Feteva-i Hindiye

Şahitlikten Dönme

KİTÂBÜ'R-RUCU' ANİ'Ş-ŞEHÂDÂT.

(ŞAHİTLİKTEN DÖNMEK)

1- ŞAHİTLİKTEN DÖNMENİN MANASI, RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ..

Şehâdetten Dönmenin Manası

Şehâdetten Dönmenin Rüknü.

Şehâdetten Dönmenin Şartı

Şehadetten Dönmenin Hükmü.

2- ŞAHİTLERDEN BİR KISMININ ŞEHADETTEN DÖNMESİ

3- MALLARLA İLGİLİ ŞEHADETTEN DÖNMEK..

4- ALIŞ-VERÎŞ, HÎBE, REHİN, EMANET, ÖDÜNÇ, BİDÂA, MÜDÂREBE VE İCÂRE HUSUSLARINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK..

5- NİKÂH, TALÂK, DUHÛL VE HULÛ' HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK  

6- ITK, TEDBİR VE KİTABET HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK..

7- VELAYET, NESEP, DOĞUM VE MİRASLAR HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKTEN DÖNMEK  

8- VASIYYET HUSUSUNDAKİ ŞEHADETTEN DÖNMEK..

9- HADLER VE CİNAYETLER HUSUSUNDAKİ ŞEHADETLERDEN DÖNMEK  

10- ŞEHADETE ŞAHİTLİK ETMEKTEN DÖNMEK..

11- ŞAHİTLİKTEN DÖNMEKLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER..


KİTÂBÜ'R-RUCU' ANİ'Ş-ŞEHÂDÂT
 
(ŞAHİTLİKTEN DÖNMEK)
 

1- ŞAHİTLİKTEN DÖNMENİN MANASI, RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ 
 
Şehâdetten Dönmenin Manası
 

Şehadetten   dönme   ('=   rücû'   ani'ş-şehâde):   Bir   kimsenin, —şehadetiyle— isbat ettiği bir şeyi nefyetmesi demektir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir. [1]

 

Şehâdetten Dönmenin Rüknü
 

Şehadetten  dönmenin  rüknü,   şahidin  şehadetinden  dönmesi ("...döndüm." demesi) ve yalancı şahitliği yapmış olduğunu ("yalancı şahitliği   yaptım." diyerek)  söylemesidir,    Sirâcü'I-VehhâcMa da böyledir. [2]

 

Şehâdetten Dönmenin Şartı
 

Şehadetten dönmenin şartı, bu dönüşün, hakimin huzurunda olmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Meşhudun aleyh'in (= üzerine şahitlik yapılan şahsın), hakimin huzurunda   bulunup   bulunmaması   müsavidir.   Fethû'l-Kadîr'de   de böyledir.

Bunun faydası: Üzerine şahitlik yapılan kimse, hakimin huzu­runda bulunursa; şahidin şahitlikten döndüğü açığa çıkar.

Aynı şahit, başka mecliste şehadetten dönerse, üzerine şahitlik yapılan kimsenin {= meşhudun aleyhin) onu isbat etmesi veya "şahidin, şehadetten döndüğüne yemin etmesini istmesi" gerekir. Nihâye'de de böyledir.

Keza, dönen şahıs "mutlak şehadetten döndüğünü" iddia ederse; beyyinesi kabul edilmez. Üzerine şahitlik yaptığı kimse de, onun yemin etmesini isteyemez. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet, hakim huzurunda şehadetten döndüğünü beyyinelerse,. mal tazminatı makbul olur. Hidâye ve Kâfî'de de böyledir.

İki şahit, bir hakimin huzurunda, şehadetten dönerler ve o hakim de başka bir hakim olursa; yine onlara, tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir şahit, hakimin huzurunda, "şehadetten döndüğünü" ikrar eder ve bu dönüşü de "başkasının huzurunda yaptığını" söylerse; ikran sahih olur.

Ve bu, şehadetten dönüşün başlangıcı olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet İki şahit, başka bir hakimin huzurunda, şahadetten dönmüş olur; malı tazmin ederler ve bunu nefislerine karşı yazarlar; malın key­fiyetini bildirirler ve sonra da, bunu ikinci hakimin huzurunda inkar ederlerse; bu mal üzerlerine hükmedilmez.

Keza bunu, emniyet amirinin huzurunda veya muhtarının yanında ikrar etmişlerse, onlara böyle hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

İkrarlarının sebebini doğrularlar; bunu da hakimin huzurunda yaparlarsa; hakim onları mal ile ilzam eylemez. (Yani bunların mal ödemelerini gerekli görmez). Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [3]

 

Şehadetten Dönmenin Hükmü
 

Şehadetten dönmenin hükmüne gelince:

Şehadetten dönme, her hal-ü karda, ta'ziri gerektirir. İster hüküm verilmeden önce, isterse, hüküm verildikten sonra dönülsün müsavidir.

Şayet, hüküm verildikten sonra dönerse, ta'zirler birlitke tazminat gerekir.

Eğer şahitlik yapılan şey bir mal ise, karşılıksız olarak izalesi; zayi olan miktarını ödenmesi gerekir. Siracü'l-Yehhâc'da da böyledir.

Eğer meşhudun bih, (= Kendisi hakkında şahitlik yapılan şey) mal değilse; (kısas, nikah gibi...) o zaman, alimlerimize göre, şehadetten dönen şahide, tazminat gerekmez. Her ne kadar, şahit bu şehadeti sebe­biyle bir hakkın ziyama sebeb olmuş olsa bile bu böyledir.

Eğer meşhudun bih mal ise, telefin karşılıklı olması halinde, yine tazminat  yapmaz.  Fakat  karşılıktan  fazla  olursa tazminat  gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet şehadetten dönen şahit, malı iddia sahibinden borç almış veya bir ayn (= bizzat bir mal) ise, gerçekten onu geri öder. Hidâye ve Kâfî'de de böyledir.

Zehiyre'de şöyle zikredilmiştir:

Şeyhu'l-tslâm'ın Mebsûtu'nda: Eğer, meşhudun bih ayn ise, o, ü/erine şahitlik yapan şahsın olur.

Bunu şehadetten dönen şahit, —almış olsada almamış bulunsa da tazmin eder.

Bu, bir i^orç ise, bunun hİlafınadır. Yani almamışsa, ödeme yapmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bezdevî şöyle buyurmuştur:

Fetva; —malı önce almış ve hükümden sonra da dönmüşse, o zaman, —tazmin etmesinedir.

Akar da böyledir. Şahit hükümden sonra dönerse; akar hak sahi­bine verilir. Fcthu'l-Kadîr ve Hulâsa'da da böyledir.

Kendi hakkında şahitlik yapılan malın, hüküm sırasındaki kıyme­tine bakılır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet iki şahit, şehadetlerinden, hüküm verilmeden önce döner­lerse; hakim, onların şehadetiyle hükmeylemez. Onlar da bir tazminatta bulunmazlar.

Eğer, onların şehadeti sebebiyle hakim hükmeder; sonra da onlar şahitliklerinden dönerlerse; hüküm geçersiz olur; infaz edilmez. Kâfî'de de böyledir.

Eğer şahit şehadetinden hakimin huzurunun haricinde döner ve dönüşünü de hakimin hükmüyle isbatîarsa, o takdirde tazminat gerekir. O hakim, onun davalının zayi olan hakkını tazmin etmesini emreder.

Keza, iki şahit hakimin huzurunda şahitlik yaparak: "O adam, hakimlerin huzurunda şehadetinden döndü." derlerse; yine hakim, ona tazminatı hükmeder. Ve bu şehadeti sebebiyle,onun tazminatı gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [4]

 

2- ŞAHİTLERDEN BİR KISMININ ŞEHADETTEN DÖNMESİ
 

îki şahitten birisi şehadetinden dönerse, tazmniatın yansı ona aittir. kibar dönene değil, geri de kalanadır.

Eğer üç kişi şahitlik yapsa ve onlardan birisi de şehadetinden dönse; ona tazminat yoktur. Eğer, birisi daha dönerse; işte o dönenler, tazmi­natın yansını müştereken Öderler. Kenz'de de böyledir.

îki erkek, bir de kadın, şahitlik yapsalar; sonra da bu şahitlikten dönseler; kadına tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

İki erkek, iki de kadın şahitlik yapsalar, sonra da kadınlar şahit­likten dönseler; ikisine de tazminat gerekmez.          Şayet erkekler dönmüş olsalar; malın yansını tazmin ederler.

Şayet erkeklerden birisi şehadetten dönerse; ona bir şey gerekmez. Eğer bir erkek, bir de kadın şahitlikten dönerlerse; mahn dörtte birisini tazmin ederler.

Bunun üçte ikisini erkek; üçte birisini de kadın öder. Eğer tamamı şahitlikten dönerlerse; tazminat aralarında üçe bölü­nür. Onun üçte ikisini iki erkek; kalan üçte birisini de, iki kadın müştereken Öderler.

«Şayet, bir erkekle iki kadın şahitlik yaparlar, sonra da, kadınını birisi şahitlikten dönerse; onun, bunların dörtte birini tazmin etmesi ;gerekh\

Eğer ikisi dönerlerse, malın yansın ödemeleri gerekir. Eğer erkek dönmüş olursa; onun da, mahn yansını ödemesi gerekir. Şayet bir erkek, bir de kadın dönerse; malın dördde üçünü Ödemeleri gerekir. Bunun yansı erkeğe^dörtte biri de kadına aittir. Eğer, şahitlerden tamamı dönerlerse; malın yarısını tazmin ederler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir erkekle üç kadın, şahitlik yapmış olur; sonra da, bu şehadetten geri dönerlerse; yansı bir erkeğe; geri kalan yansını tazmin etmek ise, üç kadına ait olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu mal beşe bölünür, beşte ikisini erkek, beşte üçünü de kadınlar tazmin ederler.

Şayet bir erkek ve iki kadm şehadetlerinden dönerlerse, malın tamamının yarısı erkeğe tazmin ettirilir; kadına bir şey gerekmez. Bu, İmâmeyn'e göredir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre üçte birini kadm tazmin eder. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer bir erkekle, on kadın şahitlik yaparlar; sonra da bu kadın­lardan sekiz tanesi şahitlikten dönerse hiç birine tazminat gerekmez.

