa da mehir borçlanmaz." demiştir.

Ebû Süleyman'ın nüshalarında yazılı olan, doğruya daha yakındır. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişinin ortak olduğu bir köle, ticaret için, ortaklardan biri­sinden izin aldıktan sonra, bu köle, bir alacak, iddia ederse, bu alacağı o izin veren şahsın alması gerekir.

Bu alacağı, kölenin almasına hükmedilince, bu alacağa, her iki ortak yan yarıya ortak olurlar.

Köleye izin veren şahıs, bu alacağın ticaret sebebiyle olmadığını; hîbe, sadaka ve bir şeyden olduğunu bilirse, bu durumda, hükümden önce, olur.

Şayet bu köle, "hür bir kişide alacağı olduğunu" ikrar ederse; bu alacak iki ortağın arasında pay olur. Onlardan birisi verdiği izini sebe­biyle malın tamamına sahip olamaz. Hâvî'de de böyledir.

Mükâteb, bir alacak ikrar eniğinde, bu alacak hür veya köle olan bir zatın üzerinde, satış bedeli veya borç vermek yahut gasb gibi bir şey ise, o alacak, mükâtebe mahsustur.

Mükâtebin, had cezalan için ikrarı da caiz olur.

Eğer mükâtep —nikahdan— mehir ikrarında bulunursa, ona bir şey lazım olmaz.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a-göre duhûlü (= cimayı) ikrar ederse, o zaman mehir gerekir.

Keza, bir mükâtep hürre veya cariye yahut sabiyye bir kızın bikrini parmağı ile bozarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre mehir gerekir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu, bir cinayeti ikrar mesabesindedir. Mükâtebin, cinayet ikrarı ise, kitabeti halinde şahindir.

Eğer kitabet bedelini ödemeden aciz olursa, ikrarı batıl olur.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye Söre böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise caizdir.

Eğer ona diyet cezası hükmedilir ve bu da hata yollu ve ikrarsız olursa; bu diyetin bir kısmını ödeyip diğerini ödemekten aciz olursa, geri kalan diyet batıl (= geçersiz) olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Imâmeyn'e göre ise, Ödemesi gerekir.

Şayet hüküm almadan acze düşerse, bunun hilaf inadın Mebsût'ta da böyledir.

Hakim, hür bir kimseyi ikrardan men ettikten sonra, o şahıs, bir alacak veya bir gasb, bir satış, bir ıtk, bir talak, bir neseb, bir kazf veya bir zinayı ikrar etse, işte bunların cümlesi caizdir. Hür bir şahsı, diğer hür bir şahıs hakkında ikrarda bulunmaktan men etmek batıldır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre ise, o, önce böyle derdi. Sonra, bu kavlinden dönerek: "Hür bir kimsenin diğer bir hürden men'i caizdir." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise : "Alacağı ikrar etmesi caiz olmadığı gibi, satışı ikrar etmesi de caiz değildir. Herşeyi hezildir. (= şaka latife) işte bu men, caizdir ve hezli caiz olan şahsın,'o husustaki men'i de ona karşı caizdir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir. [7]

 

5- MEÇHUL VE MÜBHEM OLAN HUSUSLARDA İKRAR
 

îkrar edilen şey meçhul (= belirsiz) ise, bu durumda bir şey gerekmez.

Bu bilgisizlik, fazla olursa, bu böyledir. (Mesela: İnsanlardan birine, benim dirhem borcum var." veya: "Şu ikiden birine, bin dirhem borcum vardır." demek gibi...) Bunu, Şemsü'l-Eimme ve ŞeyhuM-İslâm Mebsût'unda, ve Nâüfî Vakfı'nda böyle yazmışlardır.

Bilgisizlik caiz değildir. Bunu beyana da zorlanılmaz. Çünkü ken­dileri için ikrar olunan iki zat, ikrar eden şahıstan alacakları hususunda ittifak edebilirlerse; veya aralarında anlaşma yaparlarsa, davalarının sahih olması mümkündür. Bu durumda ikrar edicinin ikrarı da caizdir.

KâfîMe de: "Sahih olan budur." denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet:  "Filanın, benim üzerimde on dirhemi vardır." veya "Filanın üzerimde alacağı vardır." derse bir şey gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Bu köleyi, filandan gasbeyledim." veya "Bunların her birisi, diğeri için vekildir." derse, bu ikrar fasid olur.

Açıklama yapmaya da cebredilmez.

Şayet aralarında anlaşma yapabilirlerse, o takdirde köleyi ikrar eden şahıstan alırlar.

Eğer anlaşamazlarsa, onların her birine, Allah adına "Bu köle benimdir." veya ".. .değildir." diye, yemin ettirilir.

Bu durumda, hakim, kimi dilerse, önce ona verir. İsterse, ara­larında kurra da çektirir.

Eğer yeminleşirlerse, bu, şu üç halden hali kalmaz.

Birincisi: İkisinden biri yemin eder; diğeri etmez. Bu durumda, yemin edene bir şey gerekmez; etmeyen ise, kölenin tamamını öder.

İkincisi: İkisi" de yemin etmez. O zaman da kölenin bedelini yarı yarıya öderler.

Üçüncüsü: Hakim, ikisine birden veya fasılalı olarak yemin verir.

Şayet her ikisi de yemin ederlerse, her biri davadan düşen

Eğer aralarında anlaşma yaparlarsa, ikrar eden şahıstan köleyi alırlar. Ve o köle, ikisinin kölesi olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli, budur. Fakat bu, önceki görüşüdür. Sonra bu görüşünden dönmüş ve İmâm Muhammed (R.A.) gibi: "Yeminden sonra anlaşmaları caiz olmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğeri için: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın da yüz dirhemi' vardır." veya "Filanın (yani önceki adamın) bende, bin dirhemi vardır; eğer yüz dinarla anlaşırlarsa." yahut: "Filanın, üze­rimde yüz dirhemi vardır; filanın da üzerimde bir kür buğdayı vardır." veya "öncekinin yüz dinarı; filanın da bir kür arpası vardır." derse; bu durumlarda sonrakiler için, bir şey gerekmez. Fakat onlardan her birine, adam da nelerinin olduğu hususunda yemin verilir,  Mebsût'ta da böyledir.                                                                .           .

Bir kimse: "Filanın» benim üzerimde, yüz dirhemi vardır ve filanın da vardır." derse; önceki filanın elli dirhemi, sonrakinin de elli dirhemi olmuş olur. Bu durumda ikisine de yemin verilir. Eğer ara­larında anlaşabilirlerse, yarı yarıya taksim ederler.

Şayet filana yüz dirhem borcum var; filana, filana da var." demiş olursa; sonraki filan üçte birin yarısını alır; önceki iki kimse de kalanı yan yarıya taksim ederler. Hâvi*de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende yüz dirhemi vardır. Filanın, filanın, filanın da vardır." derse; önceki için üçte bir, sondaki içinde üçte bir vardır; ikinci ile üçüncü filanlar yemin ederler. Aksi takdirde, anlaşma yaparak,   kalan   üçte   biri   aralarında   taksim   ederler.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: "Filanın bende yüz dirhemi vardır. Bin dirhem filanındır." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu "filanın ve filanın..." demek gibidir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda bin dirhem Öncekinin olur. Diğerine bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, kendisi için ikrar olunan şahıs meçhul ise, bu durumda, bir kimsenin: "Senin için, birinize bin dirhem borcum vardır." demesi halinde, bu ikrar sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Benim üzerimde veya filan kölenim üzerinde, on dirhem borç vardır." dese, bu durumda köleye karşı bir şey yoktur. Kendisi hakkında da açıklamada bulunması gerekir. Şayet borç, kölenin kıymetini içine alırsa, (yani oriun kıymetinden fazla olursa) bir şey gerekmez.

Eğer, bir gün onun borcunu öderse ikrarı lazım olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bilineni ikrar sahih olduğu gibi, bilinmeyenin ikrarı da sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahıs ikrar ederek: "Filan adamın, benim üzerimde bir şey hakkı vardır." derse; onun kıymetini açıklaması gerekir.

Eğer başka türlü açıklama yaparsa, ondan dönmesi gerekir.

Dönerse onun sözü geçerlidir. Yalnız, yemin ettirilir.

Şayet ikrar olunan şahıs, daha fazlasını iddia ederse, bu böyle yapılır. (Yani ikrar edene yemin verilir. "Filanın benim üzerimde hakkı vardır." demeside böyledir. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse: "Filanın, benim üzerimde hakkı vardır." dedikten sonra, "Ben, onunla İslâm hakkını kasdeyledim." derse, konuşmasını aralıklı yapmış olması halinde, bu sahih olmaz. Fakat aralıksız yaptı ise, bu sahih olur.

Keza: "Filanın, benim kölem fülanın üzerinde, hakkı vardır." derse, bu, kölesi üzerinde bulunan hakkı ikrardır.

Kendisi için ikrar olunan zat, kölede ortaklık iddia eder; ikrar eden de bunu inkar ederse, yeminli olarak ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.

Eğer: "Filanın, kölemde hakkı vardır." derse; bu durumda, yukardaki meselenin hilafına, kölenin kendi zatında alacağı olduğunu ikrar olur. Hatta ikrar eden şahıs: "Ben, kölenin ona borcu olduğunu kasdeyledim." dese bile, bu sözü tasdik olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Filan zatın, benim kölemde, şu hakkı vardır." veya "...şu eşyalarında hakkı vardır." der; talip de zimmetinde hak talebinde bulunur, kendisine ikrar olunan şahıs eğer "onda ve köle de hakkının olmadığına; "yemin ederse; dediği gibi olur.

Şayet, "her ikisinde de hakkının olduğunu" iddia eder; bir topluluk da dilediklerini ikrar ederlerse, onların ikrarı gibi olur. Onlardan birini ikrar ederse, yine böyle olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer, "birisinden bir şey gasbeylediğini" ikrar eder, onun da ne olduğu açıklamazsa, bu durumda da ikrarı sahih olur; ancak açıklama yapması emredilir.

Eğer bir mal beyan eder (= açıklar) (ev, dinarlar veya benzeri şeyler gibi...) ikrar olunan da onu tastik ederse; teslim sırasında, ikrar eden fazla bir şey vermez. Şayet ikrar olunan şey tasdik eder ve daha fazlasını iddia ederse, o zaman, ikrar edenle ikrar olunanın ikrar ettikleri şeyin arası ödenir.

Şayet ikrar olunan şahıs, daha fazla iddiada bulunursa; yemin verilir ve iki ikrarın arasını inkar ederse, bu batıl olur. Ö takdirde, ikrar edenin sözü muteber olur. Mııhıyt'te de böyledir.

İkrar eden şahsın ikrarı, bir mal olmaz; onu da ikrar olunan şahıs tasdik ederse; açıklaması gerekir. Açıklamazsa, bir şey lazım olmaz.

Meselâ açıklar ve: "Ben, ondan bir avuç toprak gasbeyledim ve bir tane buğdayını aldım veya bir kaç tane susamını aldım." der; ikrar olunan şahıs da bunu yalanlar ve "kıymetli mallarını aldığını" iddia ederse; o zaman mukir (- ikrar eden şahıs) tasdik olunur mu?

Eğer, gasbetmeyi gerektiren bir malı gasbeylemişse, sözü kabul edilir; değilse kabul edilmez.

Bazı alimler: "Az da, çok da olsa, gasbolunanın bilinmesi, açıklanması gerekir." demişlerdir.

Esahh olan da budur. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir  adam,  ikrar ederek:   "Filan  zatın, yanında bir emaneti olduğunu" iddia eder ancak, onun ne olduğunu açıklamaz, sonra da onun bir şey olduğunu söyler» oda, onu tasdik ederse, veya "emanetinin geldiğini, fakat kusurlu geldiğini" söyler ve o kusurun da onun yanında meydana geldiğini iddia ederse, bundan dolayı ikrar ediciye bir tazminat yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, "diğerinden bir köle gasbeylediğini" ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur. Ve, onu açıklaması gerekir.

İkrar eden, onu açıklar ve: "Gasbeylediğim köle, genç, dinç yeni bir köle; veya orta halli bir köle, veya adi zayıf yaşlı bir köle..." der; ikrah olunan da onu tasdik ederse, bu durumda, mukarrün leh (= kendisi için ikrar olunan şahıs), ikrar olunan köleyi alır.

Şayet, ikrar olunan şahıs, ikrar edeni yalanlar ve başka bir köle iddia ederse, o takdirde, yeminle birlikte, irkar edicinin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir deveyi veya bir bâiri yahut bir elbiseyi ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur. Ve ikrarına rücû olunur. Muhıy'te de böyledir.

Bir kimse, "bir ev gasbeylediğini ikrar ederse, onun sözü kabul edilir. İster, "şu ev" desin; isterse, başka bir belde de olan bir evi söylesin fark etmez.

Şayet: "Şu elimdeki ev..." der; "...o da şu adamın..." derler ve ev elinde olan adam da onu inkar ederse; ikrar edene bir şey gerekmez. Başka] bir şey de alınmaz, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye görejev onun olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise —Önceki kavli— ev diğerinin olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'de göre yeminle birlikte— ikrar eden evi ikrar olunana öder. Havî'de de böyledir.

Bir adam: "Şu cariyeyi gasbeyledim." veya "Şu köleyi gasbey-ledim." dediği halde, ikrar olunan şahıs, her ikisini de iddia ederse, o zaman, gasbediciye: "Bunlardan —hangisini istersen— birini ikrar et; diğerine de yemin et." denilir. Eğer, birini ikrar ederse, o uhdesinden çıkar. İkrar olunan şahıs da onu tasdik ederse; o takdirde, irkar olunan şahıs onu alır. İkincisinin davası kalır.

Onun davasında da, inkar edenin sözü —yemin etmek şartıyla— geçerlidir.

Eğer ikrar olunan şahıs, onlardan belirli birini iddia ederse, ona hak sahibi olamaz. Zira ikrar edenin, diğerini gasb ihtimali vardır. Diğeri mukarrün leh için davalı olur. Bu durumda karşı taraf inkar ederse, yemin etmesi gerekir. Mebsüt'ta da böyledir.

Buğday kafîzi üzerine   dava olduğunda, ikrar eden şahıs, onu inkar ederse —yeminle birlikte— ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.

Buğday kafizi başka bir beldenin olduğunda, şayet bir adam: "Filanın üzerimde yüz dirhemi vardır." derse, işte o o beldenin tartısına göre olur. Fazlası da noksanı da kabul edilmez.

Ancak: "Yüz dirhemlik miskâller veya yüz beş vezin..." derse; o zaman dediği gibi olur.

Eğer Küfe dirhemini söylerse, —o Örf ve adet olduğundan— dirhemlerin ağırlığı yedi dirhemdir.

Eğer beldenin parası muhtelif ise, en çok kullanılana itibar olunur. Değilse, ikrara göre muamele yapılır.

Eğer revaç da eşit ise, değişiklik olmaz.

Şayet: "Onun, benim üzerimde küçük bir dirhemi vardır." veya "...dirhemciği vardır." yahut "...dinarcığı vardır, veya "...kafizciği vardır." veya "...büyük dirhemi vardır." derse; bunların hepsi de tam olarak kabul edilir.

Ancak, arası kesilmeden bir açıklama yaparsa, o zaman dediği gibi olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: Bağdat'da, filanın, benim üzerimde taberî dirhemi vardır. Benim de, onun üzerinde târî dirhemim vardır." der fakat Bağdat vezni (= ağırlığı) ona uymazsa ve yine: "Filanın, benim üze­rimde Musul kürrü ile buğdayı vardır. Benim de onun üzerinde musül kürrü buğdayım vardır." derse, o nisbette, Bağdat dirhemi ve kürrü alıp verirler. Muhiyt't^ de böyledir.

Şayet: "Üzerimde onun dirhemleri vardır. Benim de onda üç dirhemim vardır." derse veya "Üzerimde dirhemcikleri vardır; benim de onda üç dirhemim vardır." derse, bu şahıslar dedikleri gibi, alıp verirler.

Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Onun, bende çok dirhemleri vardır." veya "...Çok dinarları vardır." derse; on dirhem veya on dinar ödemesi gerekir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyası budur.

İmâmeyn'e göre ise, bu şahsın dirhemlerden iki yüz, dinardan ise yirmi dinar ödemesi gerekir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bir kimse: "Üzerimde çok elbise vardır." veya "...Çok kuzu vardır."  derse;  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunların sayısı on'dur.

İmâmeyn'e göre ise, onların miktarı, iki yüz dirhemin karşılığıdır.

Bir kimse: "Çok deve (veya çok sığır yahut çok koyun) gasbey-iedim." derse; İmâmeyn'e göre, ondan nisabın azı alınır. Bu ise, deveden yirmi beş; sığırdan otuz koyundan ise kırk adeddir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda ikrar edicinin açıklamasına müracaat edilir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde çok dirhemleri vardır." derse, ona, on dirhem vermesi gerekir.

İmâmeyn'e göre ise, iki yüz dirhem vermesi gerekir.

Şayet: ' 'Filanın, benim üzerimde dirhemleri vardır. veya "...dirhemlerden bir şeyleri vardır." derse, bu durumda ona üç dirhem vermesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam diğerine: "Üzerimde kat kat dirhemlerin vardır." derse; ona altı dirhem Ödemesi gerekir.

Şayet: "Edafa mudaaf dirhemlerin vardır." derse, bu durumda on sekiz dirhem ödemesi gerekir.

Bunun aksini söylese, şöyleki: "Üzerimde mudaafa ad'afa dirhem­lerin vardır." derse, yine aynısı olur.

Bir adam:  "Onun,  benim üzerimde on dirhemi ve ad'afan mud'afaası vardır." derse, o takdirde, seksen dirhem ödemesi lazım gelir. Serahsî'nin Muhıyii'nde de böyledir.

Böylece dirhemi vardır." derse; bir dirhem gerekir.. Hidâye'de de böyledir.

Yetime ve Zehıyre ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir:

"Bu takdirde, iki dirhem lazım gelir. Çünkü, keza kelimesi en az adedden kinayedir; az aded ise iki adedidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Keza, keza dirhemen." derse, onbir dirhem vermesi lazım olur. "Keza ve keza dirhemen" derse, yirmi bir dirhem lazım olur.

Dinarlar, ölçülenler ve tartılanlar da böyledir.

Şayet: "Keza keza mahtûmen min hıntatın." derse; onun, mühür­lenmiş onbir vezin buğday vermesi gerekir.

Eğer: "Üzerimde, şöyle şöyle dirhem, şöyle şöyle dinar vardır." derse, her birisinden onbir tane vermesi lazım gelir.

Şayet, "keza" kelimesini  vavsız  (ve   bağlacı   ile   birbirine bağlamadan) üç kerre söylerse, o zaman onbir eder.

Eğer vav ile üç defa tekrar ederse, o zaman yüz on bir eder. Eğer,  bu şekilde dört defa tekrar ederse, binden fazla olur. Hidâye'de de böyledir.

Şayet, bu kelimeyi vav'lı olarak beş defa tekrarlarsa, onbini geçer.

Eğer, bu şekilde altı defa tekrar ederse; yüzbini geçer. Eğer, yedi defa tekrar ederse, bir milyonu geçer. -Bu kelimelerin üzerine vav ile atıf yapılırsa, adet ila nihayeye doğru cereyan eder. Tebyîn'de de böyledir.

Bunların tamamı, dirhemler nasb (=   ile söylendiği) zaman böyledir.

Eğer cerr ile (- son harfinin harekesi esreli olarak) (Şöyleki: Keza dirhemi) söylenirse, İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet edildiğine göre yüz dirhem lazım gelir. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende malı vardır." derse, mikdar onun söylediği kadardır. Sözü, az olsun, çok olsun kabul edilir.

Ancak, dirhemden az olursa, o zaman sözü kabul edilmez.

Şayet: "Onun, benim üzerimde dirhemlerden çok malı vardır. derse, yüz dirhemden aşağısı kabul edilmez.

Bu, İmâmeyiT in kavline göre böyledir.

Eğer: "Üzerimde dinarlar vardır." derse, burda takdir yirmi dirhemedir.

Devede takdir, yirmi beş deveyedir. Zekat malının gayrisinde mikdar, nisab miktarıdır. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre on dirhemden noksanı kabul edilmez.

İmâmeyn'in kavli de aynısıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur^

Sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Fakirin haline göre bina kılınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Bunların tamamı, "dirhemlerden çok mal vardır." dediği zaman böyledir. "Dirhemlerden" demezse, söylediği cinslerden kabul edilir. Attabiyye'de de böyledir.

Eğer: "Üzerimde büyük mal vardır." derse, takdir üç nisaba göredir. Hatta, "derahimden büyük mal var." derse, bu altıyüz dirhem olarak kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer: "Üzerimde nefis mal vardır." veya "...kerim mal vardır." yahut "...hatırı sayılır mal vardır." derse, alimler: "Ona, ikiyüz dirhem ilzam olunur." demişlerdir.

Şayet: "Filanın, üzerimde çok malı vardır." derse; Nâtifî: "İkiyüz dirhem ilzam olunur. Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur. Yalnız, ikiyüz dirhemden az veya çok olduğunu söylerse, ö müstesnadır." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre on dirhemden az kabul edilmez. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ikiyüz dirhem gerekir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Eğer derseki "üzerimde binler dirhem vardır." üç bin dirhem olarak ilzam olunur. Şayet çok binler vardır dese, on bin olarak ilzam olunur. Fülus ve denanirde böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse: "Üzerimde mal vardır; çok değildir; az da değildir." derse bu durumda, o şahsa iki yüz dirhem ilzam olunur. Hulâsa'da da böyledir.

Üzerimde az mal vardır." dersey ona tek bir dirhem ilzam olunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Üzerimde bin dirhemden az vardır." derse, bu, beşyüz dirhemi ikrar olur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "fülanın, benim üzerimde, binin gayrisi vardır." derse, bu, iki bin olur.

Şayet: "İkibinin gayrisi vardır." derse, o zaman dört bin olur.

Eğer: "Üzerimde, bir dirhemin gayrisi var." derse; iki dirhem olmuş olur. "İki dirhemin gayrisi var." derse, dört dirhem olur. Hâvi'de de böyledir.

Bir kimse: "Üzerimde, çok buğday var." derse, İmâmeyn'e göre bu beş vesek olur.

Bazıları: "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir." demişlerdir. Dörtte bir haşimî olan, bir sa'dır. Bazıları da: "Çok buğdaydan murad, on kafiz (= ölçek) buğdaydır." demişlerdir.

Tartılan ve ölçülen şeyler hep böyledir.

Şayet: "Üzerimde ölçekler var." derse, bu da üç ölçek olur.

Eğer: "Çok ölçekler vardır." derse, o zaman, on ölçek olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, eğer: "Onun, bende bıd'uft ve hamsûn dirhemi vardır." derse burada bıd' çoğu zaman, üç olarak kullanılır. Üçten az olmaz. O zaman, borcu elli üç dirhem olmuş olur.

Bir adam: "Üzerimde yüz dirhem ve bir de nif vardır." derse, nifin ne olduğunu açıklamak lazımdın

Eğer onu, bir dirhemden az olarak açıklarsa, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer:  "Ona, yüz dirhem borcum vardır.  Onda, yüz dirhemim vardır." ve "dirhemin yanımızda" veya "yüz dinar." yahut "...miete kafîz hınta." derse, —ölçülen ve tartılan şeyleri söylemesi halinde, hü­küm yine böyledir.

"On dirhem ve dânik veya kırat" derse, bu durumda, bunlar gümüştendir. Teby!n*de de böyledir.

Eğer: "Filanın, üzerimde on dinarı ve daniki..." veya "...on dirhemi ve daniki veya kıratı vardır." derse, bu durumda bunlar altın­dandır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Üzerimde, onun ikiyüz miskal altını ve gümüşü vardır." veya "...buğdayı ve arpası vardır." derse, bu durumda, o adamın üzerinde, bunların yarısı vardır.

Keza her cinsi üçlerse, o zaman, her birinden, onun üçte biri var olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, şayet "Üzerimde yüz ve bir köle veya yüz ve bir koyun yahut yüz ve bir elbise veya yüz iki eîbise vardır." derse; bu durumda yüz kelimesini açıklaması gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet: "Yüz ve üç elbise." demiş olursa, hepsi elbise olmuş olur. Mebsût'ta'da böyledir.

Bir adam, başka birini kasdederek: "Evinin bir parçası vardır." derse, onu açıklaması lazımdır. Onun istediği kadarım açıklayabilir. Keza, "Hissesi, (nasibi, taifesi kıt*ası) vardır." derse, hüküm aynıdır.

Yalnız, sehmi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre altıda birdir. İmâmeyn'e göre ise, açıklaması gerekir ve ona açıklaması için emredilir. Muhiyt' te de böyledir.

Bir adam, başka birinin koyunlarının içinden, bir dişi koyunu ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur.

İkrar olunan şahıs da, bizzat o koyunu iddia ederse, diyecek bir şey yoktur.

Eğer ikrar eden şahıs, ikrar olunanın iddia ettiğinden başkasını ikrar ediyorsa; mukarrunleh, (= kendisi için, ikrarda bulunulan şahıs) onu alır.

Eğer almazsa, beyyine getirmesi veya iddia olunanın yeminden kaçması gerekir.

Eğer, ikrar olunan şahıs, o koyundan başkasını iddia ediyorsa; ikrar eden ona istediği koyunu verir.

Eğer ikrar eçlen şahıs, tamamına yemin ederse, onun bu yemini kabul edilmez ve ona bir koyun vermesi için cebredilir.

Eğer koyunlardan hiç birini ta'yiri etmemiş ise, o zaman îmâmeyn: "Biz ikrar edici şahsın, bu ikrarından dönüp dönmediğini bilmiyoruz. Onu inkar eyledi mi?" demişlerdir.

On koyun kendinin, on koyun da ortağının olup bunlardan birisi ölse, ikisinin ortak malından ölmüş olur. Eğer bu koyunlardan birisi doğursa, yine doğan ikisine ait olur.

İkrar edici, koyunun aslını inkar eder; koyunlar da zayi olursa, his­sesini öder. Makirrin lehe verir. Diğer hayvanlarla, araziler de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı: "Yüz dirhem olan şu dirhemlerimde, yirmi dirhemi vardır." der; o dirhemler de yüzden noksan fakat büyük dirhem olurlarsa, noksan sayılmazlar.

Eğer içlerinde geçmez dirhemler var bulunur; dirhemlerin sahibi de ikrar eylediği dirhemlerin bu dirhemler olduğunu" söylerse, bu sözü doğrulanır. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu buğdayımda, bir kür buğdayın vardır." dediğinde, eğer buğdayın tamamı bîr kürrden az ise, onun tamamı, kendinin (- ikrar olunan şahsın) olur. Kalanın kısmı ikrar eden ödemez.

Bu durumda, ikrar eden şahsa "zayi etmediğine dair" yemin etti­rilir.

Eğer buğdayı, tam bir kürr ise, işte onun tamamı ikrar olunanındır.

Eğer fazla ise, yine bir kürrü ikrar olunanın; kalanı da ikrar ede­nindir. Muhıyt'te de böyledir.

"Onun, şu duvarla şu duvar arasında yeri vardır," derse, işte o iki duvar arası, yalnızca onun olur. Kenz'de de böyledir.

Onun, bende on dirheme kadar alacağı vardır." veya "On dirhemin arasında, onun bende dirhemleri vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhemi vardır.

İmâmeyn ise: "Bu durumda on dirhem iazrnı gelir." demişlerdir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam: "Onun, benim üzerimde, bir kürr arpadan, buğdaya kadar, alacağı vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bir kürr arpa, bir kürr buğday birer ölçek buğday noksanı ile vardır.

İmâmeyn'e göre ise, iki kürr alacağı vardır.

Şayet, "on dirhem ile on dinarın arasında borcum vardır." demiş olsaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dirhemlerin tamamı, dinar­ların ise dokuzu vardı.

İmâmeyn'e göre ise, on dirhem ile on dinar borcu vardır.

Keza: "On dirhem ile on dinar arası..." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhem ve dokuz dinar ödemesi gerekir. Bu, onun kıyasıdır.

Baz:-nüshalarda: "On dinar ve dokuz dirhem ödenir." denilmiştir.

Bu zahirdir.

Fakat, esahh olan öncekidir. "Men keza, ila keza", "makezâ ilâ keza" demek gibidir. Biz bunların tamamından bahseyledik. Mebsût'ta da böyledir.

Bişr'in, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan   rivayet ettiğine göre, bir adam diğerine: "Benim üzerimde, bir koyundan bir sığıra kadar hakkın vardır." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, aynı veya gayrı ( = aynısının dışında) bir şeye hakkı olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, eğer belirli ise bir şey gerekmez; eğer aynı değilse, ikisini de öder.

Şayet dirhemlerle dirhem arası borcum var." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir dirhem lazım olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, iki dirhem lazım olur. Muhıyt'te de böyledir. [8]

 
6- HASTA KİMSELERİN İKRARLARI VE DİĞER FİİLLERİ
 


Ölüm hastası, malından nefsî ihtiyaçlarını çıkaramaz. Sahih olan budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Ölüm hastalığının hududu: Onun (hasta olma halinin) söylenme-sidir. Takvada muhtar olan, gerçekten o şahsın ölümle ortadan kay-boimasıdır. İster yatar hasta olsun; isterse hiç hasta olmasın farketmez. Muzmarât'ta da böyledir.

Hastanın varislerine bir şey irkar etmesi sahih olmaz. Ancak, diğer varisler izin verirlerse, o zaman sahih olur.

Şayet kendisi için ikrar olunan varis, murisin ikrarı zamanında varis olarak duruyorsa, yine varisdir.

Kendine irkar edilen varis ölürse, bu ikrar batıl olur.

Eğer ikrar olunan, ikrar vakti varis olduğu halde, ikrardan sonra varislikten çıkarsa, ölene kadar, ikrar geçerlidir.

Keza, kardeşine ikrar yapmış olan bir kimse, ikrar yaptığida o şahıs, kardeşi olmadığı halde, kendisi öldükten sonra, o şahıs '' kardeş olduğunu" söylerse, kardeşi ölene kadar, ikrarı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, varisi olmayan bir şahsa ikrarda bulunduktan sonra, bu şahıs her hangi bir sebeple varis olursa, yine bu ikrarı devam eder.

Şöyleki: Onun "kardeş olduğunu" ikrar ettiği halde, o "kardeşinin oğlu" olsa ve bu şahıs öldükten sonra da hasta ölse, bu ikrar sahih olmaz.

Şayet varis olmayan birini ikrar ettikten sonra bu adam bir sebebden dolayı varis olsa veya yabancı iken ikrar eylese ve sonra da onu nikahlasa bilahare de ikrar eden ölse, bu ikrarı sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer ikrar vaktinde varis olduğu halde, sonra varislikten çıkmış; sonra da yine varis olmuşsa (Meselâ: Karısına ikrarda bulunmuş; sonra onu bain talakla boşamış, sonra da —iddeti bitince— geri nikahlamış, bilahare de adam olur veya bir kölenin velisi olduğu halde, ona bir ikrarda bulunur, sonra onu bozar, sonra da tekrar velisi olur; bilahare de adam ölürse) işte bu durum ihtilaflıdır.

İmâm Muhammed (R.A.): "İkrar caizdir." derken; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İkrar batıldır." demektedir.

Alimler: "İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşü kıyasdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü de, istihsandır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir adam, köle oğluna bir borç ikrar ettikten sonra, o köleyi azad eyleseler; bilahare de baba ölse, eğer bu köle, ticaret ehli ise, babanın ikrarı caizdir.

Eğer bu köle borçlu ise, bu ikrar batıldır.

Şayet hasta bir baba, mükâteb olan oğluna alacak ikrar eylese, bu irkarı caizdir. Sonra, bu baba ölür; oğlu mükâteb olarak kalırsa; babanın ikrarı caizdir. Eğer baba ölmeden önce, mükâteb azad edilirse, bu durumda, ikrarı caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta olan bir. mükâteb, hür olan oğluna bir borç ikrarında bulunduktan sonra, borç durmakta iken, bu mükâtep ölürse, ikrar caiz olur; değilse batıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasta bir adam, Varisinin biri için, bir emanet ikrarında bulun­duktan sonra, o hastalıktan ölürse, bu durumda o ikrar caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ölüm hastalığında karısı için borç ikrarında bulun­duktan sonra bu kadın ölür ve bu kadının biri o kocadan, diğeri de diğer bir kocadan iki oğlu bulunursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, (önceki görüşüne göre) ikrar batıldır. Sonraki görüşü ise, hastanın karısı için borç ikrarı caizdir.

Bir adam, hasta olduğu halde, karısına borç ikrarında bulunduktan sonra, o kadın kocasından önce ölür ve bu kadının varisleri bulunursa, mirası oniara caiz olur. Onlar her ne kadar, ölene varis olmasalar biie, bu böyledir. İkrarı da caizdir. Zehiyre'de de böyledir.

Hasta bir adam, oğluna borç ikrarında bulunduktan sonra, oğlu ölür ve ölenin iki tane de oğlu kalır; hasta babanında başka oğulları olmasa İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre, bu ikrar caiz değildir. Son kavline görür ise, caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, ölüm hastalığında, karısının mehrini ikrar eder ve mehrin tamamını kabul ederse; bu sahih olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet, mehr-i mislinden fazlasını ikrar ederse; ziyâdesi batıl olur,. * Mebsût'fa da böyledir.

Bir adam, ölüm hastalığında, "karısına bin dirhem mehir ikrar ettikten sonra, varisler, —beyyine ikame ederek— bu kadının, mehrini bağışladığını isbat ederlerse, bu beyyineleri kabul edilmez. İkrar olunan mehri Öderler. Hulâsa1 da da böyledir.                                        

Bir kimse, varisine veya yabancı birisine bir ikrarda bulunduktan sonra, kendisi için ikrar olunan şahıs ölür; sonra da hasta Ölür ve ikrar olunanın varisleri, ölenin varislerinden olursa, o ikrar, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un Önceki kavline göre caiz değildir. Sonraki kavline göre ise caizdir.

Bu kavi, aynı zamanda İmâm Muhammet! (R.A.)'in de kavlidir.

Keza, hasta bir adam, "elinde bulunan bir kölenin, başkasına ait olduğunu" söyler; bir yabancı da: "Hayır, bu köle filanındır." der ve o da hastanın varisi olur ve: "Benim bunda hakkım yoktur. ' derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre hastanın bu ikrarı batıldır. Sonraki kavline göre ise, ikrarı sahihtir. Ve bu son kavli, kıyasa daha yakındır. Önceki kavli ise ihtiyattır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, iki gün hasta, üç gün iyi veya bir gün hasta, iki gün iyi olur ve bu durumda oğluna borç ikrarında bulunsa; eğer bunu hasta olduğu günlerde yaptı ve o hastalıktan sonra, iyileşti ise caiz olur.

Eğer ikrar eylediği hastalıktan iyileşemedi ve ölümüne kadar bu hastalığı devam etti ise, bu ikrarı caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam bir varisine bir şey ikrar edip öldükten sonra, ikrar olunan ve diğer varisler, o şeyin kıymetinde ihtilaf eyleseler, ikrar olunan şahsın beyyinesi, diğer iddiacılardan evladır. Şayet varisler yemin ister­lerse, önada hakları vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îmânı Ebû Hanîfe (R.A.):  "Katil için, hastanın ikrarı caiz değildir." buyurmuştur.

Bu, yaralının yarası iyi olmayacak olursa da böyledir. Yarası iyi olan yaralının ikrarı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hastanın varisi olan köle veya mükatebe için ikrarı caiz olmaz. Kölesini veya mükatebesini öldürene yapılan ikrar da caiz değildir.

Mebsût'ta da böyledir.

Mükâteb, kendi nefsi için borç ikrar eder ve bunu hali sihhatinde yaparsa caizdir. Hasta olduğu halde ise, caiz olmaz. Ancak, malının üçte birinden caiz olur. Havfde de böyledir.

Bir hastanın, yabancı birine, malının tamamını ikrar etmesi, —hali sıhhatinde borcu— olmasa bile caizdir.

Sağlıkta yapılan borç, hastalıkta yapılandan önce ödenir. Bu ikrar ile sabittir.

Eğer borçtan artarsa, hastalıkta yapılan borca verilir.

Şayet hastalıkta yapılan borç, hakimin gözü önünde yapılmışsa veya beyyinesi kavi ise, ödeme cihetinde eşit olurlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Sağlıkta alınan borç, hastalık vaktine yakm alınan emanetten öncedir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, hastalığında bir şey satın alır veya borç edinir yahut bir şey kiralar, şahitler de bunu görürler, kendisi de bunları teslim alır veya bin dirhem mehirle bir kadın nikahlar, bu da, o kadının mehr-i misli olur; bunlar da sağlığında dava açarlarsa, hasta üzerine vacip olan her borç, hastanın malından ödenir; ikrarına ihtiyaç yoktur. Bu sıhhatli halindeki borcu yerindedir.

Şayet, hastalığında borcu ödenirse; (satın aldığının bedeli ve bor­cunun bedeli gibi...) bu durumda o alacaklılar, sağlığında bir hak iddia edemezler.

Eğer mehir borcu veya kira borcu ödenirse, onlar da ödenmiş olurlar. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Eğer sıhhatli hâlinde borcu olmaz ve hastalığında iki kişiye borç ikrar ederse, ikisi birlikte dava edebilir; birisi öncelikle dava edemez. İkrarların birlikte olup olmaması hali de müsavidir.

Mesela: Hasta, iki adama: "Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der veya —arka arkaya— "Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der.

Veya, onlardan birisine: "Senin, benim üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der; birgün veya birgünden az veya çok sustuktan sonra diğer adama: "Senin, benim üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, sağlığında, "bir adamın cariyesini, zoraki elinden aldığını" ikrar eder; sonra da, ölüm hastalığında: "İşte bu, odur. Onun, bundan bankasında hakkı yoktur." derse caizdir ve tasdik edilir.

Eğer sağlığında, ikrar ederek: "Filan adamın, kendi üzerinde bin dirhem emanetinin olduğunu" ikrar eder; sonra da Ölümhastalığındar "İşte o bin dirhem şudur," derse; doğrulanır ve emanet sahibinin ema­neti borçtan önce Ödenir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, hastalığında bir borç ikrar ettikten sonra, bir emanet ikrar ederse; bunların ikisi de borçdur. Burada emanet önce alınmaz.

Eğer, önce emaneti ikrar eylemiş olaydı da, sonra borcu söyleseydi; emaneti irkar evla olurdu. Müdârebe eşyalarının hükmü emanet malları gibidir. Hâvî'de de böyledir.

Bir hasta, bir şahsa bin dirhem, emanet ikrar ettikten sonra ölür ve o emanet bizatihi bilinmezse, bu durumda o, hasta tarafından terke-iilmiş borç olur. Hızânetü'1-Müftro'de de böyledir.

Sağlığında borcu yok iken bin dirhemle borçlu hasta olsa ve o bin İirhemi de ikrar ederek: "Filanın emanetidir." dedikten sonra da, bin dirhem borç ikrar eylese ve ölse, o bin dirhem üçe bölünür.

Eğer alacaklı: "Öncelik benim hakkım değildir." veya "Ben, onu teberru eyledim." derse, bu bin dirhem, emanet sahibi ile alacaklının arasında kalır ve onlar bunu yarı yarıya taksim ederler; alacaklının hakkı zayi olmuş olmaz.

Bir hasta, bin dirhem borcu olduğunu ikrar ettikten sonra, bin dirhem, başka birisi için mudârebe malı sonra da, bin dirhem emanet mal ikrar eder ve bunun sahibini açıklamaz ve bilahare kendisi ölür ve bin dirhemden başka bir şey de bırakmazsa, bu durumda, o bin dirhem, hisse sahiplari arasında taksim edilir- Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir kimse, "babasının elinde olan evde, filan adamın, bin dirhem alacağı olduğunu" ikrar eder ve sıhhatli iken kendinin^ burcu olduğunu itiraf ederse; sıhhatli halindeki borcu, babasında olandan daha evladır.