Şayet, bu kadınlardan birisi daha dönerse, onların dokuzu, malın dörtte birini, aralarında eşit şekilde tazmin ederler. Şayet erkek ve kadınlar dönerlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye szöre, malın altıda birisi erkeğe, altıda beside kadınlara ödettirilir.

İmâmeyn'e göre yarısını, o bir erkek öder: yarısını da diğer kadınlar öderler. Şehadetten dönenler, yirmi kadın bile olsalar, onlar ancak, malın yarısını .öderler. Erkek dönmedikçe bu böyledir. Her iki kavil de bunun üzerinedir. Hidâye'de de böyledir.

Eğer bir erkekle sekiz kadın şehadetten dönmüş olsalardı tazmi­natın yarısı erkeğe ait olur; kadınlara bir şey g'erekmezdi. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet, bir erkek şehadetten dönmüş olsaydı; bi'I-icma' malın yarısının tazminatı ona ait olurdu.

Şayet, bir erkek birde kadm şehadetten dönselerdi, malın yarısını, ikisinin tazmin etmesi gerekirdi. Bu yarı, üçe bölünür; üçte ikisini erkek üçte birisini de kadın Öderdi. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

En doğrusunu bilen AİIahu Tealadır. [5]

 

3- MALLARLA İLGİLİ ŞEHADETTEN DÖNMEK
 

Cami' Kitabı'itda şöyle zikredilmiştir:

Dört şahit, birinin üzerinde bulunan dört yüz dirheme şahitlik yap­salar, buna göre hüküm de verilse; bu şahitlerden birisi, yüz dirhemden dönse, diğer birisi de o yüz dirhemle birlikte, bir yüz dirhemden daha dönse; diğer birisi de, o iki yüz dirhemle, bir başka yüz dirhemden daha dönse; o dönenlerin elli dirhemin üçte birini tazmin etmeleri gerekir. Eğer dördüncü şahit de, hepsinden dönerse, her biri yüz dirhemin hari­cinde, öncekilerin elli dirhemin üçte birinin haricinde, dörtte birini tazmin ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyie zikredilmiştir:

Ölen bir kimse, dirhem bırakır; iki kişi de onu iddia ederler ve her birisi, ölen adamda yüz dirheminin olduğuna, ikişer şahit dinletir; hakim de her birisi için yüz dirhem hükmedip, o tereke olan yüz dirhemi yarı yarıya taksim ettikten sonra, bu iki davacının birinin şahitleri, şehadet-(erinden dönerek, "yüz dirhem değil de, elli dirhemdi." derlerse; Imâmeyn: "Elli dirhemin üçte biri, diğer alacaklının olur." buyurmuştur. Bir adam Ölüp, bin dirhemi kaldığında bir adam, bu bin dirhemi iddia ve buna karşı beyyine de ibraz eder; başka birisi de, bin dirhem iddiasıyla meydana çıkıp, o da beyyine gösterir; hakim de, bu bin dirhemi ikisine hükmeder; sonra da şahitler şehadetten dönerlerse, her iki şahit beşer yüz dirhem tazminatta bulunurlar.

Şayet iki şahit, iddia sahiplerinden birisine müracaat etseler, o varislere bir tazminatta bulunmazsa; Kitabta "diğer iddiacının, şahitlere tazminat yaptırıp yaptıranı ıyacağı söylenmedi. Önceki mes'eleye kıyasla, tazminat yapmaları uygun olur.

Eğer bundan sonra, diğer iddiacının iki şahidi de şehadetlerinden dönerlerse; bununla tamamının şahitlikten dönmeleri müsavidir. Mohıyt'te de böyledir.

Bir erkek ve iki kadın bin dirhem üzerine bir .erkek, iki kadın da, yüz dinar üzerine şahitlik yapsalar; hakim de böylece hükmeylese; sonra da dirhemler üzerine şahitlik eden erkekle kadınlar, şahitliklerinden dönseler; dönenler, bir tazminatta bulunmazlar.

Şayet, hem dirhemler; hem de dinarlar üzerine şahitlik yapanların hepsi birden dönerlerse; hassaten dinarlar üzerine şahitlik yapanlar, tazminata bulunurlar.

Dirhemler üzerine şahitlik yapanlar da, bu dirhemleri tazmin ederler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, her iki kadına, dörtte bir ve her erkeğe dörtte bir tazminat vardır.

İmameyn'e göre ise, üçte biri erkeğe, üçte birisi de kadınlara tazmin ettirilir. Mebsût'ta da böyledir.

Dört kişi, bir adama karşı şahitlik yaptıklarında onlardan ikisi, "beşyüz dirhem üzerine"; ikisi de "bin dirhem üzerine" şahitlik yap­salar; hakim de öylece hükmettikten sonra, bin dirhem üzerine şahitlik yapanlardan birisi, şehadetten dönse; o bin dirhemin dörtte birini tazmin eder.

Onunla birlikte beşyüz dirhem üzerine şahitlik yapanın biri de, şehadetinden dönse, onun da hassaten bin dirhemin dörtte birini tanzim etmesi gerekir.

Eğer, beşyüz dirhem üzerine şahitlik yapanın birisi veya ikisi birden iönse, tazminat gerekmez.

Şayet bu şahitlerin hepsi birden dönerlerse; bin dirhem üzerine şahitlik yapanlara, beş yüz dirhem; beş yüz dirhem üzerine şahitlik yapanlara ise, dörtte birin tazminatı gerekir.

Eğer, beşyüz dirhem üzerine şahitlik yapanın birisiyle, bin drihem üzerine şahitlik yapanın birisi dönerlerse; bin dirhem üzerine şahitlik yapana beşyüz dirhem; ikisi birden ise, beşyüz dirhemle bin dirhemin Üçte biri birlikte tazmin ederler.

Eğer bin dirhem üzerine şahitlik yapan, şehadetinden döner ve dahi, beşyüz dirhem üzerine şahitlik yapanın birisi de şehadetlndeft 4ö&er$çşî tazminat bin dirhem üzerine şahitlik yapana düşer; diğerine bk fey! gerekmez. Mvhiyt'te de böyledir.    

Bir   adamın,   diğerine   karşı  borcunun-olduğuna,   ve  ©mı; bağışladığına veya onu tasadduk eylediğine yahut teberru yaptığuıa dair, İki kişi şahitlik yaptıktan ve hükümden sonra, bu şehadetlerinden dönseler, onu tazmin ederler. Hnlâs&'da da böyledir.

Keza, iki kişi, "onu Ödedi." diye, şahitlik yaparlar ve bu hü­kümden sonra, bu şehadetlerinden dönerlerse, onu tazmin ederler. SerahsTnin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini iddia ederek, "onda, bin dirhem alacağının olduğunu" söyler, iki de şahit dinletir; üzerine şahitlik yapılan (borçlu) da, iki şahit dinletir onlar da "onu teberru ettiğim" söylerler veya: "Çok yahut az hepsini teberru etti." derler ve bunların hepsi hakimin huzu­runda toplanırlarsa, hakimin, üzerine şahitlik yapılanı dinlememesi uygun olur.                                                                                      

Hakim, şayet şahitlerin beraat şehadeti üzerine hükmeder; şantaj da, o şahitler şehadetten dönerlerse, hakini, ikinci def a alacaklıdan beyyine teklifinde bulunur; daha önceki hale iltifat etmez.

Eğer hakim, beraat şahitlerine tazminat cezası, verirse; onlar, beraat sebebiyle tazminat için, neşhûdün lehe müracaat edemez.

Hakim, iddia sahibine, "beraat sahihlerine tazminatlarını ödemeyi" emreder. Müddei şahitlerin şehadeti sebebiyle, maun onlara vücubundan önce, hakim onları cezalandırmaz. Çünkü onlar, sanki o malı, o saat gasbetmiş gibi olurlar. Hakim onu hükmeder; onlar da geri dönmüş olurlar. Mebsût'ta da b Öyledir.

îki şahit, "müddetin bir sene olduğunu" söyledikten sonra ve hükümden önce veya sonra bu sabitler, şehadetlerinden dönmek sure­tiyle tazminat cezasına çarpsalar; alacak müddeti gelince, borçluya başvurarak, tazminatlarını ondan alırlar, Hulasâ'da da böyledir.

Keza, müddetten sonra mür,acaat etseler bile, alacaklarım alırlar. Çünkü, o tazminat, onların rücûu; sebebiyle onlara^verîlmiştir. Ecel (=,muayyen vakit) -ta gelip geçmiştir. Bu telef de olmamıştır. Onun için, onların rücu haklan vardır.

Alacaklıya gelince, o muhayyerdir: Dilerse, alacağını şahitlerden, dilerse borçludan alır. Mebsût'ta da böyledir.

Şahitlerin, borçlu öldükten sonra, alacaklıya müracaat hakları olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Borçludan müddet sakıt olursa, (borcu dilediği zaman ödeye-cckse) şahitler, tazminat almazlar. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Eğer şehadetten dönüş, şahitlerin hastalığı zamanında olmuş ve hakim   de   onlara   tazminat   cezası   vermişse;   işte   bu,   hastalıkları zamanındaki ikrarları gibidir. Hatta, ikisi de o hastalık sebebiyle ölürler \ e üzerlerinde de sağlık zamanlarının borcu olursa, önce sıhhatli zaman­larının  borcundan  başlanır;  evvela onlar ödenir.  Sonra da hastalık vakitlerinde yaptıkları borçlan ödenir. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit, "bir şahsın elinde bulunan bir kölenin, başkasına ait olduğuna" şahitlik yaparlar; ona göre de hükmedilir; bu kölenin gözüne de boz inmiş olur, sonra da gözünün beyazı gider ve iyi tarafı çoğalır veya hakimin hüküm verdiği şahsın yanında ölür sonra da, şahitler şehadetlerinden geri dönerlerse, hüküm verildiği günü değeri üzerinden, tazminat yaparlar.  Bundari sonraki fazlalığa veya noksanlığa iltifat edilmez. Bu kölenin değeri hususunda şahitlerin sözü geçerlidir. Havî'de de böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Tealadır. [6]

 

4- ALIŞ-VERÎŞ, HÎBE, REHİN, EMANET, ÖDÜNÇ, BİDÂA, MÜDÂREBE VE İCÂRE HUSUSLARINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK
 

Eğer iki şahit, bir şeyin satımının kıymetine veya daha fazlasına şahitlik yaparlar; sonra da bu şehadetten fücû ederlerse, tazminatta bulunmazlar.