Eğer bir fazlalık kalırsa, o borçta babaya kalır. Ancak, bunun için, sıhhatli iken böyle ikrar eylemiş olması gerekir. Yoksa, babanın borcu daha üstündür. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Babamda, bin dirhemin vardır." der; ikrar olunan şahıs da, onu inkar eder; sonra ikrar eden hasta olur; inkar eden de Ölür; ikrar eden de o ölenin varisi olur ve sıhhatli halinde, ona borcu olur; o da ölür ve bin dirhem terk ederse; bu durumda ikrar eden şahsın varisleri inkar edicinin varislerinden daha haklıdırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, sıhhatli halinde, üç günlük muhayyerlik şartıyla, ve fazla fiatla bir köle satın alır ve muhayyerlik müddetinde de hastalansa, ya bu alış-verişe izin verse veya sussa da üç gün tamam olsa; sonra da hasta ölse; bu kölenin kıymeti, ölen şahsın malının üçte birinden ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir hasta, "elinde bulunan bir yeri vakfetmiş olduğunu" ikrar ettiğinde, bu vakıf, malının üçte birinden olur.

Nitekim: Bir hasta, kölesini azadeder veya "onu, filana tasadduk eylediğini" ir kar ederse, bu durumda o köle, tasadduk eylediği zatın olur.

Eğer vakıf, başkası tarafından ikrar edilmişse, bu vakfedilen zat ve varisler tasdik ederlerse caiz olur.

Şayet vakfı ikrar eder, fakat onun kendi tarafından yapılıp yapılmadığını açıklamazsa, bu vakıf, malının üçte birinden olur.

Bir hasta, varisine ve bir yabancıya borç ikrar ederse, bu durumda onun ikrarı —ister doğrulasınlar, isterse yalanlasınlar— batıl olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşüdür.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Onun yabancıya karşı ikrarı, eğer yabancı, diğerinin ortaklığını inkar eder ve her ikisi de ortaklığı yalan­larsa hissesi nisbetinde caizdir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, varis ortaklığı yalanlar da, yabancı kabul ederse, esahh olan, bu durumda bi'1-ittifak caiz olmamasıdır. Serahsî'nin Mubıytı'nde de böyledir,

İkrar eden şahıs, ortaklığın bozulduğunu doğrular ve: "Bunlar, ortak değildirler." der; bunu da yalandan yaparsa, o takdirde, yabancı için ikrarı sahih olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir hasta ikrar eder ve: "Filanın daha önceden hakkı vardır." der ve onun dediğini de varisler doğrular; sonra da bu hasta ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, üçte bir arasında, talip tasdik olunur.

Eğer fazla iddiada bulunursa, varislerin bilip-bilmediği hakkında yemin verilir.

Eğer fazla olmadığına dair yemin ederlerse, ancak üçte birini alır.

Eğer hasta, bununla birlikte, belirli bir borç da ikrar etmişse, tere­kenin tamamından alır. Havî'de de böyledir.

Şayet, bir borç ikrar eder veya malının üçte birisini bir adama vasiyyet ederse; ouun belirlediği evla olur.

fiu durumda varislere: "Üçte ikiden, dilediğinizi ikrar ediniz." denilir.

Kendisine vasiyet olunana da "Üçte bir de dilediğini ikrar et." denilir.

Bu durumda hangi taraf, bir şey ikrar ederse, o alınır ve geride kalan için de yemin verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir adam, varisine bir köle ikrar ettiğinde, köle: "Ben filanın köİesiyim." der; o filan da onu tasdik eder; sonra da hasta Ölürse, bu durumda köle, yabancıya teslim edilir.

Varis, kıymetini borç ederse, bu kendisine geri verilir.

Keza, bir varis, "diğer bir varise, bir köle" ikrar ederek, teslim ederse; öncekine, onun kıymetini vermesi vacib olur. Ve o miras olur. Birincinin de ikincinin de onda nasibi vardır.

Şayet, ölenin borcu terekesini kuşatırsa, o kölenin kıymetini borçlanırlar; hisselerinden düşülmez. Kâfi'de de böyledir.

Bir hasta, bir kölesini varislerden birine bağışlar ve o köleden başka bir malı da bulunmaz; kendisine bağışlanan varis de, o köleyi teslim aldıktan sonra, "gerçekten hasta, kendisine bağışlamadan önce, o köleyi başka bir varise bağış yapmıştı." veya "başka bir varise tasadduk eylemişti." diye ikrarda bulunursa, bu durumda, ikinci şahıs, birinciden o köleyi teslim alır.

Şayet ikinci, birinciden o köleyi aldıktan sonra, hasta aynı has­talıktan ölür; köle de, ikinci adamın elinde durmakta olursa, o, ikincinin elinden alınır ve o köle ölenin varislerine miras olur. Ve aralarında, Allah'ın taksimi üzere, taksim edilir. Şayet, ikinci şahıs varislerden olmaz ve Ölenin borcu da mirasını kuşatır ve o köle de adamın elinde durmakta olursa, alacaklılar, o köleyi de alırlar.

Şayet köle, varisin elinde ölürse bu durumda, alacaklılar muhayyerdir: İsterlerse, varislere onun kıymetini ödettirirler; isterlerse, ikinciye tazmin ettirtirler.

İkinci, birinciye müracaat edemez.

Eğer birinciye, Ödettirirlerse o zaman da birinci ikinciye müracaat edemez.

Bu bütün rivayetlerde böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta olan zat, başkasına karşı  "üzerine vacip olan borcu ödediğini" ikrar ederse, eğer o borç, (borç gibi, satın alman şeyin bedeli gibi, alacaklının alacağı gibi) mal olan bir borçsa veya (mehir gibi, muhalaa bedeli ve benzeri gibi) mal olmayan borçsa ve mal olan borç, yabancıya aitse ödeme ikrarı —borç hali-i sıhhatında olursa— sahih olur.

Eğer borç, hastalığında vacib olmuşsa, ödeme ikrarı sahih olmaz.

Bu durum,- sıhhatli halinde, borcun beyyine ile veya aleniyetle olduğu zaman böyledir. Fakat, hali sıhhatında borcun vucûbu bilin­miyor, ancak, hastanın söylemesiyle bilmiyorsa, (şöyleki: Hasta bizzat bir adam için "gerçekten ben senden sıhhatli halinde şu köleyi teslim aldım." der; müşteri de bunu doğrularsa, bu, ancak ikisinin konuşması ile bilinir.

Eğer köle müşterinin elinde veya ikrar zamanı satıcının elinde ise yahut ikrar zamanı, zayi olmuş ve sağlığı biliniyorsa, o zaman "hakkını aldığı" ikrarı sahih olur.

Bu hal, varise karşı olursa, ikrarı sahih olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

»Borçlu olan hasta, varisinden bir emanet aldığını ikrar eder o da, yanında ariyet olarak veya mudârabe olarak duruyorsa, işte o bu hususta doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta,' 'hîbesinden döndüğünü'' ikrar ederse, o doğrulanır.

Bu durumda, kendisine hîbe edilen şahıs da ondan beri (= uzak) olur.

Keza, fasid bir satışta, "satılanın irtidat eylediğini" ikrar ederse veya gasbolunanın veya rehin alınanın, irtidat eylediğini ikrar ederse; ikrarı sahih olur.

Eğer, "onun borcunu, varisinden aldığını" ikrar ederse, bunların hepsi doğrulanır. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Cami' kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adamın, sıhhatli halinde diğer adamda,   bin dirhem alacağı

olduğunda, alacak sahibi, elinde bulunan şeyin, alacağının yerine, diğerinin vedîaa veya m^kâtebesi İçin konulmuş olduğunu ikrar eder ye o da hastanın vecibesinin benzeri olur, sonra da hasta Ölür ve üzerinde, sıhhatli iken olan borç olur ve hastanın alacaklıları da, hastanın ikrarını inkar ederlerse bu durumda hasta ikrar eylediği husus hakkında doğrulanır. Ve yanında bulunan, bin dirhem emanet borca kısas ( =bedel) olur. Mükâteb azad edilmiş olur.

Şayet bin dirhemi vedîa olarak ikrar ederse, işte bu ikrar sahih olur ve hasta için vacip olan borçtan daha mühim bulunur.

Eğer kendisi için ikrar olunan "Ben taze ve yeni dirhemler verdim." der; ikrar eden de: "elinde emanet bulunan dirhemlerin, zayıf olduğunu" ve onu, mükâtebden veya borçlusundan öyle aldığım" söylerse, dediği gibi olur.

Keza, "elinde yüz dinar olduğunu, onun da mükâtibi veya ala­caklısının emaneti bulunduğunu" söyledikten veya "elinde, bir cariyenin bulunduğunu" söyledikten sonra ölür ve o dinde bulunan da aynen durmakta olur veya cariyeye ne yaptığı bilinmezse, bu durumlarda ikrarı geçersizdir.

Eğer hasta: "Bu zayıf dirhemleri alacaklımdan aldım." veya "Mükâtebemden aldım; hakkımın yerine aldım." yahut "Bu dinarları, hakkımın yerine aldım." veya "Bu cariyeyi hakkımın yerine satın aldım." der; borçlusu ve mükâleb de bunu inkar ederler de: "Alacağı üzerimizde duruyor. Bu mal ise, bizimdir." derlerse, hastanın ikrarı batıl olur. İkrar olunan şey ne ise, o alacak olarak bakir kalır. Eldeki bu mal, borçlu ile mükâtebe eşit olarak dağıtılır. Alacak, olduğu gibi onların üzerinde kalır.

Şayet, borçlu da, mükâteb de, ikrarı kabul ederlerse; o zaman bakılır: Eğer, cariyenin kıymeti ve dinarlar hastanın mükâtebin ve ala­caklısı üzerinde olan alacağı kadarsa, veya daha fazla ise; o zaman has­tanın ikrarı sahih olur.

Eğer değeri az ise, (meselâ: Beşyüz dirhem; hastanın alacağı bin dirhem ise) bu cariye hakkında, borçluya veya mükâtebe: "Gerçekten hasta, işte bu cariyeyi bıraktı» istersen satışı geçerli kılıp, beşyüz dirhem hakkını öde; istersen satışı boz, Cariyeye al; borcun olan bin dirhemi öde." denilir. Borçlu ve mükâteb taze dirhemlerle, taze olmayan dirhemler hakkında cebredilmez.

Eğer dinarların bedeli borçtan az kalırsa, mükâtebin veya borçlunun zorlanıp zorlanmıyacağı kitapta zikrediimemiştir.

Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî (R.Â.): "Gerçekten zorlanır" demiştir.

Esahh olan da budur.

Eğer borçlu ve mükâteb muhayyer olurlarsa cariye ve dinarları geri verip, kalan borçlarını da öderler. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, ticaret ehli olan bir köle, "efendisinden, borç aldığını" ikrar ederse; —her ne kadar üzerinde borç olmazsa bu ikrarı caizdir.

Şayet üzerinde borç varsa, ikrarı caiz değildir.

Mükâteb de böyledir:

"Efendisinden borç aldığını" ikrar eder; sonra da, ölür ve üzerinde borç olursa; mevlâsi da (kendisini azad eden şahıs da) onun varisi ise, mükâtebin bu ikrarı caiz değildir.

Şayet üzerinde borç olmaz; efendisinin üzerinde de buğdayı bulunur; mükâtebte de, efendisinin dirhemleri olur ve buğdayı aldığını da ikrar ettikten sonra ölür ve efendisinden başka da varisi olmazsa, bu durumda ikrarı sahih olur.

Eğer efendisinden başka varisi bulunur; efendisi de onun ikrarını doğrularsa, artan malı varislerine verilir.

Eğer borcu bütün malını kaplıyorsa, o zaman ikrarı sahih olmaz.

Bir  adam,   "bir  hastanın   kölesini  öldürdüğünü  veya  elini kestiğini" ikrar eder; sonra da hasta, "bedellerini ödediğim" söylerse, busahihdir.

Keza, bir hasta, kasden bir köleyi öldürür, o öldürülenin efendisi de, mal mukabili anlaşma yapar ve mal bedelini de aldığını ikrar ederse, işte bu da caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Hasta bir kadın, "mehir bedelini, kocasından aldığını" ikrar ettiğinde, bu kadının üzerinde sahih borç bulunur ve sonra da o has­talıktan ölür, kocası da onu boşamış olmazsa; onun ikrarı sahih olmaz.

Bu durumda kocasına emredilerek, "mehir bedelini, kadının ala­caklılarına eşit surette vermesi" söylenir.

Şayet kocası, bu kadına cima etmeden, onu boşamış, sonra da kadın, "mehrini aldığını" ikrar etmiş ve sonra da ölmüşse, bu ikrarı sahih olur.

Bu durumda kocasının: "Ben alacaklılara, mehrin yarısını öderim." demeye hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, ölenin borçlan dağıldıktan sonra, malı artar ve kocası ona dahil olmuş bulunursa, yarı mehrine başvurur ve alır.

Onu bâinen veya ric'î talakla boşamış ve kadın da hastalanarak "mehrini tam aldığını" ikrar eylemiş ve sonra da ölmüş ve eğer iddet tamam olmadan ölmüş olursa, ikrarı sahih değildir.

Bu hallerde, ne zaman ikrarı sahih olmaz?

Eğer alacağı borcuna bedel olursa, ne âla... Eğer fazla olursa, meh-rine veya mirasına bakılır. Noksan olan borcu, onlardan ödenir.

Bir adam, hastalığı halinde karısını mal mukabili boşar; kadının iddeti tamam olur ve adam da *'ondan alacağını aldığını" ikrar eder; üzerinde de sağlığında veya hastalığında sahib bir borcu olmazsa, sözü doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir hastanın üzerinde sahih borç olur; bir adam da, onun, hastalığında, bir kölesini zoraki almış olur ve bu köle de gasıbın yanında ölür veya durmakta olduğu halde, hakim, o köleyi hastaya, gasbedene de onun kıymetini hükmeder; hasta da onu gasıbdan tamamen aldığını ikrar ederse; beyyine olmadan sözüne inanılmaz.

Eğer gasb hadisesi sıhhatli iken olmuş, sonra da kendisi hastalanmış ve köle de bizzat gasıbın yanında durmakta iken, sonradan kaçar veya ölür; bilahare de hakim, kıymetini hastanın lehine hükmeder hasta.da onu aldığını ikrar ederse; bu durumda köle ölmüş olur veya kaçtığı yerden gelmemiş bulunursa, sözüne inanılır.

Eğer köle, geri gelirse, ikrarı sahih olmaz.

Şayet gasb ve tazminat bunların hepsi sıhhat halinde olur ve gasbo-lunanın ikrarı, bedelini alma ve tazminat, hastalık zamanında olmuşsa, tamamı doğrudur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir hasta, kıymeti bin dirhem olan bir kölesini, malı olmayan birisine, iki bin dirheme satar, kendinin de sahih ve çok borcu bulunur; sattığı kölenin bedelini de, aldığını ikrar eder; sonra da ölürse, bu ikrarı bir şey değildir.

Bu, İmâm Ebû Yusuf (R. A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda hasta parası kölenin kıymetinden fazla olursa, tasdik olunur. O takdirde müşteri muhayyerdir: İsterse, ikinci bin dirhemi verir, cariye yanında kalır; isterse satışı bozar; köleyi alacaklılar satarlar.

Bu hususta, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşü söylenilmemiştir. Alimlerimiz:  İmâm  Ebû  Yûsuf (R.A.)'nin görüşüyle aynıdır. demişlerdir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Bir adam, kölesini sağlığında satar; müşteri de onu teslim alır ve satıcı, üzerinde sahih borç olduğu halde hastalanır ve "o kölenin bede­lini aldığını" ikrar eder ve sahih alacaklıya karşı bu ikrarı da sahih olur; sonra da o, hastalığından ölür; müşteri de, bu kölede, bir kusur bularak onu, hakimin hükmüyle geri verirse, bu durumda o müşteri, ölenin diğer mallarına, başka alacaklılarla birlikte, ortak olamaz. Fakat, bu köleyi habsedip parasını almak için satar. Onu alacağı için satmak da oriun hakkıdır.

Köle satılıp müşteri de kendi parasını aldıktan sonra, artan olursa, onu diğer alacaklılar aralarında paylaşırlar.

Eğer bu kölenin parası, müşterinin parasından da az olursa, bu durumda ona, başka şey yoktur.

Eğer bütün alacaklılar, alacağını aldıktan sonra, geride mal kalırsa, bu müşteri noksanını ondan tamamlar.

Şayet, aynı müşteri eşeği hapsetmez, hakkına bedel olarak da sağ iken hastaya, öldükten sonra varislerine teslim eder; bunu da hakimin hükmüyle yaparsa, takdim hakkı batıl olur. Fakat, bedelinin hakkı batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta adam, alacaklısına verilmek üzere varisine dirhemler verir; varis de gerçekten onu, ona verir, fakat alacaklı onu yalanlarsa, bu durumda varis bizatihi doğrudur.

Hasta zat, onu doğrulasa da, yalanlasa da bu durumda alacaklının hakkı ibtal olmuş sayılmaz.

Bir adam, yabancı birinde olan alacağını almaya, birisini vekil yapar; vekil de: "Gerçekten ben aldım ve teslim eyledim." derse, işte o doğru söylemiştir. Matlup da borçtan beridir.

Bir adam, eşyasını satmak üzere, birini vekil eder, üzerinde de borç olmaz ve şahitlerin huzurunda, vekil, o malı değeri üzerinden sattıktan sonra: "Hayatında veya ölümünden sonra, "Ben bedelini aldım ve ona verdim." veya "...zayi ettim." derse, bu durumda o vekil doğrulanır. Hasta, ister hayatta olsun, isterse ölsün farketmez.

Eğer o eşya, müşterinin yanında durmakta olan belirli bir şeyse ve İkrar olunan hastanın üzerinde borç yoksa, bu durumda varis haklıdır.

Eğer muris hayatta olur, hasta da borçlu bulunursa, bu durumda varis haklı olmaz.

Eğer onu hasta ikrar ediyorsa bu böyledir.

Eğer o ölürde, varis ikrar ederse, onun ikrarı sahih olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğerinde, bin dirhemi olur; onu almaya varis birde kefili bulunur veya borç varise ait olsa da, onu almaya yabancı bir vekili bulunsa, alacak sahibi, hastalandıktan sonra, "onlardan birinden, alacağını aldığını" ikrar eylese; bu ikrarı batıl olur.

Fakat, yabancıya, —almamaksızın— teberru eylese, eğer o asil ise, sahih olmaz.

Eğer teberru eden kefil ise, bu malının üçte birinden sahih olur.

Şayet ölen zatın malı varsa, onu üçte birinden çıkarırlar. İşte bu sahih olur. Kefile karşı, yapılacak bir yol yolctur. Varis hali üzeredir.

Şayet ölen zatın, o bin dirhem alacağından başka bir malı olmazsa, onun üçte biri teberru edilenin olur.

Geride kalan üçte ikisi hakkında, varisler muhayyerdir: Dilerlerse, o malı asıldan alırlar; dilerlerse, kefilden alırlar.

Geride kalan üçte bir muhakkak asil borçludan alınır; başkasından alınmaz.

Eğer bu teberruyu yapan şahıs, varis olan kefil olmuş olsaydı, hiç bir şekilde sahih olmazdı.

Eğer yabancıdan, —alacak olarak değil de— nafile (fazladan) olarak aldığını ikrar eyler veya kölesini satmaya bir adamı vekil tutar, vekil de onu emredenin oğluna sattıktan sonra, emreden hastalanır ve "oğlundan kölenin parasını aldığını" ikrar ederse yahut vekil "alıp da, verdiğini" ikrar ederse, bu durumlarda ikisi de tasdik olunmaz.

Eğer hasta olan kefil olur, emreden sağlam bulunursa, işte o, —amir inkâr etse bile— tasdik edilir.

Eğer müşteri, varis ise, ikisi de hasta iseler (amir de, müşteri de hasta olsa) bu durumda kefilin sözü tasdik olunmaz.

Şayet varis olan vekil, amir olmaz ve o alacağı alıp, amire verdiğini" ikrar ederse; veya elinde iken zayi olursa, tasdik olunur.

Yalnız, "aldığım" ikrar ettiği halde, "verdiğini" ikrar etmezse, sözü tasdik edilmez.

Şayet kefil, hastaya bir başkası ile havale yapıp gönderir; hasta da, onu alıp kabul ettikten sonra ölürse, havalenin mutlak olması halinde bu caiz olmaz.

Fakat, havale asıl değil de, kefilin teberrusu şartiyle ise, caizdir.

Eğer kefil varis ise, bu sahih olmaz.

Eğer kefil yabancı ise, malının üçte birinden sahih olur.

Varisler ise, muhayyerdir. İsterlerse, havaleye izin verip razı olurlar; isterlerse, havaleyi bozarlar.

Eğer razı olurlarsa, alacağı havale olunandan veya isterlerse asılın varislerinden alırlar.

Eğer razı olmazlarsa, şayet ölenin başka malı varsa, onun üçte birinden çıkarırlar.

Eğer ölenin malı yok da, yalnız alacağı olan, o bin dirhemi varsa, işte ondan üçte biri sahih olur; kalan üçte iki hakkında ise varisler muhayyerdir: İsterse, havale yapılandan alırlar; isterse, varisin alacağının tamamından alırlar.

Şayet hasta aldığını ikrar etmemiş, kefil de teberruda bulunmamış ve havale de olmamış fakat, bin dirhemi veya yüz. dinarı yahut elinde olan cariyeyi "gerçekten bunlar, emanettir veya kefilin gasbıdır." diye ikrar etmişse, işte bu ikrar batıldır. Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Bir adam, hastalığında kölesini mükâteb yapar; ondan başka da malı olmaz; sonra da "onun kitabet bedelinin tamemen aldığını" ikrar ederse, işte bu caizdir. Fakat, bu ikrar üçte biri yerine kaimdir. Bu durumda mükâteb, kitabet bedelinin üçte ikisini de varislere ödeye­cektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu adam kitabet bedelini aldığını irkar etmez; fakat, "bin dirhem veya yüz dinar yahut bir cariyenin, o mükâtebin kendi yanında emaneti olduğunu" ikrar eder; sonrada ölürse, bu durumda da, bunların üçte biri kadarını ikrarı caiz olur. Muhıyf te de böyledir.

Bir adam, şahitlerin gözü önünde, babasının yanma, bin dirhem emanet bırakır —ister babası sıhhatli iken, isterse ölüm hastalığında olsun,— babanın ölümü yaklaşınca, "o bin dirhemin zayi olduğunu" ikrar eder ve bu helak sabit olur; o halde de adam ölürse, o zaman, oğlunun emaneti borca çevrilir. Ve o oğul, babanın malından o nisbette hakkını alır.

Hastanın bu ikrarı varisi için olmaz.

Fakat emaneti inkar eder veya onu helak eylediğini söyler ve "emanet benden zayi oldu" veya "sahibine geri verdim." derse, o tak­dirde, sözüne iltifat olunmaz. Ve tazminatı gerekir. Yemin ederse o, müstesnadır.

Fakat: "Emanet benden zayi oldu." veya "geri verdim." demekde talibin yemin etmesi istenilir, o da yeminden kaçınırsa, o takdirde taz­minat kaldırılır ve terekeden bir şey alınmaz. Tahrir'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın üç oğlu ve elinde bir evi bulunur; ölüm kendisine yaklaşınca da: "Evi şu oğluma ve şu yabancıya bin dirheme sattım ve ikisindende parasını aldım. İkisine de parasından hiç bir şey vermedim." der, o ikisi de, onu doğrularlar; sonra da adam ölür; iki Oğlu, bu eve şefi olurlar ve bu iki oğlan, olup bitenleri hep inkâr ederlerse; bu durumda babanın ikrarı batıl olur.

İkrarı batıl olunca da, ev üç kardeşin arasında üçte birli taksim edilir; her birine, evin üçte birisi düşer.

Eğer şefi gelerek, kendisine ikrar olunan oğlandan, sekizin üçte birini alırsa; işte o üçte bir, kendisine ikrar olunan ile yabancının arasında yarı yarıya bölünür.

Eğer ikrar olunan oğlan, başka bir mala da varis olursa, o evin sekizde bir hissesine ilave edilir ve onun tamamı ikrar olunan ile yabancının arasında —her birinin hisseleri beşyüz dirheme baliğ— olacak şekilde taksim edilir.

Şayet yabancı olan zat, ev alma ortaklığını inkar ederse, (Şöyleki: Yabancı: "Ben evin yarısını sana sattım; beşyüz dirheme fakat geride kalan yarısını bilmiyorum; kimin oltlu? Benimle senin aranda ortaklık yoktur." der; onu da babanın oğlu doğrular vef'Babamın {ortaklık ikrarı vardır." derse) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu ve ikrar aynıdır. Şefi, evin sekizde: birinin üçte birini alır ve ona ikrar olunan oğlanla yabancı yarıcı olurlar.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, şefi, evin tamamının üçte birini alır.

Şayet oğlu babasını yalanlar; yabancı doğrularsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hastanın ikrarı batıldır. Şefi ikrar olunan oğlandan, sekizde birin altıda birisi alınır.

Fakat, İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ecnebi (- yabancı) hakkında olan ikrar sahihdir. Evin yarısının satımı, yabancıya, hükme­dilir. Böylece, şefi geride kalan nısıftan (= yandan) üçte bir alır. Yani her oğlandan üçte bir düşer; tamamının altıda biri olur. Çünkü bu mes'elede, şefi, ikrar olunan oğlandan bir şey almaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hasta, karısı için yüz dirhem ikrar eder, —mehrinin haricinde, istemesi sebebiyle— ve karısını boşayıp mehrini de öder; iddeti bittikten sonra da, bu kadın ölür, bir erkek kardeşi ile, kuması ve kırk tane de dirhemi kalırsa, tamamı kumasının olur. Eğer iddeti çıkmadan ölürse, beş dirhemi kumasının geri kalanı da kardeşinin olur. Kâfî'de de böyledir.

Şayet kadın yerinde, kocası olsa ve kırk dirhemle, kırk dirhem kıymetinde bir elbisesi kalsa, başka da malı kalmasaydı ve bu kadının iddeti bitmeden, kocası ölseydi bu durumda boşanmamış kadına, elbi­senin sekizde biri düşerdi. Boşanmış kadına ise, —bizzat değilde— elbi­senin kıymetinin sekizde biri düşerdi. Elbisenin sekizde biri satılarak, beş dirhemi o kadına verilir. Ancak, kadın kendi rızasiyle elbisenin sekizde birini isterse alır.

Eğer, koca, kadının iddeti bittikten sonra ölürse, elbise satılır ve bedelinin tamamı ona harcanır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adama, ölüm yaklaşır; onunda baba ve ana bir kardeşi bir de karısı olur; o da üç talak boşanmasını ister; adam da öyle yapar; sonra da o kadına yüz dirhem ikrarda bulunursa, gerçekten mehrini vermiş olur.

Bir adama da, malının üçte birini vasiyyet ettikten sonra, ölür ve altmış dirhem bırakırsa, eğer: kadının iddeti bittikten sonra ölmüşse bu altmış dirhemi, kadın alacağına bedel alabilir.

Eğer iddeti bitmeden önce Ölürse, üçte biri olan yirmi dirhem ken­disine vasiyet edilen şahsın olur. Sonra da. kalanın dörtte biri kadının olur. (Ki, bu on dirhemdir.) Geride kalan otuz dirhem de kardeşinin olur.

Şayet, altmış dirhemin yerine, altmış dirhemlik bir elbise bıraksa; adam da kadının iddeti bitmeden önce ölse, bu elbise satılarak kendisine üçte bir vasiyet edilen şahsa, bedelinin üçte biri ona verilir; kalanın dörtte biri de kadına verilir. Geride kalan da, kardeşine verilir.

Şayet, iddeti bittikten sonra Ölürse, bu elbise kadın için satılır. Ve bu durumda kadın ancak hakkını alır. Kendisine vasiyet yapılan şahsa bir şey verilmez.

Bununla beraber bir yabancıya borç "ikrarında bulunmuşsa, mes'ele hali üzeredir.

Eğer adam kadının iddeti bittikten sonra ölürse, kadın yabancı ile birlikte alacaklarını alırlar. Eğer bir şey artarsa, onu da üçte birini vasiyet edilen zat alır. Artan da kardeşinin olur.

Şayet iddeti bitmeden Önce ölürse; önce yabancı alacağını alır. Eğer fazla bir şey kalırsa, kendisine vasiyyet edilen şahıs alır. Kalanın üçte birini, sonra da kalanın dörtte birine yakını verilir; artan olursa, oda kardeşinin olur. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirheme mükâteb yapar; köle de öleceği sırada "bin dirhem, efendisine, bin dirhem de yabancı birisine borç" ikrarında bulunur; elinde de bin dirhemi olursa, önce o, kitabet bedeli olarak Ödenir.

Bu köle ölür, başka da malı olmazsa, hür olarak ölmüş olur. O bin dirhemin üçte ikisi efendisinin olur. Üçte birisi de yabancının olur.

Şayet efendisine borcunu ödemiş veya ödememiş olarak ölürse, yabancı onu almaya daha haklıdır. Çünkü, mükâteb köledir ve ölmüştür. Kitabet bedelini ödeyemediği içinde kitabeti bozulmuştur. Efendisine borç .ödemesi onun üzerine vacib değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer mükâteb, birde oğul bırakır; o da kitabet halinde doğmuşsa; yine yabancı, o bin dirhem alacağını alma bakımından, efendisinden daha haklıdır.

Efendi kitabet ve borç sebebiyle mükâtebin oğluna tabidir. Şayet mükâteb, kitabet bedelini ölmeden önce ödemiş olsaydı; sonra Ölseydi ve kitabeti zamanında da bir oğlu olmuş bulunsaydı, yine o yabancı, alacağını almada haklı olurdu. Öncekinde olduğu gibi, efendi kitabette ve borçda, mükâtebin oğluna tabi idi. Eğer mükâtebin oğlu, babasının kitabet bedelini öderse, yabancıya ait olan borç noksan-lanmaz. Her ne kadar, borçlar kuvvet bakımından müsavi olsalar da bu böyledir, Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, sıhhatli iken, kölesini, bin dirheme karşılık mükâteb yapar, bir başkası da ona —sıhhatli iken-r- bin dirhem ödünç verir, sonra da bu mükâteb hastalanır ve şahitlerin huzurunda, bu bin dirhemi, efendisine borç olarak verir; sonra da ondan geri çalar ve elinde bin dirhem olur; efendisi de ödünç aldığı bin dirhemi öder, bilahare de bu köle ölürse, işte o takdirde, efendisi alacağını almakda, —başka malı kalmamış olsa bile— daha nakildir. Tahrir'de de böyledir.

Mükâtebin sıhhatli iken efendisine borcu olur; hastalığında da onun ödediğini ikrar eder, sonra da, başka mal bırakmadan ölürse, sözü tasdik olunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta olan bir mükâteb bir yabancıya "bin dirhem  borç" ikrarında bulunduktan sonra Ölür ve bin dirhem de terekesi kalır; üze­rinde kitabet borcuda olursa, bu durumda yabancının alacağı öncelik kazanır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir mükâteb, hastalık halinde, "efendisinden bin dirhem Ödünç aldığını; bir o kadar da yabancıdan ödünç aldığını" irkar eder veya "önce, yabancıdan aldığını'* söyler; sonra da ölür ve iki bin dirhem de terekesi kalırsa, önce yabancı bin dirhemini alır. Sonra da efendisi kitabet bedelini alır ve mükâteb son zamanında azad edilmiş olur.

Efendisinden aldığı ödünç batıl olmuş olur.

Şayet iki bin dirhemden fazla bırakırsa, o zaman efendisi —bu mükâtebin varisi yoksa— ikrarı sebebiyle, o bin dirhemini de alır. Tah­rir'de de böyledir.

Hastalığı zamanında, elinde yüz dinarı bulunan bir mükatep "onun, efendisi tarafından yanına konulmuş bir emanet olduğunu" İddia ettikten sonra, "bir yabancıya, bin dirhem borcunun olduğunu ikrar eder ve bilahare de, ölür ve bin dirhemde terekesi ile efendisi için ikrar eylediği yüz dinar kalmış bulunursa; önce yabancının borcu verilir; sonra da dinarlar bozdurulup satılır ve bundan kitabet bedeli ödenir.

Eğer, kitabet bedelinden fazla bir şeyi kalırsa, o da —ikrarı sebebiyle— efendisinin olur.

Ancak, efendisi mükâtebin varisi olursa, o takdirde o fazlalık, miras olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirheme mükâteb yapar ve sağlığında efendisi bu mükâtebe bin dirhem de ödünç verir; sonra da mükâteb ölür ve bin dirhem ile, hür olan karısından, çocuklar bırakırsa; bin dirhem kitabet bedeli olarak efendisine hükmolunur.  Ve kendinin de hür olduğuna hükmolunur.

Eğer efendisi: Ben, ona bin dirhem ödünç vermiştim." derse, bu sözüne iltifat edilmez.

Şayet bin dirhemden fazla terekede bulunursa, o zaman efendisi bin dirhemini kitabet bedeli olarak, fazlasını da ikrarına karşılık alır. Ondan da fazla olursa, onuda çocukları alırlar. Tahrir'de de böyledir.

Kölesini, bin dirheme mükâteb yapan bir şahsın iki hür oğlu olur ve mükâteb "oğlu için bin dirhem, efendisi için de bin dirhem" ikrar ettikten sonra ölür ve iki bin dirhemi kalırsa, onun iki binini de efendisi alır. Binini kitabet bedeli olarak, binini de ikrarı olan borcu için alır.

Şayet iki binden noksan terkeylemiş olursa, Önce oğlunun borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasta olan zat, hastalığı halinde, belirli bin dirhem borç ikrar eder ve: "Bu, benim yanımda buluntudur." dedikten  sonra ölür ve ondan başka da malı bulunmazsa varislerin onu tasdik etmeleri halinde, o buluntu aralarında miras olmaz; tasadduk edilir.

Eğer varisler, onu yalanlarlarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.^a göre, üçte biri kadarına ait sözü tasdik olunur. Ve, bu üçte bir tasadduk edilir. Üçte iki için ikrarı sahih olmaz.

Bin dirhemin üçte ikisi, .varisler arasında miras olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, hastanın ikrarı asla sahih olmaz. O malın tamamı, varislere miras olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, üç oğul bırakarak, ölür ve onlardan birinde de bin dirhemi olur ve onu hastalık halinde ikrar ederek "aldığım" söyler; borçlu olan oğlu ile diğer bir oğlu bu ikrarı doğrular da, üçüncü oğlu, yalanlarsa; borçlu oğlan, borcunun üçte ikisinden berat eyler. İnkar edene, üçte biri borçlanır.

Eğer ölen zat, başka bin dirhem daha bırakmış olursa, bunu ara­larında üçe bölerek taksim ederler. Üçte birini babasını yalanlayan alır. Diğer üçte ikiyi de, babasını tasdik edenle, borçlu olana kalır. Onun üçte ikisini, borçlu olan alır. Kalanını da aralarında taksim ederler.

Şayet hastalığında ikrar ederek "kölesini filan oğluna sattığını ve parasını alıp ihtiyacına harcadığını, köleyi de ona teslim eylediğini" söyledikten sonra, oğlu o köleyi, onun yanma emanet olarak koysa; bundan sonra da hasta adam Ölse, ikrar olunan oğlu ile diğer biri bu ikrarı doğruladığı halde, üçüncü oğlu, yalanlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda, yalanlayan oğulun kölenin üçte birindeki hakkı batıl olur. Üçte ikisinde sahih olur. Ve bu durumda o muhayyerdir: Şayet üçte ikiyi almayı kabul ve infaz ederse, nefsinin his­sesi olarak, kölenin bedelinin üçte birine müracaat eder.

Eğer fesh ederse, bu köle, üçünün arasında üçe bölünür: Kendisi için ikrar olunan, kölenin tam bedeli için müracaat eder.

Eğer ölenin başka malı varsa aralarındaki satış bozulmaz. Fakat, o bedelin üçte birini geri verir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer satışta ihtilaf olursa (Şöyleki: Kölenin kıymeti iki bin dirhem olur; hasta ise, onu oğluna —sağlığında—, "bin dirheme sattığını", ikrar ederse) diğer mesele hali üzeredir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasi üzre, bu ve bundan önceki riıes'ele aynıdır.

Fakat, İmâmeyn'e göre, bu bir vaisyyettir. Varise ise, vasiyyet yoktur.

Ancak, diğer varislerin rızaları ile bais varise vasiyyet edilebilir. Babayı yalanlayanın da rızası olmadığına göre, köle müşteri olan oğula teslim edilmez. Onun için, muhayyerlik vardır. Eğer babasının satış akdini bozarsa, bozar. İnfaz etmek isterse, infaz eder.

Eğer infaz ederse yalanlayanın nasibi kölenin kıymetinin tamamına baliğ olur. Ve vasiyyeti terk etmiş olur.

Müşteri ise, iki binin üçte birisini, babasını yalanlayan kardeşine borçlanır.

Tasdik edenin nasibi ise, terekenin bin dirhem olduğuna göredir.

Eğer akdi bozarsa, köle üç oğlan arasında miras olarak pay edilir.

O zaman, müşteri bedelin tamamından kendi hissesi ile babasını tasdik edenin hissesi için müracaatta bulunur.

Şayet müşteri, kendisi "Ben, pazarlığı yalnız yalanlayan için bozuyorum." derse, dediği gibi olur.

O zaman kendi nasibi için bedelin üçte birine tasdik edenin, nasibi için de üçte birine müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir. [9]

 

7- MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA VARİSİN İKRARI
 

Bir adam, bin dirhem ile bir de oğul bırakarak ölür; oğlu da, fası­lasız olarak: "Babamın üzerinde, şunun bin dirhemi, şunun da bin dirhemi vardır." derse, bin dirhem onların ikisinin arasında yarı yarıya pay edilir.

Şayet önceki adam için ikrar edip; biraz susar, sonra da diğeri için ikrarda bulunursa; önceki adam, bin dirheme hak sahibi olur.

Hakimin hükmüyle, ö bin dirhem, birinci adama verilince, ikinci adama tazminat yapılmaz.

Eğer hükümsüz verilirse, ikinci adama beşyüz dirhemi tazmin edilir.

Şayet oğul bitişik kelâmında: "Bu bin dirhem, şunun emanetidir. Şunun da babamda bin dirhemi vardır." derse, emanet sahibi daha haklı olur.

Eğer: "Filanın, babamda bin dirhemi vardır; şu bin dirhem de filanın emanetidir." derse, ikisi müşterek (ortak) olurlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Bu bin dirhem, benim ölen adama bıraktığım ema­nettir." der; diğeri de: 'Benim, babanda bin dirhem alacağım vardı." der; varisde: "İkiniz de doğru söylediniz." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikisinin de ikrarı sahihdir. Ve o bin dirhem, aralarında taksim edilir.

İmâmeyn'e göre ise, o bin dirhem emanettir ve sahibinindir. İkincinin ikrarı sahih değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Filanın, babamda bin dirhemi vardır; hayır, filanın vardır." der ve Öncekine onu öder ve ikinci adama bir tazminatta bulunmazsa, aynısını ona da ödemesi gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, iki oğul ile iki bin dirhem bırakarak ölünce, onlardan her birisi, biner dirhem alsalar; sonra da bir adam, "babalarında bin dirheminin olduğunu" iddia eylese, başka    biri de aynı şekilde bin dirhem iddia eylese; o iki kardeşten birisi, bunların ikisinin de ikrarını kabul ettiği halde, diğer kardeşi yalnız birisinin ikrarım kabul ederse; birisi hakkında ittifak olduğundan, o zat onların her birinden beşer yüz dirhem alır. Yalnız ikrar olunan zat ise, ikrar edenin elinden beşyüz dirhemini alır.