Eğer  değerinden aşağıya şahitlik yaparlarsa,  o noksanı tazmin ederler.

Bu durumda, satıcının muhayyer olup olmamasının da bir farkı yoktur. Hidâye'de de böyledir.

Eğer şahitler, şehadette bulunurlar ve: "Bu adam, bu köleyi bin dirheme sattı ve bu satıcı üç günlük,bir muhayyerlik bıraktı. Kölenin kıymeti ise, iki bin dirhemdir." derler; satıcı bunu inkar eder; hakim hükmünü verdikten sonra da bu, şahitler şehadetten vaz geçerler; satıcı da, o üç günün içinde satışı fesheder veya izin verirse; şahitlere tazminat yoktur.

Eğer satıcı satışı bozmaz; izin de vermez, üç günde geçer ve satış takarrür edip tamamı olur ve şahitler de şehadetlerinden dönerler; kölenin bedeli olan / bin dirhemi tazmin ederler. Muzmarat'ta da böyledir.                  

İki kişi, bir şahsın alış-verişine şahit olur; hakim bu yüzden hük­münü verdikten sonra, bu şahitler şehadetlerinden dönerlerse, bu durumda kıymeti misli veya daha az ise, müşteriye bir şey ödemezler. Satış bu müddet içinde caiz olur. Eğer satış caiz olursa, bu durumda da tazminat gerekmez. T ebyîn'de de böyledir. 104                                                                               

Bir kimsenin cariyesinin değeri, yüz dirhem olur; iki şahit de, onun filan adama, beşyüz dirheme satıldığına" şahitlik yaparlar; satıcı bedelini de alır; fakat, "beşyüz dirhem olduğunu" inkar eder; müşteri ise, aldığını iddia eder; sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse, satıcıya yüz dirhem öderler.

Eğer, Önce öyle şahitlik yapmış oldukları halde, sonra da, bedelini aldı." diye şahitlik yaparlar, hakim buna hükmettikten sonra da, şeha­detlerinden dönerlerse, bu defa beşyüz dirhemden tazmin ederler. Kâfî'de de böyledir.

Şahitler: "Bu adam, bu köleyi, bir seneye kadar ödemek üzre, iki bin dirheme satın aldı. Kölenin kıymeti ise, bin dirhemdir." diye şahitlik yaptıktan sonra»  bu şehadetlerinden dönerlerse;  bu durumda satıcı muhayyerdir: İsterse, şahitlere uyup, vade tamam olunca iki bin dirhem alır. Hangisini tazmin ettirirse, diğerinden uzak olur.

Eğer şahitlere uyarsa, onlar da, müşteriye iki bin dirhem olarak müracat ederler. Müddet tamam olunca, bu iki bin dirhemin bin dirhe­mini alır, bin dirhemini tasadduk ederler. Muzmârat'ta da böyledir.

Şayet müşteri, kölede bir kusur bulur da, onu geri verir ve bu geri veriş hükümsüz olursa; işte bu yeni bir satış hükmündedir. Satıcı iki bin dirhem alır ve şahitlerden bir şey talep edilemez.

Eğer, hakimin hükmü ile geri vermiş ve müşteriden de, iki bin dirhem almışsa; bin dirhemini geri verir. Ve bu durumda şahitler de, satıcıya bin dirhemleri için müracaat ederek, onu geri alırlar. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Şayet, iki şahit, ,"bir kölenin bin beşyüz dirheme satıldığına" şahit olmuşlar; hakim de öylece hüküm vermiş; sonra da müşteri, "ödeme müddetinin sekiz ay olduğunu" isbat etmiş; hakim de müddeti, böylece hükme bağlamişsa; bilahare de, bu şahitler şehadetlerinden dönmüşler ve satıcıya bin dirhem ödemişlerse; şahitliklerinin m üddet üzerine olması halinde, onu geri alırlar. Eğer şehadetleri, hal-ı hazır için yapılmışsa satıcı muhayyerdir.  Dilerse,  şahitlerden beşyüz dirhem alır; dilerse, müşteriden bir sene sonrs bin dirhemini alır. MuhHy t'te de böyledir.

Şayet şahitler, beşyüz dirhem üzerine şahit olurlar; hüküm de verilir; sonra da, satıcının şahitleri müddetin bir sene olduğuna şahitlik yaparlar, hüküm ona da verilir; bilahare de, "kölenin, beşyüz dirheme satıldığına"   şahitlik   yapanlar,   şehadetlerinden   dönerlerse;   İmâm-ı A'zam'a (R.A..) göre, beş yüz dirhem üzerinden tazminatta bulunurlar. Bu İmâm'm ikinci kavlidir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İki şahit,  "satıcının —az veya çok— bütün alacağını teberru eylediğine"  hükümden önce,  şahitlik yaparlar;  sonra da "o köleyi sattığını" söylerler; müşteri köleyi aldıkan sonra da, şahitler şehadetten dönerlerse; kölenin kıymetini öderler.

Beraattan sonra dönmüş olsalar bile, yine bedelini öderler. Sonra da geri müracaat ederek ödediklerini alırlar. Attâbiyye'de de böyledir.

İki kişi, "bir adamın, kölesini iki bin dirheme sattığına" şahit olurlar; müşteri de bunu inkar eder; hakim de böylece hükmeder-; kölenin ne iş yaptığı da bilinmez; başka biki şahit de, "müşterinin, köle bedelinin, satıcıdan aldığına şahit olurlar ve "satıcıya iki bin dirheme sattığına  hükmedildikten   sonra  şahitlerin  hepsi  birden,   şehadetten dönerlerse; müşteri dilerse, satış şahitlerinden teberri edip; alım şahitle­rinin verdiklerini tazmin eder; dilerse, satış şahitlerini kabul eder ve kölenin bedelini, bin dirhem olarak ödetir. Kabz şahitleri de, "iki bin dirhem" diyenlere müracaat ederler ve onu onlara teslim ederek bin dirhemi, satıcının şahitlerine reddederler.

Eğer, iki bin dirhem olarak hükmedilmiş"veya önceden satıcının şehadetiyle iki bin dirhem hükmedilmiş ise, bu böyle olur. Camiu'I-Kebîr Şerhi'nde de böyledir.

Satıcı  ölürse;  dava zamanında,   sözleşme  şahitlerine  bir  şey gerekmez. Çünkü onlar, sözleşme üzerine şahitlik yapmışlardır. Ancak, hakim akd (= sözleşme) zamanının haricinde, sonradan hükmeylemişse, fazlayı öderler. (= borçlanırlar).

Bir kimse iddia ederek, "Başka bir adama, bin dirheme, bir cariye sattığını" söyler; müşteri de onu inkar eder ve iki de şahit dinleterek isbat eder; hakim de müşterinin onu satın almış olduğunu bilir; sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerlerse, bu satışın noksanlığı doğrulanmaz. Ve müşterinin, bu cariyeye cima etmesi helal olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: Ona cima yapması helal olmaz." buyurmuştur. Mebşût'ta da böyledir.

İki şahit: "O, kölesini filan adama bağışladı." deseler ve teslim aldığını da söyleseler; sonra da hükümden sonra, bu şehadetlerinden geri dönseler; kölenin kıymetini tazmin ederler.

Kölenin kıymetini ödeyince de hibe edene ve köleye müracaat ede­mezler.

Şayet, bu kölenin gözü, hibe hükmü zamanında, boz inmiş halde idi de, sonradan o beyazlık gittiyse, o beyazlığın kıymetini öderler. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Üzerine hükmedilen şahıs tazminatı şahitlere ödemezse, onlar, bu köle hakkında hakimin hükmüne müracaat ederler.

Mebşût'ta da böyledir.

Senin, hîbe (- bağış) hakkındaki her cevabın, sadaka hakkında da böyledir. Ancak, rücû (= dönüş) faslı müstesnadır. Çünkü şada-kada, —hibenin hilafına— rücû yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir köleyi, kendisine bir şahsın baSlş yaptığını ve teslim eylediğini iddia eder ve buna göre isbat getirir; başKa birisi de aynısını iddia eder; tarihi de bilinmezse; hakim bu köleyi iki­sinin  arasında  taksim  eder.   Şayet  bir  tarafın  şahitleri,  şahitlikten dönerse, dönenler hîbe edilene, kölenin yarı fiatını tazmin ederler. Diğer hîbe edilene, bir şey gerekmez. Kâfî'de de böyledir.

İki kişi, bir kölenin, bir şahsa; diğer iki kişi de, başka bir şahsa hibe edildiğine şahitlik yaparlar ve bunlardan bir fırkası, şahitlikten rücu ederlese; bu kölenin yarı bedelini hibe edene, yan bedelini de hîbe olunan şahsa tazmin ederler. Attabiyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer birinde, bin dirhem rehininin olduğunu iddia eder ve bunun da, "bin dirhem kıymetinde bir köle "olduğunu söyler; maltup da, borcunu ikrar eder ve rehin olduğuna dair iki de şahit olur; sonra da o şahitler rücu ederlerse; tazmin ederler.

Eğer onlardan birisi, borç bakımından daha kıymetli olursa; köle hayatta olduğu müddetçe, tazminat yapmazlar.

Eğer köle, mürtehînin yanında ölürse, o zaman, onun kıymetini öder.

Şayet rahin, rehni inkar etmez; fakat mürtehin inkar ederse; o zaman, şahitler üstün olanın bedelini tazmin etmezler. Ancak, mürte-henin borcu kadarını tazmin ederler. Eğer rehin teslim edilmeden, şahitler şehadetten dönerlerse; (Şöyleki: "Sen, bu köleyi teslim eyleme derse) bu durumda o rehin olmaz ve tazminat da gerekmez. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir kimsenin, diğerinde, bin dirhemi bulunur. O da, onun talip tarafından olduğunu ikrar eder ve alacaklı onda, yüz dirhem kıymetinde bir elbisesinin  olduğunu  da söyler  ve  borçlu,  iki şahit dinletir ve "gerçekten,   o   yanında   bulunan   rehindir.   Ben   ise,   onun   rehnini ödedim." der;" sonra da o elbise zayi olursa, bu durumda yüz dirhemi gitmiş olur. Sonra da, şahitler şehadetlerinden döherlerse, talibe yüz dirhemi tazmin ederler.