Onlardan ikisi de bir şey almasalar ve ikisi tarafından ikrar olunan adam, kaybolsa, önce birisi tarafından ikrar olunan şahıs, hakime gelerek: "Benim, ölen filan adamda, bin dirhemim vardı. İşte şu varis, onu kabul eyledi." der; o oğul da onu doğrular ve hakime "bir başkasının da ikrarını kabul eylediğini" söylerse, bu durumda hakim, o oğlana bin dirhemi hükmeder.

Eğer, ikinci abamda gelip ona da bin dirhem hükmedilirse, bu durumda iki kardeşten birisi, diğerine hiç bir şeyle müracaatta bulu­namaz.

Önce iki kardeşin de ikrar eylediği zat gelir ve önce ona hükmedilir; sonra da diğeri gelir ve ona da hükmedilirse, bu durumda iki kardeş, birbirine hiç bir şey için müracaat edemezler.

Şayet miras, dinarlar veya ölçülen tartılan şey olsaydı yine aynı şekilde olurdu. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, her birinin kıymeti bin dirhem olan, iki köle ile iki de oğul bırakarak ölür; bu iki kardeş, taksimle, o köleleri birer tane alırlar, sonra da ikisi birden "babalarının, sağlığında, belirli olan ve küçük kardeşin yanında bulunan köleyi, azad eylediğini" ikrar ederler; keza, büyük    kardeş,    "kendi    elinde   bulunan    köleyi    de,    babasının —sağlığında— azad eylediğini" ikrar ederse, bu durumda her iki köle de hür ölür.

Bu durumda, yalnız, büyük kardeş, elinde bulunan kölenin kıyme­tinin yarısını, küçük kardeşine tazmin eder.

Keza, iki köle hakkında, "emanet edildiklerini" ikrar eylemekle (Şöyleki: O iki köleden "bizzat birinin, emanet olduğunu" ikisi de ikrar ederler; bu kardeşlerden birisi de, kendi yanında olan kölenin de filanın emaneti olduğunu" ikrar ederse, bununla) azad irkarı aynıdır.

Şayet, tereke iki bin dirhem olsaydı da, onu aralarında taksim ederek, biner dirhem alsalardı; sonra da onlardan birisi, "iki kişinin babalan üzerinde, beşeryüz dirhem alacakları olduğunu" ikrar etse ve hakim onu hükmeyleseydi; sonra da ikisi birlikte, "babalarının üze­rinde, bir başkasının da bin dirhem alacağı olduğunu" ikrar etselerdi o da, ikisine hükmedilirdi.

Şayet, önceki kardeş bin dirhem olarak ikrar edip, onu da hakimin hükmüyle ödedikten sonra, ikinci bin dirhemi, birlikte ikrar ederlerse; onun tamamı da öncekini inkar edenin üzerine hükmedilir. Ve önceki ikrar eden, ona bir tazminatta bulunmaz.

Şayet, önce her ikisi birden, bir adama yüz dirhemi" ikrar edip, sonra da, onlardan birisi, "bir yüz dirhem daha" ikrar eylese, önceki yüz dirhem yarı yarıya hükmedilir.

Eğer ikrar olunan o yüz dirhemi onlardan birinden alıp, diğerinden almasa, aldığı kardeş diğerine müracaat ederek, verdiğinin yarısını alır.

Eğer, önce birisi ikrar ederek "babalarının bir adama, yüz dirhem borcu olduğunu" söyler, sonra da diğeri, "bir yüz dirhem d.aha" ikrar ederse; her biri, ikrar eylediklerini, ikrar olunan şahsa öderler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, üç oğul ile üçbin dirhem bırakarak ölür; bunlar, ara­larında taksim ederek, biner dirhem alırlar; sonra da yabancı biri, "babalarında, üç bin dirhem alacağının olduğunu" iddia eder; üç kardeşten en büyüğü bunun tamamını kabul eder; ortanca, iki bin dirhemini kabul eder; küçük de bin dirhemini kabul ederse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, büyük kardeşten, bin dirhem; ortancadan, bin dirhem; küçükten ise bin dirhemin üçte birisi alınır.

Bu hal, üçü bir arade iken olursa böyledir.

Eğer ayrı ayrı mülâki olursa, durum değişir. Mesela: Önce küçüğe varsa, ondan bin dirhem alır. Ondan sonra, ortancaya uğrasa, bin dirhem de ondan alır. Sonra da büyüğe varınca, bin dirhemini de ondan alır.

Kitap'da, ortanca kardeş ile küçük kardeş ikrar edene bir şey için müracaat edip edemiyecekleri zikredilmemiştir.

Alimler: En-küçük ikrarda ittifak edenlere, bin dirhemin üçte ikisi için müracaat eder. Amma ortanca bir şeyle müracaat edemez." demişlerdir.

Bu İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, o da, en büyüğe, binin altıda biri ile müracaat eder.

Bu, önce küçüğe mülâki olduğu zaman böyledir.

Şayet önce büyüğe uğrarsa, ondan bin dirhemini alır; sonra ortan-cıya uğrarsa, ondan da bin dirhemini alır; sonra da küçüğe uğrarsa, ondan da elindekinin üçte birini alır.

Eğer, önce ortancaya uğrarsa, bin dirhemini ondan alır. Ondan sonra, küçüğe uğrarsa söylediğimiz gibidir. Sonra da büyüğe uğrarsa, bin dirhemini de ondan alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, iki oğuldan başka varis bırakmadan ölür; bir adam da, bir dirhem alacak bırakır, borçlu da: "Gerçekten ölen zat, benden beşyüz dirhemini sağlığında aldı." der; iki oğlundan birisi de bunu doğrular, diğeri ise, yalanlarsa; yalanlayan borçludan beşyüz dirhemini alır. Doğrulayan ise, borçludan hiç bir şey alamaz.

Şayet borçlu, "Ölen zatın Ölmeden önce, bin dirhemin tamamını aldığını" söyler; iki oğuldan birisi de onu doğrular, diğeri ise yalanlarsa; yalanlayan, borçludan beşyüz dirhemini alır; doğrulayan ise, borçludan bir şey alamaz.

Yalnız borçlu, kendim yalanlayana Allah adına "babasının sağlığında, bin dirhemini aldığını bilmediğine," yemin verir. Eğer yemin ederse, borçludan beşyüz dirhemini alır.

Ölen, bununla beraber bin dirhem daha terk etmiş olsa, o bin dirhemi iki kardeş aralarında paylaşsalar. İşte o zaman, borçlu, kendi­sini tasdik edene müracaat ederek, ondan miras olarak aldığı beşyüz dirhemi alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir oğul ile bin dirhem bırakarak ölür; başka biriside iddia ederek, "Ölen zatta, bin dirheminin olduğunu" söyler ölenin; oğlu da, onu doğrulayıp, hükümlü veya hükümsüz onu öder; sonra da daha başka birisi, "ölen zatta bin- dirheminin olduğunu" iddia eder; onu da ölenin oğlu yalanlar, fakat, önceki alacaklı onu doğrular; ikinci alacaklı da, birincinin alacağını inkar ederse; onun inkarına iltifat edilmez. Ve bu alacaklılar, öncekinin aldığı bin dirhemi yarı yarıya taksim ederler.

Keza, ikinci alacaklı, üçüncü birini ikrar ederse; bu durumda o üçüncü alacaklı, ikincinin elinde olanın yarısını alır. Hâvf'de de böyledir. [10]

 
8- İKRAR EDEN ŞAHISLA MUKİRRUN LEH ARASINDAKİ İHTİLÂF
 

Bir adam, diğerine: "Ben, senden bin dirhem emanet, bin dirhem de gasben aldım. Emanet aldığım zayi oldu. Şu bin dirhem de gasben almış olduğumdur." der; ikrar olunan zat da: "Hayır, gasb zayi oldu. Emanet baki kaldı." derse, bu durumda ikrar olunan şahsın sözü geçerli olur. o bin dirhem alınır. İkrar eden şahıs, diğer bin dirhemi borçlu kalır.

Şayet ikrar olunan şahıs: "Hayır, sen benden ikibin dirhem gasbey-ledin." derse, cevap yine aynıdır.

Eğer ikrar eden: "Sen, bana bin dirhem emanet bıraktın. Ben de, senden bin dirhem gasbeyledim. Emanet helak oldu. Gasb baki kaldı." der; ikrar olunanda: "Hayır, belki de gasb helak oldu." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. İkrar olunan bin dirhemi alır. İkrar eden başka tazminatta bulunmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Ben, senden bin dirhem emanet aldım; o da helak oldu." der; mal sahibi de: "Hayır, belki sen onu gasben aldın." derse; bu durumda, kendisi için ikrar eden şahsa onu ödetir. Çünkü, "aldım" demekle ikrar eden şahıs,-ödeme sebebini ikrar etmiş oluyor; sonra da, "beraat gerektiğini" iddia eyliyor ki, o da almasına verilen izindir. Diğeri de bunu inkâr ederse, yemin ile birlikte onun sözü geçerli olur. Ve bu durumda ikrar eden şahsa bu durumda ikrarı sebebiyle, tazminat gerekir.

Ancak hasmn yeminden kaçınırsa, o müstesnadır.

Şayet: "Sen, bana emaneten bin dirhem verdin; o da zayi oldu. der; mal sahibi de: "Belki de sen, onu gasben aldın." derse; bu durumda, ikrar eden şahsa tazminat gerekmez. Çünkü tazminat sebebini ikrar etmemiş, bilakis vermeyi ikrar etmiştir. O da ikrar olunan şahsın fi'lidir. Ve tazminat sebebi değildir.

Ancak tazminat sebebini iddia etmektedir ki o ise, gasbdır. Bu durumda inkar edenin sözü, —yeminle birlikte— geçerlidir.

Ancak, ikrar edici, yemin eylemezse, o takdirde malı tazmin eder. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, birisini Hîret'e diğerini ise Kâdisiyye'ye kadar, iki hayvan icarlayıp (Kadisiyye, Hîret'ten daha uzaktır.) bu iki hayvana, Kâdisiyye'ye kadar yük yükler ve o iki hayvandan birisi de Kâdisiyye'de zayi   olur;   mal   sahibi:    "Senin   Hîret'e   kadar   icarladığm   hayan Kâdisiyye'de zayi oldu. Onu tazmin etmen gerekir." der; müste'cir de: "Hayır, benim  Kâdisiyye'ye kadar icarladığım hayvan zayi oldu." derse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur ve müste'cir hayvanı öder. Tahrir'de de böyledir.

Eğer "senden bin dirhem Ödünç aldım." der, sonra da: "Onu senden aldım." derse; bu ikrar eden şahsın onu vermesi kendisine vacib olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, "diğer bir adama, bin dirhem verdiğini" ikrar ettiğinde o: "Sen, benden bu malı aldın; senin benim üzerimde bir şeyin yoktur." derse; yeminden sonra, o malı vermesi için cebredilir.

Keza, bir adam, ikrar ederek: "Filandan bin dirhem emanet aldığını ve yanında olduğunu" veya "kendisine bağışta bulunduğunu" söyler; diğeri de: "O, benim malımdır; onu benden sen aldın." derse; onu geri vermesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Filana vekaleten, senden bin dirhem aldım. Gerçekten o filanın da sende bin dirhemi vardı." veya "Sen, onu filan için bağış yaptın; o bana onu almamı emreyledi; ben de onun için aldım ve ona verdim" derse; bu durumda ikrar eden şahıs onu zamin olur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer bir adam, diğerine: "Seni evime oturttum. Sonra da ordan çıkardım ve evi bana verdin." der; evin sakini de, "bu evin, kendisine âid olduğunu" iddia ederse; bu durumda ev sahibinin sözü geçerlidir. Evde sakin olan şahsın —iddiasını îsbat için, beyyine getirmesi lazımdır.

Bu istihsandır ve İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli de budur.

İmâmeyn'e göre ise kıyasen evde sakin olanın sözü geçerlidir.

Şayet: "Şu hayvan benimdir; onu filana ariyet olarak verdim. Sonra da ondan geri aldım." veya "Şu elbise benimdir; onu filana ariyet olarak verdim. Sonra da ondanvgeri aldım." derse bu durumlarda da mal sahibinin sözü geçerli olur.

Bir adam ikrar ederek: "Gerçekten filan terzi, onun şu gömleğini yarım dirheme dikti; o da gömleği terziden aldı." der; terzi de: "O, benim gömleğimdir. Ben onu, ona ariyet olarak verdim." derse, bu husustaki söz de önceki gibidir.

Temizlikçiye verilen elbise de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Terzi mes'elesinde ve diğerlerinde, böyle söylemez de: "Onu, ondan aldım." derse bi'1-ittifak geri vermez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer elbise, ma'ruf (= tanınan) şeyse, o ikrar edenindir. Hayvan ve evde böyledir. "Onu ariyet bıraktım; geri de aldım."

sözü geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Elbisemi filânın evine koydum; sonra da onu aldım." derse, bu durumda kimseye tazminat yoktur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

tmâmeyn'e göre ise alana tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Terzi olan zati  "Bu elbise filanındır; onu bana filan teslim eyledi." der; bu elbiseyi de o iki filân şahıs iddia ederlerse; bu elbise ter­zinin önceki ikrar eylediği zatın olur. İkinciye bir ödeme yapmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmyen'e göre ise, ödeme yapar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu elbiseyi, senden ariyet olarak aldım.' der; diğeri de: "Onu, benden satın aldın." derse; "ariyet aldım." diyenin sözü geçerli olur.

Bu hüküm, o şahsın, elbiseyi giymemiş olması halinde böyledir.

Eğer, elbiseyi giymiş ve onu zayi etmişse, bu şahsın onu ödemesi gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir  adanı,   diğerine:   "Senden   şu  dirhemleri  aldım,   emanet olarak."  der; diğeri de:  "Sen onu benden borç aldın." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Bana, bin dirhem borç verdin." der; diğeri de: "Sen, benden gasben aldın." derse; "aldım." diyen tazmin eder.

Eğer o şey bizatihi duruyorsa, kendisi için ikrar olunan şahıs onu alır. Hâvi'de de böyledir.

Bir adam, başkasına: "Şu elimde olan hayvanı, sen bana ariyet olarak verdin." der; hayvan sahibi de: "Ben sana ariyet olarak ver­medim; fakat sen onu gasbeyledin." derse; (şayet o hayvan ariyet değilse, ona binerdi.) binmemişse, onun sözü geçerlidir ve tazminat gerekmez.

Eğer ariyet olduğu halde, o hayvana binmişse, tazminat gerekir. Keza: "Sen, onu bana ariyet olarak verdin." derse, üzerine tazminat yoktur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) böyle buyurmuştur.

Eğer: "Senden onu ariyet olarak aldım." der; diğeri de, onu inkâr ederse, bu durumda ikrar eden şahıs tazminatta bulunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Gerçekten, senin bin dirhemini gasbeyledim ve kâr etti; onbin dirhem oldu." der; diğeri de: "Ben öyle yapmanı emreylemiştim." derse, bu durumda ikinci şahsın sözü kabul edilir.

Şayet ikinci şahıs: "Hayır, sen benden onbin dirhemi gasbeyledin." derse; o zaman, gasıbın sözü (birinci şahsın sözü) geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu bin dirhem, benim yanımda, senin ema­netindir." der; ikrar olunan da: "Emanet değil; senin üzerinde olan alacağimdır." veya "Satın aldığın şeyin bedelidir." der; ikrar eden şahıs da, "onun, borç olduğunu da, emanet olduğunu da" inkar eder ve ikrar; olunan şahıs, onu, —iddia eylediği alacağın yerine— emanet olarak almak isterse, onu yapamaz. Çünkü, irkar, "önce emanet" oluşudur. Onu red batıl olur. Eğer ikrar olunan şahıs: "Emanet değildir; fakat, ben, onu bizzat sana borç vermiştim." der; ikrar eden de bunu inkar ederse, bu durumda ikrar olunan şahıs bizatihi bin dirhemini alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet borç olduğunu veya, gasbolduğunu ikrar eder; ikrar olunan şahıs da. "satış bedeli" veya "köle bedeli" yahut "cariye bedeli" olduğunu iddia ederse, bu durumda ikrar edenin, öyle ödemesi lazım olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde, bin dirhem eşya bedeli vardır." der; o filan da: "Benim ondaki alacağım, satış bedeli değildir; ancak, ödünç verdiğim dirlıemlerdir." derse; o bin dirhem, onun olur.

Şayet: "Benim, onda kat'iyyen satış bedeli alacağım yoktur." der; sonra susar ve sonra da "ödünç verdiğini" söylerse; onun bu sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Benim üzerimde, filanın bizzat satış bedeli bin dirhemi vardır." Ancak, ben satılan şeyi almadım." derse, onun bu sözüne inanılmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sözünü ister bitiştirsin, ister ayırsın, hüküm aynıdır.

Keza ikrar olunan şahıs, ister tasdik etsin, ister etmesin farketmez.

İmâmeyn'e göre ise, bu şahıs sözünü bitiştirir; ikrar olunan da, onu bir cihetten doğrular veya yalanlarsa; onun bu sözü tasdik olunur.

Eğer ikrar eden, sözünün arasını açar; ikrar olunan da onu yalan­larsa, (Meselâ: "Benim sende ödünç olarak değil de, satış bedeli olarak bin dirhemim vardır. Sen o satılanı da teslim aldın." der; ikrar eden de sözünün arasını açarak "Ben satılanı almadım." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) —önce— "tasdik olunmaz." buyurmuştu; sonra bu kav­linden dönerek, ister vasletsin, isterse fasletsin ( = ister sözünü bitiştirsin, isterse ayırsın) sözü doğrulanır.'' buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A-) da aynısını söylemiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam: "Şu kölenin bedeli olarak, filan adamın bende bin dirhemi vardır. Köle de benim yammdadır." der ve ikrar olunan bu sözü doğrularsa, bin dirhemini alır.

Eğer, ikrar olunan: "Bu köle benim kölemdir; ben, bunu sana başka bir köleye bedel sattım." derse, yalnız kendi kölesini alır; başka bir şey gerekmez.

Şayet: "Köle senin kölendir; ben, bunu değilde başka bir köleyi sana sattım. Sende satılan köle bedeli olarak, bin dirhemim vardır." derse; bin dirhem alması gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer:  "Benim üzerimde, filanın yanında olan kölenin bedeli olmak üzere, bin dirhemi vardır." der ve talip o köleyi, ikrar edene teslim ederse, bedelini alır.

Eğer: "Köle senin kölendir. Ben, bunu değil de, başkasını sana sattım." derse; yine bedelini alır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Bu köle, benim kölemdir; ben, sana satmadım." derse; ikrar edenin yapacağı bir şey yoktur ve onun üzerine bir şey gerekmez. Hidâye'de de böyledir.

Şayet: "Bu köle, benim kölemdir; ben, bunu sana satmadım; ancak, başkasını sattım." derse, yine ikrar eden şahsa bir şey gerekmez. Bu bölümün sonunda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bunlardan her birisi, davasına karşı yemin ederler." buyurmuştur.

İmâmeyn'in görüşü de aynıdır. Mebsût'ta da böyledir.

Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, aralarında muhalefet çıkarsa, mal batıl olur. Hidâye'de ve Kâfi'de de böyledir.

Eğer köle, üçüncü bir şahsın elinde olur; ikrar olunan da, ikrar edeni tasdik eder ve o köleyi teslim etme imkanı da olursa, parasını alır; değilse alamaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Kölesini, filana sattığını" söyler ve "bedelini de almadığını" iddia ederek, "bu köleyi yanında tuttuğunu" söylerse, onun sözü —ikrar olunan inkar eylese bile— geçerli olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde içki veya hınzır bedeli, bin dirhemi vardır.' derse; bu bedeli vermesi gerekir. Sebebi hakkındaki sözüne inanılmaz.

Eğer müddeî (= davacı) sebebini yalanlarsa bu durumda —ister sözünü vasleylesin, isterse fasleylesin bu bedeli vermesi gerekir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur.

Keza: "Kumar parası olarak, üzerimde bin dirhemi vardır.' derse, hüküm aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet talip, ikrar ediciyi doğrularsa, bi'1-ittifak, ikrar edene bir şey lazım olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende bin dirhem haram alacağı vardır veya faiz alacağı vardır."-derse; onu ödemesi gerekir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde yalan veya batıl olarak bin dirhemi vardır." der; ikrar olunan şahıs onu tasdik ederse, bu durumda ikrar eden şahsa.bir şey lazım olmaz.

Eğer ikrar olunan şahıs, ikrar eden şahsı yalanlarsa; bu durumda ikrar edenin ödemesi lazım gelir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Onun, benim üzerimde, eşya bedeli bin dirhemi vardır." veya: "Sen, bana bin dirhem borç verdin." dedikten sonra da: "O dirhemler, zayıf kalp, geçersiz ve kalay imiş" derse; veya "Filanın, benim üzerimde eşya bedeli katkmtılı bin dirhemi vardır." der; ikrar olunan da: "Yeni idi." derse; bu durumda ikrar edenin, yeni dirhem ödemesi gerekir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu böyledir. İster sözü bitişik olsun, isterse ayrı bulunsun fark etmez.

İmâmeyn'e göre ise, eğer sözü bitişik ise, bu sözü, doğrulanır. Eğer ayrı ise, doğrulanmaz.         

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, zayıf bin dirhemi vardır." der; fakat "satış bedeli" veya "borç olduğunu" söylemezse, "eğer sözünü vasi ederse doğrulanır." icmaen böyledir." denilmiştir. "Bu hususta ihtilaf vardır." da denilmiştir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam,  "bir malı, gasben veya emaneten aldığını"  ikrar ederek: "O, katkıntılı veya zayıf idi." derse; hu sözünü, ister vaslen, ister faslen söylesin, tasdik edilir.

Şayet, "gasb ve emanet" der ve yalnız "katkıntılı" veya "kalaydır." der ve bunu vaslen söylerse, sözü tasdik edilir, eğer faslen söylerse, sözü tasdik edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde, eşya bedeli olarak, bin dirhemi vardır." veya: "Filan, bana bin dirhem borç verdi." yahut: "Bana emanet bıraktı." veya: "Ben, bin dirhemini gasbeyledim." der sonra da: "Yalnız şu kadar noksanlandı." derse; eğer sözünü vaslederek söylerse, o tasdik edilir; değilse, edilmez.

Şayet fasl, zaruret içinse, nefesinin kesilmesi ( = yetişmemesi) gibi, işte bu vasi sayılır. Kâfî'de de böyledir.

Fetva da bununla verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam: "Gerçekten ben, filandan bin dirhem aldım." der; sonra da: "O, katkıntılı içli." derse; bu sözü kabul edilir.

Şayet: "Kalp idi." derse, bu sözü kabul edilmez.

Eğer ikrar eden şahıs, hiç bir şey söylemeden Ölür, onun varisleri de: "O dirhemler katkıntılı idi." derlerse onlar tasdik olunmazlar. Zahîriy-ye'de de böyledir.

İkrar eden şahıs ölür ve yanında gasb ve mudarebe malı bulunur; varisleri de "onun, katkıntılı  dirhemler olduğunu"  söylerlerse,  bu sözleri tasdik olunmaz.

Vedia (= emânet) de böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir   kimse, "ortağından   aldığı   beşyüz   dirhemin   katkıntılı olduğunu" ikrar ederse, —ister vasletsin, ister fasletsin,— sözü tasdik olunur. Çünkü, onun yarısı ortağınındır.

Eğer faslederek "kalay idi." derse, o zaman, sözü tasdik olunmaz. Çünkü yarısı ortağınındır. Eğer vaslederek söylerse, ortağına bir şey yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Dirhemlerin  kanşıklr olduğu  davasında eğer:  "Ben hakkimi aldım; ortağım sağlam ve katkıntısız aldı." derse yapılacak bir şey yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Onun, bende satış bedeli bir kür buğdayı vardır." veya "...ödünç alacağı vardır." dedikten sonra "O, kötü (=   adi) buğday idi." derse, bu durumda onun sözü geçerli olur. İster sözünü bitişik söylesin; isterse, ayrı söylesin farketmez. Keza, tartılan ve Ölçülen şeyler hakkında da ikrar edicinin sözü geçerlidir.

Şayet, ikrar ederek, "üzerinde olan buğdayın gasb veya emanet olduğunu" söyler; sonra da "onun adi olduğunu belirtirse, yine onun sözü geçerlidir.

Bir adamın, getirdiği buğdaya su isabet edip, bu buğday ıslanarak koktuktan sonra da: "Ben, onu gasbeylemiştim." veya "...emanet idi." derse; onun sözü geçerlidir.

Keza: "Bana bir köle emanet edildi." diyerek ayıplı bir köle getirse ve "işte o köle bu idi." derse, onun sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Üzerinde, birisinin —borç veya satış bedeli olarak— on fülûsunun olduğunu" ikrar ettikten sonra "O paralar, geçersizdi." derse, bu sözüne inanılmaz.

İmâmeyn'e göre borç hususunda, vasi ederse sözüne inanılır; fakat satış bedelinde, inanılmaz." denilmiş isede, sonra İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer vaslen söylerse, inanılır. Ve kıymetini öder." buyurmuştur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise: "Vaslederse, inanılmaz." buyurmuştur.

Şayet: "On fülüs gasbeyledim." der; sonra da: "O geçersizdi." derse veya "Emanet almıştım; fakat, geçersizdi." derse; bu durumlarda sözüne inanılır. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, "sermaye aldığını" ikrar eder; sona da "onun katkıntıh olduğunu" söylerse; veya "karşı tarafın, hakkını aldığını" yahut "ser­mayeyi ödediğini" veya  "dirhemleri verdiğini" yahut "sermâyesini aldığım"; "onların da, katkıntıh olduğunu" söylerse; bu durumlarda sözü kabul edilmez.

Eğer, "kendi dirhemlerini aldığını" söylerse, bu sözü makbul olur. "Onun zayıflığını" iddia etse bile, istihsânen böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam,  "vadeli borç" ikrar eder; ikrar olunan da, borcu doğruladığı halde, "vadeli olduğunu" yalanlarsa, borcu hali hazırda Ödemesi gerekir.

Ve ikrar olunan şahıs ikrar edenden "vadeli olup-olmadığma dair" yemin etmesini ister. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde on mıskal gümüşü vardır." der; sonra da: "O siyahtı." derse; veya: "Filanın, bende bin dirhemi vardır." der; sonra da: "O darbolunmuştur" veya "beldenin nakdi idi." derse keza: "Filanın, üzerimde gasbolunmuş dirhemleri vardır." çierse, bu sözleri ister vaslen, isterse faslen söylesin bi'1-ittifak kabul edilir.

Şayet: "Ödünç idi." veya "Satış bedeli idi." der ve "Beldenin geçer akçası idi." derse; bu sözü de, bi'1-ittifak kabul edilir.

Fakat "Beldenin akçası (= kullanılan parası) değildi." derse; eğer sözünü fasl ederse bi'1-ittifak kabul edilmez. "Eğer vaslederse, tasdik Munur." denilmiştir. Burda da hilaf edilmemiştir.

Bazı alimlerimiz: Kitabda zikredildiğine göre, îmâmeyn: "Tasdik olunur." buyurmuş; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tasdik olunmaz." buyurmuşlardır.

Bazı alimler de: Bu hususta kitapda icma yoktur." demişlerdir. ^ehiyre'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Sen, bana buğday için, on dirhem teslim yledin; ben ise, buğdayı almadım." der; diğeri de: "Hayır, aldın." erse, eğer, kendisine on dirhem teslim edilen şahıs, sözünü bitişik öylerse, kıyasen ve istihsanen tasdik edilir.

"Eğer ayrı söylerse, istihsanen sözü tasdik edilmez." denilmiştir. etâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir  kimse eğer:   "Filan adamın, bende bin dirhem emaneti irdir."  veya  "Bin  dirhem,  ödüncü vardır."  der;  sonrada:   "Ben madım." derse; onu tazmin eder. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse eğer: "Bana, bin dirhem verdin." veya "Üzerimde, bin hem alacağın vardır." der; sonra da: "Ben almadım." derse; eğer iÜ bitişik söylemişse, kıyasen de, istihsanen de tasdik olunur.

Eğer ayrı söylerse, istihsanen tasdik olunmaz.

Şayet: "Bana nakden bin dirhem verdin." der; sonra da: "Ben almadım." derse, bu sözüne inanılmaz.

Bu, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre sözünü bitişik söylerse (Meselâ: "Sen verdin ben almadım." derse) bu sözüne inanılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Bana, bin dirhem borç verdin; bana teslim etmedin." der; onu da, ayrı söylerse sözüne inanılmaz ve onu tazmin eder. (= öder)

Eğer sözü bitişikse, onun sözü geçerlidir.

Keza: "Sen, bana bin dirhem verdin." veya: "Bin dirhem ödünç verdin; fakat bana vermedin." der ve sözünü bitiştirirse; onun sözü geçerlidir.

Şayet: "Sen, bana bin dirhem verdin. Ben kabul etmedim." derse, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Sözü kabul edilmez ve o, onu öder." buyurmuştur.

tmâm Muhammed (R.A.) göre, bu durumda tazminat gerekmez.

Eğer: "Senden teslim aldım." veya "Senden bin dirhem aldım." Fakat, sen ben gidene kadar vermedin." derse; sözüne inanılmaz' ve ikrar eden şahıs onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde bin âdet dirhemi vardır." dedikten sonra: "Onun ağırlığı, beş veya altıdır." der ve bunu Kûfe'de ikrar ederse; o zaman, ağırlığı, yedıyüz dirhem olur. Ve noksanlığı kabul edilmez. Ancak, sözünü bitiştirerek ağırlığını açıklarsa, o müstesnadır. Mebsût'ta da böyledir.

Sonra, bu sözü ayrı söyler ve dirhemlerin ağırlığı da beldeye göre yedi olur, beyanı da sahih olmazsa, beldenin veznine göre, yedi yüz dirhem ödemesi lazım olur. Adet itibariyle değil de, ağırlık itibariyle öder. Hatta, adedi elli olsa da, ağırlığı yedi yüz dirhem olsa, elli adedi ödeyince borcundan kurtulur.  Çünkü,  oda yedi yüz dirhem  olur. Muhıyfte de böyledir.

Şayet, bulunduğu beldede ağırlığı belirli dirhemler satılır, onlarda, yediden noksan olursa; sözü tasdik olunur.

Eğer, beldede dirhemler muhtelif olursa; itibar çok kullanılana mahsustur.

Şayet Kûfe'de birine yüz beyaz dirhem borcu olur; ve bunu ağırlık bakımından başka beldede ödeyecek olursa yedi olmak üzere yüz dirhem ödeme yapar. Mebsût'ta da böyledir. [11]

 

9- BİR KİMSENİN, BİR YERDEN BİR ŞEY ALDIĞINI İKRAR ETMESİ
 

Bir  adam,  "Gerçekten,   evinin  odasından  bir  elbise  almış olduğunu' ikrar eder; ortağı da onun nısıf'(= yarım) elbise olduğunu iddia eder; ikrar eden şahıs ise, onu inkar ederse; bu durumda ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.

Şayet ikrar edici, icarlayan veya ariyet bırakan şahıs olursa, onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Gerçekten ben, filanın evinden, yüz dirhem aldım." der; sonra da: "O benim idi." veya "O başkasının idi." derse, bu durumlarda ev sahibine, yüz dirhem borçlu olur. Ve ikrar eden şahıs onun mislini öder.

Şayet: "Filanın sandığından veya kesesinden, bin dirhem aldım." veya "...Sepetinden, elbise aldım." yahut: "Kırbasından, bir kürr buğday aldım." veya "Filanın hurmasından, bir kürr aldım." yahut "Filanın ziraatından, bir kürr buğday aldım." derse; bunların tamamını, yeriyle ikrar eylemiş olur ve olduğu gibi öder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, "at eğeri aldığını" ikrar eder; oda, filan şahsın hay­vanının üzerinde bulunursa; veya gem yahut ip aldığını ikrar eder; hayvan sahibi de, onu iddia ederse, bu durumda, o şey hayvan sahibine hükmedilir.

Eğer: "Buğday aldım." der; o da, hayvan üzerinde bulunursa veya çuval içinde olursa; yine sahibine hükmedilir.

Keza, ikrar ederek, "cübbenin astarını aldığım" veya "kapının perdesini aldığını" söylerse; bunlar da sahibine hükmedilir.

Şayet "hamamdan elbise aldığını*', onun da filanın olduğunu" ikrar ederse; bu durumda tazminat gerekmez.

Keza, camiden, mescitten, handan, otelden ve halkın eşya koyduğu bir yerden, bir şey aldığını ikrar eder, veya yoldan yahut hali bir yerden elbise aldığını söylerse, bir şey gerekmez.

Eğer: "Filanın işçisinden, bir şey aldığını" ikrar ederse; o şey, o işçinin olur; iş verenin olmaz.

Şayet, "elbisesini, filanın evine koyduğunu" ikrar eder; sonra da, onu, oradan alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda da tazminat gerekmez.

Eğer ev sahibi, "kendine ait olduğunu" iddia ederse, o zaman onu ödemez.

İmâmeyn'e göre ise, öder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, eğer: "Filanın evinden, yüz dirhem aldım." der; sonra da: "Ben, orada oturuyordum." veya "O ev, benim elimde kira idi." derse, bu sözüne inanılmaz.

Şayet, "evin kendisinin icarında olduğuna dair" beyyine ibraz ederse, o zaman tazminattan kurtulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, şayet, ikrar ederek "filanın arsasını kazıp, ordan bin dirhem çıkardığını" söyler; yer sahibi de onun kendisine ait olduğunu iddia ederse; çıkaran da: "Benim idi." dese bile, bu durumda yer sahi­binin sözü geçerli olur.

Eğer, iki şahit şehadette bulunarak: "Gerçekten, bir adam gelerek, filanın yerini kazdı ve ordan, bin dirhem çıkardı. Dirhemlerin ağırlığı yedi idi." derler; yer sahibi de şahitlerin dediğini kabul eder veya etmeyip "o dirhemlerin kendisine ait olduğunu" söylerse; bu durumda, onlar yer sahibinin olur.

Keza, iki şahit; "evinden aldıklarını" veya "dükkanından aldık­larını" söyler veya "dağarcığından un aldıklarını" yahut "tulumundan yağ aldıklarını" söyleis*:, işte o zaman, ikrar olunan şahıs, onları tazmin eder.

Şayet "filanın hayvanına bindiğini ve onu filandan aldığını" ikrar ederse, onu sahibine tazmin eder. Buna göre, bunun te'vili: Bindiğini ve naklini ikrar etmektir. Muhıyt'te de böyledir. [12]

 

10- İKRARDA MUHAYYERLİK İSTİSNA VE RÜCÛ
 

Bir adam ikrar ederek: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır."  Ben,  üç gün  (veya üç günden  az veya daha çok  gün) muhayyerim."   derse,  bu  durumda muhayyerliği  batıldır;  borcunu ödemesi gerekir. Alacaklı muhayyerliğini doğrulasa da, yalanlasa da, bu böyledir.

Bu, ikrar edicinin kendi kendisini muhayyer kılmayı şart koştuğu zaman böyledir.

Fakat, ikrar olunan, kendisi muhayyer kalmasını, şart koşarsa İmâm Muhammed (R.A.), bu bölümde, bunu Asıl kitabında bahset­memiştir.

Alimler ise:  "Uygun olanı, muhayyerliğin sabit olmamasıdır, demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adam için ikrar ederek, "onun, kendinde alacağı" veya "ondan gasbeylediği" yahut "onun emanet bıraktığı" veya "ariyetinin olduğunu" söylerse; —o ister duruyor olsun, isterse zayi olmuş bulunsun— onun da üç günlük muhayyerliğini söylese, ikrarı caiz, muhayyerliği ise batıl olur. Bu durumda, sahibinin tasdiki veya tekzibi müsavidir.

Şayet, ikrar edici, "borcunun, —üç gün muhayyer olmak üzere,— satış bedeli olduğunu ikrar eder ve eğer, alacak sahibi bunu tasdik ederse (= doğrularsa), muhayyerliği sabit olur. Şayet tekzib ederse (= yalan­larsa) muhayyerliği sabit olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Ve eğer muhayyerlik ikrar olunan tarafından olursa, işte o zaman ikrar olunan tasdik etmez ise kendi için muhayyerlik sabit olmaz, muhayyerliğini   beyyine  ile  tesbit  etmek  istese,  bu  hususta  İmam

Muhammed (R.A.) Asi kitabında bir şey söylememiştir. Bilginler ise beyyinesinin dinlenmemesi gerekir buyurmuşlardır.

Bir kimse, uzun veya kısa süreli muhayyerlik şartıyla, kefaleten borç ikrarında bulunduğu zaman, onu, ikrar olunan tasdik ederse; o şahıs müddetin son gününe kadar muhayyerdir.

Eğer ikrar olunan tasdik etmez ise, o malı ödemesi gerekir. Hidâye Şerhi Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bütünden, bütünü istisna batıldır.

Çokdan, azı istisna etmek hilafsız olarak sahihdir.

Zahirü'r-rivayede, âzdan çoğu istisna etmek de sahihdir.

Cinsi istisna etmede muhalefet vardır. Bu, kıyasen caiz değildir.

Bu, tmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, istihsân da böyledir.

Eğer müstesna ile müstesna minh arasında, zimmette, sözleşmede, vücubda uyumluluk (= muvafakat) varsa (Meselâ: Ticaret ve zimmet sözleşesinde iki taraftan, her birisi hal veya vadeyi istisna etmişlerse) bu istisna sahih olur.

Hatta bir adam: "Filan adamın, bende bin dirhemi vardır; bir dinarı müstesna." veya: "Bir-kür buğday müstesna." yahut On fülûsü müstesna." derse; bu istisna caiz olur.

Ve bu durumda müstesnanın değeri, müstesna minhden düşülür. Her ne kadar, aralarında muvafakat yok ise de bu böyledir.

Şayet: Hal olsun, vadeli olsun ticaret sözleşmesinde müstesna minh gerekir de, müstesna gerekmez ise, bu durumda istisna sahih olmaz.

Hatta, bir adam: "Filanın, bende bin dirhemi vardır; ancak, bir elbisesi yoktur." veya "...ancak, bir hayvanı yoktun" der veya benzeri bir şey söylerse, işte bu istisna sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, bir adam; "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır ve filanın, benim üzerimde yüz dinarı vardır; bir kiratı müstesnadır." derse, bu istisna sondan (yani dinardan) yapılmış olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da İmâm Ebû Yûsuf (R. A.), şöyle buyurmuştur:

Bir adam, belirli bir şeyi bizatihi ikrar ettiğinde, onun sınıfından başkasını istisna kılsa, veya onu başka sınıftan istisna eylese; işte bu istisnada batıldır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, iki malı ikrar ederek, bir şeyi de istisna kılsa; müstesna minhi ise belirtmese; (onun hangi maldan olduğunu açıklamasa) şayet malların ikisi de ikrar olunan adamın ise; (Şöyleki: Bir adam: "Filanın, bende bin dirhemi; yüz dinarı vardır; ancak, bir dirhemi müstesnadır. derse) istihsanda, bu istisna önceki mala mahsustur. Her ne kadar, istisna ikinci maldan değil ise de bu böyledir.

Keza, bir adam: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır. Diğer bir filanın da yüz dinarı vardır; ancak bir dirhemi müstesnadır." derse, istisna yine öncekine hamledilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır ve filanın benim üzerimde yüz dinarı vardır; ancak, bin dirhemden bir dirhem müstesnadır. (= hariçtir)" derse; işte bu, dediği gibi olur. Hâvî'de de böyledir.