Elbise elinde bulunan kimse, onu ikrar eöer ve: "Rallinindir. O, benim yanımda emanettir." der; rahin.de: "Hayır rehindir." der ve ona göre iki şahit dinletir; hakim hükmünü verdikten sonra da o şey, helak olur ve bundan sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerlerse, tazminat gerekmez. Mebşût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğerinin elinde, bir   vediası  (= emaneti) bulunduğuna, iki şahit şehadette bulunurlar; kendisine emanet bırakılan şahıs da bunu inkar eder; hakim o emenatin kıymetine ona hükmettikten sonra da şahitler, dönüş yaparlarsa şahitler, o malı tazmin ederler. Âriyetde böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Müdârıb semayenin karının yarısını iddia eder ve ona, sermaye sahibi olan mudarıb iki şahit gösterir;  onlar  da  "karın üçte bir" olduğunu  söylerler;   sonra  da şehadetten  dönerlerse;  karın  alınmış olmaması halinde, bir şey tazmin etmezler. Eğer almışlar ve yarı yarıya taksim ettikten sonra da dönerlerse, karın altıda birini öderler.

"Bu, bütün karlarda, şahitlerin dönmesinden önce hasıl olur." denilmiştir.

Eğer şahitler, şehadetlerinden döndükten sonra, kar hasıl oiur ve bu durumda re'sü'1-mâl (= sermaye) bir yer olursa, yine böyledir. Eğer sermaye, nakid ise, mal sahibi karda, hakkına razı olur ise alım-satımı feshedebilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer iki kişi,  "üçte bire verdi"  diye şahitlik yaparlarsa bu durumda,  onlar  şehadetten  dönseler bile tazminat yoktur.  Çünkü, Şahitsiz olarak mal sahibinin sözü geçerlidir. Onların şehadeti sebebiyle, mudarıba bir şey gerekmez.

Şayet, sermaye helak olursa; iki vecih vardır. Şahitler tazminat yapmazlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın malı olsa; iki şahitte, "gerçekten, onun müfaveda ortaklığı olduğunu" söyleseler; hakim onun yansını ortağına hükmet­tikten sonra da, bu şahitler, şehadetten rücû eyleseler; üzerine şahitlik yapılan şahsın hissesini tazmin ederler. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Şayet iki şahit, "gerçekten mal sahibi ile, bin dirhemin tamamına ortak olduklarına" şahitlik yapsalar ve "kârın üçte biri maî sahibinin" deseler;  üçte bire sahib  olan da,"  yarısına sahib olduğuna"  şahit gösterse; hakim aralarında üçte birli hükmeder. Sonra da şahitler şeha­detlerinden dönerlerse; üçte bir alan şahsa şahitler müştereken tazminat yaparlar. Nısıf (= yarı) alana da, nısfı tazmin ederler. Satın aldıkları şey,  şahitlerin şehadetten dönmelerinden sonra kar ederse, şahitlere onda tazminat yoktur. Hâvî'de de böyledir,

Bir adam, diğer birini iddia ederek: "Evini, ona, on aylık kiraya verdiğini" söylediğinde, müste'cir bunu inkar eder ve iki şahit de,buna şehadette bulunurlar; sonra da şehadetten dönerlerse, önceki müddete bakılımas! halinde, söylenilen icarın aynı olması halinde şahitlere taz­minat yoktur.

Eğer belilenen ücretten az ise, tazminat gerekir. Eğer bu dava müddet bittikten sonra olursa; ücreti tam tamzin ederler. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam: "Bu hayvanı, filan adama, on dirhem icara verdim, halbuki, bunun emsalinin ücreti {- kirası) yüz dirhemdir." der; icar-layan da bunu inkar edip iki de şahit dinletir, hakim de hükmünü ver­dikten sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; icara verene, bir tazminatta bulunmazlar. Bedâî'de de böyledir.

Bir adam, Mekke'ye kadar bir deveye biner; deve sahibi: "devemi gasbeyledi." der; diğeri de: "Kiraladım." der ve bîr miktar söyleyip, ona da iki şahit dinletir; hakim, bu ücreti, kiralayana hükmettikten sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; devenin kıymetini tazmin ederler.

Ancak, deve sahibinin aldığı ücret bundan hariçtir

Eğer deve, ilk gününde iki yüz dirhem kıymetinde olduğu halde, dava edildiği zaman kıymeti, —semizlenmesi sebebiyle— üçyüz dirheme ulaşmış bulunur. Ücreti de elli dirhem olursa; gerçekten şahitlikten dönenler ikiyüz elli dirhem öderler.

Kıymet Öldüğü günün kıymetidir. Bizim arkadaşlarımızdan bazıları:

Bu, İmameyn'in kavlidir." dediler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Deveye ilk bindiği günkü kıymeti olan iki yüz dirhemi tazmin ederler." buyurmuştur. Esahh olan, kavillerin tamamıdır. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [7]

 
5- NİKÂH, TALÂK, DUHÛL VE HULÛ' HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK
 

Bir kadın, bir adama nikahlı olduğunu iddia ve ona karşı beyyi-nesini de ibraz eder; hakim nikahına hükmettikten sonra da şahitler şeh adeti erinden dönerlerse mehri, müsemmâ bir mehir yahut meslî veya daha fazla bir mehir ise, şahitlere bir tazminat gerekmez. Eğer mehr-i misilden az ise, kocasına o fazlalığı tazmin ederler. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, bir kadının nikahını iddia ve bu hususta beyyine de ibraz eder; kadın ise, bunu inkar eder; hakim ise, beyyinesi sebebiyle, nikahı hükmeder;  sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bu durumda kadına, şahitler —ister1 mehr-i müsamme olsun; ister bundan az veya çok olsun— bir tazminatta bulunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, "bir kadını, yüz dirhem mehirle nikahladığını iddia eder; kadın da: "Hayır, beni bin dirheme nikahladın." der ve iki de şahit dinletir; hakim, hüküm verdikten sonra da, bu şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; ister kadın nikahlı iken olsun, isterse cima'dan ve boşadıktan sonra olsun şahitler, bu kadına dokuz yüz dirhem tazminat yaparlar.

Bu İmâm Ebû HanSfe (R.A.) ve İmâm Muhammet)  (R.A.)'in görüşleridir. Şayet, cima'dan önce talaktan sonra,   şahitler şahadetle­rinden dönerlerse; bütün alimlere göre, bu şahitler, kadına bir tazmi- -natta bulunmazlar. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer şahitler şehadette bulunularak: "Bu adam, kadını bin dirheme nikahladı." derler; onun mehr-i misli ise, beşyüz dirhem olur; bu kadın bin dirhemi teslim aldığı halde, onu inkar eder; hakim ise, onların şehadeti sebebiyle hükmettikten sonra şahitler şehadetlerinden dönerlerse, onun mehr-i mislini tazmin ederler; mehr-i müsammasını ödemezler. Kâfî ve Tebyîn'de de böyledir.

İki şahit, "bin dirhem nikaha karşı" şahitlik yaparlar fakat, onun teslim alındığına şahitlik yapmazlar; bu durumda hüküm verildikten sonra da, "bin dirhemin alındığına" şahitlik yapsalar ve bu defada öyle hükmedilse; sonra da her iki şehadetten rücu etseler; bu şahitler bin dirhem olan, mehr-i müsemmayı öderler. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Cami*'de şöyle buyurmuştur:

İki şahit, bir kadın İçin, bir erkeğe ikibin dirhem mehirle nikahlandığına, mehr-i mislinin ise, bin dirhem olduğuna" şahitlik yaparlar; bu durumda hakim de böylece hükmeder; ve kadın ikibin dirhem mehrini aldıktan sonra, başka iki şahit: "kocası o kadına cima yaptı; sonra da üç talak boşadı." diye şahitlik yaparlar; kocası da bunu inkar eder; fakat, hakim bunların aralarını açtıktan sonra, bütün şahitler şehadetlerinden dönerlerse, bu durumda koca muhayyerdir. Dilerse, nikah şahitlerine bin dirhemi tazmin ettirir. Dilerse; duhul ve boşama şahitlerine ikibin dirhemi tazmin ettirir.

Eğer, duhûl ve talak şahitleri tazminat yaparlarsa; nikah şahitlerine tazminat yoktur ve talak ve duhûl şahitlerinin de tazminatı yoktur.

Şayet nikah şahitleri bin dirhemi tazmin ederlerse onlar duhûl ve talak şahitlerine bin dirhemi öderler ve nikah şahitleri bin dirhemi kocaya tazmin ederler.

Bundan sonra, rivayetler muhtelifdir.

Bu bin dirhemi almak hususnda, Mebsût'un Şehadetten Dönme Bahsi'nde: "Gerçekten nikah şahitlerinden tazmin ettirilir." denilmiştir.

Câmi"de şöyle zikredilmiştir:

Gerçekten koca, aldığı ve sonra da nikah şahitlerinin geri verdiği tazminatı, şayet şahitleri duhûl ve talak şahitlerine, hakimin yanında yaparlarsa, bu ibret hükümündedir.

Hakim, önce nikah şahitlerinin şehadetine göre hükmeylemişse; onların adaletleri zahir olur; bu fasıl önce müsavidir.

Eğer hüküm, önce talak ve duhûl şahitlerine göre verilir; onların da adaletleri zahir olursa (Meselâ:  İki şahit: "Gerçekten bu adam, bu kadına dün, nikâh hükmüyle cima etti ve sonra da boşadı." derler; diğer iki şahit de: "Gerçekten bu adam, bu kadını dünden önce, iki bin dirheme nikahladı." derler duhûl ve talak şahitleri de adil kimseler olurlar; ve hakim, kocaya bir mal tazminatı verir ve bu, mehr-i misil bu da bin dirhem olursa; sonrada nikah şahitlerinin adaletiyle, hakim ona, bin dirhem hükmettikten sonra, şahitler tamamen şehadetten dönerlerse duhûl ve talak şahitleri bir şey tazmin etmezler.

Ancak geride kalan bin dirhemi, nikah şahitleri öderler.

Hiç bir fırka diğerine müracaat edemezler.

Şayet her iki fırkanın da birlikte, adaletleri açığa çıkarsa; bu durumda hakim onların şehadetiyle beraber hükmeder. Şayet hakim, önce nikah şahitlerine göre hüküm vermemişse, sonra da hep birlikte şehadetten dönerlerse; işte bu böyledir.