Şayet: "Filânın, benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, yüz veya ellisi müstesnâ dır." derse, Ebû Süley man' m   rivayetinde "Gerçekten, onun üzerinde olan dokuzyüz elli dirhemdir." denilmiştir.

Alimlerimiz "Sahih olan budur." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer, bir adam: "Filanın, benim üzerimde yüz dinarı vardır ve bin dirhemi vardır; ancak, yüz dirhemi ve on dinarı müstesnadır." derse, işte bu durumda, o adamın üzerinde, dokuzyüz dirhem ve doksan dinar vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Hasan bin Ziyad, kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başkasına: "Senin, bende bin dirhemin vardır; ancak, beşyüz, beşyüz müstesnadır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Onun üzerinde, bin dirhemin tamamı vardır." buyurmuştur.

Şayet:  "Senin,  bende beşyüz,   beşyüz dirhemin vardır;  ancak, beşyüzü müstesnadır." derse; bu istisna caiz olur ve üzerinde, beşyüz dirhem borç olur. İstisna, iki beşyüzden yapılmış olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hişam'ın   Nevadiri'nde,   İmâm   Muhammet!   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, başkasına: "Senin bende gümüş bin dirhemin vardır. Ancak, bunun yüz dirhemi bakır akçedir." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyasına göre duruma bakılır: Kaç bakır dirhemin bir dinar yaptığı araştırılır. Eğer onlardan her yüz dirhem, dört dinar ediyorsa; bu sefer de dört dinar, kaç gümüş dirhem ediyor ona bakılır.

Eğer dört dinar seksen gümüş dirhem yapıyorsa, işte o zaman adamın diğerinde dokuzyüz yirmi gümüş dirhemi vardır.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, gümüş dirhemin tamamını öder.

Şayet: "Senin, bende katkıntılı bin dirhemin vardır; ancak, yüz gümüş dirhemi müstesnadır." derse, bi'1-ittifak, onun üzerinde dokuzyüz dirhem vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, yüz dirhem ve on dinar müstesnadır; bir kıratı müstesnadır." derse; bu durumda müstesna olan, yüz dirhemle on dinardır;  kırat müstesna değildir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer: "Onun, bende bin dirhemi ve ikiyüz dinarı vardır; ancak, bin dirhemi müstesnadır." derse; bu istisna geçersizdir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, bir kür buğdayı, bir kür arpası vardır; ancak, bir kür buğday müstesnadır. Ve bir ölçek arpa müstes­nadır." derse; bir ölçek arpanın istisnası caiz; bir kür buğdayın istisnası ise batıldır.

Jmâmeyn'e göre, bu böyledir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, ona, bir kür buğday, bir kür arpa olmak üzre, iki kür vermesi gerekir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi ve filanın ikiyüz dinarı vardır; ancak, bin dirhemi müstesnadır." derse; ikinci maidan istisnası caizdir. Havi'de de böyledir.

Eğer: "Filanın, üzerimde on dirhemi vardır; ey filan; ancak, bir dirhemi müstesnadır." derse, işte bu tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre iki vecih üzeredir.

Eğer kendisine çağrılan, ikrar olunan zatsa, istisna sahih olur. Çünkü söz kendisine söylenmiştir.

Eğer, çağrılanın gayrisi ise, istisna sahih olmaz. Ceveheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır; estağfirullah, ancak yüz dirhemi müstesnadır." derse, işte bu istisna, batıldır. Hâvî'de de böyledir.

Eğer müstesna ile müstesna minh arasında tehlil  (=   İâilâhe illallah) veya tekbir (=  Allahü ekber) yahut teşbih (-  sübhanallah) derse, yine bu istisna batıldır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Filanın, benim üzerimde yüz dirhemi vardır; ona şahit olunuz;  ancak, on  dirhemi  müstesnadır."   derse,   bu   istisna  yine geçersizdir.

Şayet: "filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, on dirhemi müstesna; onu ödedim." derse, bu istisna, yine sahih olmaz. Ve tamamı, üzerinde borç olur.

Eğer: "Ancak, on dirhemini gerçekten ödedim." derse, bu durumda üzerinde, bin dirhemden on dirhem noksan (= dokuz yüz doksan dirhem) borç olur.

Şayet: "Üzerimde, bin dirhemi .ardır; ancak, on dirhemini ödedim." derse, bu durumda istisnası sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam:  "Onun, bende, sebze bedelinden olan bir dirhemi vardır. Ancak, bir daniği müstesnadır; gerçekten ben onu ödedim.'* derse, Ebû Hafs'ın rivayetine göre, onun üzerinde dirhemden bir danik noksan borç vardır.

Sahih olan da budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet: "Filanın benim üzerimde —nasb ile— danik hariç, bir dirhemi vardır." derse; ona beş danik vermesi gerekir.

Eğer bunu —ref ile— söylerse, tam dirhem vermesi gerekir. "Lehû aleyye dirhemün gayru dânıkın" ile "Lehû" aleyye dirhemün gayre dânıkın)gibi...

Eğer: "Onun, benim üzerimde —nasbile— iki dirhemin gayri, on dirhemi vardır." derse; ona sekiz dirhem vermesi lazım gelir.

Şayet, bunu ref ile söylerse, on dirhem ödemesi lazım gelir. Zahîriy- f ye'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde —iki dirhem müstesna— on dirhemi vardır." derse, ona sekiz dirhem lazım olur.

Eğer ref ile söylerse on dirhem lazım olur. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Şayet "Üzerimde yüz dirhem var; ancak, azı müstesnadır." derse; bu "eilibir"dirhem vardır." demektir.

Keza "Ancak şey müstesnadır." derse, bu da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre yukarıdakinin aynısıdır.

Eğer: "Filan adamın, benim üzerimde dirhemleri vardır; anak, bazıları müstesnadır." derse işte bu yukardaki (şey'en) demek gibidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Eğer: "Çüzdanımdaki dirhemler filanındır; yalnız bin dirhemi benimdir." der ve cüzdanında ikrar eylediğinden fazla dirhem bulu­nursa, bin dirhemi kendinin, fazlası ikrar olunan şahsın olur.

Eğer, yalnız bin dirhem var ve başka yoksa veya bin dirhemden az varsa, bu durumlarda onların tamamı ikrar olunan şahsındır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde yüz dinarı vardır; yüz dirhemi müstesnadır." derse; bu durumda, onun istisnası batıldır.

Şayet: "Onun, benim üzerimde dirhemi vardır; bir rıtıl zeytin yağı müstesna." veya "...bir kırba suyu müstesna." derse; bu caiz olur. O dirhem verilir; yalnız, içinden bir rıtıl zeytin yağı veya bir kırba su parası düşülür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, on rıtıl zeytin yağı vardır; bir rıtıl sadeyağ müstesna." derse; bu istisna batıl olur.

Keza: "Onun, bende on rıtıl sade yağı vardır; bir dirhemi müstesna." veya: "Onun bende bir kürr (^  ölçejc) buğdayı vardır; zeytin yağından beş rıtlı müstesna." derse, yine bu istisna batıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende on adet taze dirhemi vardır; ancak beş dirhemi katkıntıhdır." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Ön taze dirhem vermesi  gerekir."   buyurmuş  ve:   "İkrar  eden,   ikrar  olunana,  beş katkıntılı dirhem için, müracaat eder." demiştir.

Yine, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'un kıyasına göre ikrar eden, beş dirhem, —taze olarak— ödeme yapar. Beş dirhem, on dirhemden istisna edilmiş olur buyurmuştur."

Şayet: "filanın, benim üzerimde on dirhemi vardır; hileli beş dirhemi müstesnadır." derse; bu mukır on dirhemi katkıntısız olarak öder ve ondan, beş katkıntılı dirhemin kıymetini düşer. Bu, bi'1-ittifak böyledir.

Eğer: "Filanın, benim üzerimde on dirhemi var; ancak, kankintılı beş dirhemi müstesna." derse; ona, beş dirhemi sütûka (= katkıntılı dirhem) ödemesi gerekir. İstisnadan sonra kalan, sütûkadan başkası değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, on dirhemi vardır; beşinin gayr-i dördünün gayri; üçünün gayri; ikisinin gayri; birisinin gayri." derse; bu durumda dört dirhem ödemesi gerekir.

Eğer:  "Onun, benim üzerimde, on dirhemi vardır;" dördünün gayrisi:" deseydi, —(sonuna kadar)— ona, altı dirhem ödemesi gere-, kirdi.

Şayet: "Onun, üzerimde on dirhemi vardır; iki dirhemi hariç; bir dirhemi hariç." deseydi; sekiz dirhem lazım olurdu. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, istisnadan sonra istisna ederse, birinci istisna, ikinci istisnayı nefyeder.

Mesela: Bir insan: "Bir adamın, bende on dirhemi var; yedi dirhemi müstesna; beş dirhemi müstesna; üç dirhemi müstesna; bir dirhemi müstesna." derse, bu durumda sen, son söylediği dirhemi müstesna kılarsın. O da bir dirhemdir. Onu takip eden üç dirhemdir; iki dirhemi kalmış olur. Sonra, iki dirhemi istisna etmiştir; beş dirhemden, geri de üç dirhem kalır. Sonra üç dirhemi istisna eylemiştir, onu takip eden yedi dirhemdir geride dört dirhem kalmıştır. Sonra dört dirhemi istisna eylemiştir; onu takip eden, on dirhemdir; geride altı dirhem kalmıştır. İşte, o şahsın ikrarı ile sabit olan budur.

Burada, bir yön daha vardır: O da, yemini ile ikrardır. İkinci istisna, yeminine karşılıktır.

Bazı alimler de, şöyle buyurmuşlardır:

İstisnadan sonra istista gelirse, birinci sahih; ikinci batıl olur.

Şöyleki: "Onun, bende on dirhemi var; dört dirhemi müstesna." derse, işte burda başka bir vecih vardır. O da, senin yemin etmen sebe­biyle kararlaşmış olan mikdardır.

Önceki istisna, son tarafındadır. Sonraki istisna ise, sağ tarafın­dadır. Bunun üzerine son istisnalar birleşip, sağ yanındakini düşürür ve ikrar ettiği istisna geride kalır.

Bazı alimler de şöyle buyurmuşlardır:

Bir istisnadan sonra bir istisna daha getirirse; ikinci istisna müsteğrak (= boğulmuş) olur. Birinci istisna sahih olur.

Şöyleki: Bir adam: "on dirhem, illa on dirhem; illa dört dirhem." derse; işte burda üç vecih vardır:

Birincisi: On dirhem gerekir ve birinci istisna batıl olur. Gark olduğu için, onu ikinci istisna ibtal eder. Çünkü o, batıldır.

İkincisi: Dört dirhem gerekir ve istisnanın ikisi de sahih olur. Zira, ikinci ile birinci tamam olmuş olur.

Alimler: "Bu kıyasdır." buyurmuşlardır.

Üçüncüsü: Altı dirhem gerekir. Çünkü birinci istisna batıldır. İkinci istisna ise, birincinin yerine kaim olur; bu zayıfdır.

Bunların tamamı, bu istisnalar arasında atıf olmazsa, böyledir.

Fakat: "On dirhem; beşi müstesna ve üçü müstesna." veya "On dirhem; beşi müstesna ve üçü müstesna." derse, işte bu ikisi ondan müstesna yapılır ve ancak iki dirhemle ilzam olunur; adedler cem olunur.

Şöyleki: "Ancak, yedi dirhemi müstesna ve üç dirhemi müstesna." derse, bazı alimler: "On dirhem istisna edilmiş olur." buyurdular. Çünkü, vav harfi, cem içindir ve istiğrak iktiza eder. Sanki "on dirhem, on dirhemi müstesna." demiş gibi olur.

Bazı alimler de: "Bu durumda üç dirhem ilzam olunur." buyurmuşlardır. Zira, vav harfi istisnayı sahih kılar.

Şayet "Onun bende, dirhemi var; dirhemi var; dirhemi var; ancak, dirhemi müstesna ve dirhemi müstesna ve dirhemi müstesna" demiş olsaydı o zaman üç dirhem ilzam olunurdu.

Keza: "Onun bende üç dirhemi var; ancak bir dirhemi müstesna ve bir dirhemi müstesna ve bir dirhemi müstesna." deseydi yine üç dirhem ilzam olunurdu.

Keza: "Onun bende üç dirhemi var; ancak, bir dirhemi ve iki dirhemi müstesna" deseydi yine üç dirhem ilzam olunurdu.

Şayet: "Onun bende, on dirhmi var; ondan beş dirhemi müstesna veya altı dirhemi müstesna." deseydi; dört dirhem ilzam olurdu.

Eğer: "Onun, bende bir dirhem, bir dirhem, bir dirhemi var." derse; ancak, bir dirhem ilzam olunur.

Keza, bunu, bin defa tekrar ettiği halde, aralarında atıf vavım söylemese, bir dirhem ilzam olunur. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet bir kimse:  "Filan adamın, bende bir dirhemin gayrisi vardır." derse, ona iki dirhem ilzam olunur. Bu sanki, "o bir dirhem, diğeri de onun misli" demiş gibi oiur.

Eğer: "Füan adamın, bende bin dirhemin gayrisi vardır." derse; iki bin dirhem ilzam olunur.

Bir adam: "Şu ev filanın; ancak, hisse vardır." derse; o ev, o adamındır. Yalnız sözüne ilave ederek: "Onda dokuzu onundur." derse, işte o caizdir.

Eğer sözüne ilave yapmazsa bu sözüne kıymet verilmez ve ona "evi, sahibine irkar eyledi." denilir. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer, bir adam: "Yanımdaki şu köle, filan adamın emanetidir; ancak, yansı filanındır." derse; dediği gibi kabul edilir.

Şayet: "Şu iki köie, filanındır; ancak birisi filanındır." derse, yine böyledir.

Eğer: "Şu köle filanındır; şu kölede filanındır." der ve onlardan da birinci söylediği, kabul edilirse, kölelerin ik'si de, o fiiamn olur.

Yalnız: "Şu köle filanındır; ancak, o benim yanımda emanettir." derse; ikincinin kıymetini öder.

Şayet: "Şu köle filanındır; şu köle de filanındır; ancak, öncekinin yarısı filanındır; ikincinin yarısı da filanındır." derse, dedikleri caiz olur.

Keza, buğday, arpa, altın, gümüş, para arazi hakkında da böyle söylenmesi caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse: "Bir adamın, bende bin dirhemi vardır; hayır, belki de beşyüz dirhemi vardır." derse, bu durumda onun üzerinde, diğerinin bin dirhemi olmuş olur.

Şayet: "Onun, bende beyaz dirhemleri vardır; hayır, belki de siyah dirhemleri vardır." derse, o zaman, hangisi daha üstünse onu borçlu olur. Yeni, eski dese de böyledir. Bellâ kelimesinin aslı, iki mikdar arasında olur ve şayet söyleyen zat, ikisini de kabul ederse, her ikisi de ilzam olunur. İster malların cinsi bir olsun; isterse, muhtelif bulunsun fark etmez. Şayet adam onlardan birini kabul eder, cinsleri de muhtelif olursa, her ikisi de ilzam olunur.

Eğer cinsleri bir ise, onlardan çoğu ve efdal olanı ilzam olunur, (yani o fazla ve üstün olanı öder.) Zehiyre'de de böyledir.

"Bende filanın siyah unu var; hayır, belki de beyaz unu var." derse, işte. o, beyaz un olur.

Şafî'Şerhı'nde şöyle zikredilmiştir:

Hasan bin Ziyad, Kitâbü'l-İhtilaf ta: "Bir adam: "Bende, filanın beyaz unu var; hayır belki de iri kepekli unu var." derse; beyaz un lazım olur.

Eğer: "Bir kürr buğdayı var; hayır, bir kür unu var." derse, un gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Onun bende, bir rıtıl benefseci var; hayır, belki de çiçeği var." derse; her ikisi de lüzum olur.

Keza: "Onun bende, bir rıtıl koyun yağı var. Hayır, belkide bir rıtıl sığır yağı var." derse, ikisini de kabul etmiş sayılır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende bin dirhemi var; hayır, belki de filanın var." derse, ikisine de ilzam olunur.

Keza, ikinci zat, birincinin mükâtebi veya kölesi olursa, yine böyledir.

Eğer, köle izinli değilse, yalnız bin dirhem lazım olur. Bu da istih-sandır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Bizatihi bir cariye parası olarak, filan adamın, bende bin dirhemi hayır, belki de bi aynıhâ filan adamın bin dirhemi vardır." derse; bu şahıslardan her birine, biner dirhem vermesi gerekir.

Ancak, ikinci adam, birinciyi doğrularsa, o müstesnadır. O tak­dirde, yalnız birinci adama bin dirhem borcu olur. Bu, istihsanen böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Şayet:  "Bu köle,  filanındır; sonra da filanındır." derse, bu durumda, o köle birinci şahsa hükmedilir.

Fakat, o şahıs, hakimin hükümü olmadan birinci şahsa verirse; onun bedelini, ikinci şahsa öder. Eğer hakimin hükmüyle verirse, taz­minat gerekmez. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Eğer: "Şu köleyi, filandan gasbeyledim; hayır, belki de filandan gasbeyledim." derse, bu durumda o köle, birinci adamın olur.

İkinciye de kıymetini öder. İster birinci adama, hakimin kazası ( = hükmü) ile versin; isterse, hükümsüz versin fark etmez.

Vedia ve ariyet de böyledir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): Vedia ve ariyette, eğer önceki adama hakimin hükmüyle vermişse; ikinci adama bir şey ödemez. Şayet hü­kümsüz verirse, ikinci için tazminat gerekir." buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Ibnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam: "Şu bin dirhemi, filan adam, bana emanet bıraktı; hayır, belki de filan bıraktı." der; önceki adam hazırda olmaz ve ikinci adam, onu alır, sonra da birinci adam gelir ve şayet, o bin dirhemin mislini, o ikrar edenden alır, sonra da birinci adam, ikinci adamdan alırsa, o ikinci adam, ikrar eden şahsa müracaat ederek, ondan alır. Muhiyt'te de böyledir.

Elinde bin dirhem bulunan bir şahıs:  "Bu, filanındır." der; bundan sonra da: "Hayır, belkide bu, filanındır." derse, bu durumda o, önceki şahsın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet: "Bu ev, filanındır." der; bir müddet geçtikken sonra da: "Hayır, belki de filanındır." derse, bu durumda o ev önceki şahsındır. İkinci için, bir şey yoktur.

Eğer: '*Ev filanındır.'' der; bir müddet geçtikten sonra da: "Onundur ve başkasınındır." veya "Benimdir ve filanındır." derse, bu durumda evin tamamı, önceki adamındır.

Şayet önce: "Gerçekten filanındır ve filanındır." der; sözlerini de bir birine ilave ederse; bu durumda o ev, ikisinin arasında yarı yarıya taksim edilir. Mebsût'ta da böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, elinde olan köleye: "Bu köle, benim yanımda filânın mudarabesidir." der; sonra da: "Ben, bunu beşyüz dirheme satın aldım." der; ikrar olunan da: "Bu köleyi ben sana verdim." derse, ikrar olunan şahsın szü geçerli olur ve bu köle onundur.

Akar, arazi, ölçülen ve tartılan şeyler ve başkaları olsun, hepsi de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam:"Ben, filanın yüz dirhemini gasbeyledim; yüz dirhemini gasbeyledim; bir kür buğdayını gasbeyledim; hayır, belki de filanın (bir şeyini) gasbeyledim."  derse, onların her birine dediklerinin hepsini vermesi gerekir.

Şayet, "bizzat" demiş olsaydı, işte o zaman birinci adama dedikle­rini; ikinciye de onların mislini vermesi gerekirdi. Tebyîn'de de böyledir.

Ben, filan adamın bin dirhemini gasbeyledim ve fülan adamın da yüz dirhemini gasbeyledim ve filan adamın da bir kür buğdayını gasbey­ledim;   hayır,   filanın  gasbeyledim." derse,  bu  durumda  o  adam, dördüncüye borçlu olur ve ikrar eylediği bin dirhemi, yüz dinarı ve bir kür buğdayı ona verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adamın, diğerine on dirhem beyaz gümüş, on dirhem de siyah gümüş borcu olduğunda, alacak sahibi: "Ben senden bir dirhem siyah gümüş, hayır beyaz gümüş aldım." der veya bunun aksini söyler, borçlu da: "Sen, benden ikisini de aldın." derse, bu durumda beyaz dihemi almış olur.

Borç on dirhem olunca, bunun onu gümüş, onu dinar olursa, alacak sahibi: "Ben, senden dinar aldım; hayır, belki de dirhem aldım." der; borçlu da: "Hayır, belki de ben, dirhem ve dinar ödedim." derse, ikisini de ödemiş olur. Mutuyt'te de böyledir.

Bir adamın üzerinde, yüz dirhem senetli —yazılı— borç ve yüz dirhem de başka bir yazılı borç olduğunda alacaklı zat: "Ben, senden, şu yazılı on dirhemi aldım; hayır, belki de şu yazılı on dirhemi aldım." derse, hangisini isterse onu almış olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, birisine yüz dirhem, diğerine de yüz dirhem borcu ve her birinin de birer kefili olduğunda bu borçlar ayrı ayrı yazılı senetlerde bulunur veya ikisi bir senette yazılı olur; alacak sahibi de "Ben, şunu aldım; hayır, belki de şunu aldım; şu kefilden, hayır, belki de şu kefilden aldım." derse, bu durumda kefillerin ikisi de ödenmiş olur.

Bir adamın, diğerinde bin dirhemi olduğunda, alacaklı olan zat: "Sen, ondan bana yüz dirhemini elinle ödedin." der, sonra da: "Hayır, belki de bana, filan kölen ile gönderdin." derse; işte o yüz dirhemdir. Bu durumda alacaklı şahıs, bundan fazlası ile ilzam olmaz.

Şayet, borçlunun kefili olur ve alacaklı: "Gerçekten ben, senden yüz dirhem aldım; hayır, belki de kefilinden aldım." derse, işte o zaman, herbirinden yüz dirhem almış olur.

Bu durumda, bu şahsın, onların her birine yemin verme hakkı da olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, "Senden yüz dirhem aldım." der; borçlu da: "On dirhem yolladım ve on dirheme de sana bir elbise sattım." der; alacaklı ise: "Doğru söyledin." derse; bu yirmi dirhem, yeminle birlikte yüz dirheme dahil olur.

"Eğer, borçlu, on dirhemi vav harfi olmaksızın söylerse, yüz dirhemden başka ilzam olunmaz. Fakat vav harfi ile söyleyince, yüz dirhemle birlikte matuf da ilzam olunur." denilmiştir.

İki vecihte de yüz dirhem ilzam olunur.  (=   lazım olur)" da denilmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir şey satın aldığında, satan adam: "Ben, müşteriden parasını aldım." der; sonra da: "Onun, bende bin dirhemi vardı. Ona bedel tuttuk." derse, bu sözü doğrulanmaz.

Şayet: "Ben, senden alacağımı aldım." der; biraz sonra da: "Onu bedel saydık." derse, bu sözüne inanılır.

Eğer: "Sen, ondan vaz geçtin." der veya kısas sözünü takdim ederek: "Gerçekten sana, onu bedel saydım; sen de olan alacağıma karşılık, senden satın aldığım şeyi." der; sonra da saydım." derse, sözüne inanılmaz.

Şayet: "Senden alacağımı aldım; hayır, belki de senin bende olan alacağına karşılık saydım." derse, bu sözü de doğrulanır. Muhıyt'te de böyledir. [13]

 

11- BİR KİMSENİN, "BAŞKA BİR ŞAHSIN MALINI ELİNE GEÇİRDİĞİNİ İKRAR ETMESİ VE "BAŞKA BİR ŞAHSIN MALINI, DİĞER BİR ŞAHSIN ELİNDE OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ
 

Bir adam: "Bunu bana, filan verdi; bu, başka birinindir." der, onu veren de: "O malın, ikinci adamın olduğunu" ikrar eder ve "ona verilmesine, izin verildiğini" söyler; ikinci adam da onu doğrularsa; önceki ikrar eden adam, o malı, onlardan dilediğine verir.

Şayet, ikinci adam, "emir verdiğini" inkar ederse, o zaman, o malı, verene vermez ve ona da tazminatta bulunmaz. Fakat, onlardan her birisi, o malın kendinin olduğunu iddia ederse; o takdirde, mal vere­nindir. İkinciye tazminat yapılmaz. Birinciye verince, veren kurtulur. İster onun malı olsun, isterse olmasın farketmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Yanında  bin  dirhem  bulunan  bir  adam:  'Bu  bin  dirhem filanındır. Onu, filana vermek için verdi." der ve eğer veren ikrar ederek: "Gerçekten bu bin dirhem, filanındır; bu adam da ikrar olunana vermeye memur edilmiştir." derse; bu durumda o bin dirhem, onun olur.

Şayet, veren adam bunların tamamım inkar eder ve "o bin dirhemin kendisinin olduğunu" iddia ederse; bu durumda ikinci adama tazminat yapılır mı?

Eğer hakimin hükmü olmaksızın verilmişse, yemin ettirdikten sonra tazminat yapılır.

Şayet yemin etmezse, bir şey ödenmez.

Fakat, hakimin hükmü ile verilmişse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, yine tazmin yaptırılmaz.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, yanında, bir cariye olduğunda o adam: "bu cariye filanındır; bana emanet olarak bıraktı." der; sonra da: "Belki de filanındır. Onu, bana emanet olarak bıraktı." derse; işte o cariye, önceki adama hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adamın yanında, bin dirhem olur; sonra da, o adam: "Bu bin dirhem filanındır; bunu bana, bir başkası emanet eyledi." der; ikrar olunan adam da: "Bu benimdir; bunu, benden gasbeyledi." der; diğeri de: "Ben, onu, ikrar edene veriyorum." der; sonra da, emanet bırakan gelerek parasını ister ve: "onun, ikrar edenin olduğunu" inkar ederse, bu durumda ikrar eden, bu bin dirhemi emanet bırakana öder. Kimseye de, bir şey için başvuramaz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Bu bin dirhem, filanındır; başka birisi, bana ödünç olarak verdi." der; onların ikisi birden, onu iddia ederlerse, bu durumda o bin dirhem, önceki adamın olur. Adam da borç verene bin dirhem borçlu olur. Hulusu da da böyledir.

Bir adamın elinde, bir köle bulunduğunda o adam "Bu köle, filanındır. Onu bana filan sattı." der; o şahısların ikisi de bu köleyi iddia ederler ve "ikrar olunanın" derlerse, bu durumda o köle ikrar olunan şahsa, verilir. Ve "diğerine satmak için izin vermediğine" yemin ederse; satıp   da   parasını   alan   şahsın   o   parayı  ötanesi   için   hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

îsâ bin Ebâ'nın Müntekâ'sında, İmâm Muhamed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Elinde mal bulunan bir adam: "Bunu, bana, yansına mudarebe ortağı olmak üzere, filan verdi ve filan gaib verdi." dedikten sonra: "Ben, mudarebe ortaklığın! ibtal eyledim. Bu malın, filana ait olduğunu irkar eyliyorum;  gerçekten,  bu  mal onundur.  O da bana, yarısına mudarebe ortağı almak üzere, verdi." der; huzurda olan da: "Doğru söyledin. Ben, sana yerdim; onunla al sat." der, o da alıp satar ve kar eder; sonra da.diğer adam gelerek, onu iddia ederse, mal Önceki adamın olur; kar'ı yarı yarıya taksim ederler. Emanet olsa da, bu böyledir.

Adam: "Bu bin dirhem, filanın ve filan gaibin emanetidir." der; sonra da: "Filanın emaneti dediğimi ibtal eyledim." der ve mal da, onun yanında zayi olursa, işte o malı, ikinci adama tazmin eder. (- öder.); birinciye ödemez. Mumyt'te de böyledir.

Şayet: "Bu bin dirhem filanındır; filan ile bana emanet olarak yollamıştır." der; onu da ikisi birden iddia ederlerse, işte o öncekinin olur.  Ancak,  gönderen  hazır  olmazsa,  getirenin  olur.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Bu hayvan filanındır; filan ile bana yollamıştır." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu durumda, bu hayvan ikrar olunan şahsa verilir. İkrar olunan şahıs da, onun kıymetini, ona verene öder." buyurmuştur.

Eğer veren adam onun kendine ait olduğunu iddia ederse, hakim hükmetmese bile, öncekinin olur. Eğer hakimin hükmüyle olursa, taz­minat gerekmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasında verene tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, "yanında bulunan bu köle, filanındır ve onu filan gas-beylemiştir." diye ikrar ederse; bu durumda o köle önceki ikrar olu­nanındır. Kendisinden gasbolunan şahsa, bir şey hükmedilmez. İster, öncekine hakimin hükmüyle verilsin; isterse, hükümsüz verilsin müsa­vidir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Bu çocuk filanındır; ben, onu filandan gasbeyledim." der; çocuğun babası da onu iddia eder ve "kendinin oğlu olduğunu söyler; kendisinden   gasbolunduğu   söylenen  de   "o  çocuğun,   kendi  kölesi olduğunu" iddia ederse; bu çocuk, babasına hükmedilir; hürdür ve nesebi ondan sabittir.

Eğer: "Bu çocuk filanın oğludur; onu bana filan ile göndermiştir." der ve çocuk iddia ederse, getirenin değil, öncekinindir. Mebsût'ta da böyledir.

Terzinin yanında bir elbise bulunduğunda "o elbisenin, filana ait olduğunu" iddia eder; ona da, o elbiseyi bir başkası-teslim etmiş olur ve onların da her ikisi birden elbiseyi iddia ederlerse, bu durumda elbise, önceki ikrar edilen şahsın olur. Keza, boyacı, temizlikçi, kuyumcu ve her bir sanatkâr ikinciye bir şey tazmin etmezler.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Bu elbiseyi, bana filan teslim eyledi. Gömlek yapmamı istedi o filanındır. der ve onu, ikisi birden iddia ederlerse, o birinci­nindir; ikincinin değildir. Hâvî'de de böyledir.

Eğer: "Ben, bunu ariyet aldım; bu filanın elbisesidir; ,bunu bana, filanla gönderdi." derse; bu durumda, o elbise, onu ariyet verenindir.

Şayet: "Bunu bana, filan, filandan ariyet olarak verdi." der ve onların ikiside iddia ederlerse, bu durumda o, getirenin olur. Serahsî'nin

Muhıytı'nde de böyledir.                                                

Asi kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın, diğerinde ismiyle yazılmış, senetli bin dirhemi olur; alacaklı da "bu senedin filana ait olduğunu" ikrar ederse; bu ikrarı caizdir; alacağı alma hakkı vekilindir; vekil tayin edenin değildir. İkrar eden şahıs tarafından vekil edilirse, o müstesnadır. Küfe ehlinin hü­kümler kitabında, şöyle zikredilmiştir:

İkrar eden şahıs tarafından vekil edilen değil de, ikrar eden şahsın almak hakkı vardır.

"Asi kitabında, müvekkilin dışında vekilin hakkı vardır; denilmesi, ikrar olunanın üzerine hamledilmiş olmasındandır. Gerçekten ikrar eden şahıs borca vekil oluşu sebebiyle, mübaşeret etmiştir. Fakat borç sebe­biyle mübaşeretini inkar ederse, o takdirde ikrar eden değil de, ikrar olunan şahsın alma hakkı olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "üzerinde.olan borcun, filana ait olduğunu" ikrar eder; ikrar olunan şahsın da filanda, senetli yüz dirhem ve senetli on dinarı olur; ikrar eden de: "Ben, yalnız dirhemleri kasdeyledim." der; ikrar olunan da, her ikisini de iddia eder; ikrar eden de hazırda bulun­mazsa, ikrar olunan şahıs, iddia eylediği malı, borçludan alamaz.

Eğer borçlu, borcunu doğrularsa, vermesi için cebredilmez. Şayet, verirse borcundan beri olur. ( = kurtulur)

Bir adamın, diğerinde bin dirhemi olduğunda "onun yarısının, başkasına ait olduğunu" söylerse; işte bu caizdir.

İkrar eden şahıs, ikrar olunana, bu bin dirhemin yarısını verir.

Eğer, ikrar olunan, ikrar edenden tazminat ister ve: "Sen, benden izinsiz borç verdin." der; ikrar eden de: "Ben izinsiz borç vermedim." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Ve, bu durumda taz­minat gerekmez.

Eğer, "onun izniyle borç verdiğini" ikrar olunan yemin ettikten sonra iddia ederse, o zaman tazminatta bulunur.

Keza, —böyle bir durumda— selem satış, tartılan veya ölçülen şeyden gasb etmek, hakkındaki hüküm de böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, şayet "birinin yanında bulunan emanetin, başkasına ait olduğunu" ikrar ederse, bu caizdir.

İkrar eden şahsın, o emaneti alma hakkı olmaz. Fakat, ikrar olunan şahıs, o emaneti alabilir.

Şayet, ikrar eden alır ve ikrar olunana verirse, emanet alan ema­netten beri olur.

Eğer, bu şahıs: "Filan adam, bana ikrar olunan şeyi, emanet bıraktı." der; ikrar olunan da: "Sen benim iznim olmadan emanet bıraktın." derse, bu durumda ikrar eden şahıs —ikrar olunan şahıs yemin ettikten sonra, zamin olur. Eğer, "onun emrini" ikrar eder; emanet konulan da: "Ben , ikrar edene ödedim." veya "İkrar olunana ödedim." yahut "Emanet zayi oldu." derse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur.

Fakat, bu hususta dava devam eder ve ikrar eden şahsa ikrar olu­nanın izniyle emanet verip vermediğine dair yemin ettirilir. Mebsût'ta da böyledir. [14]

 

12- İKRARIN HALE İSNADININ SIHHATİNE MANİ OLMASI VE İKRARIN HÜKMÜNÜN SABİT OLMASI
 

Bir adam, irkar ederek: "Sabi iken, filana bin dirhem borcu olduğunu söyler; alacaklı da: "Sen, bulûğa eriştikten sonra, benim için ikrar da bulundun." derse, —yeminle birlikte— ikrar eden bu şahsın sözü geçerli olur.

Eğer: "Onu, ben uyku halinde ikrar eyledim." derse, yine, yeminle birlikte onun sözü geçerlidir.

Eğer: "Ben, onu yaratılmadan Önce ikrar eyledim." veya "onu, aklım gitmiş iken, irkar eyledim." derse, eğer onun dediği gibi olduğunu bilirse, hiç bir şey ile ilzam olmaz. Eğer bunu bilmezse, —sözü isabet etse bile— ikrar ettiği malı tazmin eder. (= öder.) Mebsüt'ta da böyledir.

Bir adam: "Ben, sabi iken seni tezevvüc eyledim. (= nikahladım) der; kadın da: "Hayır, sen beni, baliğ iken nikahladın." derse; bu durumda kocanın sözü geçerli olur.

Eğer koca, karısına: "Ben, seni mecûsî iken nikahladım." der; kadın da: "Hayır, sen beni müslüman iken nikahladın." derse, bu durumda kadının sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bîr kadın, ikrar ederek, "cariye olduğu halde, bir adamla nikah okiuğunu" söyler ve bu kadın, hakikaten cariye iken, azad edilmiş olursa; kocasının: "Ben, bunu azad olduktan sonra (veya önce) nikah­ladım." demesi, halleri müsavidir; ve bü nikah caizdir.

Şayet kadın, mecüsî iken sonradan müslüman olur; sonra da "mecûsî iken nikah olduğunu" söyler; adam da: "Müslüman olduktan sonra nikahladım." derse; bu durumda da kocanın sözü geçerlidir.

Şayet kadın: "Ben, seni sabi iken (veya uyur iken ve ben aklım gitmiş iken) nikahladım." der ve gerçekten böyle olduğu da bilinirse; bu durumda kadının sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.

Kadınlardan birisi, ikrar ederek, "başkasının nikahında iken,*' veya "başkasının iddeti içinde iken," yahut "şahitsiz" veya "nikahının altında, dört kadın var iken"; "nikahının altında, kız kardeşi var iken" veya  "kız  kardeşi  onun  iddetinin  içinde  iken", "nikahlandığım" söylerse; bu manileri söyleyen kadının sözü kabul edilmez.

Şayet, böyle olduğunu iddia eden koca olursa; bu ikrarı sebebiyle, araları tefrik edilir. (= ayrılır) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Onu, sabi iken mükâtebe yaptığını" söyler; o da: "Sen, beni büyük iken mükâtebe yaptın." derse; bu durumda efendinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Ben, senden ben sabi iken aldım." veya "aklım gitmiş iken aldım." derse; bu şahsın her iki halde de, aldığını' vermesi lazımdır. Muhıyt'te de böyledir.

Hür bir adam, ikrar ederek: "Filanın, bende, ben köle iken, bin dirhemi vardı." derse; o malı ödemesi lazımdır.

Keza, harbî olan bir adam, müslüman olduktan sonra ikrar ederek: "Filan adamın, güvence ile dar-i İslam'a girerken, kendisinde bin dirhemi olduğunu" söylerse, onu ödemesi lazım olur.

Keza, filan adam, müslüman olduğu halde, dar-i harbe girer ve şu kadar da mal ikrar ederse, o şahsın, bu malı ödemesi lazımdır.

Keza, bir kimse: "Ben, dar-i harbde o da dar-i İslam'da iken, ona bin dirhem borcum var.' diye ikrar ederse; onu ödemesi lazımdır. Serahsî'nin MuhsyO'nde de böyledir.

Hür veya köle, bin dirhemi ikrar eder; ikrar olunan da köle olursa; ikrar edenin, onu ödemesi lazım gelir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Güvenceli bir harbî,  dar-i  İslam'da "bir müslümana, borcu olduğupu" ikrar ederse; onu ödemesi gerekir.

Eğer, dar-i İslam'da bulunan bir müslüman diğeri için:  "dar-i harbde bana ödedi." derse, —sözünü ister, bitişik söylesin; isterse ayrı söylesin müsavidir— bu borcu ödemesi gerekir.

Keza, bunu güvenceli bir harbî veya bir zimmî için söylerse, yine de borcunu ödemesi lazımdır.

Keza, yanında olan bir şeyi bizzat için ikrar ederse, o şey ikrar ettiği şahsın olur.

Güvenceli harbînin nikahı, talakı, ıtâkı, çocuğu, yara ve kazf had­dini, icareyi, kefaleti ve bunlara benzer şeyleri ikrar etmesi caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini azad ettikten sonra, ona: "Sen benim kölem iken, ben senin elini kesdim." der; köle de: "Sen, onu beni azad ettikten sonra yaptın." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf  (R.A.)'a göre bu durumda kölenin sözü geçerlidir ve efendisi, elin diye­tini tazmin eder. (= öder.)

Keza, bir harbi, müslüman veya zimmî olduğunda bir müslüman ona: "Sen dar-i harbde iken, ben senin elini kesdim." veya "Sen dâr-i harbde iken, senin malını aldım." derse; harbî de: "Sen bunları, ben dar-i İslam'a girdikten (veya zimmi olduktan) sonra yaptın." dese; İmâmeyn'e göre, bu durumda harbinin sözü geçerlidir. Müslüman onu zamin olup, öder.

Keza, bir harbî müslüman olur ve bir müslümana: "Ben, harbî, iken, senin elini kestim ve malını aldım." der; müslüman da: "Bunu İslam olduktan sonra, dar-i İslam'da yaptın." derse; bu durumda müs-lümanın sözü geçerlidir ve harbi dediklerini zamin olup, öder.

Bu; İmâmeyn'in kavlidir.

İcma ise, eğer mal ikrar edenin yanında duruyorsa, bu durumda ikrar edenin sözü geçerli olur ve o malı, sahibine vermesi emredilir.

Yine, bi'1-icma, azad edildikten sonra, bir kimse, bir cariyesine: "Ben, sana azad olmadan önce cima eyledim." der; cariye de: "Hayır, belkide sen, beni azad eyledikten sonra cima eyledin." derse, bu durumda efendinin sözü geçerlidir ve cariyeye karşı, bir tazminat gerekmez.

Keza, bi'1-icma, bir adam kölesini azâd ettikten sonra: "Ben, senden, sen benim kölem iken, her ay başına vurulma diyeti aldım." der; köle de:  "Hayır,  sen, ben azâd olduktan sonra aldın."  derse; bu durumda da efendinin sözü geçerlidir ve ona, bir tazminat gerekmez.

Keza, bi'1-icma, bir adam kölesini azad eder ve bu köle, bir adama: "Ben, köle iken, senin elini kestim." der; o adam da: "Hayır, sen, azad olduktan sonra kestin." derse, bu durumda da ikrar edenin sözü geçerlidir ve ona karşı tazminat yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bir kimse, cariyesini azad ettikten sonra ona: "Bu çocuğu, senden, seni azad etmeden önce aldım." der; cariye de: "Hayır, sen beni azad ettikten sonra aldın." derse, bu durumda o çocuk cariyeye verilir ve o hürdür.

Şayet adam, "onu aldım." demiş olmasaydı, o çocuk cariyeye verilmezdi.

Eğer: "Ben, seni, o çocuğu doğurduktan sonra azad eyledim." •deseydi; cariye de: "Hayır, önce azad eyledin." deseydi; o takdirde, çocuk kimin yanında ise, onun olurdu.

Keza bu, kitabet hakkında da aynıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), Emâli isimli eserinde, şöyle buyurmuştur: Eğer çocuk, her ikisinin yanında ise, cariyenin sözü geçerlidir. Şayet  beyyineleri  varsa,   bu   durumda  da  cariyenin  beyyinesi geçerlidir.

Müdebbere de ise, efendinin sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesini azad ettikten sonra, bir adam, "o köleden, bin dirhem aldığım" ikrar eder ve "...o köle iken aldım." der köle de: "Hayır, sen beni azâd edildikten sonra aldın." derse; bu durumda kölenin sözü geçerlidir.

Kitabet de böyledir. Sonra, bu ikrar ve ihtilaf cereyan eder.

Şöyleki: Eğer adam, o köleyi satar; sonra da, bir adam, "ondan yüz dirhem gasbeylediğini" ikrar eder ve "bu işi, o önceki efendisinin kölesi iken yaptığını" söyler; ikinci efendisi de: "Sen, benim kölem iken gas-beyledin." derse, bu durumda, o yüz dirhem, ikinci efendinin olur.

Yaralamalar da böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse  "kasden,  filanın gözünü çıkardığını" ikrar eder; bundan sonra da göz çıkaran bu şahsın gözü çıkar ve gözü çıkarılan da:

"Sen, benim gözümü çıkardın,  senin de gözün gitti." derse, gözü çıkarılanın sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Ben, köle iken, hataen onun efendisini öldürdüm." dediğinde, hasmı: "Hayır, sen azad olduktan sonra öldürdün.'* derse; bir şey gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki müfâveda ortağından birisi, "ortak olmadan önce filan adama borcunun olduğunu" söyler; arkadaşı da bunu inkar eder; alacaklı ise: "Bu borç, ortak iken oldu." derse; ortaklar bu borcu, ikisi birden öderler.

Şayet, "ortak olmadan önce, ortağından hariç, borcu olduğunu" ikrar eder; alacaklı da, "ortaklıkta olduğunu" iddia ederse; yine bu borcu, hem ikrar eden, hem de ortağı öder.

Eğer, hepsi de "borcun ortaklıktan önce olduğunu" doğrularlarsa; bu durumda arkadaşının borcu, diğerinden alınmaz.

Şayet o iki ortaktan birisi ölür veya ortaklıktan ayrılırlar, sonra da onlardan birisi, "ortaklıkta iken, borçlarının olduğunu" ikrar ederse, sadece, onu ikrar eden şahsa ödemesi gerekir. Hâvî'de de böyledir.

Bir müslüman, "bir zimmiye, şarap veya domuz borcu olduğunu" ikrar eder ve söylediği bu şeyler de yanında mevcut bulunursa, ikrarı caiz olur.

Zimmî, müslüman için ikrarda bulunursa, o da böyledir.

Eğer, zayi olmuş şarabı ve domuzu ikrar ederse, ona bir şey gerekmez.

Şayet zimmi için irkarda bulunursa, o takdirde kıymetini alır. Eğer zimmî, müslüman olur, şarap veya domuzun da zayi olduğunu söylerse, müslüman ise, "onların o şahıs müslüman olmadan önce zayi olduğunu" söylerse, o zaman, kıymetini tazmin eder. (= Öder)

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kav­lidir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Eğer adam zimmi olur ve "şarabın zayi olduğunu" ikrar eder; diğeri de: "Ben harbi iken, sen zayi eyledin." veya "Sen harbi iken helak eyledin." der ve onun da daha önce harbi olduğu bilinirse, işte o yukarda açıkladığımız ihtilaf üzeredir. [15]

 

13- ŞİRKETİN İKRAR EDİLMESİ VEYA İKRAR EDİLMEMESİ, BİR KİMSENİN, KENDİSİNİN BİR BAŞKASI İLE ORTAK OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ VE BİR KİMSENİN BİR ŞEYİN KENDİSİNE VEYA BAŞKASINA AİT OLDUĞUNU İKRAR ETMESİ
 


Bir adam, yanında bulunan bir köle hakkında: "Filan adam, bu köleye ortaktır." derse; bu kölenin yansı, o adamın olur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.): "Bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Mikdarını nasıl açıklamışsa, o da, ikrar eylediği gibidir. buyurmuştur.

Şayet: "Filan adam, bu kölede, benim ortağımdır." veya "Bu köleye, filanla ben ortağız." veya "Köle, benimle onundur." derse; bu köleye aralarında yarı yarıya ortak olurlar.

Bu, eğer söz bitişik olursa, böyledir.

Bir kimse, bir başkası için: "O, kölenin onda birine, benim ortağımdır." derse; onun sözü geçerlidir.

Eğer: "Bu köle benimdir ve filanındır; üçte ikisi benim, üçte birisi filanındır." derse; dediği gibi olur.

Eğer, ikrar ederek: "Filan ve filan beraber ortaktırlar; işte bu köle, aralarında üçte birlidir." derse, İmâmeyn'egöre, bu durumda ikrar eden şahsın durumu açıklaması gerekir. Mebsüt*ta da böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)*in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam: "Şu adamın, bu kölede bin dirhemi var." der ve bu köle, böyle söyleyenin kölesi olur ve: "Bu, benim kölemdir. Ben bunu satın aldım; bunun için bin dirhem vardır." derse dediği gibidir.

Eğer: "Filan adamın, şu elbisede bin dirhemi vardır; kendisi de burada yoktur." derse, bu söz ortaklığa delalet etmez. Ancak, o adamın bin dirhem alacağı olmuş olur. Eğer: "Şu semer vurulan atta, onun bin dirhemi vardır." derse, işte bu söz, ortaklıktan başa bir anlama gelmez. Muhiyt'te de böyledir.

îki ortaktan birisi, ikrar ederek, bir bina hakkında: "Bizatihi evin birisi, diğerinindir." derse, bu ikrarı sahih olmaz ve aralarında taksim ederler.

Eğer o yer, kendi hissesine düşerse, ikrar edenle, ikrar olunan, ara­larında hakları nisbetinde taksim yaparlar. İkrar eden, o yerin haricinde. kalanı, yart yarıya alır.

Eğer, bir yolu veya bir duvarı ikrar ederse, bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise, evin yarısı ikrar olunanın olur, yansını da taksim ederler. Eğer ev, yüz arşın murabba (= kare) o ikrar olunan yer de, on arşın murabba ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ikrar olunana, o on arşın yer verilir. İkrar eden de geride kalanı bölüşür ve ona kırkbeş arşın yer düşer.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ikrar olunana beş arşın karesi darb olunur; ikrar edene de kırkbeş arşın kare isabet eder ve ikrar edenin nasibinin onda biri, ikrar olunanın olur.

Buna göre, o iki ortaktan birisi, evde bir yeri, diğerine biaynihî vasiyet eder ve kendisi de ölürse yine böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir hamama iki kişi ortak bulunduğunda onlardan birisi, "o hamam da, orta yerdeki bir odanın bir başka adama ait olduğunu"-ikrar ederse; bu ikrarı caiz olmaz.

Bu durumda ikrar olunan zat, ikrar eden şahsa, o odanın yarı bede­lini ödetir.

Ancak, bu şahıs hamamın yarısını veya üçte birisini ikrar ederse, bu ikrarı caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Gümüşle süslenmiş bulunan bir kılıca, iki kişi ortak bulunduklarında pnlardan birisi: "O gümüş hulliyatm, bir başka adama ait olduğunu" söylerse; bu ikrarı ortağı için caiz olmaz.

Bu durumda, kendisi için irkar olunan zat, o kılıcın hulliyatımn yarısının değerini, ikrar eden şahsa altın olarak ödettirir.

Keza bir kimse, "diğeri ile ortak olduktan evin, bir ağacının başkasına ait olduğunu" ikrar ederse; o ağacın değerinin yarısını, irkar eden şahıs, irkar olunana öder.

Keza duvardaki tuğlaların veya kubbedeki direğin başkasına ait olduğunu yahut kapının tahtalarından birinin, başkasının olduğunu irkar ederse, bu durumlarda ikrar eden, ikrar olunana, söylediği şeylerin kıymetlerinin yarısını tazmin eder. (= öder) Hâvî'de de böyledir.

İki kişinin ortaklaşa bir yükleri bulunduğunda onlardan birisi: "Onlardan, belirli bir elbisenin, bir adama mahsus olduğunu" söylerse; kendi hissesine düşen şey, o ikrar olunan şahsın olur. Mebsût'ta da böyledir.

Köle ve hayvan da böyledir. Hâvt'de de böyledir.

İki kişi bir daireye ortak bulunduklarında onlardan birisi: "Benim hissemden, evin onda biri filanındır." derse; bu caizdir. Bu daire ona taksim edilir; beşi ikrar edenin olur. O da: "Evin tamamının onda biri, filanın." dediği için, bu evin tamamının onda biri, o adamın olur. Bu durumda, onda dört hissesi de ikrar edenin olur.

Şayet: "Tamamının dörtte bîri, o adamındır. Geri kalan da ikimizin arasındadır." der; ortağı da kendi hissesini inkar ederse; daire onunla ikrar olunan kişi arasında beşe bölünür. Üç hisse ortağın, iki hisse de ikrar olunanın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki kişinin ortaklaşa bir yurdu bulunduğunda, onlardan birisi, belirli bir evi, bir adam için ikrar eder; ortağı da o evi inkar ettiği halde, başka bir evi ikrar eder; diğer ortağı da onu inkar ederse; o yurt, ara­larında yarı yarıya taksim edilir. Hangisinin hissesine, ikrar eylediği ev isabet ederse, onu, ikrar olunan zata teslim ader.

Şayet, hissesine o yer isabet etmezse, o evden kendisine isabet edeni, krar olunanla kendi arasında taksim eder; o taksimden geri kalan kısmı ia taksim ederler. Mebsût'ta da böyledir.

İki  kişi,  bir  yurda  ortak  bulunduklarında,  onlardan  birisi: "Buranın kendileri ile filan şahıs arasında üçte bir nisbeti ile ortak bir yer olduğunu" iddia eder; diğeri de,  "ikrar olunan zatla, kendileri arasında dörtte birle ortak olduklarını söylerse, bu durumda biz, ikisini müttefik olarak görürüz. Öyleki onlardan birisi inkar,.diğeri ikrar eder ve birbirini yalanlarsa, biz İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre deriz ki: "Dörtte birine ortak, diyene muvafakat ederiz. Ve bu yer yarı yarıya taksim edilir. Ve ikrar edenin elinde olan, kendi ile inkar edenin arasında taksim edilir.

Fakat, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, müttefekun aleyh olarak ikrar edenden, elinde olanın beşte biri alınır.

Câmiu'l-Kebir'in Şerhi Tahrir'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da böyle buyurduğu zikredilmişti.

Bir topluluğa aid olan bir yolun üzerinde, bir kap bulunduğunda, bu topluluktan birisi "oranın, bir adamın yolu olduğunu" ikrar ederse; ortaklara karşı bu ikrarı caiz olmaz. İkrar olunan şahsın da, o yoldan geçmesi, o yol taksim edilene kadar— caiz olmaz.

Şayet taksim sonu, o yol ikrar edenin hissesine düşerse, o zaman, o adamın, o yoldan gitmesi caiz olur.

Şayet, başkasının hissesine isabet ederse, —ikrar edenin hissesine karşılık olarak— ikrar olunan şahsın olur. Hâvî'de de böyledir.

Üç kişinin ortak bulunduğu bir kanalın, "onda birinin bir başkasına ait olduğunu" bu ortaklardan birisi ikrar ederse; işte bu, iki vecih üzeredir.

1) Eğer onun için, onda birini ikrar ederse; geride kalan, aralarında üçe bölünür. İkrar edenin elinde olan üçte bir, kendisi ile ikrar olunanın arasında dörde bölünür; bir bölüğü ikrar olunanın olur.

2) Şayet, "kanalın tamamının, üçte birinin kendisine ait olduğunu" iddia ederse; ikrar eden şahsın elinde olan, on üçe bölünür; üç bölüğü ikrar olunanı, on bölüğü ise ikrar edenin olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Üç kişi ortak bulunduğu pınar da böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde nakledildiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

İki adamın elinde bir ev bulunduğunda, onlardan herbirisi» "Bu evin yarısının kendine ait olduğunu" ikrar eder ve her biri onu iddia ederse; bu durumda, bu ortaklardan biri, evin yansını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adam,   "yanında bulunan  kölenin yarısının,   fülana  ait olduğunu" ikrar ettikten sonra: "o benimle başka filanın arasındadır." daha sonra da: "o benimle, daha başka filanın arasındadır." der ve hakime dava açarlarsa, o zaman hakim, yarısını öncekine hükmeder; ikinciye dörtte birini, üçüncüye ise sekizde birini hükmeder. İkrar edenin yanında ise, sekizde birisi kalır.

Keza ölüye karşı böyle ikrar ederse, o varislerinin olur. Hâvî'de de böyledir.

İki adamın ortak bulunduğu bir kesede bin dirhem bulunduğu zaman,   bu   ortaklardan   birisi,   "onun   yarısının   başka   birine   ait olduğunu" söyler ve eğer "yarısı senin." der; o da susar; diğeri ise, bunu inkar ederse; işte bu durumda, kendisi için ikrar olunan şahsa, ikrar edenin yanında bulunanın üçte biri vardır.

Eğer: "Yansı senin; yarısı da benimle ortağımın." derse, dediği gibi olur.

Şayet: "Bu kese benimle senin aranda yarı yarıyadır." derse; yanında bulunan şeye yarı yarıya ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu ortaklardan birisi: "Yarısı onun, yarısı da benimdir." der; diğeri de: "Üçte biri onun, üçte ikisi de benimdir." der; önceki de bunu tasdik ederse; bu durumda ikinciden onun elinde bulunanın üçte birini alır. Ve onu, öncekinin elinde olana ilave eder ve yarı yarıya taksim ederler.

İmâm Muhammen (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İkincinin elinde olanın beşte birini alır. Ve öncekinin elinde olana ilave eder ve aralarında yarı yarıya bölüşürler.

Eğer adam, hepsini iddia ederse; ikrar olunan adam, her birinden, ikrar eyledikleri kadarını' alır.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir.

İmâm Muhatnmed (R.A.)'e göre ise, "Üçte bir ikrar eden"den, elinde olamn beşte birini alır; "yansını ikrar eden" de beşte ikisini alır. Kâfi'de de böyledir.

Şayet, bu ortaklardan birisi, ikrar ederek: "Üçte biri filanın üçte ikisi de benimdir," der; diğeri de: "Üçte ikisi onun, üçte birisi de benimdir." derse ve o filan da, kesenin kendisinin olduğunu sanarsa, üçte biri ikrar eden şahıstan elinde olanın beşt birini alır. Üçte ikisini ikrar edenden de beşte üçünü alır. Bu, ikrar olunan şahıs, onları yalanladığı zaman böyledir.

Eğer, iksini de doğrularsa; "üçte ikisini ikrar eden" şahıstan elinde olanın beşte üçünü alıp ikincinin elinde olana ilave eder ve üçe taksim ederek üçte ikisini ikrar eden alır; üçte birini de ikrar olunan alır. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.

Üç kişinin, ortak bir keseleri (=  para çantaları) olduğunda, onlardan birisi, "kendi hissesinin, dörtte üçünün ortağına ait olduğunu söyler; dörtte birinin de kendinin olduğunu ikrar eder; diğeri de ikrar olunanı altıda beşi olduğunu, altıda birinin de kendisine ait olduğunu ikrar eylese; ikrar olunan şahıs ise hepsini iddia ederse bu durumda her birinden, ikrar ettiklerini alır.

tmâm Muhammed (RkA.)'e göre, "dörtte üçünü ikrar eden"den, onun hissesinden beşte ikisini, alır; diğerinden ise beşte üçünü alır. Kâfi'de de böyledir.

Şayet, onlardan birisi: "Gerçekten yabancı birinin benim hissemin üçte birisi vardır; benim ise üçte ikim, vardır." der; diğeri de: "Benim hissemde yarısı vardır; yarısı da benimdir."; üçüncüsü de: "Üçte ikisi onun, üçte birisi benimdir." der; yabancı da: "Hepsi de benimdir." derse; "üçte bir ikrar eden" den hissesinin yedide birini alır. "Yansını ikrar eden"den yedide ikisini alır. "Üçte ikisini ikrar eden'Men de, yedide üçünü alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir   adam;   elinde,   içinde   bin   dirhem   bulunan   bir   kese bulunduğunu da, "onun filan ile yarı yarıya —ortak— olduğunu" ikrar edip, yarısını ona verdikten sonra , yine ikrar ederek, "o keseye, kendisi ile başka birinin, yarı yarıya ortak olduklarını" söylese; işte bu, iki vecih üzeredir.

Önceki adama ya hakimin hükmüyle vermiştir veya hükümsüz vermiştir.

Birinci halde, elinde kalanın yarısını, ikinci adama verir. Bu miktar ise, kesede olanın dörtte biridir.

İkinci vecihte ise, elinde olanın yarısını verir. Bu, bütün alimleri­mizin görüşüdür.

Şayet, ikinciadama yansını ikrar etmez de, üçte birini ikrar eder ve "Kese benimle senin arandadır ve öncekinin arasındadır." der; ikinci adam da biriniciyi yalanlarsa; öncekine de hakimin hükmüyle verirse, işte o zaman, elinde kalanın yarısını verir.

Eğer öncekine hükümsüz vermişse, ö zaman tamamının üçte birini verir.

Eğer öncekine hakim hükmetmeden, yansını ikinciye de hükümle üçte birini verdikten sonra da, *'ikinci adamın, dörtte birine sahip olduğunu" ikrar eder; önceki de, onu yalanlar; ikinci de üçüncüyü yalanlar; üçüncü de, öncekileri yalanlarsa, işte o zaman, adam elinde olanın altıda birini üçüncü adama verir. Malından da altıda birin yarısını, borçlu olur ki bu kesede olanın dörte birisi olsun.

Şayet, hakimin hükmü ile öncekine yarısını vermiş; dörtte birini de —yine hakimin hükmüyle— ikinciye vermişse; sonra da üçüncüye ikrar etmişse, elinde kalanın yarısını verir ki, o da, sekizde birdir.

Eğer hükümle, öncekine yarısını verir; dörtte birini de ikinciye hü­kümsüz olarak verir; sonra da üçüncüye ikrar ederse; ona da kesede olanın altıda birini verir ve ona, altıda birin yarısı (on ikide biri) kalmış olur.

Eğer birinciye, —hükümsüz olarak— yansını verip; İkinciye de —hüküm ile— üçte birini verdikten sonra, üçüncüye ikrarda bulunursa; onuda ^üçüncüyü de— birinci doğrular, fakat bu ikinciyi yalanlarsa; üçüncü adam da, birinciyi doğrular, ikinciyi yalanlar; ikinci ise, ikisini de yalanlarsa, bu durumaa Üçüncü, ikrar edenden elinde olanın yarısını alır ve öncekinin elinde olana ilave eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyasına göre yarı yarıya taksim ederler.

İmâm Muhammed (R.A.) ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayetle: "Elinde olanın üçte birini alır; sonra da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un dediği gibi yapar." buyurmuştur.

Şayet, hükümsüz olarak, ikinci adama üçte bir verir; sonra da üçüncüye ikrarda bulunursa, mes'ele kitapda söylendiği gibidir. O tak­dirde, üçüncü, ikrar edenden tamam malın sekizde birini alır. O da, —adamın elinde olanı önceki adamın elinde olana ilave edip yarı yarıya taksim etmeleri ile— dörtte üç eder.

Ebû   Bekir   el-Cessâs,   Ebû   Said   Berzeî'nin   şöyle   dediğini nakletmiştir:

Bu kavil, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

Fakat, İmâm Muhammed R.A.)*in kıyasında, tam malın onda birini alır; o da, beşte üçtür yani elinde olanı birinci adamın elinde olana ilâve eder ve onu yarı yarıya taksim ederler.

Eğer ikrar eden, önceki adama, —hakimin hükmüyle— yarısını verdikten sonra, ikinci ve üçüncü adamlara birlikte ikrarda bulunur; önceki adam da üçüncü hakkındaki ikrarı doğrular ve ikinci hakkındaki ikrarı yalanlarsa; o takdirde, üçüncü adam ikrar edenin elinde bulunanın dörtte birini alır ve birincinin elinde olana ilave eder ve onu yarı yarıya taksim ederler.

İşte bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, üçüncü adam, ikrar edenin elinde olanın beşte birini alır. İkinci adam da ikrar edenin ikrar eylediğini alır önceki adamın doğrulamadığı, bütün malın dörtte birini alır. Huseyrî'nin Tahrîri'nde de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende ve filanda bin dirhemi vardır." der; diğeri de bunu inkar ederse, ikrar eden şahıs, bu bin dirhemin yarısını öder.

Keza, ariyeti, borcu, mudarebeyi, hataen adam öldürmeyi, kasden veya hataen yaralama yapmayı ikrar eder ve kendisiyle birlikte, bu işi iki kişi ile yaptığını söyler ve onları da belirtir,'onlar ise, bunu inkar eder­lerse; üçte birini kendisi öder.

Keza, ticaretten men edilmiş bir köleyi veya sabiyi, harbiyi, ölüyü yahut tanınmayan bir adamı söylerse; işte o zaman, ikrar eden hissesine düşeni öder. Hâvî'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Filanın, bizde bin dirhemi vardır." der ve kendi ile birlikte kimseyi söylemez; sonra da: "Ben, benimle filanı, filanı kas-deyledim." derse; alacaklı da alacağın tamamını, ikrar edenden dava ederse, bu durumda o bin dirhemin tamamını ikrar eden şahsın kendisi öder.

Keza, eğer: "Filanın, bizde bin dirhemi vardı." der ve kendisi ile iki başka kimseyi de işaret ederse; bu durumda da borcun tamamını, ken­disinin ödemesi gerekir.

Keza: "Filanın, bizim tamamımızda bin dirhemi vardır." der veya ".. .tamamımızda''   derken,   kendisiyle  birlikte  bir   topluluğa  işaret ederse; işte o zaman, bin dirhemden kendi hissesine düşeni öder.

Eğer: "Filan adamın, bizden bir adamda, bin dirhemi vardîr." derse; bu durumda kendisine, bir şey lazım olmaz.

"Bizden iki kişi üzerinde, vardır." derse yine bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Keza:  "Ey filan, sizin bende bin dirheminiz vardır." derse; tamamını öder.

Keza: "Siz, ey filan, bende bin dirheminiz var." derse; tamamını öder. Keza: "ey filan, ikinizin benim üzerimde bin dirhemi vardır." derse; onlardan birisine yarısını öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet: "Biz, filandan, bin dirhem borç aldık, (veya emanet aldık) ariyet aldık. Ondan gasbeyledik)." derse; bu şahıs, o şeyin tamamını kendisi öder. Kendisi ile birlikte başkasını kasdetmesi kabul edilmez.

Eğer; "ben ve filan, filandan gasbeyledik; yüz dirhemi zoraki aldık." derse; bu durumda yarısını vermesi lazım olur.

Ancak: "Filan adam, benimle oturuyordu." demesi hali buna muhaliftir; o takdirde tamamını kendisi öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek "kendisi ve filanın, kasden birinin elini kestiklerini" söyler; o filan da bunu inkar eder; talip de "o, yalnız ikrar eyledi" diye iddia ederse; bu durumda kıyasa göre bir şey gerekmez.

Fakat biz, burada kıyası bırakır ve o adamın, elin yarı diyetini vermesini, hak kabul ederiz. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam ölüp, iki kardeşi kaldığında, onlardan birisi, "kardeşi olduğunu," diğeri "kardeşi olmadığını" irkar ederse; bu durumda ikrar eden kardeş ikrar olunan şahsa —alimlerimize göre— verilmesi gereken malın, yarısını verir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Kardeşlerden biri "Benim yanımda babamdan miras yoktur." demiş olsa, diğer kardeşi de, "ikrar eden o şahsın babasının oğlu olmadığını" söyleyerek: "Ölenin oğlu benim." dese; veya bir kimse, diğer bir adama: "Senin kız kardeşin öldü; o, benim karımdı; şu malı, benimle senin aranda miras olarak terketti." dediğinde diğeri: "Onun tamamı benim; çünkü, o senin karın değildi." dese; birinci mes'elede malın yansı ikrar edenindir. İkinci mes'elede ise, kardeş malın tamamını alır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, malın yarısını alır. Kâfi'de de böyledir,

Bir kadın,  "kocasına varis olduğunu" ikrar ettikten sonra, kocanın kardeşi: "Sen, kardeşinin karısı değilsin." derse; bu durumda malın, tamamı, İmâm Muhammed (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'e göre kardeşin olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, dörtte biri kadının, kalanı kardeşin olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

İbnü Semâa, İmam Muhammed (R. A.)'e yazarak, şöyle sormuş: — Bir adam, iki adama: "İkinizin, bende bana birlikte sattığınız

kölenin bedeli olarak bin dirhemi vardır." der; onlardan birisi, bunu doğrular; diğeri de: "Benim sende, müşterek olarak verdiğimiz borçtan dolayı, beşyüz dirhem alacağım vardır." derse, durum ne olur?

imâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e ve Eblû Yûsuf (R.A.)'un kıyaslarında uygun olanı, onlardan hiçbirisinin bir şey almamalarıdır. Ancak diğeri ortak olur. Ancak, bana göre, onlardan birisi alır; diğeri, —ortaklığını yalanlarsa— ona ortak olamaz.

Bir adam, iki kişiye: "Ben, sizin babanızdan, bin dirhem gasbeyledim. Sizden başka da onun varisi yoktu." dediğinde, onlardan birisi, bunu doğrular, diğeri de: "Benim, senin üzerinde, verdiğim borçtan dolayı beşyüz dirhem alacağım vardır. Sen, benim babamdan, bir şey gasbetmedin." derse; İmâm Muhammed (R.A.): "Onlardan hiç birisi bir şey alamazlar. Ancak, onun kardeşi, o mala ortak olur." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.[16]

 

14- SARİH BİR İBRA'IN BULUNUP BULUNMADIĞININ İKRAR EDİLMESİ
 

Bir kimse, ikrar ederek: "Nefse kefalet, kısas kazf haddi, bir şey bedeli, verilmesi gereken borç, ücret, bedeli gereken mehir, cinayet sebebiyle olan diyet, tazminatı gereken gasb, emanet vedia, ariyet, icare gibi, mal olan ve olmayan bütün haklar beraet altına girmeden önce, filanın hakkı yoktur. Benim de filanda hakkım yoktur." derse, bu durumda emanet hariç, hepsi de bu sözün zımmna dahil olur.

Saye: "Filanda, benim hakkım yok. derse; işte o zaman, bu söze emanet de dahil olur; tazminati gereken şey ise dahil olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "O, benim onda olan malımdan beridir." derse; bu durumda borç bağışlanmış olur.

Şayet: "Yanında olan malımdan beridir." demiş olsa, aslı emanet olan mal bağışlanmış olur. Aslı gasb veya tazminati gereken bir mal ise, bağışlanmış olmaz.  

Eğer: "Önceki olan malımdan beridir. (- kurtulmuştur.)" derse; bu durumda, muhatabı hem tazminattan hem de emanetten kurtulmuş olur.

Şayet, bundan sonra bu alacaklı iddiada bulunursa, iddiası kabul edilmez.

Alacağın beraattan sonra olduğunu şahitle isbat eder; veya tari­hiyle, beraattan sonra olduğunu kanıtlarsa, o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer vaktin tarihi yok ve dava mübhem ise, bu dava kiyasen kabul edilir; istihsanen ise kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, eğer: "Benim bir ferdde borcum yoktur." der; sonra da bir adama karşı alacak iddiasında bulunursa, bu sahih olur.

İbnü Riistem'in Nevâdiri'nde, nakledildiğine göre, İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse: "Bütün insanlara karşı benim borcum vardır." derse; bu şahıs o borçtan bendir. Ancak, onlardan biaynihî birisi, alacak isterse o müstesnadır.

Keza: "Bütün malımı insanların borcuna karşı verdim." derse, bu sahih olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Gerçekten filan adam, daha önce, bütün hakkından beri oldu.  (-   vaz geçti.)"  der;  sonra da:  "Haklarının bazısından, hakkından vaz geçti." derse; bu şahsın sözüne inanılmaz.

Keza: "O, daha önce olandan beridir." veya "Önce olan malımdan beridir." yahut: "'Onda olan alacağımdan beridir" veya "Onda olan hakkımdan beridir." derse, bu beraate, haklarından olan, kefalet, kısas veya diyet lazım olan cinayetler dahil olur. Çünkü, bunların cümlesi hakdir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir alacaklı: "Ben, filan adamda olan alacağımdan beri oldum" veya "Onda olan alacağım, helal olsun." derse, işte bunlar, borçlu için beraat olur.

Eğer: "Oniın, üzerinde bulunan malımı, ona bağışladım." derse, o adam, borçtan beri olur.

Eğer huzurda olur da: "Ben bağış kabul etmem." derse, veya hazırda olmadığı halde, durum ona ulaşınca: "Ben, kabul etmem." derse; bu durumlarda borç, üzerinde baki kalır.

Şayet bağış reddetmeden ölürse; borçtan beri olmuş olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir alacaklı, ikrar ederek: "Gerçekten filan adam, bana olan borcundan beri oldu." derse; işte bu ikrar, alacağını almak yerine geçer. Mebsût'ta da böyledir.

İkrar ederek: "Filan adamla beraber, bana borcu yoktur." derse, bu durumda beraet, alacaktan değil, emanetlerden olur. Muhıyt'te de böyledir.

İkrar ederek:  "Filan adam tarafından, onun için had cezası yoktur." der; o adam da hırsızlık iddiasında bulunursa, eli kesilir.

Eğer: "Filan adam tarafından, bende diyet yoktur." derse; o zaman, hata, sulh, kefalet diyeti iddiasında bulunamaz.

Şayet: "Filan adam tarafından, bende yaralama diyeti yoktur." derse, bu durumda ister hata ister kasıd olsun yaralama diyeti bağışlanmış olur. Fakat, ölüm diyeti bağışlanmış olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İkrar ederek: "Onun için, kısas yoktur." derse; bu adam had ve hata iddia etme hakkına sahiptir.

Keza ikrar ederek: "Hataen yaralama diyeti yoktur." dediği halde, kasden yaralama diyeti iddia etse, buna hakkı vardır. Bu durumda isterse, kısas da yaptırır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Filan adam tarafından, onun için, kan yokdur." derse, işte o zaman, ne kasden, ne de hataen olan kan için, iddia da bulunamaz. Kanın haricinde olan cinayetler için, iddia edebilir. Hâvî'de de böyledir.             

Şayet ikrar ederek: '-'Filan tarafından, onda bir hak yoktur." der; ,sonra da, kazf haddi veya sirkat haddi iddiasında bulunursa; bu husus­taki beyyinesi kabul edilmez.

Ancak, bu fiilin, berattan sonra yapıldığım isbat ederse, o müstes­nadır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Ancak, filanın kazfinden beridir." der; sonra da onda kazf   cezası   talebinde   bulunarak:   "Daha   önce   söylediğim   sirkat cezasından beridir." derse; tazminat ve ei kesme cezası uygulanmaz. Serahsî'nin MuhiytTnde.de böyledir.

Bir adam: "Benim, bilerek, filan adamda bir hakkım (alacağım) yoktur." der; sonra da belirli bir hakkının olduğunu isbat ederse bu beyyinesi kabul edilir. Önceki sözünden dolayı beraet vaki olmaz.

Keza: "Benim bilgime (veya inancıma, zannima re'yime, görüşüme, hisabıma veya kitabıma) göre filanda bir hakkım yoktur." der; sonra hakkının olduğunu isbat ederse; hakkım alır.

Şayet: "Gerçekten ben bildim ki, filanda bir hakkım yoktur, (veya onu aldım.)" derse, bu şahsın, —hakkının olduğuna dair— sonradan getireceği beyyinesi kabul edilmez. Havî'de de böyledir.

Eğer: "Filandan bir şey alıcı olmadım." der; sonra da bu hususta beyyine ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilir. Önceki sözü geçersizdir. Keza: "Filandan beri oldum." veya "Filan benden beridir." derse, bu söz, kendi hakkından beraat olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Onun yanında bulunan evde, benim bir şeyim yoktur." derse, bu davası kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: "Ben, şu evden beriyim. (- uzağım)" dedikten sonra, onu iddia eder veya beyyine ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilmez.

Ancak, beraattan sonra vaki olan bir hak iddiasında olursa, o tak­dirde, beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Ben, bu evden çıktım." derse; bu bir ikrar sayılmaz. Eğer: "Ben, bu evden, yüz dirheme karşılık çıktım." veya "Ona karşılık, yüz dirhem aldım." derse; işte bu ikrar sayılır. Artık o evde, bir hak sahibi olamaz.

Bu, hayvan arazi, alacak hakkında olduğunda iddia edilen de, bunu inkar ederek: "Sen, benden gasben yüz dirhemi aldın." derse; buna karşı yemin verilir. Yemin ederse, yüz dirhemi geri alınır. İkrar eden de, ona karşı dava edebilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Ben, bu köleden beriyim (- uzağım)" der; sonra da onu iddia eder ve beyyine de ikame ederse; bu beyyinesi kabul edilmez.

Keza: "Ben, bu köleden çıktım." veya "Bu köle, benim mül­kümden çıktı." veya: "Elimden çıktı." der; sonra da —kendisinin olduğuna dair— beyyine ikam ederse, bu beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Bu köle senindir." der; sonra da: "Benim değildir." der; bilahare de: "Belki de benimdir." derse; o köle, onun olmaz.

Bu durumda beyyine ikame eylese, o da kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Filan adamın, bende bin dirhemi vardır." der; o adam da: "Sende, benim bir şeyim yoktur." derse; bu durumda öncekinin ikrarı reddedilir.

Şayet ikrarını tekrarlar, ikrar olunan da: "Evet." derse; bu durumda borcunu öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer, ikrar ederek: "Bu cariye filanındır; ben ondan zoraki aldım." der; o filan da: "bu cariye, benim değildir." derse; ikrarı batıl olur.

Şayet ikrarını tekrarlar ve ikrar olunan da bunu kabul ederse, bu durumda cariye, ikrar olunana verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Birşbin Velid,İmâmEbûYûsuf(R.A.)'unşöylebuyurduğunurivayetetmiştir:                                                               .

Bir adam: "Ben, sende olanımdan beri oldum." dediğinde, diğer şahıs da ona cevaben: "Gerçekten senin bende bin dirhemin vardır." der; önceki de: "Doğru söyledin." derse; bu durumda borçlunun, kıyasen—bin dirhemi ödemesi gerekir. İstihsanen ise, ondan beri olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, başka bir adamda, bin dirhemi olduğuna dair iki şahit getirir; borçlu da, "o bin dirhemden vaz geçtiğine dair" iki şahit getirirse ve bu durumda borç tarihli olur ve bu tarih de beraatten Önce bulunursa, o beraat etmiştir. Eğer borç, beraattan sonra ise, yeniden beraat gerekir.

Şayet tarih, beraattan evvel ise, mal ile hükmedilir.

Eğer her iki taraftada tarih yoksa, yine beraatla hükmedilir.

Eğer alacaklının da, vereceklinin de tarihleri aynı ise, borcun tarihi olduğu halde beraat tarihi yoksa veya beraat tarihli de malın veriliş tarihi yoksa; yine beraatla emredilir.

Bir adamın, diğerine karşı iki senedi (yazılı kağıdı) bulunur; her birinde de bin dirhem alacak yazılı-olur ve her ikisinin de tarihleri ayrı ayrı olur; borçlunun elinde olan senedin birinde,  "bin dirhemden beraatı" ikinci senedde ise, "beşyüz dirhemden beraatı." yazılı olur ve borçlu: "Senin bende, bin dirhemin vardı. Sen ise, benden bin beşyüz dirhem aldm." der; alacaklı da: "Benim, sende ikibin dirhemim vardı; ben, senden hiç bir şey almadım." derse; gerçekten borçlu bin beşyüz dirhemden beri olur. Ve alacaklı, beşyüz dirhemi için borçluya başvurur.

Tamamı ise iki bin dirhemdi. (Ve binbeşyüzünü almış olduğu anlaşılmış oldu.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.[17]

 

Bu Konu İle İlgili Mes'eleler
 
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

"Bir adamın elinde bir ev bulunduğunda, o ikrar ederek: "Bu ev filanındır; benim bunda bir hakkım yoktur." der; ikrar olunan şahıs da: "Bu ev, kat'iyyen benim değildir. Fakat o, filan adamındır." der ve bu sözüyle, üçüncü bir adamı kasdederse; üçüncü adam. da bu sözü doğrularsa; işte bu takdirde, hakim evi üçüncü adama hükmeder.

Eğer, önceki ikrar eden, sözüne bitişik olarak: "Fakat, bu filanın." der ve kat'iyyen benim hakkım yoktur." derse, bu böyle olur.

Şayet sözünün arasını açarak söylerse, böyle olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "başkasında alacağının olduğunu" ikrar eder; o adam da "borcun başkasına ait olduğunu" söyler, o söylenilen adam da, bunu doğrularsa, sahih olur. Ve bu alacağı almak birinci adamın hakkı olur. İkinci adamın hakkı olmaz.

Şayet, bu durumda üçüncü şahıs borcunu ikinci şahsa ödese, yine borçtan beri (= kurtulmuş) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Filanda olan bin dirhem filanındır; benim değildir." der; o filan da: "Benim, filana borcum yoktur." derse; bu durumda borçlu, borcumdan beri olamaz.

Şayet ikrar olunan şahıs: "Benim filana bir şey borcum yoktur; ben ondan beriyim." derse; yine borçtan beri olmuş olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hişam, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Elinde bin dirhem bulunan bir kimse, diğer bir şahsa: "Bu bin dirhem senindir; kardeşinden miras kalmıştır." der, kendisi için ikrar olunan şahıs da: "Bu başka bir adamındır; onun kardeşinden miras kaldı." derse; İmâm: "O bin dirhem, —eğer sözler bitişik söylenrhişse— ikinci ikrar olunana verilir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir. [18]

 

15- İKRAH (= ZORLAMA) İLE YAPILAN İKRAR

 

Bir adam, zorlanması neticesinde: "Filan adamın, filan adamda bin dirhemi vardır." der; alacaklı da: "O doğru söyledi." der; ve bu durumda, kendisinin borçlu olduğu ikrar olunan zat, mukırhn zoraki söylemediğini irkar ederse; bu durumda borcunu öder.