Keza, şayet nikah şahitleri ve duhul şahitleri, "kocanın ikrarı üzerine" şahitlik yaparlar ve: "Gerçekten bu kadına dahil oldu ve sonra da üç talak boşadı." derlerse; hakim, kocaya mehr-i misil hükmeder. Çünkü itibar ikrar ve beyyine ile sabit olmuştur. Bu zahirdir.

Şayet bundan sonra kadın gelip iki de şahit getirir; onlar kocanın ikrarına göre şahitlik yaparlar ve: "Bunu kocası ikibin dirheme nikah­ladı." derler; hakim de fazlalıkla hükmettikten sonra da, şahitlerin tamamı şehadetten rücu ederlerse; bu durumda cevap duhul ve talak şahitleri nikahı aleniyetine şahitlik yapmışlarsa, bundan önceki cevap gibi zahirdir.

Eğer nikah, duhul ve talak şahitleri birlitke tezkiye yaparlar ve hakim de onların şehadetleri üzerine hükmeder, sonra da nikah şahitleri dönüş yaparlarsa; onlar bin dirhemi tazmin ederler. Fazla olan bin dirhem mehr-i misildir.

Bundan sonra da, dühül şahitleri şehadetlerinden dönerlerse; iki bin dirhemi tazmin ederler.

Böylece kocaya ödeme yaparlar, sonrada koca önceki bin dirhemi nikah şahitlerine geri verir.

Şayet, önce duhûl şahitleri dönerler ve kocaya iki bin dirhem ödeme yaparlar, koca da onu nikah şahitleri de dönene kadar almamış olursa, bu durumda, koca nikah şahitlerine tazminat yaptıramaz.

İrtidad etmiş (= dinden dönmüş) bir kadın, kocasını iddia eder ve müslümâ niken, bin dirheme kendisini nikah eylediğini ve kendisine de dahil olduğunu (=  cima eylediğini) söyler, sonra da "boşadı" der; kocası da bunu inkar eder; mehr-i misli de bin dirhem olur; iki şahit de, "adamın o kadını nikah eylediğine"  şahitlik yaparlar ve  "iki bin dirheme nikahladı." derler; hakim de onların şehadetleri üzerine hük­meder; sonra da, iki şahit daha gelerek, duhul ve talakına şahitlik yaparlar; sonra da kadının irtidad ettiğini söylerlerse; hakim, bunların şehadetine göre de hükmeder.

Sonradan, hepsi birlikte şahitliklerinden dönerlerse, nikah şahitleri kocaya bir şey tazminatta bulunmazlar.

Duhûl ve talak şahitleri ise, kocaya iki bin dirhem tazminat yaparlar.

Şayet hüküm şahitlerin cümlesiyle birlikte verilmişse; bu böyledir.

Eğer hüküm, nikah şahitlerinin şehadetiyle verilmişse, —öncelikle— fark etmez. Duhûl şahitlerinin sonradan şahitlik yapma­ları, Asil'da olduğu gibidir.

Şayet hakim, önce duhûl şahitlerinin şehadetiyle hükmeder; sonra da nikah şahitlerinin şehadetiyle hükmeder; bundan sonra da cümlesi şehadetlerinden vazgeçerlerse,  duhûl  şahitleri,  mehr-i  misli  öderler. Nikah şahitleri ise, bin dirhemi öderler. Bu bin dirhem, mehr-i misilden fazla olandır.

Bunlardan hiç birisi, diğerine müracaat edip de, verdiklerini isteyemezler. Muhıyt'te de böyledir.

îki şahit, bir adama karşı, "bu adam, karısını boşadı." derler; koca da, bunu inkar eder; hükümden sonra da, şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; boşamanın cimadan sonra olması; kocanın da bunu ikrar etmesi halinde şahitlere tazminat yoktur.

Eğer duhûlden önce olmuşsa, hakim nısıf (= yarım) mehir hük­meder veya mut'a (= bir miktar) mal hükmeder; sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bu durumda hakimin hükmeylediği kadarım kocaya tazmin ederler. Tahavî Şerhî'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Cami* Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir kadını nikahlar ve ona dahil olmaz (= cinsi yakınlık yapmaz); iki şahit de şahitlik yaparak: "O adamın, o karısını boşadığmı" söıylerler; hakim de bunları birbirinden ayırıp, nısıf mehir hükeder; sonrada koca ölür; bundan sonra da şahitler, şahitliklerinden dönerlerse; işte bu şahitler, o yarım mehri, öienin varislerine öderler. Koçanın varislerinden de bir meta (= eşya) alacaklı olmazlar. Kadından da aiacakh olmazlar.

Bu kadının kocaya mirasçı olma hakkı da yoktur. Bu hüküm, kocanın hal-i sıhhatinda olsun veya hastalık halinde olsun müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet şahitler, "adamın karısını boşadığmı, ölümünden sonra "söyleyerek "sağlığında boşadı." diye şahitlik yaparlar ve "bunu da duhûlden önce yaptı."  derler;  sonra da şahitliklerinden dönerlerse; vereseye bir tazminatta bulunmazlar. Bu kadına da mirastan yarım mehir verilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir erkek ve iki kadın, "bir adamın, karısını boşadığma" kadınlar da "duhûlüne" şahitlik yapsalar, hakim de buna göre mehir hükmet­tikten sonra da, şahitler şehadetlerinden dönseler; mehrin dörtte üçünü talak şahitlerinin, dörtte birinide mehir şahitlerinin ödemesi gerekir.

Eğer duhûl şahitlerinden birisi dönerse, mehrin dörtte birini öder.

Eğer talak şahitlerinin ikisinden biri dönerse, bir şey tazmin eylemez.

Eğer duhul şahitlerin tamamı dönerlerse; tamamı mehrin yansını öderler.

Şayet talak şahitleri dönerlerse, bir şey gerekmez.

Eğer talak şahitlerinden tek kadın ve duhul şahitlerinden de tek kadın dönerse, duhûl şahitliğinden dönene, sekizde bir mehir, tazmniatı vardır. Talak şahidine bir şey yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Talak üzerine, iki şahit; iki şahit de cima üzerine şehadette bulun­salar; hakim de hükmünü verdikten sonra, duhul şahitlerinden birisi, şehadetten dönse; mehrin dörtte birisini tazmin eder.

Bundan sonra da, talak şahitlerinden birisi dönerse, onun bir şey tazmin etmesi gerekmez.

Şayet, talak şahitlerinin ikisi de döner; duhul şahitlerinden de birisi dönerse, nısıf (== yarım) mehrin tamamını duhûl şahidi öder. Geride kalanı da üçe bölünür; üçte birerini diğerleri öderler. Hâvî'de de böyledir.

İki şahit, "bir kadının, bir talak boşandığına"; iki şahit de, "üç talak boşandığına" şahitlik yaparlar; adam da, kadına dahil olmamış bulunur; hakim ise, bil farz nısıf mehir ile, hükmeder; sonra da şahit­lerin hepsi birden şehadetten dönerlerse; "üç talak boşadı." diyenler, nısıf mehri  tazmin  ederler.   "Bir  talak boşadı"  diyenlere tazminat yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

İki şahit, "bir adamm, duhûlden önce, bir sene evvel ramazan ayında, karısını boşadığına" şahitlik yaparlar, hakim de, nısıf mehre hükmeder; sonra da bunlar, şahitliklerinden dönerlerse; hakim, bunlara yarım mehri tazmin ettirir. Hatta iki şahitte "şevvalde, duhûlden önce boşadı." deseler; hakim, bu ikinci şahitleri kabûletmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet koca, durumu ikrar ederse; şahitlerin tazminatını geri öder. Bu görüş, İmâmeyn'in görüşüdür. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) buna muhalifdir," denilmiştir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet ikinci fırka, talakı, birinci fırkanın dediğinden daha önce oldu." derlerse; bu durumda ikinci fırkanın dedijri kabul edilir; birinci fırka tazminattan düşer. Mebsût'ta da böyledir.

iki şahit, talak üzerine, ikisi de duhûl üzerine şahitlik yapsalar; fakat, mehirden bahsetmeseler; hakim de hükmettikten sonra da şeha-deten dönseler; talak şahitleri bir miktar mehri, kalanını da duhûl şahit­leri tazmin ederler. Hâvî'de de böyledir.

İki şahit, bir şahsın, bir kadını, mehri misli olan,bin dirheme nikahladığına" şahitlik yaparlar; koca da "müsemmasız olduğunu" söyler; sonra da bu kadını boşar; şahitler de, şehadetlerinde rücu eder­lerse; —mutadan fazla olmak şartıyle— beşyüz dirheme kadar, tazminat öderler.

Şayet iki kişi de, duhûlüne şahit olurlar, sonra da dönerlerse; duhûl şahitlerine hassaten beşyüz dirhem tazminat vardır. Diğerlerine ise, mut'adan itibaren, beşyüze kadar mehir tazminatı vardır.

Şayet başka iki şahid de talaka şahitlik yaparlar; hakim hükmet­tikten sonra da dönerlerse; duhûl şahitlerine beşyüz dirhem, diğerlerine ise, mut'adan (= az bir şeyden) nısıf mehire kadar tazminat vardır.

Üçüncü fırkaya ise, mut'anın üçte birisi vardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki kişi, "bir adamın, bir kadım, bin dirheme nikah ettiğine" şahitlik yaparlar; kocası da bunu inkar eder ve "mehr-i misli, beşyüz dirhem."  der;  diğer  iki  şahit  de,   "gerçekten  onu,  duhûlden  önce boşadı." diye şahitlik yaparlar, hakim, böylece hükmettikten sonra da, nikah şahitleri, ve talak şahitleri ikiyüz elli dirheminden dönerler; iki şahitte dühûluna şehadette bulunurlar; hakim de, —dört şahidin şeha-

'detlerinden dönmelerinden önce bin dirhem lüzum görür; sonra da nikah sahilleri, mehr-i mislinden beşyüz dirhemden rücu eyleseler; dühui şahitleri de beşyüz dirhemin, dörtte üçünden rücu eyleseler; talak şahit­lerine rubu (- dörtte bîri) kalır. Hâvî'de de böyledir.