Yok, "eğer, onu zoraki söylediğim" ikrar ederse, birşey gerekmez.

Keza: "Şahit olunuz; gerçekten filana bin direm borcum vardır; yalan şahitlikle; .batıl ve yalanla..." der; o filan da bunu doğrularsa; hiç bir şey gerekmez.

Şayet: "Malı doğruladı. Fakat, "yalan şahitlerle ve batıl olarak..." sözü yalandır." derse; bin dirhemini ondan alır.

Buna göre, bir adam "Zor karşısında, evini bir adama, bin dirheme sattığını" söyler ve "zoraki olarak sattığı" yalana çıkarsa, bu durumda o şahıs, evini satmış olur.

Şayet, söylediğinin tamamı doğrulanırsa, işte bu durumda satış, batıldır. Onu doğrulamak, şayet bir şey tahsis olunmazsa bütününü doğrulamaktır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim, sende bir hakkım yoktur ve şahit ol ki senin bende bin dirhemin vardır." der; diğeri de: "Evet, senin bende bir hakkın yoktur." der; sonra da: "Onun için, bin dirhem borcum olduğuna şahitlik ederim." der, bunları da şahitler tamamen duyarlarsa, bu durumda bu söz, geçersizdir; bir şey gerekmez. Bu hususta, şahitler de dinlenmezler.

Şayet: "Şahit ol, benim sende bin dirhemim vardır. Batıl üzeredir." veya "Sen, ondan beri oldun." derse yine yapılacak bir şey yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kadına: "Ben seni, bin dirhem mukabili mehirle nikahlamaya şahid oluyorum." der ve zorlama da bulunur; kadın da: "Olur, yap ve böyle yap." der; şahitler de bu duruma şahit olurlar; sonra da adam: "Ben onu bin dirheme nikahladım; o da bu nikaha razı oldu." derse; işte bu nikah caizdir.

Köle azad etme; karı boşama; mal mukabili karı boşama ve alın­ması gereken bir hak hakkında da, bu durum caizdir.

Yalnız bu veçhile yapılan kitabet caiz olmaz. Bu, satım yerinde olduğundan, geçersizdir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, bir kadına: "Ben, senin(n mehrini) gizlice bin dirhem (olarak) tayin ettim; fakat, onu iki bin dirhem olarak açıkladım; sen buna şahit ol; mehrin bin dirhemdir." der; veya gizlice bin dirheme sözleştikleri halde, yüz dinar diye açıklarsa, kadına, her iki halde de nıehr-i misil gerekir.

Bu hal, bin dirhem ve yüz dinar hakkındaki satışda olursa, kıyasen bu satış batıl; istihsanen ise, sahihdir.

Şayet, bin dirhemle, iki bin dirhemde olursa, İmam Ebû Yûsuf (R.A.): "Ben, Ebû Hanîfe (R.A.)'den bu satışın, ikibin dirhem üzerine olduğunu öğrendim." buyurmuştur.

Bunu, Muaila'da İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den böylece naklettiğini, söylemiştir.

İmlâ kitabında, İmâm Muhammed (R.A.) de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)den rivayeten, "Satışın bin dirhemede sahih olduğunu" bildirmiştir.

Bu kavil, İmâmeyn'in de kavlidir. Mebsût'ta da böyledir. [19]

 

16- NİKÂH, TALÂK VE KÖLE AZAD ETME HUSUSUNDAKİ İKRAR
 

Bir adam, sıhhatli veya hasta olduğu halde, "bin dirhem mehirle bir kadını nikahladığını" ikrar eder; sonra da bunu inkar ederse; kadın da onun sağlığında veya Ölümünden sonra, onun ikrarını doğrularsa; bu durumda kadın doğrulanır ve miras ve mehir hakkına sahip olur. Ancak, mehri, mehr-i misilden fazla olursa, o fazlalık batıl olur.

Adam hasta olur, kadın da kendisinin sağlığında ve hastalığında ikrar ederek: "Gerçekten filan, beni şu kadar mehirle, nikahladı." der; sonrada bunu inkar ederse; eğer kocası onun ikrarını sıhhatli iken doğrularsa, nikah sabit olur.                                      

Şayet o öldükten sonra doğrularsa, nikah sahih olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Onun mirasından, kocasına gitmez.

Diğer iki İmama göre, nikah sabit olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam: "Ben, filaneyi nikahladım ve inşaallah dedim." derse; bu ikrar, bir şey değildir.

Belki de bu, bir inkardır.         .

Hatta "Bu inşaallah, benim decjiğim gibidir." derse; bu durumda, —o hususta kocanın sözü geçerlidir.

Bir adam, bir kadına: "Ben, seni dün nikahlayacak değilmi idim?" derse; böyle söylemekle, nikah yapılmış sayılmaz.

Ancak: "Seni dün, ben nikah yapmamış mıydım?" der; kadın da: "Evet yapmıştın.'* derse; işte bu, nikah için ikrar olur. Buna binaen, eğer istifham nefi üzerine dahil olursa işte bu isbat olur. Bu, sanki "ben seni dün nikahladım." deyince, "evet." cevabı verilmiş manasına gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza: "Ben, seni dün boşamış olmadım mı?" diyen kocaya kadın: "Evet'* derse, işte bu da boşamayı ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse bir kadına: "Ben, seni dün nikahladım." der; kadın da: "Hayır." der; sonra da: "Evet" derse; bu durumda kocaya, nikah lazım olmaz.

Şayet, kadına: "Ben, seni dün boşamadan mı?" derse, işte bu hem nikaha, hem de talaka ikrar olur.

Eğer: "Ben, seni dün boşadım mı?" derse; işte bu, nikahı ikrar olduğu halde, talaka ikrar olmuyor. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, erkeğe: "O beni boşadı." deyince, bu, nikahı ikrar oluyor. Keza: "Beni, bin dirhem mal mukabili boşadı." derse; bu nikaha ikrar oluyor. Keza: "Beni, dün bin dirhem karşılığında boşadı." veya "Bin dirheme karşılık mal mukabili boşadı." veya: "Sen, benden müzahirsin." dedi derse; bunların hepsi nikaha irkar oluyor.

Şayet,   bir   erkek   kadına:   "Ben,   senden   ayrıldım."   veya "...müzahir oldum." derse, bu da nikahı ikrardır.

Eğer: "Sen, bana anamın sırtı gibisin." derse; bu nikahı ikrar olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam, kadına: "Benden, mal mukabili boşan." derse; işte bu nikahı ikrar olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kadın: "Beni boşa." deyince, kocası da: "Serbestsin." veya "Emrin elinde." dese veya susup bir şey söylemese; işte bu erkek tarafından nikahı ikrar olur.

Şayet, kadın talaktan bahsetmeseydi bunlar nikahı ikrar olmazdı. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer bir adam, karısına: "Sen boşsun." derse, işte bu, nikahı ikrar olur.

Şayet: "Vallahi ben, seni kabul etmiyorum." derse; bu, nikahı ikrar olmaz.

Keza: "Sen, bana haramsın.' ' veya "hainsin.'' veya ' *.. .ayrılmışsın/' derse, bu sözler nikahı ikrar olmaz.

beni boşamatlın." veya "Başkası beni nikahladı ,ve bana cima eyledi." derse, gerçekten ~bu kan-kocanın araları ayrılır ve kadına mehrinin yarısı verilir. Duhûlden sonraki nafakası da verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın: "Kendisinin, kocasının kardeşi olduğunu ve kendi­sinin, onun babasının kızı olduğunu" ikrar eder; bunu da kocasının babası kabul ettiği halde» kocası yalanlarsa, bu durumda hakim, onların aralarını ayırır.

Bilinen iki kız kardeş cariye olurlar ve bir adam onlardan birisini nikahlar;   diğer   kız  kardeşi  de   "onun   kocasının  babasının   kızı," olduğunu irkar eder; ikrar olunan zat ta bunu kabul ederse; kız kardeşi ile onun kocası bunu yalanlasalar bile, bu durumda hakim, onların ara­larını ayırır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adamın   bir  cariyesi  olduğunda,   bu ,adam,   "ona  cima eylediğini" ikrar eder ve bu cariyeyi de o adamın babası veya o adamın oğlu satın alırsa, onların bu cariyeye cima yapmaları helal olmaz.

Keza, baba cariyesine cima eylese veya oğul cima eylese; eğer güve­nilir kişi iseler, sözlerine inanılır. Şayet yanında iken cima eder, sonra da onu azad eder; bilahare de onu, oğlu nikah ederse; bu durumda babanın sözüne inanılmaz; nikah kıyasen caiz olur; istihsanen aralan ayrılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hür mü, cariye mi olduğu belli olmayan bir kadın: "Filanın cariyesi olduğunu" söylerse; onun bu sözü doğrulanır ve cariyeliği kabul edilir.

Bu durumda kendisi ikrar olunan şahıs o cariyeye istediğini yapa­bilir.

Bu cariyenin yalan söylediği bilinse bile, yine o şahsın cariyesidir. O şahıs isterse azad eder; isterse, hizmetinde kullanır ve ona cima edebilir.

Alimlerimiz, bu hususta, söyle buyurmuşlardır:

Esahh oian, yemin vermektir.

Bu durumda o adama:

Gerçekten sen, bu cariyenin tasarrufuna sahip misin? Önün söyle­dikleri doğru mu? diye yemin veriiir.

Fakat, onlar bu cariyenin yalancı olduğunu bilirlerse o zaman, o adamın tasarrufu caiz olmaz.

Keza, bir adamın hür mü, köle mi olduğu bilinmez ve bu adam "kendisinin, bir adamın kölesi olduğunu" iddia eder; ikrar olunan zat da bunu kabul ederse; bu durumda onun ikrarı kabul edilir.

Keza, bir sabi ve sabiye (= oğlan ve kız çocuk) akılları başlarına gelince, "başkalarının kölesi olduklarını" ikrar ederlerse; bu ikrarları sahih olur. Ve ikrar olunan zat bunu kabul ederse, onun köle ve cariyesi olurlar.

Buluntu çocuk hakkındaki cevap da, köleliği ve hürriyeti meçhul olan kişiler gibidir.

Bu, durum her hangi bir delil ile, bilinmediği zaman böyledir. Fakat delil ile hürriyeti bilinirse, (Mesela: Onun ona ve babasının hür oldukları bilinirse, veya şöhretle bilinirlerse) bu durumda hakim, onun: "Ben köleyim." demesini kabul eylemez. Ve onu, kendisi için ikrar olunan şahsa köle yapmaz.

Şayet hakim, hürlere ait hükümlerle hüküm verirse (Şöyleki: Bir adam cinayet işler veya ona cinayet işlenirse ve hakim de diyetle hük-meylese) bu durumda, onun kölelik ikrarı kabul edilmez.

Keza, "bir adamın, diğer biri tarafından azad edildiği" bilinir, o da  "köleliğini" ikrar ederse; onun da ikrarı sahih olmaz.

Azad eden ikrar eder; azad olunan da kabul ederse, artık o hürdür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hür veya cariye olduğu bilinmeyen bir kadını nikah­larsa; bu nikah caizdir. Ve bu kadının hür olduğuna hükmedilir.

Şayet çocuk doğurduktan sonra, bu kadın, başka bir adamın cariyesi olduğunu iddia eder, bunu da, ikrar olunan şahıs doğrular; kocası ise, inkar ederse; bu durumda kadının cariyeliği doğrulanır ve diğerinin cariyesi olur. Onun efendisinin izninin zamanına kadar, o kadın, adamın karışıdır ve efendisi isterse onu kocasına hizmetten men edebilir. Câmiu'l-Kebîr Şerhı'nde de böyledir.

Eğer kadının efendisi, onun ikrarından'önce mehrini verirse, ondan beri (= kurtulmuş) olur. İkrarından sonra verirse, beri olmaz.

Bu kadın, efendisinin sözünden Önce veya sonra, altı aydan az bir müddette doğum yaparsa; bu durumda o çocuk hürdür.

Şayet altı aydan fazla müddette doğum yaparsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o çocuk köledir,

İmâmMuhammed(R.A.), bunamuhalifdir.

Cariyenin talakı iki olduğu gibi, iddeti de bi'1-ittifak ikidir.

Eğer efendisi, cariyenin ikrarından önce iki talak boşarsa; ric'at hakkına sahiptir.

Eğer azad eder ve onu da ikrar ederse, bu durumda kadına muhayyerlik yoktur.

Eğer kocası onu îlâ eder; cariye de, iki ay geçmeden önce, "azad eylediğini" söylerse; işte onun îlâsı iki aydır.

Şayet iki aydan sonra ikrar ederse kadının îlâsı dört aydır. Serahsî'nın Muhıytı'nde de böyledir.

Cariyeye karşı işlenen cinayetin diyeti, ikrar eden içindir.

Eğer cariye cinayet işlerse, ikrar olunan şahıs onu ya def eder veya diyetini verir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer  kocası,  —cariyenin  ikrarını  bilmeden—  onu  iki talak boşarsa, ona ric'at edebilir.

Eğer bilirse, ric'at edemez.

Sahih olan da budur.

Keza, bir adamı, cariyeyi —iki talak olarak— boşamak üzre vekil eder; sonra da vekil onu azad eylediğini söyler; kadın da ikrar eder ve kocası da bunu bilirse, bu durumda kadın, kocası, onu iki talak boşayana kadar azledilmiş olmaz.

Elendi vekilin azlettiğini ister bilsin, isterse bilmesin, kadına müra­caat edebilir. (= Yani ona cima edebilir; yine karışıdır). Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.    .

Şayet kocası bir talak boşar ve bu cariyenin iddeti bir hayız olarak tamam olduktan sonra da, bu kadın azad edildiğini ikrar ederse, iddeti iki hayız olur.

Eğer iki hayız görmeden ikrar ederse; o zaman iddeti üç hayız olur.

Eğer kocası îlâ eder; bir ay geçer, sonra yine îlâ eder; bir ay daha geçer; sonra da bu cariye "hür olduğunu" söylerse; bu durumda birinci ilânın müddeti dört ay; ikinci ilânın müddeti, iki aydır.

İkrar vaktinden sonra bir ay geçer; ikinci îlâ ile boşar ve ikinci ilânın da müddeti geçerse; o, birinci îlânın müddeti olur.

Keza ondan îlâ eder; sonra da iki ay geçtikten sonra, "artık, Allah'a yemin olsun, sana yaklaşmam." der; iki ay daha geçer ve cariye "hür olduğunu" söylerse, önceki îlânın müddeti dört ay, ikinci îlânın müdeti, iki aydır. İşte bu iki ay geçtikten sonra, bu cariye, —iki îlânın hükmü sebebiyle— iki talak ile bainen boş olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesine:   "Eğer   eve   girersen   (veya   filan   ile konuşursan veya öğle namazını kılarsan, yahut ay başı gelirse) sen iki talak boşsun." der; sonra da bu cariye hür olduğunu söyler; şartlar da yerine gelirse; bu durumda cariye iki talak boş olmuş olur. Ve kocası ric'at hakkına sahiptir. Çünkü ta'likten dönmek, sahih değildir. Ric'at şartı koşarsa, bu da sahih olmaz. Tedâriki de (= ona kavuşması da) mümkün değildir.

Şayet ağır bir haramla haram kılarsa; cariyenin sözüyle zarar görür.

Keza, "iki talak hususunda yetkin elindedir." der veya bunu başkasının yetkisine havale ederse; sonra da bu cariye "hür olduğunu" söylerse, tevfiz gerekir. Bu durumda rücu kabul olmaz ve tedariki de ( — ona kavuşması da) mümkün olmaz. Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Eğer talakını iki fiile ta'lik eder; cariye de "hür olduğunu" ikrar eder; sonra da o fiilleri işlerse, bu durumda kocasından iki talak boş olur. Bu durumda yine, bu koca ric'at edebilir.

Eğer, kendi nefsine ait bir fiile talik eder; kadın da hür olduğunu söyledikten sonra, adam»o işi yaparsa, bu durumda, o cariye, ona haram olur. O söz, ister gerekli, ister gereksiz olsun aynıdır. (Babamla konuşursam; öğle namazımı kılarsam demek veya benzeri bir şey söylemek gibi...) Muhıyt'te de böyledir.

Aslı belirsiz bir erkeğin; cariyelerinden, müdebberelerinden ve mükâtebelerinden  çocukları  olsa,  onlar  da  fakir  olsalar;  onun  bu çocuklarına sadaka verilmez. Kendisi fakir ise, ona verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hâli belirli olmayan bir kadının yanında, zinadan meydana gelmiş küçük bir çocuk bulunur; bu kadın da "Filanın cariyesi olduğunu" ikrar eder; o çocuk da "o adamın kölesi olduğunu" söylerse, işte o zaman, kendi nefsi hakkındaki ikrarı kabul ediiir.

Eğer o çocuk "kendinin hür olduğunu'* söyleyebiliyorsa onun, bu sözü geçerlidir.

Keza, erkek de kadın da tamnmasalar, ikisinin de bir çocukları olsa; adam "kendinin de, çocuğun da hür olduğunu" söylese; bu caiz olur.

Şayet: "İkimiz de filanın köleleriyiz." derler; efendileri de, "çocuğun köleliğini" kabul etmezse; çocuk da: "Ben de, onun köle-siyim." derse, bu caizdir. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam, kölesini azad ettikten sonra, "onun filanın kölesi olduğunu" ikrar eder; o filan da, onu doğrularsa, yine o, köle olur.

Bu hakim, "onun azad olduğuna dair" hüküm vermezse böyledir.

Bu köle, "köle olduğunu" ikrar ettiği halde, hakim onun azad edilmiş olduğuna hükmederse, bu sahih olmaz.   .

Şayet köle: "Ben, filanın kölesiyim." der; adam da: "Hayır" der; sonra da: "Evet." derse, o takdirde, onun kölesi olur. Serahsî'nin Muhıyd'nde de böyledir.

Köle yanında  bulunan  şahıs  diğer  bir  adama: "Bu,  senin kölendir." der;  o da: "Hayır."  der; sonra  da:   "Evet,  o  benim kölemdir." der ve bu hususta beyyine getirirse; bu beyyinesi kabul edilmez.

Keza: "Bu köle, filanındır." diye ikrar eder; sonra da, beyyine getirerek "kendisinin olduğunu" söylerse, bu beyyinesi kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Efendisinin tasarrufu zamanında bir köle sükût ederse, bu hal köleliğine delalet eder mi?

O durumda bakılır: "Eğer tasarruf birlikte olursa; (icare gibi, nikah gibi, hizmet gibi...) bu köleliği ikrar olmaz.

Şayet tasarruf, kölelikle ilgili ise, (satım gibi teslim gibi, bağış gibi, rehin gibi...) işte o zaman, sûküt, köleliğini ikrar olur.

Veresiye satımda sükût, köleliğine ikrar olmaz.

Ancak, satar da teslim etmez ve köle de ses çıkarmazsa, bu köleliğine ikrar olur mu?

Bunda ihtilaf olmuştur: Mütekaddimin: "İkrar olur." demişler; müteahhirin ise: "Köleliğine ikrar olmaz." buyurmuşlardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, "bir cariyenin, kendi cariyesi olduğunu" iddia eder; bu cariye de, "o adamın, kendi kölesi olduğunu" söyler ve her ikisinin de aslı bilinmez ve ikisi de biri birinin yanında olmazlar; her birisi de, diğerini doğrularsa; bu durumda davaları batıldır.

Şayet, birisi diğerinden önce ikrar eder; sonra ikrar edeni, ikinci doğrularsa; onun kölesi olur.

Eğer doğrulamadığı gibi, yalanlamazsa da, bu durumda birisi» diğerinin kölesi olmaz. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam: "O beni azad eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur. Keza: "Dün beni azâd eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur.

Keza: "Beni azad etti mi?" derse, bu da köle olduğunu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Nesebi belli olmayan bir adamın, hür bir oğlu olur ve onu belirsiz bir adam satın alıp ve azad eder; sonra da o şahıs bir adamın kölesi olduğunu" irkar eder; o ikrar olunan şahıs da onu doğrular; azad olunan da inkar ederse; o şahsın kendi nefsi hakkındaki ikrarı sahih olur. Ve kendisi ikrar ettiği şahsın kölesi olur.

Azad eden hakkındaki ikrarı ise sahih olmaz. Ve azadhğı batıl olur.

Şayet azad eden ölür ve mal bırakırsa, bu durumda azad olunan şahsa mal yoktur.

Eğer, bu ölünün oğlu, kardeşi gibi veya amcası gibi asabesi bulu­nursa işte bunlar, ikrar olunan şahsın terekesine varis olurlar.

Şayet ölen şahsın bir kızından başka, kimsesi olmazsa, terekesinin yarısı, ona verilir. Geride kalanı da vela sebebiyle azad edilenindir. O, ikrarı sebebiyle, ikrar olunan olur.

Azad edilen şahıs, ölmez de, bir cinayet işlerse, onu da kimse bil­mezse alimler burda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları: "kıymetine..." bazıları da: "diyeti cihetine gidilir." demişlerdir.

Sadru'ş-Şehîd: "Sahih olan budur." demiş; Kerhî'de buna mey­letmiş ve bu kavli Cessas'tan rivayet etmiştiur. Tahrir'de de böyledir.

Eğer ona karşı bir cinayet işlenirse bu durumda o köleye işlenen cinayet gibi olur. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Kölelikle ikrar olunan zatı, ikrar eden şahıs azad eder; sonra da, önceki azad eden ölürse; ikrar olunan şahıs için bir şey yoktur.

Keza, ikrar edenin, hür bir oğlu varsa, bu durumda ikrar olunan .şahsa miras yoktur.

Keza, ölenin, oğlundan başka asabesi de bulunsa; mal onun olur.

Şayet, önceki ikrar eden ölür; bir hür oğul terk eder; sonra da önceki azad olunan ölür ve mirasına asabe bırakmaz ise, bu durumda onun malı da, ikrar edenin oğlunun olur; ikrar olunan şahsın olmaz. Tahrir'de de böyledir. [20]

 

17- NESEP, ÜMM-Ü VELEDLİK, AZAD ETME, KİTABET VE TEDBÎR HUSUSLARINDA İKRAR
 

Bir adamın bir çocuğu ikrarı, ancak ikrar olunan çocuğun başkası tarafından  nesebi  sahih  olmaması  ve ikrar   edeni,   bu   ikrarında doğrulaması halinde sahih olur.

Çocuk ve babası için sahih olduğu zaman, kadın da onu doğrular ve kendisi de kocadan ve iddetten hali bulunur; ikrar olunan adamın nikahının altında da, bu kadının kız kardeşi olmaz, kendisinden başka da, bu adamın nikahı altında» dört kadın bulunmazsa, işte bu ikrar sahihdir.

Bir kadının, çocuğunu, kocasını ve efendisini ikrar etmesi sahih olur. Oğlunu ikrar etmesi ise sahih olmaz.

Bazı alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır: "...Oğlunu irkar etmesi sahih olmaz." sözü, o kadının belirli bir kocası varsa, ona hamledilir. Fakat, onun belirli bir kocası yoksa, uygun olanı, onun ikrarının sahih olmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam sağlığında bir köleye sahib olur; hastalığı zamanında da, "onun, kendisinin oğlu olduğunu" söyler; bu kölenin de belirli bir nesebi olmazsa, bu durumda o köle, onun oğludur. Azad olmuştur ve o adamın varisidir.

Şayet, bu şahsın, o köleden başka malı olmaz, o kölenin kıymeti kadar da borcu olursa; başka yapılacak şey yoktur; o onun oğludur.

Keza, o adam, onunla beraber, bir de onun anasına sahib olur ve ona da sıhhatli halinde sahib olur; veya anasına sıhhatli halinde, köleye de hastalık halinde sahib olur ve nesebini ikrar ederse, bu kölenin nesebi sahih, kendisi hür olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hastanın köleden başka bir malı olmasa, köle üçte birinden çıkar, sonra İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre o kölenin üçte iki kıymetine sa'y edilir.

İmâmeyn'e göre ise, mirastan, ona tahsis edilen düşürülüf. Eğer, hasta için olursa köleden, malın üçte birisi düşürülür.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir. Köle ona varis olur. Mirasdan isabet edene sa'y eder.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, varis olduğu kıymetini alır.

Cariyeye gelince, o şeyin velisinin ölümü sebebiyle azad olmuş olur. Hastalığı halinde onun malını alamaz. Bu, üç imama göre de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.                       

Köleler küçük olursa, İmâmeyn'e göre, nefislerine itibar olunmaz. Onlar satın alınırlar. Şayet onlardan birisi: "O, benim oğlum ve senin oğlun." veya: "Senin oğlun ve benim oğlum." yahut: "İkimizin oğlu" derse; eğer bunları fasılasız konuşmuşsa, nesep, ikrar tdenden sabit olmaz. Ortağı için doğrulanır ister o, bu sözü doğrulasın; isterse, yalan­lasın fark etmez.

Şayet fasılalı konuştu ise, şöyleki: "O, benim oğlum." dedi; durdu. Sonra da: ".. .ve senin oğlun." dedi ise, bu ikrar edene nüfuz eder.

Ve eğer önce: "Benim oğlum." dedi ve sustu; sonra da: "...senin oğlun." dedi ise; ikrar olananufüz eder.

Eğer: "Senin oğlun." dedi, sustu; sonra da: "ve dahi benim oğlum." dedi ise, ortağının kabul etmesi halinde nesep, ortaktan sabit olur.                                                                            

Eğer yalanlarsa, o zaman, emire sahib olur mu?

İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre, sabit olmaz.

İmâmeyn'e göre ise sabit olur.

Eğer bundan sonra, ikrar olunan şahıs ikrar eder ve ikrar olunan şahıs: "İkrar eden sözünün arasını açar. O benim ve senin oğlun dedi." veya "Senin ve benim oğlum." yahut "İkimizin de kızları..." derse; nesep ondan sabit olur. Çünkü bu, ikrarını tasdik olur.

Eğer ikrar olunan: "O senin oğlundur; benim değildir." der ve susar: "Sonra da:  "O benim oğlumdur." derse, nesep ondan sakıt olmadığı gibi ikisinden de sabit olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Ziyâde Şerm'nde de böyledir.

Eğer büyük ve küçük olurlarsa, nefsine itibar olunur. Bunlardan köle diye söylenen zatın nefsine ikrar sahih olmaz. İsterse her ikisi de ikrar etsinler fark etmez. Eğer onlara köleliği ikrar olunmaz ise, onun sözüne müracaat ederler. Eğer o, ikrar ederek: "Ben, filanın oğluyum." derse, işte o, ikrar eden şahsın oğludur.

"Ben ikrar olunanın oğluyum." der ve ikrar olunan şahıs da onu doğrularsa, öyle kabul edilir.

Şayet ikisinin de nesebini inkar ederse, bu durumda nesebi, hiç birinden sabit olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İki adamın ortak bulunduğu bir cariye, bir çocuk doğurduğunda, o adamlardan birisi:  "Bu, benimdir ve senindir." veya "Bu oğlan senindir ve benimdir." yahut "Oğlumuzdur." der ve ortağı bu sözleri kabul ederse; bu durumda çocuğun nesebi, ikrar eden şahsa ait olur. Cariye de onun ümm-ü veledi olur. Bu durumda, bu şahıs, bedelinin yarısını  —ister  zengin,  isterse  fakir  olsun—  ortağına öder.   Fakat çocuğun kıymetinin yarısını ödemez.

Şayet ortağı, bu şahsın ikrarını yalanlarsa (kabul etmezse) bu durumda da cevap, yukarıda olduğu gibidir.

Yalnız burada, çocuğu kabul etmeyen ortak, diğerinden, cariye için nısıf mehir (mehrinin yansım) alır. Ziyâdât Şerhı'nde de böyledir.

İki kişi, çarşıdan birisinin yanında dünyaya gelmiş bir oğlan satın alırlar  ve   satın   alanlardan   birisi,   diğerine:   "Bu,   benim  ve  senin oğlundur." veya: "Senin ve benim oğlumdur." yahut: "İkimizin birden oğludur." derse, arkadaşı ister onu doğrulasın, ister yalanlasın, oğlan ikrar edenin olur. Bu durumda çocuğun ikrarına müracaat edilmez.

Bundan sonra, şayet ortağı, diğerini tasdik ederse, çocuk hakkında asla kendisine tazminat gerekmez.

Eğer yalanlarsa, o zaman hüküm, iki kişinin ortak bulunduğu bir köieyi, birisinin azad etmesi gibi olur.

Eğer ortak olan zat; "Bu, benim dışımda, senin oğlundur." derse, işte o zaman İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikrar eden ortağına bir şey ödemez. İmâmeyiTe göre ise, ikrar eden zengin ise yan bedelini öder. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi bir köle satın alırlar ve sonra da onlardan birisi, "onun kendisine, ait olduğunu" iddia eder ve arkadaşına karşı şahit dinletir ve: "iddiasından önce, onu azad ettiğini" arkadaşı doğrularsa, ikrar eden şahıstan —arkadaşının tasdiki sebebiyle— tazminat sakıt olur. Ziyada! Şerhi'nde de böyledir.

İki şahsın ortak bulunduğu bir cariye hakkında, bu şahıslardan birisi, ikrar ederek: "Bu benim ümm-ü veledimdir." der, arkadaşı da: "Sen bunu, ikrar eylemeden önce azad eyledin." der ve onu da ikrar eden şahıs yalanlarsa, bu durumda o cariye, ikrar edenin ümm-ü veledi olur. Ve ikrar eden şahıs diğerine, bu cariyenin bedelinin yarısını öder,. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişinin ortak olduğu bir cariye, onların malı iken doğum yapar ve o adamlardan birisi, "bu çocuğun kendinin olduğunu" iddia eder; diğeri ise: "Anasına ortağız." veya "Sen onu azad etmiştin." derse, bu durumda çocuk, ikrar edene nisbet edilir. Anası da ümm-ü veled olur. Çünkü, çocuğu iddia eden şahıs, onun sahibidir ve çocuk ona isnad olunur. Ananın iddiası, hürriyeti olur. Bu durumda ikrar eden şahıs, 'diğerine cariyenin kıymetinin yansını öder. Şayet ortağı, onun tazminatı olmayacağını zannederse, (şöyleki: "O cariye kızı veya azadhsı olabilir) O takdirde, ikrar eden nikah bedelinin yarısını öder. Ona cima etmiş olduğunu,  ikrar sebebiyle,  çocuğun kıymeti için ödenme yapılmaz. Çünkü, bu durumda çocuk aslen hür olmaktadır. Ziyâdât Şerhi'nde de böyledir.

Bir cariyeden bir çocuk doğar, bu cariyenin kocası da "cariyeyi, kendisine başkasının nikahladığını" ikrar eder ve ikrar olunan şahıs da, onu kabul ederse, bu durumda o cariye de, o çocuk da, ikrar olunan şahsın memlûkudur. Çocuğun bu durumu yalanlamasına itibar edilmez. Buluğa erişmiş olsa bile böyledir.

Keza, adam bir şey söylemeden ölür ve şayet cariye yalanlar, diğeri de ikrar ederse, cariyenin kıymeti; o ikrar olunan şahsa hükmedilir; mehri hükmedilmez.

Eğer tasdik veya tekzibden önce ölür ve ikrar olunan şahıs da kabul ederse, bu durumda çocuk, ikrar edenin kölesinin oğlu olur.

Şayet cariye inkar eder ve hiç bir hüküm almadan da ölürse, çocuk da büyürse, bu durumda çocuğun sözü geçerli olur.

Eğer anası sağ olur ve o tasdik eder de, çocuk inkar ederse veya bunun aksi olursa; bu durumda çocuk, azad edilmiş olur. Cariye de ikrar olunan şahsın ümrh-ü veledi olur ve cariyenin kıymetini tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın, bir kölesi, bu kölenin de bir oğlu, bu kölenin oğlunun da iki batında meydana gelmiş iki oğlu bulunur ve onların sağlığında, efendileri, onlardan birisi için "benim oğlumdur." derse, nesebin sabit olması ve sonra da azad edilmiş olması için, ona açıklaması emredilir. Şayet açıklama yapmadan önce ölürse, onun kölesinin oğlunun kıyme­tinin dörtte üçüne yetkisi vardır. Onun oğlunun da oğullarının her birinin kıymetinin dörtte birine yetkisi vardır. Câmiu'l-Kebîr Şerhı'nde de böyledir.

Bir adamın bir kölesi, bu kölenin de iki oğlu bulunur, bunlar da, ayrı ayrı karınlardan doğmuş olurlar ve her birisinin de birer oğlu olur, o çocukların sağlığında da efendileri, onlardan birisi hakkında "benim oğlum." dediği halde, kim olduğunu açıklamadan ölürse, bu durumda, onlardan önce doğmuş olanın beşte biri azad edilmiş olur.

İki kişinin ortaklaşa bir köleleri bulunduğu zaman, onlardan birisi arkadaşına: "Biz o köleyi azad eyledik." veya: "Ben ve sen, onu azad eyledik." yahut "Onu, sen ve ben azad eyledik, der; arkadaşı (yani ortağı) da bu sözü doğrularsa, o köle, her ikisi tarafından da azad edilmiş olur. Bu durumda, bu köle, ikisinin de azadlısı olur. Şayet ortağı diğerini yalanlarsa, bu durumda, bu köle ikrar edenin azadlısı olur. Ve köle, iki kişinin ortak olup da, onlardan birisinin azad eylediği köle gibi olur.

Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ortağına üç muhayyerlik olur.

İmâmeyn'e göre ise, eğer ikrar eden zengin ise, tazmniat teayyün eder.

Eğer tazminat aldıktan sonra, tasdike avdet ederse ( dönerse) aidığı tazminatı geri öder. Ve ondan da vela sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam yalan yere, "dün, kölesini azad eylediğini" ikrar eylese; bu köle hükmen azad edilmiş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Ben, seni dün azad eyledim." der ve devamla: "İnşaallah dedim." derse; bu durumda köle azad edilmiş olmaz.

Keza, bu gün satın aldığı köleye: "Seni, dün azad eyledim." veya "Seni, satın almadan önce azad eyledim." derse, bu durumlarda da bu köîe azad olmuş olmaz. HâvFde de böyledir.

Sahibi, köleye: "Eğer eve girersen, seni azad eyledim." derse, bu köle, eve girmedikçe, azad olmuş olmaz ve eğer "dün, senin azad olma yetkini, sana vermiştim. Sen, nefsini azad eylemedin." derse, yine, bu köle azad edilmiş olmaz. Bu durumda, köle her ne kadar: "Ben, nefsimi azad eyledim." dese bile, azad edilmiş olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Şu köleyi, hayır belki de şu köleyi azad eylediğini" ikrar  ederse,   bu  durumda,  o  kölelerin  ikisi  de  azad  olmuş  olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, şayet: "Seni mükatep eyledim." dese de bir mal ismi söylemese, (bir bedel belirtmese) köle de: "Beşyüz dirheme karşılık." dese, İmâm Ebû Hanîfe (R.AO'ye göre,  bu durumda uygun olan, kölenin doğrulanmasıdır.

İmâmeyn'e göre ise, bu kölenin tasdik olunmaması uygun olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam: "Ben, seni dün bin dirheme mükatebe eyledim." Sen ise, bunu kabul etmedin." der; köle de: "Hayır, ben kabul eyledim." derse, bu durumda kölenin sözü geçerli olur.

Bir adam: "Şu köleyi bin dirheme karşılık mükatebe eyledim; hayır, şunu eyledim." der ve onlardan her ikisi de mükatebe iddiasında bulun­salar ikisinin de kitabetleri caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, daha sahib olmadan, bir köleyi mükatebe eylediğini ikrar eylese veya, "dün, mükâtebe eylediğini" ikrar eyleşe de bu gün satın almış olsa, bu ikrarı sahih olmaz.

Bir kimse, "İnşaallah, dün mükâtebe eyledim." diye ikrar eylese, onun sözü geçerli olur.

Eğer: "Nefsim için istisnayı muhayyer kıldım." der; mükâteb de: "Muhayyerlik yoktur." derse, bu durumda kitabet caizdir; efendinin muhayyerlik şartı tasdik olunmaz.

Bütün satışlar böyledir. Hâvî'de de böyledir.

İki kişi bir cariyeye ortak bulunduklarında o iki adamdan birisi, diğer arkadaşına: "Onu, ben ve sen müdebbere eyledik." veya: "Onu, sen ve ben müdebber eyledik." yahut "Onu, biz müdebbere eyledik." derse; ortağının onu tasdik etmesi halinde, o cariye, ikisi için de mü­debbere olur.

Şayet, ortağını yalanlarsa, o zaman, o cariye iki ortaktan birinin müdebbere kıldığı cariye gibi olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda ortak, şu şeylerden birini yapmakta muhayyerdir:

1) Dilerse, oda, diğer yarısını müdebbere eder.           .        .

2) Dilerse kendi hissesini hali üzerine bırakır.

3) Dilerse ikrar edene tazminat öder.

4) Dilerse, kendi hissesini azad eder.

Yarısı müdebbere olup, yarısı kalan cariye, bir gün müdebbere edene hizmet eder, bir gün diğerinin yanında kalır. Şayet ortak, ortağını doğrulamaya dönerse, cariye, o zaman ikisinin arasında müdebbere olur. O zaman ikrar edenden aldığı tazminatı ortağına iade eder.

Şayet tasdike avdet etmez (dönmez) ve o halde de, onlardan birisi ölür, o cariyeden de başka malı olmazsa, ölenin, ikrar eden şahıs olması, cariyenin de onu doğrulaması halinde, bu cariyenin kıymetinin yarısının üçde ikisi, ikrar edenin varislerinin olur.

Eğer cariye, ikrar edeni yalanlarsa, bu durumda, zâhiru'r-rivayede, bu cariyenin kıymetinin üçte ikisi, kendisinindir.

Eğer ölen inkarcı olur; cariye de ikrar edeni doğrularsa, kıymetinin tamamı ikrar edenindir.

Eğer cariye, ikrar edeni yalanlarsa; o zaman, cariyenin yan kıymeti, ikrar edenindir. Başka bir selahiyeti yoktur.

Biri önce, diğeri sonra olmak üzere ikisi de ölür ve ikrar eden önce Ölmüş olur, cariye de ikrar edeni doğrularsa, bu durumda ikrar edenin hissesinin üçte biri, azad olmuş olur. Mes'elenin hükmü budur.

İmâmeyn'e göre, ikrar eden şahsı, diğeri tasdik edince, cariye tamamen müdebbere olur. [21]

 

18- ALIŞ-VERİŞ VE SATILAN ŞEYDEKİ KUSUR HUSUSUNDAKİ İKRAR
 

Bir adam, diğerine: "Şu kölemi, sana dün sattım. Sen ise, kabul etmedin." der; müşteri de:  "Ben, onu kabul eyledim." derse, bu durumda müşterinin sözü geçerli olur.

Keza müşteri: "Ben, senden bunu satın aldım. Sen kabul etmedin." der; satıcı ise: "Hayır, ben kabul ettim." derse, bu durumda, onun sözü geçerli olur. Çünkü satış, ikisinin beraberce fiili ile intizam bulur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Şu kölemi, filan adama sattım; bedelini de aldım." der fakat onun hangi köle olduğunu belirlemezse, bu caiz olur.

Hangi köle olduğunu belirtir ve onu aldığını da ikrar ederse, bu daha caizdir.

Şayet bedeli belirtir ve: "Almadım." der; müşteri de: "Gerçekten sen, onu aldın." derse, bu durumda, satıcının yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.

Bu durumda, beyyine getirme işi müşteriye aittir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine "bir yer sattığını ikrar eder" fakat, onun neresi olduğunu belirtmez, sonra da, bu satışı inkar ederse, önceki ikrarı batıl (= geçersiz) olur.

Eğer satılan yeri belirtir fakat bedelini belirtmezse, yine önceki ikrarı geçersizdir.

Şayet o yerin hudutlarını belirttiği gibi bedelini de belirtmiş olursa, o zaman ilzam edilir.

Eğer satıcı inkar eder, şahidler de hududu tanımazlarsa, bundan sonra, hududu tanıtacak beyyine olsa bile, Önceki ikrarı geçersizdir. Serahsî'nin Muhıytrnde de böyledir.

Bir adam, "kölesini, filana sattığını" ikrar ettiği halde, bu kölenin adını söylemez; sonra da onu inkar ederse; bu ikrarı geçersiz olur.

Keza, "kölesini filana sattığını." ikrar ettiği halde şahitler, bizatihi satılan bu köleyi tanımazlarsa, ikrar geçersiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam,  kölesini,  birine sattığını söylediği halde, bedelini belirtmez müşteri de: "Ben, onu senden beşyüz dirheme satın aldım." der; satıcı da bunu inkar ederek müşteriye karşı yemin ederse; önceki ikrarı üzerine bir şey gerekmez.

Keza, önce müşteri ikrar ederse, durum yine aynısı olur. Muhıyt't de de böyledir.

Bir kimse, "şu köleyi, filan şahsa, bin dirheme sattığını" iddia eder; o filan da: "Ben, senden birşey satın almadım." der; sonra da: "Evet, ben onu senden bin dirheme satın aldım." der; satıcı da: "Ben, onu sana satmadım." derse, bu durumda müşterinin sözü geçerli olur. Ve bedelini vererek, köleyi teslim alır. Şayet müşteri, satın aldığım inkar edince, satıcı: "Doğru söyledin. Sen, onu satın almadın." der; sonra da müşteri: "Gerçekten satın aldım." derse; satım gerekmediği gibi, ona karşı beyyinesi de kabul edilmez.

Ancak satıcı, onun satın aldığı iddiasını doğrularsa, o takdirde her ikisi de önceki söylenilen üzerine doğrulanırlar ve bu satış, geçerli bir satış olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Şu köleyi filana sattım; hayır, belki de filana sattım.',' derse, işte bu batıl (= geçersiz) olur. Her ikisine de, bedeli hakkında yemin verilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir kölenin, "filanın kölesi olduğunu'* iddia eder ve "onu, ondan bin dirheme satın alıp, parasını peşinen verdiğini" söyler, sonra da "onu, başka birisinden, beşyüz dirheme aldığını" ikrar eder ve her ikisini de beyyinelerse, işte bu caiz olur. Bu durumda, ilk söylediği bedel birincinin, ikinci söylediği ise, ikincinindir.

Bu, bedellerin verilmediği hallerde böyledir. Bedelin ödendiğine dair beyyine varsa, hiç birine bir şey gerekmez.

Şayet beyyinesi bulunmaz ise, bu durumda köle, önceki ikrar eylediği adamındır. O adam, satışı inkar eder, ikinci ise ikrar ederse, ona beşyüz dirhem vermesi gerekir.

Şayet o da satışı inkar ederse, ikrar eden kölenin kıymetini ona öder. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer, öncekine beyyine getirir de, diğerine karşı getiremezse, diğeri de satışı kabul ederse, cevap önceki cevap gibidir. Yani, her ikisi de beyyine ile sabit olmuş gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, "bir köleyi, bin dirheme sattığını" söyler; müşteri de: "Ben onu, beşyüz dirheme satın aldım." derse, bu durumda, bu kölenin yarısı, müşterinin mülkünden çıkmış olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'un kavlidir.

Bu durumda satıcı, geride kalan beşyüz dirhemin verilmesini, ister razı olsun, ister olmasın fark etmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, müşterinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Ancak satıcı, kalanı almaya razı olursa, bu takdirde iki tarafta yemin ederler.

İmâm Muhanımed (R.A.)'e göre, satıcı kalanı almaya razı olur ve onu isterse her iki tarafta yemin ederler ve kölenin kıymeti geri verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, "bu cariyenin, davacı şahsa ait olduğunu" ikrar eder, satıcı da onu tasdik eder ve müşteri parası için satıcıya müracaat edince, satıcı: "O, iddia eden şahsındır. Çünkü, sen onu, ona bağış yaptın." derse; onun bu sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden fasid satışla bir cariye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, satıcı gelerek, onu geri vermesini ister; müşteri de: "Ben, onu filana bağış yaptım. O da onu teslim aldı-. Sonra da, onu benim yanıma emanet bıraktı." der; satıcı da bunu kabul etmezse, bu durumda müşterinin sözü kabul edilmez; satıcı, bu cariyeyi geri alır.

Müşteri, iddiasını beyyinelese bile, yine kabul edilmez. Eğer hakim, müşterinin iddiasını biliyor veya satıcıyı doğruluyor yahut satıcının ikrarına beyyinesi bulunuyor veya müşteriye yemin veriyor, o da, yemin etmiyorsa, dava kaldırılıyor ve müşteri cariyenin kıymetini satıcıya borçlanıyor demektir.

Şayet, şu söylenenlere karşı beyyine bulunmaz ve cariye satıcıya geri verilir, hazırda olmayan iddiacıda gelip, müşterinin iddiasını inkar ederse, bu durumda cariye satıcının olur. Eğer müşterinin sözünü kabul ederse, satıcıdan cariyeyi alır. Müşteri de-onun kıymetini borçlanır.

Şayet müşteri: "Ben, onu filana bağışladım. O da onu teslim aldı. Sonra da bana emanet olarak bıraktı. Sonra da, onu azad eyledi veya müdebbere eyledi yahut ümm-ü veled eyledi." der; satıcı da, onu inkar ederse; kıymetini almakdan başka, yapacağı bir şey yoktur.

Cariyenin müdebberiliği veya ümm-ü veledliği bekletilir; bağış yapan ölünce, cariye ıtk (= azad) edilmiş olur. Eğer, iddia olunan zat gelip, müşterinin söylediğinin tamamını doğrularsa, cariyeyi alır ve bu cariye, onun müdebftiresi veya ümm-ü veledi olur. Gelince, cariyenin bağışlandığını doğrular ve diğerlerini yalanlarsa, bu durumda cariye onun cariyesi olur.

Şayet müşteri, bağışlanan cariyenin mükâtebe olduğunu söyler, satıcı da, onu yalanlarsa; cariyeyi geri alır ve bağış yapılan adam gelene kadar, yanında tutar. Kendisine bağış yapılan adam gelir, müşteriyi yalanlarsa cariye satıcının olur.

Ancak, cariye beyyine ibraz ederek, "satıcının sattığını, müşterinin de mükâtebe eylediğini" söylerse, o takdirde, onun kitabetine hükme­dilir.

Eğer, kendisine bağış yapılan zat gelip hibeyi doğrular, kitabeti ise yalanlarsa, cariyeyi alır ve bu cariye onun cariyesi olur.

Eğer, söylenenin tamamını doğrularsa; cariyeyi satıcıdan alır. Ve durum müşterinin söylediği gibi olur. Bu durumda müşteri, onun kıymetini, satıcıya borçlanır.

Cariye satıcıya iade edilince, satıcı onu satar veya müdebbere yahut azad eder; bağış yapılan şahıs da gelip, satış ve bağış hususunda müşteriyi doğrularsa, sözü geçerli olur. Bu durumda satıcının yaptıkları bat it ve geçersizdir. Câmiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.

Satış hususunda vekil olan zat, satışı ikrar ederse müvekkili hakkında bu ikrarı sahih olur. Satış bedeli ister duruyor olsun; isterse zayi olmuş bulunsun farketmez.

Şayet müvekkil, "vekilin, filan şahsa, bin dirheme sattığım" söyler, o filan şahıs da onu doğruladığı halde, vekil inkar ederse; bu durumda köle, bin dirheme, o filan şahsın olur. Müvekkilin sözü geçerlidir. Vekilin sözü, geçerli değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine bir köle verip, ona, "onu satmasını" söyle­dikten sonra, söyleyen zat ölür ve vekil de, "o köleyi, bin dirheme sattığını ve bedelini aldığını" ikrar ederse; köle duruyor olması halinde, vekilin sözüne inanılmaz. Eğer köle yoksa, vekilin sözü doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.

Yabancı bir adamın kölesini, müşteri zayi ettiğinde, bu kölenin sahibi, satıcıya: "Ben, sana benim için bedeli ile sat diye emretmiştim." der; vekil de: "Sen, bana bedeli ile sat demedin. "Senin için onun kıymeti vardır." derse, kölenin mevcut olması halinde, kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Böyle emreylemese de ona satma müsadesi verseydi; kölenin biza­tihi, duruyor olması halinde, bu caiz olurdu. Ve eğer zayi olmuş olsaydı, bu caiz olmazdı.

Eğer, Önce elini kesip, sonra da satımına izin vermiş olsaydı, bu durumda diyet müşteriye düşerdi.

Eğer satımına izin vermemiş olsaydı, bu durumda ise, diyet kölenin sahibine ait olurdu. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer köle, "bir gün sonra, satışa izin verildiğini" ikrar ettiği halde, müşteri bunu inkar eylese, bu durumda yeminsiz olarak, kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Şayet köle Ölmüş olursa, müşterinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Serahsî'nin Muhiytf nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı, kendi cariyesini satmaya vekil tayin edip, cariyeyi de ona teslim ettikten sonra; bu müvekkil gelerek, o cariyeyi geri istediğinde vekil: "Ben, onu filana bin dirheme sattım. Ona cariyeyi teslim ettim. Ben de parasını teslim aldım. İşte parası... Sonra da, o adam, cariyeyi bana emanet bıraktı." der;.müvekkil de onu yalanlarsa, bu durumda, vekilin sözü doğrulanmaz ve bu cariye, müvekkile geri teslim edilir. Vekilin, bu husustaki beyyinesi de kabul edilmez.

Şayet, ikrar olunan şahıs gelip, inkar ederse, bu durumda cariye, müvekkile teslim edilir.

Şayet iddia edilen şahsı ikrar ederse, bu durumda cariye müvek­kilden alınır ve müvekkil —eğer elinde duruyorsa— onun parasını vekilden alır. Şayet zayi olmuşsa, tazminat gerekmez.

Eğer vekil ikrar etmez, bedelini aldığım söylemezse, onun sözü geçerlidir. İkrar olunan şahıs, bedelini verip cariyeyi alır.

Keza, cariye esir düşmüş olur ve onu da bir müslüman, bin dirheme satın alarak, dar-i harpden dar-i İslam'a götürür ve önceki sahibi gelerek, bedelini verip, müşteriden o cariyeyi alır ve: "Ben, onu filana bağışladım. O da, onu benden aldı. Sonra da, onu bana emanet olarak bıraktı ve kayboldu." derse; bu sözü kabul edilmez. Bu cariye önceki sahibine hükmedilir. Müşterinin, bu husustaki beyyinesi de kabul edilmez.

Şayet, ikrar olunan gelir ve söyleneni inkar ederse, cariye önceki efendisine teslim edilip, bedeli ondan alınır.

Şayet müşterinin ikrarım doğrularsa, cariye önceki efendisinden alınır ve efendisi onun kıymetini geri alarak, bu cariyeyi bağışlanan şahsa verir. Kendisine bağış yapılan şahıs da: "Ben onu, filana bağışladım ve ona teslim eyledim. Sonradan, o da, onu bana emanet olarak bıraktı." derse; bu durumda dediği şahsa teslim etmesi emredilir.

Eğer, iddia olunan zat, bunu inkar ederse maziye dönülür.

Eğer doğrularsa, bağış yapan şahsa, bu cariyeyi, bağış yaptığı zata teslim etmesi" emredilir. Câmiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adama "belirli bir köleyi satın almasını" emrettiğinde, vekil, "onu, bin dirheme aldığını" söyler, satıcı da öyle olduğunu iddia eder; emreden şahıs ise bunu inkar ederse, bu durumda vekilin sözü geçerli olur.

Şayet belirli olmayan bir köleyi almasını emretmiş olsa ve cinsini, sıfatını ve fiatını belirtseydi; vekil de, onun dediği fiata aldığını söylese, amir ise, bunu inkar eyleseydi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, eğer amir bedeli vekile teslim etmiş ise bu durumda, o vekil tasdik edilir. Eğer tesüm etmemişse vekil tasdik edilmez.

İ in ânı ey n ise: *'Şayet köle, bizatihi duruyor ve onun misli de o fiata satın almıyorsa, vekilin sözü geçerli olur." buyurmuşlardır.

Şayet emreden ölür, sonra da vekil o bedele aldığını ikrar ederse, bedel ister kendi elinde, isterse satıcının elinde olsun veya amir bedeli vermemiş bulunsun, bu vekil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre tasdik edilmez.

Eğer satıcı bedeli harcamış ise, bu durumda vekilin sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.

İmâm Muhaınmed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, diğer bir adama "kendisi için, filan adamın cariyesini, bin dirheme satın almasını", emreder; o adam da: "Olur." der ve onu satın ve teslim alır veya teslim almaz; sonra da: "Ben onu, binbeşyüz dirheme satın aldım. Ben, sana muhalefet eyledim. Bu cariye benim oldu." der; amir de: "Sen, onu bin dirheme satın aldın. O cariye, benim mahmdır." der ve satıcı da amiri doğrularsa, bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Amir bedeli vermemişse, bin dirhemi satıcıya verir. Ve o cariyeyi teslim alır.

Bu durumda müşterinin, "satıcının yemin etmesini isteme" hakkı yoktur.

Eğer amirin yemin etmesini ister ve o da yemin ederse; cariyeyi alır ve bedelini satıcıya verir.

Şayet yemin etmezse, cariye, müşterinin olur. Bu durumda müşteri, bin dirhemi satıcıya vererek cariyeyi teslim alır.

Şayet satıcı müşterinin tasdiki üzere beş yüz dirhem için müşteriye müracaat ederse, durumun ne olacağı kitapda yazılmamıştır.

Bu durumda amirin bin dirhemini talep etmeye hakkı var mıdır, yok mudur? Cassâs'ın Kerhî'nden ve Kadî İmâm Ebû Heysem'in de kadılar­dan rivayet ettiklerine göre, amirin buna hakkı vardır. Dilerse, bin dirhemini müşteriden talep eder.

Alimlerin ekserisi ise: "...hakkı yoktur." buyurmuşlardır.

Eğer müşteri: "Ben, onu yüz dinara satın aldım." derse; mes'ele hali üzeredir.

Bu mes'ele ile önceki mes'ele müsavidir.

Ancak, şu bölüm müstesnadır: Birinci mes'elede, amir cariyeyi alır ve bin dirhemi satıcıya verir; sonra da müşteri yemin teklif edince, yeminden kaçınırsa, müşteri cariyeyi amirden meccanen alır. Bu, kıyasda böyledir. İstihsanda ise, bedelim vererek alır ve amirin o cariyeyi bedeli verilene kadar habsetme hakkı vardır.

İkinci mes'elede ise, bir şey vermeksizin meccanen alır. Bu, hem kıyas; hem de istihsanda böyledir. Bu hal, müşterinin, "satın aldığını" ikrar etmesi halinde böyledir.

Ancak, satın aldığını inkar eder; amir de: "Sen, onu bin dirheme satın aldın." der; satıcı da onu doğrularsa, bu durumda satıcının sözü geçerli olur. Bedeli vermek ise, amire aidtir.

Satıcı: "Ben, müşteriye "amir adına almadığına dair" Allah adına yemin veriyorum." der ve o da yemin ederse, ona bir şey gerekmez.

Şayet yeminden kaçınırsa, o zaman bedeli vermek ona düşer ve bu durumda o da amire müracaat eder.

Eğer hakkının olmadığını söylerse, mes'ele yokdur.

Bu mes'elede hilaf zikredilmemiştir. Hilaf, cinsi ayrı olduğu zaman olmuştur.

Alimlerimizden bir kısmı: "Onlardan hiç birine yemin verilmez." demişler bazıları da: "Yemin verilir." demişlerdir.

Amir yemin ederek: "Vallahi, ben binbeşyüz dirheme aldığını bil­miyorum." veya "Bin dinara aldığım bilmiyorum." derse, onun sözü geçerli olur.

»Bu durumda, satıcı bin dirhem veya yüz dinar aldığını söylese, sözüne iltifat edilmez ve bu sözü batıl (= geçersiz) olur. İhtilaf amir ile memur arasında kalır.

Bu durumda me'mur, "kendi nefsi için aldığını" iddia eder; amir de "kendi için aldığını" iddia ederse, me'murun yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Eğer böylece yemin ederse, satın alma işi kendi nefsi için sabit olur. *

Şayet yeminden kaçınırsa, satın alma işi amir adına sabit olur.

Amir bedeli belirtmez ve me'mur da: "Ben, o cariyeyi bin dirheme aldım." der, amir ise: "Beşyüz dirheme satın aldın." derse, satıcının me'muru doğrulanması, halinde, müşterinin (yani me'murun) yemin ederek söylediği söz geçerli olur. Câmiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.                         

Satıcı, ikrar ederek: "Şu köleyi, şu adama» şu fiata sattım." der ve aybını da söyler, müşteri de: "Ben, ondan çok uzağım." derse; bu durumda satıcının beyyine getirmesi gerekir.

Eğer beyyinesi olmazsa, müşteriye yemin etme teklifinde bulunur. Yemin ederse-, onu, iade eder.

Eğer müşteri iddia ederek: "Onu, o kusuru ile satın aldığını" söyler; satıcı ise, bunu inkar ederse, bu durumda bir şey gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Müşterinin beyyinesi olmadan red hakkı olmaz. Beyyinesi olur veya satıcının ikrarı bulunursa, bu takdirde müşterinin sözü geçerli olur ve kusuru (=  aybı) sebebiyle, onu satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, "yırtık olduğunu" ikrar ederek satar; müşteri de, onu yırtığı sebebiyle geri getirirse; "Bu yırtık, o değildir." demesi halinde, satıcının bu sözü tasdik olunmaz.

Şayet: "Çoğalmış." veya "Büyümüş." derse, bu sözü tasdik olunur.

Eğer, başka bir yırtık olur ve satıcı: "Ben, sana şu yırtıkla sattım; diğefi yoktu." derse; yeminle birlikte söylemesi halinde, satıcının bu sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Satıcı iki kişi olur ve onlardan birisi, bir kusuru belirtip ikrar eder; diğeri de bunu inkar ederse, müşteri, onu ikrar eden şahsa geri verir. Diğerine geri veremez.

Satıcı bir kişi olduğu halde, onun müfâveda onun ortağı bulunur ve satıcı aybı inkar eder, ortağı ise onu ikrar ederse; bu durumda müşteri, kusurlu şeyi geri verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bu durumda müşteri için, muhayyerlik vardır: İsterse, aybı sebe­biyle ikrar edicinin ortağına; isterse, satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer ortak man ortağı ise, müşterinin onun ikrarı sebebiyle red hakkı yoktur.

Müdarabe ortaklığı da böyledir.

Müdarib bir mal satsa, mal sahibi de onun aybını ikrar eylese, bu durumda müşteri, müdaribe onu iade edemez.

Mal sahibi satsa da, müdarib o malın aybını ikrar eylese yine böyedir.

Keza, vekil satsa da, müvekkil aybını ikrar eylese, bu durumda da vekil ilzam edilmez.

Amir de böyledir.

Şayet vekil aybı ikrar ettiği halde, amir inkar ederse, müşteri, bu takdirde o malı vekile iade eder.

inan ortaklığında, eğer satıcı aybı ikrar ettiği halde, ortağı inkar ederse, ikisi de ilzam olunurlar.

Müdârib de böyledir; eğer aybı ikrar ederse mal sahibi ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, başka birinden satın aldığı kumaşı, bir başkasına sattığında, bu ikinci müşteri, onu kusuru sebebiyle, önceki müşteriye geri verse, eğer hükümsüz vermişse, bu durumda önceki müşteri, satıcıyı dava edemez.

Şayet hakimin hükmü ile geri verirse, bu durumda üç vecih vardır:

Birincisi: Onun ikrarı ile reddeyledi ise (şöyleki: O satıcı, önce kumaşın aybını ikrar eyledi; sonra da, kabul eylemedi ve hakim onun üzerine hükmeyledi ise) bu durumda da iki vecih vardır:

1) Ondan,  bu  aybı ikrardan önce,  buna ait bir inkar sebkat etmemiştir. (Mesela: Kusurunu ikrardan önce, "Ben, onu bu aybı ile sattım." dememiştir.) Bu takdirde, satıcı dava edilir ve kumaş geri red­dedilir.

2) Eğer satış zamanı, o kusurun var olduğunu isbat ederse, bu durumda satıcı dava edilmez ve kumaşı da iade olunmaz.

İkinci Vecih: Yemin etmemesi sebebiyle geri verilir. Bu durumda, eğer ondan inkar sebkat etmediyse, (o ayba karşı susmak bir şey söyle­memek gibi) ona yemin verdirilir. Yemin etmekten kaçınırsa, kumaşı kendisine geri verilir ve satıcısı dava edilir.

Şayet ondan inkar sebkat eylemişse, bu durumda satıcı dava edilmez.

Üçüncü vecih: Beyyine ile reddedilir. Bu durumda, eğer o kusura karşı, susmak gibi bir inkar sebkat eylememişse ve buna karşılık da beyyine olursa, satıcı dava edilir.

Eğer inkar sebkat etmişse, işte bu iki vecih üzeredir:

1) İkinci müşteri, onu, o aybi ile birlikte satmış olabilir. O zaman ilk satıcı dava edilemez.

Şayet, "o aybın, birinci satıcı satarken bulunduğunu" beyyinelerse, o zaman satıcıyı dava eder. Bazı rivayetlerde böyle zikredilmiştir. "Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir diyenler olmuştur.

2) Bazı rivayetlerde ise: "...satıcı dava edilmez." denilmiştir.

"Bu da İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." denilmiştir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir yer sattıktan sonra, "onun içinde kusur olduğunu" ikrar eylese, ("duvarında çatlak var." veya "ağacında kırık var." yahut "kapısı kırık" gibi...) bu yüzden, o ev geri verilir.

Keza, bir kimse, içinde hurma ağaçları bulunan bir yer, sattığında, "sonradan hurmaları az olur." veya "içinde ağaç azdır." gibi, bir ikrarda bulunursa, bu yüzden orası geri iade edilir.

Elbise olsun, hayvan olsun, para olsun, satıcı onun aybını ikrar ederse, cümlesi geri iade edilirler.

Şayet,  bir kimse  "sattığı kölenin,  bir elinin  kesik olduğunu" söylediği halde,  müşteri iki eli de kesik olarak getirirse,  onu geri, veremez. Fakat, bir elinin kesikliğinin noksanlık bedelini alır.

Eğer kölenin bir parmağı fazla olur ve bunu satıcı ikrar etmiş bulu­nursa, müşteri onu iade eder.

Satıcının, kusuru ikrar etmiş bulunduğu bütün hallerde, onun satmış bulunduğu bu şey, kendisine iade edilebilir. Mebsût'ta da böyledir.                                                                                 .

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, cairyesine: "Ey hırsız" veya "ey kaçkın" yahut "ey zaniye" veya "ey deli" dedikten sonra, onu satar, müşteri de, bu cariyede, o hallerden birisini bulur ve o kusuru yüzünden, onu geri vermek ister; satıcı ise: "O kusur, senin yanında oldu." derse, onun sözü geçerlidir. Her ne kadar, müşteri "satıcının, daha önce söylediği kusurun, onda olduğunu" beigelese bile, bu beyyinesi kabul edilmez. Ve geri verme hakkı olmaz.

Keza,  beyyine  ibraz  ederek:   "ona  sen  satmadan  önce,   böyle söyledin." derse, bu sözünün de bir kıymeti olmaz. Camiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.

Cariyesi hakkında "hırsızdır." denilen şahıs susarsa, işte bu, bir ikrar sayılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, cariyesine hırsız, zaniye, kaçgın, deli diyen şahsa karşı, şahitler şehadette bulunsalar; bu fiiller o cariyede olmasa bile, müşteri, bu şehadetler sebebiyle, o cariyeyi geri verebilir. CâmiuM-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyiedirt.

Bir adam, karısına: "Ey boşanmış." veya cariyesine: "Ey hürre." dese; veya "Bu boşanmıştır." veya "Bu hürredir.' dese, dediği gibi olur ve bu ikrar olur.

Bu, eğer bir işe makrun olur veya çağırma cihetiyle olursa böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [22]

 

19- MÜDÂRİP VE ORTAĞININ ÎKRARI

 

Mudârebe hakkında, mudârib'in (= emek sahibinin) borç ikran, —müdarebe malı yanında ise— mal sahibi hakkında da caizdir.

Mudârebe malı yanında yoksa, borç ikrarı caiz olmaz.

Bil-icma, şehadeti kabul edilmeyen bir müdaribin elinde, müdarebe malı mevcut ise, bunun borç ikrarı, mal sahibi hakkında caizdir.

Keza, borç sebebiyle şehadeti makbul olmayan, inan ortağının, ortağına karşı borç ikrarı caizdir. Ticaret sebebiyle, bi'1-icma ortaklık hükmüne dahil olur ve ortağı olmaksızın ilzam olunur.

Müfâveda ortaklarından her birinin, diğerine karşı borç ikrarı da —her ne kadar, şehadeti makbul olmasa bile— caizdir.

Ancak, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ortağı hakkında da, kendi nefsi hakkında da, ikrarı asla sahih olmaz. Muhıyt'te'de böyledir.

Bir adamın yanında bin dirhem mudârebe malı bulunur ve o malın içinde  borç  olduğunu  söyler;  mal  sahibi  ise,  bunu  inkar  ederse; mudarıbın, bu husustaki ikrarı caiz olur.

Keza, o malda işçi ücreti veya hayvan kirası veya dükkan kirası olduğunu söylemesi de caizdir.

Müdârib, mal sahibine mal vererek: "Bu, senin asıl sermayendir." der; o da, onu aldıktan sonra, söylenilen borçlardan bazısını ikrar ederse, bu durumda o tasdik edilmez. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Yanımda bulunan mudârebe malının bin dirheminin karı, yarı yarıya filanındır." der; sonra da ona "kârı, yarıya bir başkasının mudârabe malıdır." der; o adamların her ikisi de, "onun, mudârebe malı olduğunu" iddia ederler; sonra da mudarib çalışıp kazanırsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, önceki adama bin dirhem ile kârın yansım verir. Diğerine, bin dirhemi tazmin eder; ona, kâr yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise onların hiç birine kar vermez; biner dirhemlerini öder. Kâr, kazananın olur ve onu da tasadduk eder. Mtıhıyt'te de böyledir.

Müdarib ikrar ederek:  "Şu-mal filanın ve filanın müdârabe malıdır." der; o filanlar da onu doğrularlar, sonra da onların yanından ayrılınca, "birisi için üçte ikisi, diğeri için de üçte birisi" derse, bu sözü doğrulanmaz. O mal, onların arasında yan yarıya ortaklaşa bir mal olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, yanında olan bir köle hakkında: "Bu filanla, benim aramda yarı yana müdârabe malıdır." dedikten sonra, onu ikibin dirheme satar ve: "sermayesi bin dirhemdi." der; mal sahibi de: "Ben, sana köleyi müdarebe malı olarak verdim. Artık, bu müdârabe fasiddir. Sana ecr-i misil vardır. Paranın tamamı benimdir." derse, bu durumda köle sahibinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhuytı'nde de de böyledir.

İki müdârib, ellerinde plan malın müdârabe malı olduğunu ikrar ederek "filan adamındır." deseler; sonra da mal sahibi, "onlardan birisi için; kârın üçte birisi; diğeri için de karın dörtte biri olduğunu" söylerse, onun bu sözü geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir  kimse,   "Müdârabe  malının,  bir  adama ait olduğunu" söylediği halde, onun kim olduğunu belirtmese, onun sözü geçerli olur. Ve varisleri ona göre hareket ederler.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müdârib,   "kârın bin  dirhem  olduğunu"  söyledikten  sonra "yanıldım; o kâr, beşyüz dirhemdir." derse, o tasdik edilmez. Önce söylediği malı tazmin eder.

Eğer maldan yanında bir şey bulunur ve: "İşte bu kardır." ve "sermaye ile birlikte mal sahibine verdim." der; mal sahibi de, onu yalanlarsa, bu durumda, mal sahibinin sözü geçerli olur.

Fakat, mal sahibi, müdâribin iddiasına göre yemin eder. Yemin edince de, müdâribin elinde olan kârı, sermayenin hesabına göre alır. Mebsût'ta da böyledir.

Müdâribin sattığı bir malın kusurunu» mal sahibi irkar ederse, bu durumda müşteri, o malı müdâriba geri veremez.

Eğer satıcı da ikrar ederse, o malı ikisi geri alırlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam: "Filan benim müfâveda ortağımdır." dediğinde, o adam: "evet" veya "doğru" yahut "doğru söyledi." veya "söylediği gibidir." veyahut "o, doğru söyleyicidir." derse; (bunların hepsi de birdir) ve onlar, borca alacağa, akara, köleye ve ellerinde olan her türlü malaortakdırlar.

Keza: "O, benim müfâveda ortağımdır; ben de onun müfâveda ortağıyım." derse, yine bu şahıslar ortaktırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisinin, müfâveda altına girdiğini ikrar etmesi caizdir. Bunu, ortağı, ister tasdik, isterse tekzib etsin fark etmez.

Mutlak olarak borcu ikrar etmek de müfâveda ortaklığı altına dahildir.

Eğer müfâvecja ortaklarından birisi, ortaklıkla ilgili borcu ikrar eder, ortağı da: "Bu borç, ortak olmadan önce sana aittir." der; ikrar eden de: "Hayır, bilakis ortaklık borcudur." derse, ikrar edenin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.

Inân ortaklarından birisi, borcu ikrar ederse, bu borç ticaretlerine dahil olur mu?           

Ortağı inkâr ederse, ona karşı, bu borç sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından birinin, ortağına karşı alım.-satım gibi bir şeyi ikrar etmesi, bîaynihf o şey duruyorsa, ortağının hissesi nisbetinde, onun için de caizdir.

Şayet zayi olmuş bir şeyi ikrar ederse, —o ortağına değil—, kendine ait olur. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi sıhhatli iken veya hasta halinde kefaleti ikrar ederse, ortağı o sebebden sorumlu tutulur.

Bu, kendi adına kefil olunanın emriyle olduğu zaman böyledir. Ancak, onun emri olmaksızın kefil olmuşsa, hassaten (özellikle, sadece) kendisi mes'ûldür.

Sahih olan budur.

Mütefâveda ortaklarından birisi, sıhhatli halinde iken, hasta olan ortağının varisleri için bir borç ikrar ederse; —bu borç hastaya değil— sahih olan kendisine ait olur. Hızânetü'I-Müftin'nde de böyledir.

Mütefâveda  ortaklarından  birisi,   arkadaşının  mehrine  veya karısının nafakasına yahut cinayetine kefil olduğunu ikrar ederse, her ikisi de ilzam olunurlar.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre yalnız ikrar eyleyen ilzam olunur; arkadaşı ilzam edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

İki mütefâveda ortağından birisi, "başka birisiyle ortak oldu-karını" ikrar eder; diğer arkadaşı da bunu inkar ederse, kitabda bu ikrarın, ikisi için de caiz olduğu yazılmıştır.

Bu durumda, ellerinde olan mala, bu ikisi, üçüncü şahısla ortak olurlar. Bu durumda, ikisinin arasındaki ortaklık müfâveda veya inan ortaklığı olarak sabit olmaz; ortaklıkları müfâveda ortaklığı olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birisi ile müfâveda ortağı olduğunu ikrar ettiği halde, o adam, bunu inkar ederse, bu şahısların arasında ortaklık yok demektir; bir şey gerekmez.

Eğer diğer adam: "Ben, senin elinde olan mala müfâveda olmaksızın ortağım ve sen, benim yanımda olana ortak değilsin." derse yemin etmesi şartiyle onun sözü geçerli olur. Havî'de de böyledir.

Hür bir adam, "ticarete izinli bir kölenin, veya bir mükâtebin, müfâveda ortağı olduğunu" ikrar ettiğinde o adam, bunu doğrulasa bile, aralarında müfâveda ortaklığı olmaz. Fakat, ellerinde olan mala yarı yarıya ortak olurlar.

Bu şahıslardan birisinin. diğerine borç ikrarı ve emanet ikrarı caiz olmaz.

Buna göre, bir sabiyi (= çocuğu) müfâveda tüccarı olarak ikrar eylese; veya ticaret eden bir sabi, diğer bir sabiyi, müfâveda ortağı olarak ikrar eylese, bunlar ellerinde bulunan mala ortak olurlar. Fakat, müfâveda ortaklığı aralarında sabit olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, "konuşmayan   bir   çocuk   ile   müfâveda   ortağı olduğunu" ikrar ettiğinde, bunu o çocuğun babası doğrulasa; adamın elinde olan mala,  aralarında yarı yarıya ortak olurlar.  Fakat,  bu ortaklık, müfâveda ortaklığı değildir. Çocuğun elinde bulunan mala da ortak değildirler. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir zimmî, "bir müslümanla müfâveda ortağı olduğunu" ikrar eder veya bir müslüman "bir zimmî ile müfâveda ortağı olduğunu" söylese, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunlar müfâveda ortağı olamazlar. Fakat, ellerinde bulunan mala, yarı yarıya ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: Filan, benim ortağımdır." der ve bu sözün üzerine, fazla bir şey söylemezse; ona açıklamada bulunması için müracaat edilir. Hangi şeyi açıklarsa, o şey üzerine ortaklık sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sen, benim ticarette ortağımsın." derse, bu şahıslar her ikisinin elinde bulunan şeye ortakdırlar.

Bu ortaklığa meskenleri, hizmetçileri, elbiseleri, yiyecekleri dahil olmaz; dirhemleri dinarları dahil olur. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.

Eğer, bir kimse: "Ben, filanın, —az ve çok— her şeyine ortağım." der; o adam da onu doğrularsa; bu ikrar esnasında, ticaret malı olarak, ellerinde ne varsa, o şeylere ortak olurlar. Altın ve gümüşe, ortakdırlar. Bu şahıslardan birinin, bunu açıklamasına —örfen— müracaat edilmez,

Ticaret malı olmayan ev ve benzeri şeyler müstesnadır.

Eğer ikrar vaktinde her birinin elinde havaic-i asliyenin dışında neyin bulunduğu biliniyorsa işte o, ister ticaret için olsun, ister olmasın, bu söze dahildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "O, şu dükkanda bulunan şeylerde benim ortağımdır." dedikten snora: "Bu ikrardan sonra, oraya bir yük mal daha koydum." derse; bu sözü doğrulanmaz. Bir rivayete göre ise, bu sözü kabul edilir.

Bu hususta alimlerimizden iki rivayet vardır:

Eğer ikrar gününden açılana kadar, dükkan kitli ise, bu sözü kabul edilmez. Aksi takdirde kabul edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Filan, şu dükkan da bulunan her şeye benim ortağimdır." derse; o dükkanda ne varsa, hepsine ortakdırlar. Eğer bir eşya hakkında niza ederler ve ikrar eden: "Ben, bunu ikrardan sona getirdim." der; kendisi için ikrar olunan zat da: "Hayır, bu, ikrar zamanı dükkanda idi." derse, bu durum hakkında görüş ayrılığı vardır:

Ebû Süleyman'ın rivayetine göre: "Bu durumda ikrar olunanın sözü geçerlidir." buyrulmuş ve "O şeye, ortaktırlar." denilmiştir.

Ebû Hafs'ın rivayetinde ise: "İkrar edenin sözü geçerlidir ve o şey, ona mahsustur." denilmiştir.

Şayet ikrar eden: "Filan, benim ticaret malı olarak yanımda olana ortakdır." der ve sonra da ikrar zamanında bulunmayan ve sonra eline geçmiş olan bazı şeyleri iddia ederse, diğeri de "Hayır, bunlar ikrar zamanı var idi." derse; bu durumda bütün rivayetler birleşirler ve ikrar eden şahsın sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Filan, benim un ortağımdır." dediğinde, bu şahsın elinde, değirmen, deve ve değirmenci eşyaları bulunursa;, iddia olunan da bunların tamamına ortak olduğunu söylerse, bu durumda ikrar edenin sözü geçerli olur.

Şayet: "O, benim şu dükkanda bulunan her şeye ortağımdır." derse, dükkanda olan şeylerin hepsine ortaktırlar.

Eğer dükkan ve dükkanda bulunan her şey iki şahsın elide olur ve onlardan birisi: "Filan, benim amel (çalışma) ortağımdır. Fakat, eşya benimdir." der; diğerLde: Hayır, eşyaya da ortağız." derse; işte ona da ortakdırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Filan, satın aldığım her yüke ortağımdır." der; elinde de iki yük bulunur; sonra da: "Bunların birisini satın aldım; diğeri ise, bana   miras   geldi." derse,  onun  sözü  geçerli  olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet: "O, ticaret için olan her yükde ortağımdır." dedikten sonra: "Ben, onlardan birisini, öz malımdan, ticaretin haricinde satın aldım." derse; bu sözü geçerli olur.

Şayet ticaret için olduğunu ikrar ettikten sonra,  "...benim has malımdandır." derse; bu sözü tasdik olunmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Dün,  Ehvaz'dan  bana   gelen  her yüke,  o  benim ortağımdır." der; sonra da iki yük geldiğini ikrar eder ve: "Birisi benim eşyalarım." derse; bu durumda onların ikisine de ortakdırlar. Sonraki ikrarı sahih olmaz. Kendisi için ikrar ettiği şahsa, eşyadan hissesini verir. Strahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse: "Filan şahıs, benim filana olan borcuma ortakdır." dediğinde, ikrar olunan zat: "Sen, ona benim iznim olmadan borç ettin. Seninle, benim aramda ortaklık yoktur." derse; ikrar eden şahıs, —onu satmış olması halinde— o eşyanm yarı bedelini tazmin eder.

Fakat: "Ben satmadım. Lakin beraber sattık." Senede de benim ismim yazıldı." derse, bu durumda, onun sözü geçerli olur.

Eğer ikrar olunan zat, senette yazılı olan eşyanın yansım ödemek ister ve öder; sonra da: "Sen, benim iznim olmadan, eşyamı aldın." der; senet kendi üzerine olan şahıs da: "Ben, senden bir şey satın almadım. Ancak, bana senette ismi olan eşyayı sattı." derse; ona tazminat gerekmez. Fakat, senette yazılı olana yarı yarıya ortakdırlar. Talep hakkı senette adı yazılı olan şahsındır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse: "Filan, benim bütün ticarette ortağımdır." deyip, o adam da, bunu doğruladıktan sonra, bunlardan birisi ölür ve ölenin varisleri: "Bu mal, ortak mal değildir." derlerse, bu durumda, onların sözü geçerli olur.

Şayet, ikrar eylediği günde elinde olan şeyi "ortaklıktandır." der­lerse, o ortak maldan olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ölen şahsın ismi yazılı bir alacak senedi bulunur tarihi de, ortak olduğunu ikrar etmesinden önce olursa, bu durumda, o alacak o ortaklık. maundandır.

Eğer, senedin tarihi, ortaklığı ikrardan sonra ise, bu durumda, vârislerin sözü geçerlidir ve o ortaklık malından değildir. Mebsût'ta da böyledir. [23]

 

20- VASÎ'NİN, ÖLEN ŞAHSIN MALINI ALDIĞINI İKRAR ETMESİ
 

İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl kitabında şöyle buyurmuştur:

Ölen bir kimsenin vasisi, ikrar ederek: "Ölenin bütün malını filan oğlu filandan aldım." der, ancak onun ne kadar olduğunu söylemez; sonra da: "Ben, ondan yalnız yüz dirhem aldım." der borçlu ise: "Filan için, üzerimde bin dirhem borç vardı. Onun vasisi, tamamını benden aldı." derse; bu borcun, ödenmesi gereken bir borç olması vasinin de, önce "her şeyi aldığını" ikrar etmesi, sonra da, ikrarından ayrı olarak,-fasılalı bir şekilde "o, yüz dirhemdi." demesi halinde, borçlu, üzerinde olan borcun "bin dirhem olduğunu" ikrar eder ve "bin dirhemi de ödediğini" söylerse, bu durumda borçlu, bin dirhemden beri olur.