Şayet   iki   şahit,   kurban  bayramı  günü,  bu   koca,   karısına —yaklaşmadı.' diye yemin ederler; diğer iki şahit de 'Kurban bay­ramında boşadı." derler; hakim de onu boşarsa; nısıf mehir lazım gelmez.

Sonradan şahitler şehadetlerinden dönerlerse; tazminat talak şahit­lerine ait olur. Yemin edenlere bir şey gelmez. Mebsût'ta da böyledir.

İki şahit,  "bir kadına,  kocasının cima etmediğine" şahitlik yaparlar ve: "kocası onu, mal mukabili boşadı." Ve o da, kocasına mehrini teberru etti." derler; kadın da bunu inkar ettiği halde, kocası iddia eder; hakim de şahitlerin şehadetine göre hükmeder; sonra da şahitler şehadetlerinden vaz geçerlerse; işte o şahitler, kadına nısıf mehir tazmin ederler. Şayet, kocası ona dahil olmuşsa; mes'elenin kalan kısmı hali üzeredir. O zaman tam, mehir öderler. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer, "kocası, karısını, bin dirhem mukabili boşadığını" iddia eder* kadın da, bunu inkar eder; şahitler de buna göre şehadette bulu­nurlarsa; sonra da şahitlikten dönerlerse, ona bin dirhem tazmin ederler. Eğer kadın iddiada bulunursa, tazminat gerekmez. Muzmarat ta da böyledir.

Her şeyin en doğrusunu bilen Allahu Teala'dır. [8]

 

6- ITK, TEDBİR VE KİTABET HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKLERDEN DÖNMEK
 

İki şahit: "Gerçekten o adam, kölesini azad eyledi." derler; hakim de onun hürr olduğuna hükmettikten sonra da, şehadetlerinden vaz geçerlerse; o kölenin kıymetini sahibine tazmin ederler; ister fakir olsunlar, isterse zengin olsunlar müsavidir. Bu köle de efendisine aittir. Fethû'l-Kadîr'de de böyledir.

İki şahit, "bir adamın, cariyesini azad eylediğine" şahitlik ederler; hakim de onun hür olduğuna hükmeder; cariye evlendikten sonra da, şahitler şehadetlerinden geri dönerlerse; o cariyenin bedelini efendisine tazmin ederler. Bu durumda efendisinin, ona cima hakkı kalmaz. Hâvî'de de böyledir.

İki şahit, şevval ayında: "Ramazan ayında, bir adamın kölesini azad eylediğine" şehadet ederler; şahitlik yaptıkları gün bu kölenin kıymeti iki bin dirhem olduğu halde, ramazanda, kıymeti bin dirhem artarak üç bin dirheme yükselir; sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bu kölenin kıymetini, hakimin köleyi azad eylediği günkü, kıymeti olan üçbin dirhem olarak tazmin ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Hakim o adam hakkında hükmünü ve cinayetinin de cezasını verdikten sonra, o kölenin hürriyetini tamsa; cezası hürlerin cezası gibi olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

İki şahit, bir şahıs hakkında "Ramazanda kölesini azad eyledi." diye şahitlik yapar; hakim hürriyetine hükmettikten sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerler ve üzerlerine tazminat gerekir; sonra da onlar, beyyineleriyle "köleyi şa'banda azad eyledi" derlerse, üç imamımızdan Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kıymeti düşmez. İmâmeyn'e göre düşer.

Şayet, "şevvalde" diye beyyinelerini gsöterirlerse, bi'1-icma' kıymeti noksanlaşmaz. Tahâvî'de de böyledir.

İki şahit, "bir adamın, kölesini müd.ebbere yaptığına" şahitlik yaparlar; hakim böylece hükmettikten sonra da, şahitler şehdetlerinden dönerlerse; tedbir noksanlığını tazmin ederler.

Eğer o kölenin efendisi ölürse; sülüsü malından (= malının üçte birinden) azad edilir. Eğer ölenin ondan başka malı yoksa, üçte birisi azad edilmiş olur; şehadetlerinden dönenler onun bedelinin üçte ikisini tazmin ederler. Köleye de tazminat, için müracaat edemezler. Mebsût'ta da böyledir.

İki şahit,  "elbette kölesini azd etti." diye diğer iki şahit de "mdebbere olarak azad etti." diye şahitlik yaparlar; hakim onların şehadeti sebebiyle hükmettikten sonra da, şahitlerin hepsi rücû' eder­lerse; tazminat "azad edildi." diyenlere aittir. Tedbîrine şahitlik yapan­lara, tazminat gerekmez.

Önce tedbirine şahitlik yapanların şehadetine göre hükmediise; sonra da, iki şahit "hürriyetlerine şahitlik yapsalar;" hakim bunun üze­rine de hükmettikten sonra da, şahitlikten dönseler; bu durumda tedbir noksanlığım tedbir şahitleri tazmin ederler; kalanını da hürriyetine şahitlik yapıp da sonradan dönenler öderler.

Eğer azad olduğuna şahitlik yapar, sonra da geri dönerlerse, tam kıymetini onlar öderler. Tedbir şahitleri bir şey ödemezler.

Alimler ",Bu, İmameyn'in cevabıdır." buyurmuşlardır.

imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre hakime layık olan, müdebbere için azadına hükmeylernemektir. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, bir adam hakkında şehadette bulunarak:"Kölesini, bin dirheme, bir seneye kadar mükâteb yaptı." derler; hakim de böylece hükmeder; sonra da şehadetten dönerler; bu kölede bin veya iki bin dirhem kıymetinde olursa; bu durumda şehadetten dönenler, onun kıymetini öderler.

O zaman, bu köle onlara tabi olur. Kitabet bedelini onlara ödmedikçe, hür olamaz.

Kitabete bağlanan köle, bedelini ödemekten aciz olunca, köleliği avdet eder. Ve bu kölenin efendisi, şahitlerden aldığını onlara iade eder. Hâvî'de de böyledir.

İki şahit, "bir adamın, kölesini, bir sene müddetle, bin dirheme mükateb yaptığına" şahitlik ederler; kölenin kıymetide beşyüz dirhem olur; hakim, onun kitabetine hükmettikten sonra da, şahitîikierinden dönerlerse; —hakim bu kölenin efendisini serbest bırakır: İsterse, şahit­lere tazmin ettirir; o takdirde, mükateb kitabet bedelini ona ödemez.

Eğer bin dirhem ödemiş olur; bunu şahitlerden alırlarsa; onlara güzel olan, beşyüz dirhemi tasadduk etmeleridir. Bu fazlalığı ödemek, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İm a m Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Eğer efendi, mükâtebin ittibasını seçer veya hakim onu muhayyer bırakmazsa; şahitlerin tazmini gerekmez. Fazlası için, şahitlere müracaat eder.

Eğer mükatebenin kıymeti noksansa, onun kıymeti tamam olun­caya kadar şahitlere müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

îki kişi, şahitlik yaparak: "Kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, efendisinin beşyüz dirheme azad eylediğini" söyleseler; hakim de onu azad eylese; sonra da üzerine şahitlik yaptıklarına karşı şehadetten dönseler; işte o adam muhayyerdir: İsterse, şahitlere bin dirhemden tazmin ettirir; onlar da beşyüz dirhem için, köleye müracaat ederler; İsterse, köleye müracaatla beşyüz dirhemlerini alır. Hangisini seçerse, öyle yapar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle "efendisinin kendisini bin dirheme mükateb yaptığını" iddia etse; ,1)11 miktar da, onun kıymeti olsa; efendisi de "onun kıyme­tini, iki bin dirhem olarak" iddia ve ona göre de beyine ibraz eylese; hakim de, ikibin dirhem üzerine hükmeylese, şahitler de böyle şehadette bulundukları halde,  sonradan dönseler;  mükateb için,  bin dirhemi tazmin ederler.

Şayet, mükateb mükatebeliğini iddia eylemez; efendisi de:"ben onu, iki bin u'.rhemo mükateb eyledim." diye iddiada bulunur; müka­teb   de onu inkar eder; efendisi de bunu belgeler; hakim de onun kitabetine hükmeder ve mükateb'e: "İstersen kitabetini infaz et; istersen, bırak köle olarak kal." der ve şayet mükateb iddia eder ve hur olduğunu" söyler; efendisi de "onun, iki bin dirheme mükateb edildiğine" iki şahit dinletir; hakim de, öylece hükmeder; mükateb de mal verir; sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; gerçekten onlar, mükateb için iki bin dirhemi tazmin ederler. Her ne kadar, kıymet, ondan az olsa bile böyledir. Mutayt'te de böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [9]

 

7- VELAYET, NESEP, DOĞUM VE MİRASLAR HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKTEN DÖNMEK
 

Bir adam, diğerine karşı iddiada bulunarak, "gerçekten ben, senin oğlunum." der; o adam da bunu inkar eder; oğul da beyyine-ibraz eder ve hakim de, öyiece hükmederek, nesebini isbât eder; sonra da oğuiun şahitleri şehadetlerinden dönerlerse; baba için, bir tazminatta bulun­mazlar. İster, bu dönüş babanın sağlığında olsun; isterse, ölümünden sonra olsun müsavidir.

Keza, diğer vereseler için de —yani üzerine şahitlik yaptıkları oğlanın varisleri için de— bir tazminatta bulunmazlar.

Keza, bir adam, bir adamın efendiliğini iddia eder ve: "Gerçekten sen, beni azad ey!edin." der; azad eyleyen de onu inkar eder ve iddiacı davasına beyyine ibraz ettikten sonra da, şahitler şehadetlerinden vaz geçerlerse; bu şahitler, bir tazminatta bulunmazlar. İster, azad edenin sağlığında olsun; isterse, ölümünden sonra olsun müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, şahitler şehadette bulunarak: "Gerçekten, bu oğlu katildir; ondan başka da varisi yoktur." derler; katil de, katli kabul eder ve kasden olduğunu ikrar eder; hakim de kısasla hükmedip oğlu öldür­dükten sonra da, şahitler şehadetlerinden dönerlerse; kısas hakkında, onlara tazminat yoktur.  Belirli  vereseler,  o  katledilenin varislerine tazmin   ederler. Ve onlara,   ta'zir   cezası   uygulanır.  Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Azad eden adamın Ölümünden sonra, şahitler bir kölenin ıtkına şehadette bulunurlar sonra da bu şehadetlerinden dönerlerse; azad olunanın, belirli vereselerine tazminatta bulunurlar.