Bu durumda, vasinin yemin ederek söylediği söz geçerli olur ki o, yüz dirhem almıştır. Vasiye karşı, borçlu doğrulanmaz. İnkar sebebiyle de, varislere dokuzyüz dirhemi tazmin eylemez.

Şayet, "ölenin, borçlu da bin dirhemi olduğuna dair" bir beyyine olur ve varisler, onu ibraz ederlerse; o beyyinenin, borçlunun bin dirhemden beri olduğunu belirtiyor olması halinde vasi, varislere, dokuzyüz dirhemi borçlanır ve öder.

Borçlu, önce "bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder sonra da vasi, "onda olanın tamamını aldığını" ikrar eder, bilahare de ikrarından ayrı ve fasılalı olarak: "O, yüz dirhem idi." derse; bu durumda borçlu, vasinin ikrarı sebebiyle, bin dirhemden beri olur. (= kurtulmuş olur) Vasi, inkarı sebebiyle varislere dokuzyüz dirhemi tazmin edip öder.

Bu söylediğimiz husus vasinin "o yüz dirhem idi." diye ikrarından ayrı söylediği zamandır.

Fakat vasî, sözünü fasılasız (= aralıksız) söylerse (Mesela: "Ölü­nün filan üzerinde olan bütün malını aldım; o yüz dirhem idi." der) borçlu da:  "Hayır, o bin dirhem idi." der ve vasi bu açıklamayı doğrularsa, borçludan dokuzyüz dirhemi alır mı?

Cevap: Borçlu Önce borcunun bin dirhem olduğunu ikrar eder; sonra da vasî: "Onun üzerinde olanın tamamını aldım. O yüz dirhemdi." derse, bunun cevabı, vasinin önce aldığını irkar eylediği halin cevabı gibidir.   ,

Bu, borcun ölen zat tarafından verildiği zaman böyledir. Amma borcu, vasî kendi vermiş olur ve bu vasî, önce aldığını ikrar eder; sonra da fasılalı olarak "o, yüz dirhem idi." der; borçlu da "onun bin dirhem olduğunu" söylerse, bu durumda borçlu, borcunun tamamından berat etmiş olur.

Bu durumda vasî de —borçlunun, öyle söylemesiyle— varislere bir tazminatta bulunmaz.

Şayet varisler, borcun bin dirhem olduğunu isbat ederlerse, borçlu yine —vasinin ikrarı sebebiyle— borcundan beri olmuş olur.

Bu durumda ise vasî, varislere, dokuzyüz dirhemi tazmin eder. ( = öder)

Eğer borçlu, önce borcunu ikrar eder; sonra da vasi "onun üzerinde olanın tamamını aldım; o ise, yüz dirhem idi." der; bunu da ikrarından fasılalı söylerse, borçlu —vasinin ikrarı sebebiyle— borcundan beri olur. Vasi ise, vereseye dokuzyüz dirhemi öder.

Eğer vasi sözünü bitişik söyler, (Şöyleki: "Onun üzerinde olanın tamamını aldım; o yüz dirhemdi." der) sonra da borçlu: "Borç bin dirhem idi. Sen, onu aldın." derse, bu durumda borçlu, borcun tamamından beri olur. Vasi ondan bir şey isteyemez ve vasî de varislere tazminatta bulunmaz. Ancak, aldığını ikrar eylediği mikdarı tazmin eder.

Borçlu, önce bin dirhem borcu ikrar ettikten sona vasî: "Onun üzerinde olanın tamamını aldım; o, yüz dirhem idi." derse, borçlu bor­cunun tamamından berî olur. Vasî ise, varislere dokuzyüz dirhemi tazmin eder. ( = öder) Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse varisin malım satar ve yüz- dirhem olan bedelinin tamamını aldığına da şahid tutar; müşteri de: "Hayır, yüz elli dirhem idi." derse; bu durumda vasinin sözü geçerli olur. Borçlu tazminat yapmaz.

Keza ölen vasiyet eder ve vasi de onu ikrar ederek "bedelin tamamını aldığını; onun da yüz dirhem olduğunu" söyler; müşteri de: "Yüz elli dirhem idi." derse bu durumda vasinin sözü geçerli olur. Borçlu tazminat yapmaz. İşte o zaman vasi elli dirhemi de alır. Nefsî malını satsa, yine böyle olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet vasi ikrar ederek: "Ölen zatın, filan adamda olan bütün malını aldığını, onun da yüz dirhem olduğunu" söyler; ve —buna da— beyyine getirerek "iki yüz dirhem olduğunu" söylerse; borçlu, yüz dirhem  daha Öder; vasinin onu ibtâlı doğrulanmaz.  Mebsût'ta da böyledir.

Vasî ikrar ederek, "ölen zatın, filanın yanında olan emanetini, mudarebesini,   ortak  malını,   eşyasını,   Ödünç  verdiğini,   kendisinin aldığını" söyler; bundan sonra da: "Ben, yalnız yüz dirhem aldım." derse, bu öyle kabul edilir.

Vasi, önce aldığını ikrar eder; sonra da: "Yüz dirhem aldım." derse; —borçda olduğu gibi— matlub (yani borçlu) her şeyden beri olur.

Bu, vasinin, sözünü ayrı şekilde söylediği zaman böyledir.

Ancak vasi, sözünü aralıksız, söyler; sonra da matlûp, "yanında olanın, bin dirhem olduğunu" ikrar ederse; bu durumda vasinin sözü geçerli olur.

Eğer matlûp (= borçlu) önce "yanında olan emanetin bin dirhem olduğunu" ikrar eder; sonra da vasi "onda olanın tamamını aldığını; onun da yüz dirhem olduğunu" söylerse; —şayet sözünü fasılalı söylemişse— tamamını öder. Eğer, fasılasız, söylemişse, ikrarından başka bir şey gerekmez.

Borç bunun hialfmadır. Muhıyt'te de böyledir.

Vasî, "filanda olanın tamamını aldığını" ikrar ederse, onun sözü geçerli olur.

Keza, "filan adamın Kûfe'de olan alacağını aldım." derse, bu durumda da onun (vekilin) sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.

Şayet vasi ikrar ederek: "Ölenin, insanlarda olan alacağını filan oğlu filandan aldım." der; beyyine ile o adamın ölene bin dirhem borcu olduğu isbat edilir, vasi de: "Böyle değildir; ben aldım." derse, bu durumda vasi ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Vasî ikrar ederek: "Ölenin, filanda olan alacağını aldım." der; borçlu da: "Onun, bende bin dirhemi vardı." karşılığını verir, vasi de: "Sende olan alacağı bin dirhemdi; fakat, sen onun beşyüz dirhemini, sağlığında ona verdin; beşyüz dirhemini de öldükten sonra ödedin." der; borçlu da "Bilakis, ben tamamını sana ödedim." derse; vasi bin dirhemi tazmin eder; fakat davası hususunda varislerden yemin etmelerini ister. Muhıyt'te de böyledir.

Vasî   ikrar   ederek: Ölen   filan   zatın   evinde   eşyasından, mirasından olan her şeyi aldığını" söyler; bundan sonra da "O yüz dirhem, beş elbise idi." der; varisler de: "Evde olan şeyin, babalarının öldüğü gün, bin dirhem ve yüz elbise olduğunu" belgelerlerse, bu durumda vasi, ikrarından fazlası ile ilzam olunmaz. Böylece varisler şahit dinletebilirler. Hâvî'de de böyledir.

Vasî ikrar ederek: "Filanın buğdayından aldım; veya şu hurma ağacından, hurmasını aldım; veya arazisinden buğdayını aldım, o da şu kadardı" der; varisler ise, bunun daha fazla olduğunu iddia ederler ve beyyine ibraz ederek: "O yer, şu kadar, şu kadardı." derlerse, yine vasi-ikrarından fazla olanla ilzam olunmaz. Yine böylece varisler şahit din­letme imkanı bulurlar. Mebsût'ta da böyledir.

Vasî ikrar ederek "mükâtebin üzerindeki kitabet bedelinin bin dirhem olduğunu ve ölenin, sağlığında dokuzyüz dirhemini aldığını, kendinin de, o öldükten sonra, yüz dirhemi aldığını" söyler; mükâtep: de: "sen, bin dirhemin tamamını aldın." der ve bunu belgelerse, varis­lerin yemin etmesinden sonra, vasî bu bin dirhemin tamamını

Bu   durumda  varisler   "ölenin   aldığını  bilmediklerine"   yemin ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vasî,  "ölen adamın,  filan mükâtebde olan, kitabet bedelini aldığını" ikrar edip "onun, yüz dirhem olduğunu" söyler; mükâteb de: "Sen, benden kitabet bedeli olan bin dirhemi aldın." derse; "yüz dirhem olarak," vasinin sözü geçerli olur. Bu durumda mükâtep, dokuzyüz dirhemle ilzam olunur.

Şayet vasî, "ondan kitabet bedelini aldığını" söyler fakat bir miktar belirtmezse, bu durumda mükâtep, azad olmuş olur.

Eğer kitabet bedelinin aslı bin dirhem olarak belgelenir; mükâtep de —vasî şehadette bulunmadan önce— vasinin aldığını ikrar ederse; bu durumda vasî, onun tamamını tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir. [24]

 

21- VÂRİSİN VEYA KENDİSİNE VASİYET EDİLMİŞ BULUNULAN KİMSENİN ÖLEN ŞAHSIN MALININ, KENDİ ELİNDE BULUNDUĞUNU” İKRAR ETMESİ
 

Bir adamın yanında, gaib olan birisinin malı olur ve o gaib de ölür ve bir adam gelerek, "onun oğlu olduğunu" iddia eder; mal yanında bulunan şahıs da, ona inanırsa, bu durumda hakim, onu kabul etmez. İsterse o, "ölenin, başka varisi var-" desin; isterse demesin müsavidir. Şayet o ölen şahıs için başka bir varis çıkarsa, bu böyledir; değilse malı o gelene verir.

Her yerde: "Hakim, başka varisi varsa, o da gelsin diye yavaş davranır yani araştırma yapar." denilmiştir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

İmla isimli kitap da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Ölen bir şahıs, bir başkasının yanında mal bırakır; başka bir adam da "kendisinin, ölen zatın oğlu olduğunu" bir kadın da, "kendisinin ölen zatın karısı olduğunu" iddia eder; mal yanında bulunan şahıs da: "İkiniz de doğrusunuz. Ancak ben, sizden başka varisinin olup olmadığını bilmiyorum." der onlardan her biri de, diğerini yalanlarsa, bu durumda hakim, bir zaman bekler, sonra da malın tamamını ona —kadının davasının yalan olduğuna yemin ettirdikten sonra— oğluna verir.

Keza, ölenin bir karısı olsa, bir adam da "onu, ölen zatın nikahladığım" söylerse; bu durumda o kadın ölenin karısı menzilin-dedir.

Keza, mal elinde olan zat, ölen şahsın bir koca veya bir karısı yahut bir kardeş veya ana bir veya baba bir bacısı, olduğunu ikrar ederse veya mevle'l-ıtakanm nesebini ikrar ederse, mes'ele ikrar ettiği gibi halledilir.

Bir kadın, "ölenin kızı olduğunu" iddia eder; bir adam da "ölenin azadlısı olduğunu" söyler; mal elinde bulunan zat da: "İkinizi de doğruladım." veya "Şu kızıdır; şu da mevlâsıdır." yahut önce: "Şu mevlâsıdır; şu da kızıdır." derse; bunlar, o malı yan yarıya alırlar.

Eğer birbirlerini yalanlarlarsa, mevle'l-müvâlat, iki kadın yerinde olur.

Şayet mal yanında olan kadın olur; bu mal da bir adamın malı olursa, mal yanında olan kadın: "Ben, ölenin karışıyım; şu da onurî karışıdır. Şu adam da Ölenin mevlâsıdır." der; diğer kadın ise: "Ben, ölenin karışıyım. Sen değilsin." der; mevle'l-müvâlat da: "Ben, varisim. $iz değilsiniz." derse, işte o zaman, hakim malın dörtte birini iki kadına, kalanını da mevle'l-müvâlata verir. Muhıyt'te de böyledir

Eğer mal yanında bulunan şahıs: "Şu oğludur; fakat, bilmiyorum başka varisi yar mıdır?" derse, bu durumda hakim, bir müddet bekler. Başka varis gelirse gelir; şayet, gelen olmaz ise, malı oğluna verir.

Fakat, mal elinde bulunan zat: "Ben, bundan başka varis tanımıyo­rum." derse, bu durumda hakim, beklemeden malı ona verir. Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

İmâm Mu ha m m ed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Mal elinde bulunan adam, bir diğerine: "Sen, onun baba ve ana bir kardeşisin; ölenin, seni mirastan mahrum bırakacak başka bir varisi var mıdır onu bilmiyorum." der iddia olunan adam da: "Ben, ölenin baba ve ana bir kardeşiyim ve onun varisiyim; benden başkada varisi yoktur." derse, o kardeş için, —ondan başka varis olmadığı bilinene kadar— miras yoktur.

Şayet mal elinde bulunan zat: "Sen, ölenin ana ve baba bir kardeşisin; onun, ana ve baba bir, bir kardeşi daha vardır; ikiniz birlikte varissiniz. Ben, sizden başka da varis bilmiyorum." der; iddia olunan adam da: "Ben, ölenin ana ve baba bir kardeşiyim; benden başkada varisi yoktur." derse, o zaman, kadı (= hakim) yavaş davranır. Eğer başka varis çıkarsa, çıkar şayet başka varis çıkmazsa, malın tamamını iddia olunan adama verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam gelir ve "ölenin kendi kölesi olduğunu iddia edip malın da o kölenin malı olduğunu" söylerse, bu durumda o, hak sahibi olur.

Bir adam gelerek, "ölenin oğlu olduğunu ve onunda hür olduğun" iddia ederse; bir şeye sahip olamaz. Ancak, onun varisi olur.

Mal yanında olan: "Ölen köle idi." der ve onlardan her birisi de diğerini yalanlarsa, işte o zaman, malın tamamı mevlamn olur; oğulun olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir adam, "ölen bir gaibin kardeşi olduğunu iddia eder ve "onun varisi olduğuna; başka da varisinin bulunmadığını" söyler veya "onun oğlu (veya babası yahut anası veya mevlası) olduğunu" iddia ederse veya kadın olur da, "ölenin baba bir bacısı veya ana bir bacısı yahut kardeşinin kızı olduğunu" iddia eder ve: "Benden başka da varisi yoktur." derse; bir başkası da iddia ederek: "Malın tamamını veya üçte birini kendine vasiyet eylediğini*' söyler; mal yanında bulunmakta olan şahıs da bunların, ikisini de doğrular ve: "Ben, bilmiyorum, ölenin sizden başka varisi var mıdır?" derse vasiyyet iddiasında bulunana bu ikrar sebebiyle bir şey yoktur. Kadı (hakim) malı onlara verir. Hulasa'da da böyledir.

Koca, karı ve mevle'l-müvâlât, kendisine vasiyet olunan şahıstan evladır. Muhıyt'te de böyledir.

Mal yanında bulunan şahıs ikrar ederek: "Mal sahibi öldü. Şu adamın da onda bin dirhemi var." derse hakim ona "varis terk etti mi?" diye sorar. Eğer, o zat: "Evet" derse, aralarmda dava açılır.

Eğer o zat: "Hayır varis bırakmadı." derse; hakim o zaman teenni eder; şayet varis çıkmazsa, ölen için bir vasi tayin edilir.

Eğer borç sabit olursa, alacaklıya verilir.

Aksi takdirde, mal beytü'1-male kalır. Muhtasar'da da böyledir.

Bir adamın yanında, başka birisinin malı bulunduğunda, bu mal sahibi ölür; mal yanında olan zat ise: "Ölen şahıs, bu malın tamamını şu adama vasiyyet eyledi." der ve yine ikrar ederek: "bu malın tamamını başka bir adama vasiyyet eyledi." der; o adam da: "gerçekten ölen zat, bu malın tamamını bana vasiyyet eyledi; sana bir şey vasiyet eylemedi." derse, bu durumda o mal, ikisinin arasında taksim edilir.

Eğer mal yanında bulunan adam: "Gerçekten ölen zat, malın tamamını şu zat için vasiyyet eyledi." der veya —bunun gibi—: "Şu adam da ölenin baba ve ana bir kardeşidir ve onun varisidir, ondan başkada varisi yoktur.", der; onlar da birbirlernini yalanlarlarsa; bu durumda malın üçte biri, kendisine vasiyyet edilen şahsa; üçte ikisi de kard.eşine verilir.

Şayet mal yanında bulunan zat: "Gerçekten ölen adam, malın tamamını şu adama vasiyyet eyledi." der ve keza: "Ölen adam, şunun, oğlu olduğunu veya babası olduğunu veya efendisi olduğunu; başka da varisinin bulunmadığını" söylerse; malın tamamı, ikrar olunan varise ve efendiye verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam iddia ederek, "malsahibinde bin dirheminin olduğunu; onun da öldüğünü" söylerse, varisler gelene kadar, bu şahsın sözüne itibar edilmez.

Eğer, borçlu ve iddia olunan ikrar ederek: "Ölenin veresesi yoktur." derse; bu durumda hakim, teenni .eder. Sonra da ölen şahıs için, bir vasî tayin eder. O vasî malı alır. Sonra da iddia olunana: "Alacağın olduğuna dair beyyineni getir." denilir. Eğer beyyine ibraz ederse, ona hükmedilir.

Şayet mal sahibi sağ olarak gelirse, hakim ona hüküm verir.

Eğer adam ölmüşse, borcun aslı borçtur; mal sahibi onu tazmin eder.

Eğer aslı gasb ise, isterse alana tazmin ettirir. Eğer aslı emanet ise, tazminat alana aittir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, emanet gasb gibidir.

Eğer mal bu adamın eline, babasının ona vasiyeti olarak gelmişse, ona tazminat yoktur; tazminat, onu alana aittir.

Eğer mal sahibi, sağ olarak gelmez; varisleri de gelerek borcu inkar ederlerse, bu durumdaki hüküm geçmiştir. Muhtasar'da da böyledir.

Eğer, mal yanında bulunan zat: "Gerçekten ölen adam, malın tamamım şu adama vasiyyet eyledi; fakat, filan oğlu filanın, ölen adamın üzerinde şu kadar, şu kadar alacağı var." der; onu da ikrar olunan adam doğrular; vasiyet olunan şahıs ise, vasiyeti iddia ettiği halde borcu inkar eder, ölenin de varisi kalmamış olursa, bu durumda hakim, bir müddet bekler, sonra da alacaklıya: "Alacağına ait belgem getir." der.

Eğer belgesi yoksa, kendisine vasiyet olunan zata yemin vererek, "o adamın, ölenin üzerinde alacağının olup olmadığını" sorar.

Eğer, kendisine vasiyet olunan zat yemin ederek: "Alacağı yoktur."-derse; hakim malı ona verir. Bu durumda alacaklıya bir şey vermez.

Şayet mal elinde bulunan şahıs: "Ölen zat, malının tamamını, bu adama vasiyyet eyledi. Ben ölenin varisi var mı, yok mu bilmiyorum."; kendisine vasiyet olunan şahıs da: "Bana ver. O, her haliyle — ister veresesi olsun, isterse olmasın— benimdir." derse, işte o zaman hakim, ona bir şey vermez. Muhıyt'te de böyledir.

Mal yanında bulunan zat, hakime: "Bu mal, filan adamındır. O da öldü. Varis de bırakmadı." derse, hakim acele etmez ve ondan nefsini kefil alır.

Eğer, bir varis veya kendisine vasiyet edilen bir kimse gelirse gelip malı alır. Aksi takdirde, hakim malı ondan alarak, beytü'1-male teslim eder.

Eğer, hakim, bu malı müslümanlar arasında paylaştırdıktan sonra, mal sahibi diri olarak gelirse, o mal borç olur ve beytü'l-malden ödenir.

Eğer o mal gasb ise, onun sahibi muhayyerdir: Dilerse, elinde olana ödetir; dilerse, mislini beytü'l-malden alır

Eğer, gasıbtan alırsa, o, beytü'1-male müracaat eder. Eğer o mal, emanet ise, emanet olunan şahsa, tazminat yoktur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Mu h amme d (R.A.)'e göre ise, o, gasb gibidir.

Mal elinde bulunan şahıs o mala vasî tayin edilmiş olursa, ona taz­minat gerekmez. Sahibine beytü'l-malden karşılık verilir.

Eğer mal sahibi sağ gelmez de, oğlu gelirse; mal yanında bulunan şahıs, onu tazmin etmez. O oğlana, beytü'l-malden karşılık verilir. Muhtasar'da da böyledir. [25]

 

22- KATL VE CİNAYETİN İKRAR EDİLMESİ KATL İKRARI
 


Bir adam, ikrar ederek "bir adamı, hataen öldürdüğünü" söyler, beyyine de başkasının öldürdüğü şeklinde olur; maktulün velisi de her ikisini de dava ederse, bu durumda ikrar eden, diyetin yansını öder; diğerine bir şey gerekmez.

Buna göre, onlardan birisi amden öldürdüğünü ikrar eder veya diğeri hakkında böyle bir belge bulunur ve velî de katlin kasden olduğunu iddia ederse; bu durumda veli için, ikrar edeni (kısasen) öldürtme hakkı vardır. Diğerini öldürtme hakkı yoktur.

Şayet veli, —hata iddia edilen fasılda— tamamen ikrar edeni iddia ederse, onun diyetin tamamını vermesi vacip olur.

Eğer velinin iddiası, aleyhine şahitlik yapılan şahsa olursa, onun, diyetin tamamını ölenin baba tarafından olan asabasına vermesi gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir   adam,   ikrar   ederek:    "Yalnız   başına   filanı   kasden Öldürdüğünü" söyler; bir başkası da aynı şekilde ikrarda bulunur; velî ise: "İkisi bir öldürdü." derse; bu durumda her ikisini de (kısâsen) öldürtme hakkı vardır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın aleyhinde iki şahit, şehadette bulunur ve: Bu şahıs, filan adamı öldürdü." derler; başka iki şahit de, bir başkası için, "...bu öldürdü." diye şahitlik yaparlar; veli ise: "Her ikisi de birlikte öldür­düler." derse; onlardan hiç birini (kısâsen) öldürtemez. Muhiyt'te de böyledi.

Onlardan birine: "Onu sen öldürdün." derse, bu durumda, onu (kısasen)  öldürtme hakkı  vardır. Şayet: "İkinizin  öldürdüğünü de doğruluyorum." derse; ikisini de (kıyasen) öldürtemez. Mebsût'ta da böyledir. [26]

 

Cinayet İkrarı
 
Bir adam, bir cinayeti ikrar ederse, işlediği cinayetin fidyesini verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [27]

 

23- İKRAR'LA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
 

tbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse: "Filan adamın varislerinin, benim üzerimde bin dirhem­leri vardır." derse, o varisler arasında pay edilir. Buna, ana karnında olan da dahil olur. Şayet "Filanın oğlunun, benim üzerimde bin dirhemi vardır." derse; ona da oğullar aynı seviye de ortak olurlar. Fakat buna, ana karnında olan dahil olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, karısına: "Ben, seni sabi iken nikahladım." derse, ara­ları ayırtedilmez. Bilakis ona: "Babadan, sana izin vermiş miydi?" diye sorulur. Şayet: "Hayır." derse, "Bulûğa eriştikten sonra izin verdi mi?" denir.  Eğer  "Hayır." derse; "Şimdi izin verdi mi?" denir. Yine: "Hayır." derse, o zaman aralan ayrılır. Vâkiât'ta da böyledir

Hişam'ın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'m şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, ikrar ederek: "Filan adamın, benim üzerimde, mirasdan bin dirhemi vardır." der, ikrar olunan şahıs da, ikrar edenin söylediğini söylerse; ikrar eden şahıstan o malı alır.

Eğer ikrar olunan şahıs, bunu inkar ederse, onun inkar eylediği, filanın mirasına bir varis olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir köle, hüta ile bir adamı öldürür; efendisi de bu durumu bilmez ve o köleyi bir adama satıp teslim ettikten sonra, satm alan zat, onu efendisinin yanına emanet bırakır; cinayetin sahibi de, bu cinayeti yalanlarsa, bu durumda, onun sözü de beyyinesi de kabul edilmez. Ve o kölenin, "cinayetin efendisine teslim edilmesi" veya "fidyesinin veril­mesi" emredilir.

O verildikten sonra, gaib biri gelir ve: "Ben cinayeti biliyorum." derse, bu durumda cinayetin velisinin, o kölede bir hakkı kalmaz. Bunu söyleyen şahsa diyet lazım olur. İkrar olunan şahıs, ister doğrulasın, isterse yalanlasın fark etmez. Tahrîr'de de böyledir.

îbnii Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam: "Şu adamın, benim üzerimde bin dirhemi var; bunun gibi, şu adamın da benim üzerimde dinarı var." derse, bu durumda, önceki adama bin dirhem; sonrakine de bin dinar borç öder.

Şayet: "Şu adamın, benim üzerimde bin dirhemi var." der; susar; sonra da: "Şu adamın da bende onun misli var." derse, bu durumda onlara biner dirhem borç öder. Bu eğer, meclis ve söz bir olursa böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kölenin "filanın kölesi olduğunu ikrar eder, köle yanında bulunan şahıs da, bunu   inkar eder; sonra da ikrar eden zat: "Onu satın aldım; artık, o hürdür." der ve bilahare de onu satın alırsa, bu durumda o köle, ikrar olunan şahsa hükmedilir; azadhğı geçersizdir.

Eğer ikrar ederek: "O filanındır." dedikten sonra: "O, hürdür." der; bilahare de onu satın alırsa, bu durumda o köle, öncekine hükme­dilir.

Bu ikrarlardan sonra, adam "onu satın almasını" emreder, bilahare de o satın alırsa, emreden şahıs ona daha çok hak sahibi olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "Filanın, bende emanet olarak bin dirhemi vardır." der ve sonra da: "İkrarımdan önce, o zayi oldu." derse, sözüne inanılmaz. O şahıs, o bin dirhemi öder.

Şayet: "Onun benim yanımda emaneti vardı. Zayi oldu." derse, bu durumda, onun sözü geçerli olur.

Eğer: "Onun, benim yanımda bin dirhem emaneti vardı. Zayi oldu." der ve bu sözlerini bitiştirirse; bu sözü istihsanen kabul edilir.

Keza: "Gerçekten dün zayi oldu." derse, yine bu sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Filanın, kendi üzerinde, herevî bir elbi­sesinin olduğunu" söyler ve bir de herevî elbise getirirse, —yemin etmeksizin— bu sözü kabul edilir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, uygun olanı, bu ikrarı, orta halli bir elbiseye çevrilmelidir.

Bu kavillerin ikisi de doğrudur.

Keza, bu şahıs: "Onun bende elbisesi vardır." der de, cinsini belirtmezse, hangi elbiseyi getirirse, o kabul edilir. Bu durumda giyilmişi ve yenisi müsavidir. Elbiseyi verene kadar da, o bırakılmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, ikrar ederek "Filan şahsın kendisinde evi veya bir yeri, yahut hurmalığı veya bostanı olduğunu" söyler ve bunu da gasben aldığını ikrar ederse; —elinde duruyorsa— "o şeyi, olduğu gibi geri vermesi emredilir.

Şayet, o şeyi geri vermekten aciz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre o şeyin kıymetini tazmin etmez; İmâm Muhammed (R. A.)'e göre, tazmin eder. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, "Filanın, kendisinde bir kölesi olduğunu" ikrar eder; onu da, o filan şahıs, iddia ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Orta halli bir köle veya orta halli bir kölenin kıymetini verir." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Köle veya kıymeti hakkında söz ikrar edenin sözüdür." buyurmuşlar.

Bu ihtilaf: "Bende bir koyunu (veya bir ineği, bir devesi) var." denildiği zaman da böyledir, Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın bende bir kölesi var; benim de onda, köle bedelim var." derse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur. Meb­sût'ta da böyledir.

Bir adam, kendi üzerinde bir hayvan olduğunu ikrar ederse; istediği hayvanın kıymetini verir.

Eğer bir hayvan getirir de: "İşte budur." derse, bu durumda onun sözü geçerli olur.

Eğer bir at, kısrak, eşek veya deve getirirse, o kabul edilir. Bunun dışında, sözü kabul edilmez. Kâdîhân'da da böyledir.

Ilel kitabında şöyle zikredilmiştir:

Filan adamın, bende fülüs dirhemi vardır." diyen kimsenin dirhemi değeri dirheme müsavi, fülüs borcu olur.

Keza, bir adam: "Filanın bende dinarı, dirhemleri vardır." derse; onun, dinara müsavi dirhemler vermesi gerekir.

Eğer "filanın, üzerimde dirhemi fülüsü vardır." derse; sanki o adam: "Ben, sana bir dirhemlik fülüs sattım." demiş gibi olur. Ona fü­lüsü açıklamış olur.

Münteka'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Filanın, üzerimde dirhemi unu vardır." derse, ona bir dirheme müsavi un vermesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kendisinin bir evde veya arsada hakkının bulunduğunu ikrar eder veya mülk veya satın alım ikrarında bulunursa, onu açıklar. İddia olunan hasmı, ona yemin verir.

Eğer açıklamadan kaçınırsa, hakim ona: "Yarı mı? Üçte bir mi? Dörtte bir mi?" diye sorar. Bu soruları örfte bilinen ondan aşağısına sahip olunamayan miktara kadar indirir.

Sonra da fazlalık üzerine yemin verir.

Eğer: "Bunun, bu evde hakkı, şu ağaçdır. veya "...şu kapıdır." yahut "...yersiz, şu binadır." veya "...ziraat hakkı..." yahut "...sükna hakkı...", "kira mukabili şudur." derse, bu sözüne inanılmaz. Ancak, bu sözü yeminle birlikte söylerse , o vakit inanılır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Üzerimde, filanın alacağı vardır." dediği halde, onu açıklamakdan kaçınırsa, bu durumda hakim, ona, —en az miktara varana kadar— derece derece borç ismi söyler.

Borçlu, bu miktarlardan birini ikrar ederse eder; etmez ise, kendi­sine yemin verilir ve ilzam edilir. Muhıyl'te de böyledir.

Bir kimse:  "Şu köle, filanındır; ondan satın aldım." der ve ikrarını bitiştirirse ve ondan satın aldığını da isbat ederse; istihsanen, belgesi kabul edilir.

Şayet, biraz sustuktan sonra: "Satın aldım." veya "Onu, bana bağış yaptı." yahut "Onu, bana sadaka verdi." derse, bu husustaki beyyinesi kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir,

Müntekâ'da zikredildiğine göre İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "Kardeşimin, benim üzerimde, bin dirhemi var." dediği halde, isim vermezse, bu batıl (= geçersiz) olur

Şayet onun ismini bildirir ve bu isim, kardeşinin isminin aynısı olursa; ilzam edilir.

Eğer: "Oğlumun, benim üzerimde bin dirhemi var." dediği halde, onun da ismini söylemez ve bu şahsın belirli bir oğlu olur: "Benim, başka da oğlum vardır." Ben onu kasdeyledim." derse, onun bu sözü geçerli olur.

Şayet, isim belirttiği halde, bu şahsın oğlu olmaz ise, onu, başka yere sarfetmez, O çocuğun üzerinde Ömer Ömer ve Salim Salim gibi iki isim birleşirse, bunlara borç ikrarı sahih değildir. Talak ve ıtak ise vaki olur. O şahsın açıklama hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

el-As]'da şöyle zikredilmiştir:

Borcun miktarı söylendiği veya borç maldan iki vasfa izafe edildiği zaman, bunların her birinden yarı icabeder. Çünkü, miktarı onları izafe eylemiştir. Bu, eşit olarak tevzi edilir. Şöyleki, iki adama izafe ederse; onların arasında, yarı yarıya taksim edilir. İzafetteki müsavat, tevzi de müsavatı iktiza eder.

Şayet: "Bana on herevî ve merevî elbise emanet eyledi." derse, her birinden beşer elbise emanet edilmiş olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, "diğer bir şahsın üzerinde, ikiyüz miskal altın ve gümüşünün olduğunu" söylerse, o takdirde onların her birinden yüzer miskal alacağı olmuş olur. İkrar olunan zat, gümüşü fazlalaştıramaz. Yenilik ve eskilik hususunda, ikrar edicinin sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim yanımda, bin dirhem alacağı ve emaneti vardır." derse o şahıs, bunun yarısını borç ve yarısını da emanet olarak öder.

Eğer: "Onun, bende bin dirhem mudârabe ve alacağı vardır." der ve sözü bitiştirirse, işte o zaman: "Üçyüz dirhem borç; yediyüz dirhem mudârabedir." derse, onun sözü geçerli olur.

Eğer, sözün arasını açarsa, herbirinden yarı yarıya olur. Yani beş yüz dirhem borç, beşyüz dirhem müdârabe olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam: "Onun, bende bin dirhem hibesi ve emaneti vardır." derse, bunun tamamı, emanet olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimse, başkası hakkında: "Bana üç zatiy ve yehûdiy elbise emanet etti." derse; bir zatiy ve bir yehûdiy elbise lazım olur; üçüncüyü açıklamak  ona  aittir.   Dilerse   "zatiy,"  dilerse  —yeminli  olarak— "yehûdiy elbise" der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, "üzerinde, (hınta =) buğday ve arpadan bir ölçek olduğunu, dörtte birinin hariç kaldığını" söylerse, bu durumda, onun —arpa ve buğdayı eşit olmak üzere— dörtte üç ölçek vermesi gerekir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, başka biri hakkında: "Bende bir kür buğday ve arpa ve susam alacağı var." derse, her birinden bir kür'ün üçte birini verir.

Bir adam, eğer: "Filanın bende, yarım dinar, dirhem ve elbisesi vardır." derse; bu durumda onun bunlardan her birinin yarısını vermesi gerekir.

Keza: "Yarım kür buğday, bir kür arpa ve bir kür hurması vardır." derse, dediği gibidir.

Keza: "Şu kölenin yarısı ve şu cariyenin yansı..." derse, her birinin (değerinin) yarısını öder.

Şayet: "Şu kür buğdayın yarısı ve bir kür arpası vardır." demiş olursa bu durumda, onun arpayı tam bir kür vermesi gerekir.

Eğer: "Filanın kölesinin yarısını gasbeyledim. Ve şu cariyesini...," derse; dediği gibi Ödeme yapar.

Keza: "Yarım dirhem ve şu dinar." derse; dediği gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Câmiu's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam ölüp, geride bir köle bıraktığında, bu köle, varislere: "Baban beni azad eyledi." der; başka bir adam da: "Babanda, bin dirhem alacağım vardır." der; varis de: "İkiniz de doğru söylediniz." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda borç evladır. Kölenin kıymeti hakkında ruhsat vardır.

İmâmeyn'e göre ona ruhsat yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimsenin, bir kölesi; diğer bir şahsın da bir cariyesi bulunduğunda, bu şahıslardan her biri, *'diğerinin, memlûkesini azad eylediğine" şahitlik yaparlar ve her biri bu hususta diğerini yalanlar; sonra da, her biri diğerinin memlûkesini satın alırsa, bu alış-veriş sahih olur. Ve bu durumda, o memlûkeler azad edilmiş olurlar. Satın alan şahıs ister teslim alsın, ister teslim almasın hüküm böyledir.

Bu şahıslardan her biri, diğerine, satın aldığının kıymetini tazmin eder. Eğer kıymetleri müsavi ise, biri diğerine, her hangi bir şey için mü­racaatta bulunamaz.

Şayet birinin kıymeti diğerinden fazla ise, kıymeti fazla olanın sahibi o fazlalık için; diğerine müracaat eder.

Keza, bu satıştan önce, her biri, diğerinin, memlûkesini müdebbere eylediğine şahitlik etmiş olurlarsa, bu durumda müşterinin değil, satıcının ölümüyle, hürriyet tahakkuk eder ve velâ yerinde kalır.

Şayet her biri, diğerinin memlukesinin başka birine ait olduğuna şahitlik yaparlar ve o da belirli bir kişi olur; bu şahıslar karşılıklı birbir­lerini yalanladıktan sonra da, birbirlerinden o memlûkeleri satın alır­larsa; bu durumda da, bu alış-veriş caiz olur. Ve bu şahıslardan her biri, satın aldığını ikrar ettiği şeyi o şahsa geri verir. Bu, kendisi için ikrar olunan şahıs onları doğruladığı zaman böyledir.

Fakat, bu şahıs onları yalanlarsa, bu durumda onları teslim etmeleri emredilmez ve bu şahıslardan her biri, diğerine o memlûkenin kıymetle­rini tazmin etmezler. Bu durumda bir birlerine hiç bir şey için müra­caatta bulunamazlar.

Şayet onlardan birisi, diğerinin memlûkesini müdebbere eylediğine şahitlik yapar; diğeri de "arkadaşının elinde bulunan memlûkenin başka birine ait olduğuna" şahitlik yapar ve o şahıs da böyle iddia ettiği halde, bu şahıslardan her birisi diğerini yalanlar; sonra da karşılıklı satış yaparlarsa, o zaman, kendisi için ikrar olunan şahıs, müşterisinden ikrar olunan bedeli alır. Müdebber olduğu iddia olunan memlûke de müdeb-bere olarak kalır. Aralarındaki satış caiz olur. Ve bu şahıslardan birisi, diğerine herhangi bir şey için müracaatta bulunamaz.

Eğer her biri, "diğerinin, memlûkesini mükâtep eylediğini" ikrar ettikten sonra, karşılıklı satış yapsalar ve bu mes'ele hakime çıkarılsa, memlûkelerin kitabeti inkar etmeleri halinde, bu satış caiz olur.

Eğer kitabetlerini iddia ederlerse, bu durumda hakim, o iki mem-lûkeden, kitabet hususunda beyyine ister. Onlardan her biri beyyine ibraz ederse, hakim kitabete hükmeder ve satış bozulur.

Şayet beyyineleri yoksa, onlardan her biri, satıcısından "kendini kitabete bağlayıp bağlamadığı hakkında'' yemin etmesini ister.

Eğer satıcılar yemin ederlerse, satış caiz ve onlardan her biri kendi­sini satın alanın kölesi olur.

Şayet satıcılar yeminden kaçınırlarsa, hakim bu kölelerden her birinin kitabetine hükmeder ve satış bozulur.

Eğer biri diğerinin tedbîrine; diğeri de ötekinin kitabetine şehadette bulunur; sonra da karşılıklı satış yaparlarsa, tedbirine şehadette bulu­nulan köle, satın alanın malından müdebber olur ve onun ölümüyle hür olur; velası da bakidir.

Kitabetine şahitlik yapılan köle hakkında, satıcı yemin eder ve memlûke olduğu bilinirse, kitabeti fesh olur. Ve bu durumda taraflar birbirine herhangi bir şey için müracaat edemezler.

Eğer satıcı yemin edemezse, köle satıcıya geri verilir ve satış bozulur. Tahrîr'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır ve dönüş de ancak Onadır. [28]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/183.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/183.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/183-184.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/184-186.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/187-215.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/216-219.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/220-226.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/227-239.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/240-261.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/262-266.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/267-278.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/279-280.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/281-294.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/295-299.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/300-305.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/306-316.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/317-322.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/322.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/323-324.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/325-334.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/335-342.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/343-354.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/355-361.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/362-366.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/367-371.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/372-373.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/373.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/374-381

Günün Sözü

"Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanı, benim üzerime en çok salevât getirendir.” (Hadîs-i Şerif—Tirmizî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.