Şahitler, hakimin nikah hakmdaki hükmünden sonra, kocası ölmüş bir kadının, nikahına şahitlik yapsalar sonra da, bu şehadetle­rinden dönseler veya dönüşsleri, koca hayatta iken olsa; onlara tazminat gerekmez.

Kocanın ölümünden sonra, nikahına şahitlik yaparlar; sonra da o şehadetten dönerlerse; kadının mirasından hissesini, diğer varislere tazmin ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müsiüman için,  "Bunun babası, kafirdi." diye şahitlik yaparlar ve "Müslüman olarak da öldü." derler; ölen adamın kafir olan bir oğlu daha bulunur; hakim, malın tamamını müsiüman oğluna hük­mettikten   sonra   da   şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; mirasın tamamını-kafir olan oğluna tazmin ederler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kafir, müsiüman olur; sonra da ölür; onun iki de müsiüman oğlu bulunur ve onlardan her biri, -'babasının ölümünden önce müs­iüman olduğunu" iddia ederek iki de şahit dinletirler; hakim de, onları müştereken varis kıldıktan sonra, onlardan birisinin şahitleri şehadetle­rinden  geri dönerse;  malın tamamını,  yani şehadetten  döndükleri oğlanın hissesine düşenin tamamını diğer oğlana tazmin ederler.

Keza, bir adam ölür, onun da tanınmış bir kardeşi bulunur ve ölen şahıs onun tarafından öldürülmüş olur; bir adam da öldürenin, onun oğlu olduğunu iddia eder ve böylece iki şahit de şahitlik yapar; hakim de mirası ona verir; sonra da, şahitler şehadetlerinden dönerlerse; şahitler o malın tamamını, kardeşine tazmin ederler.

Bir adamın yanında bulunan bir sabinin hür mü yoksa köle mi olduğu bilinmez; sonra da iki şahit, şehadette bulunarak: "O adamın, o çocuğa oğlum dediğini ikrar" ederler; hakim böylece çocuğun nesebini tesbit ettikten sonra da, o adam ölür ve hakim onun mirasını, o çocuğa hükmeder; daha sonra da, şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bir taz­minatta bulunmazlar. Havî'de de böyledir.

Esir olan bir sabi ile bir sabiyye büyürler ve azat edilirler; veya onlardan birisi, diğeri Üe evlenir; sonra da, müsiüman bir harbî gelerek "onların, kendi çocukları olduğunu" isbat eder; hakim de hükmünü vererek;   onların  aralarını  ayırır;   sonra  da şahitler  şehadetlerinden dönerlerse; bunların dönüşleri kabul edilmez.

Ancak kocanın, karısına ciması men edilir.

Şayet, onların yalancı şahit oldukları bilinse bile, yine bu şahitler, —bize göre— bir tazminatta bulunmazlar.

Bir kız çocuğu, bir adamın yanında bulunur ve onun, o adamın cariyesi olduğu sanılır; iki şahit de: "Biz, ona, o adamın kızım diye ikrarına şahidiz." derler; hakim de, "onun kızı olarak" hükmederse; efendisinin ona ciması yasaklanır.

Şayet şahitlerin yalancı şahit oldukları anlaşılır ve şahadetlerinden de dönerlerse; onun kıymetini efendisine tazmin ederler.

Şayet o kız, ölür ve miras bırakırsa; efendisinin onun mirasından yemesine ruhsat vardır.

Şayet, baba ölürse; kızın da onun mirasından yemesine ruhsat vardır.

Ölen bir şahsın, iki köle ile bir de cariyesi ve bir hayli de malı kaldığında;   iki   şahit   şehadette   bulunarak:   "Filan   adam,   ölenin kardeşidir." derler ve "başka da varisinin olmadığını" söylerler; hakim de o iki köle ile bir de cariyeyi ve malları o kardeşe hükmettikten sonra da iki şahit,  "o kölelerden, —bizzat— birisinin, ölen adamın oğlu olduğuna" şahitlik yaparlar; hakim de şehadetlerini kabul edip mirası ona verse ve kardeşi mahrum kalsa; sonra da iki şahit daha gelerek, "diğer kölenin de ölen adamın oğlu olduğuna" şahitlik yapsalar, hakim onu da kabul edip, önceki ile birlikte mirasa ortak etse ve malı ara­larında eşit şekilde taksim eyleşe; bundan sonra da iki şahit, "ölenin, o cariyyi azad eylediğini" söyleseler ve "bunu sağlığında yaptı ve onu kendisine nikahladı." deseler; hakim de onun nikahına ve mehrine hü­küm verse," ve ona terekenin sekizde birini hükmetse; ve onlardan herbi-risi de diğerini inkar etse; sonra da, iki şahit, "öncekinin, oğlu olduğu sehadetinden "rücu eylese; gerçekten onlar, o önceki oğlunun kıymetini ikinci oğluna tazmin ederler.

Miras, kadın ile diğer oğlan arasında, sekize bölünür; bir hisse kadına, yedi hisse de oğlana verilir. Önceki şahitler, öncekine verilen mirasın tamamını, kadına ve diğer oğluna tazmin etmezler.

Keza, ikinci oğlun şahitleri şehadetlerinden dönerlerse, yukardaki mes'elenin aynısı olur.

Eğer  kadının,   şahitleri,  şehadetlerinden  dönerlerse,  o  şahitler, kadının kıymetini ve mehrini, iki oğul arasında müşteken tazmin ederler.

Bu, bazısının bazısını yalanladığı vakit böyledir. Ve, kendisini, —diğerinin haricinde— varis zannettiği zaman böyledir.

Fakat, bir kısmı, diğer kısmını doğruladığı zaman ve kendilerinin varis olduklarını zannetikleri vakit, şehadetten dönen şahitlerin bir şey tazmin etmeleri gerekmez. Bunların, herbirinin varisliğinin isbat edildiğinde, cevap yine böyledir. Hepsinin de oğulların nesebini dava eyledikleri zaman şahitler, ister ayrı ayrı vakitlerde şehadette bulun­sunlar; isterse, bir vakitte şahitlik yapsınlar, müsavidir. Şöyleki: Önce, bir fırka iddia eyledi; sonra da diğeri iddia eyledi, sonra da şehadetten döndü. Bu fırkalar arasında oğullardan biri ile'kadına tazminat yap­makta bir fark yoktur.

Ancak, fark kardeş hakkında şahitlik yapan şahitleredir. Bu şahitler, iki fırka olurlarsa; şehadetten dönene, kardeş için bir tazminat ödenmez. Her ne kadar, kardeşin varis olduğunun ikrarına şahit olmuş olsa bile bu böyledir.

Ancak kardeşin varis olduğunu iddia eden fırkanın kardeşe taz­minat ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir adamın elinde küçük bir köle ve küçük bir cariye bulu­nur; iki şahid de: "Gerçekten o oğlanın o adamın oğlu olduğuna" şahitlik yaparlar; diğer iki şahit de: "O kızı, azad eylediğini, sonrada bin dirhem mehirle nikahının altına aldığını," söylerler; o adam da, bunu iknar eder ve malın tamamı, o adama hükmedilir; sonra da adam o çocuktan başka, çocuğu olduğu halde ölürse; hakim, o kadın için mehir hükmeder ve malıda aralarında mirasa göre taksim eder.

Sonra da, oğlun şahitleri şehadetlerinden dönerlerse;  kıymetini tazmin ederler.

Ancak, onun nasibinden, cariyenin şahitleri de mirasının kıymetini tazmin ederler; başka bir tazminat yapmazlar.

Ancak, mehri, mehr-i misilden fazla ise, onu tazmin ederler. Fakat onun mirasını oğlana verirler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın iki cariyesi olur; her birinden de çocuk bulunur ve o adamın mülkünde doğum yaparlar; iki şahit, o çocuklardan birisi için iddiada bulunur; o da inkar eder; başka iki şahit de diğerini iddia eder; —önceki gibi—, hakim de, onların adamın oğullan olduğuna hükmeder ve analarını da umm-ü veled kabul eder; sonra da şahitler şehadetten dönerlerse; eğer, hem şehadet, hem de dönüş, adamın hal-i hayatında olursa; her şahit, o çocuğun kıymetini tazmin eder ve ümm-ü veledin de noksan olan kıymetini tanzim eder.

Bunlar borçlanırlar, sonra da, baba ölür; o iki çocuktan başka da varisleri kalmaz; oğullardan her birisi de diğerini inkar ederse; her bir fırkanın şahitleri, diğer oğlana ümm-ü veledin kıymetinin yarısını tazmin ederler. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Onun için, şahitlik yaptıkları çocukların kıymetini tazmin eyle­mezler. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitlerden her birisi malın tamamına varis olana müracaat ederek,   bu   şahıs   hayatta   iken   tazminatlarını   alırlar.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kendisinin üzerine şehadette bulundukları için diğer oğlana, bir müracatta bulunamazlar.

Eğer bunlardan her birisi, diğerini inkar değil de, tasdik ederlerse; artık şahitler, iki oğula da bir şey ödeme yapmazlar. Şahitler taifesinden her biri kendisi için şahitlik yaptıkları çocuktan, ölen babalarına yaptık­ları tazminat bedelini alırlar. Ve cariyenin de noksan kıymetini de baba­larının mirasından alırlar. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer şahitler, babaları hayatta iken şehadette bulunur da öldükten sonra dönerlerse; bu durumda her bir şahid üzerlerine şahitlik yapmış oduklan çocukların nısıf kıymetini, diğerine tazmin eder ve mirasdan bir şey ödemezler. Ümm-ü veled olmayanın nısıf kıymetini de ümmü veled olana öderler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şahitlerden hiç bir fırka, diğer oğlana karşı, kendi lehine şahitlik yaptığı oğlana, bir şey ödemez.

Bu, oğullar bir birini inkar eyledikleri zaman böyledir. Oğullar birbirini tasdik ederse (= doğrularlarsa) şahitler için taz­minat yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer bu şahitler, adamın ölümünden sonra şahitlik yapar ve: "Bu adam, onun ana-baba bir kardeşidir.' derlerse; her fırka üzerine şahitlik yapmadığı çocuğun kıymetini, diğerine tazmin eder. Ve kardeş için, bir tazminatta bulunmazlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bu şahitlerden hiç bir fırka, kendisi için şahitlik yapmış olduğu oğula da, miras hususunda müracaatta bulunamaz.

Eğer iki şahit, o fırkalardan birisinden olur; ve efendi hakkında şöyle söyledi: "Bunlar benim oğullanmdır; bunların ikisi de cariyele-rimdir.*' dedi derler; ve oğullar da, cariyeler de aynı iddiada bulunurlar; hakim de, hükmünü verir; sonra da şahitler, şehadetten dönerler ve bu dönüşü , efendinin sağlığında yaparlarsa; lehine şahitlik yaptıkları oğlanlarla cariyelerin kıymetlerini tazmin ederler. Adam. bu kıymetleri alır; zayi eder; sonra da ölürse; o iki oğulların kıymetinden bir şey tazmin eylemez. Ve şahitler, tazminat için efendiye müracaat ederler. Ölenin kardeşine tazminat yapmazlar.

Eğer dönüş, adamın öldümünden sonra olursa; şahitler oğullarına da kardeşine de borçlu olmaz.

Eğer hem şehadet, hem de dönüş, adam öldükten sonra olursa; şahitler oğullara değilde kardeşine borçlu olurlar. Oğulların mirasından, oğulların kıymetlerini ve cariyelerin kıymetlerini borçlanırlar.

Eğer şahitler iki fırka olurlar; şehadet vaktinde de çocuklar küçük olursa; buluğa erişme vakitleri beklenir. Buluğa erişince de, birbirlerini tasdik edib; şahitleri de doğrularlarsa; böyle olur.

Eğer şehadet vaktinde büyük iseler ve şahitlerin şehadet ettiği şeyi de iddia ederlerse; —isterse birbirlerini doğrulasmlar; isterse, yalanlasınlar— bu durumda; şahitler oğlan için şahitlik yapmışlar; başka bir fırka da kız için şahitlik yapmışlarsa; —isterse bunlar inkar etsinler,— eşit haklara sahiptirler.

İmâm Muhammed (R.A.), Siyer-i Kebiri'nde bunu yazmamıştır.

Şahitler iki fırka olurlar; onlardan bir fırka, iki oğlu tasdik eder; diğer şahitler de, yalanlarlarsa; şehadetleri kabul edilir mi?

Kadî'1-tmâm Ebû Ali el-Huseyn bin el-Hıdr, en Nesefî (R.A.)'nin: "Onların şehadetleri kabul edilmez." buyurduğunu nakletmiştir.

Alimlerin ekserisine göre, bu cevap büyükler ve küçükler hakkın­dadır; ikisi de birdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adama karşı, iki şahit şehadette bulunarak: "Biz, bu adamın, bu çocuk cariyemdendir; dediğini duyduk." derler; adam da bunu inkar eder; hakim ise, şahitlere göre hükmeder; sonra da adam ölür; bilahare de; iki şahit, sabi için: "Bu çocuk, cariyesinden idi. Ölen böyle söyledi ve bunu sağlığında söyledi. Bu çocuk cariyemdendir; diye ikrar eyledi." deseler; hakim onların şehadetini kabul eder ve çocuğun nesebi sabit ve annesi hürre olur. Önceki oğlunun elindeki malm yarısı, ona verilir.

Şayet bundan sonra şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; ikinci oğiun şahitleri birinci oğluna, ikinci oğlun kıymetinin tamamını ve cariyenin de kıymetini tazmin eder.

Eğer şahitler, bundan sonra şehadetlerinden dönerlerse; birinci oğlun şahitleri, ikinci için yarısını ve cariyenin de yarısını Öderler; mirasından bir şey ödemezler. Zehıyre'de de böyledir.

Bedâi 'de şöyle zirkedilmiştir:

İki şahit, efendisinin: "Bu benim cariyemdir. Bundan çocuk doğmuştur." diye ikrarına şahitlik yapsalar; hakim de öylece hükmetse sonrada şahitler, o çocuğun olmadığı zaman, «fakat hayatta iken şeha­detlerinden dönseler; onun noksan olan kıymetini tazmin ederler.

Şayet efendi ölürse, cariye ümm-ü velet olur ve azad edilir. Şahitler de, bu ümm-ü veledin noksan olan kıymetini varislere öderler.

Şahitler, çocuk ile birlikte iken ve efendi hayatta iken, çocuğun kıymetini'tazmin eder.

Eğer çocuk mirasa ortak olmamış olsaydı, o takdirde, ona bir şey Ödemezlerdi.

Çocuğun, o adamdan olduğu iddiasından dönerlerse, baba onlardan tazminat almışsa, bu durumda bir şey ödemezler; değilse öderler.

Eğer onunla beraber bir kardeşi daha varsa; onun kıyemtinin yansını da ona tazmin ederler.

O şahitler, önceki oğlana müracaat edip, kardeşi için yaptığı taz­minatı ondan geri alırlar. Ve o tazminatı o kardeşin mirasından alırlar.

Eğer şahitler, efendinin vefatından sonra şahitlikten dönerler, oğlanın da ortağı olmazsa, bu şahitlere tazminat gerekmez.

Ancak, durum böyle değilse, (yani oğlanın ortağı varsa) mirasından kıymetinin yarısını tazmin ederler.

Ve eğer şahadet efendinin ölümünden sonra olur, ölen adamda bir oğul, bir köle, bir de cariye bırakırsa; şahitler de: "Bu köle de, bu adamın oğludur. Bu cariyeden doğmuştur." derler; ölenin oğlu da, şahitlerin sözünü doğrularsa; yine böyledir.

Bundan sonra, şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; o kölenin ve cariyenin mirasının yarısını öderler. Bahrû'r-Râık'ta da böyledir.

İsa bin Ebân, Nevâdir'inde şöyle zikretmiştir:

Bir kimse ölür ve babadan bir kardeş bırakır; başkada varisi bilinmez; sonrada bir adam gelerek "kendisinin baba ye anneden bir kardeş olduğunu" iddia eder ve iki de şahit dinletir; o şahitlerde: "Bu, baba bir kardeştir." derler; başka iki şahit de: "Ana bir kardeştir." der­lerse; hakim, ana-baba bir kardeş diye hüküm verir. Bundan sonra şahitler, şehadetlerinden dönerlerse, onun mirasından, baba bir kardeşe mirasın üçte ikisini, diğerine de üçte birin tazmin ederler. Zehiyre ve Muhiyt'ler de de böyledir.

Şayet bu kardeşlerden birinin şahitleri şehadetten dönerler, o da baba bir kardeşin şahidi olursa; ana ve baba bir kardeşin şahitleri, onun kıymetinin üçte iksini aralarında tazmin ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Bu durum şahadetten dönen şahitlerin birisinin ana —baba bir kardeş olanın şahidi olduğu zaman böyledir.

Şayet iki şahit, şahadetlerinde: "baba bir kardeştir." diye şahitlik yaparlar ve ona mirasın yarısı verilir; sonra da iki şahit gelerek, "Baba bir değilde; ana bir kardeştir." diye şahitlik yaparlar; ona da öylece hü­küm verilirse; ona da geri kalan terekenin yarısı verilir.

Bundan sonra, hepsi birden şahitlikten dönerlerse; mirasın yansını kardeşin birine, yarısını da diğerine verirler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki şahit, eğer, "Gerçekten o, ana bir kardeştir.'5 diye şahitlik yaparlar; hakim de ona mirasın altıda birini verir; sonra da iki şahit: "O baba bir kardeştir." derler; hakim de geri kalanı ona verir; sonra da hepsi şehadetten dönerlerse; "ana bir kardeştir." diye şahitlik yapanlar, mirasın altıda birini; "baba bir kardeştir." diye şahitlik yapanlar da mirasın altıda beşini, o kardeşe öderler.

Keza beraber şahitlik yaparlar ve ikinci fırkanın adaleti tesbit edilir; hakim de bunların şehadetine, hükmederse; sonra da ikinci fırkanın adaletleri tesbit olunur; hakim onların şahadetiyle de hükmederse; bu durumda hakimin hükmüne bakılır:

Eğer önceki şahitlerin şahadetleriyle hüküm vermişse; ikinci şahit­lerin hükümleri geçersiz olur...

Şayet baba ve ana bir kardeş olduğunu iddia ederler ve onun "ana baba bir kardeş olduğunu" söylerler; başka bir şahit de,"O, baba bir kardeştir." derse; bu durumda hakim, ona da miras hükmeder.

Bundan sonra, "ana-baba bir kardeştir." diye şehadette bulu­nanlar, şahitlikten dönerlerse; mirasın yarısını, ona tazmin ederler. Her ne kadar, diğer kardeş sözünden dönmemiş olsa bile, böyledir.

Fakat, "baba bir kardeştir." diye şahitlik yapan şahitliğinden dönerse; malın üçte birini, o kardeşe tazmin ederler.

Şayet, "ana bîr kardeş" diyen şahit, şahitliğine!en dönerse, mirasın altıda birini öder.

Eğer şahitlerin tamamı şahadetten dönerse, malın tamamını onlara öder. Muhıyt'te de böyledir.

Isa bin'Eban'm Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir: Bir adam ölür; geride bilinen bir kardeş ile, iki kölesini ve bir de cariyesini bırakır; sonunda iki şahit gelerek: "O kölelerin birinin ölen adamın oğlu olduğuna" şahitlik yaparlar; iki şahit daha gelerek, "diğer kölenin de, o adamın oğlu olduğuna" şahitlik yaparlar; bundan sonra, iki şahit de, "cariyenin, ölen adamın kızı olduğuna" şahitlik yapar hakim de bu şahitlerin şehadetleri üzerine, ölen adamın mirasını, bunların arasında taksin eder; sonra da, bu şahitler, şahitliklerinden geri dönerlerse; ölen adamın kardeşine hiç bir şey tazmin etmezler.

Her fırkanın şahitleri, şahitlik yaptıkları fırkanın kıymetlerini diğer mirasçılara öderler

Şayet ölen adam, belirli bir kardeş, bir de köle ve bir cariye bırakır; iki şahit de gelerek, "ölen adamın oğhı olduğuna" şahitlik yapar; diğer iki şahit de" cariyenin ölen adamın kızı, olduğuna" şahitlik yaparlar; hakim de bunların şehadetine göre mirasın üçte ikisini oğluna, üçte birinide kızma hükmederse; sonra da şahitler şahitliklerinden geri dönerlerse; bu durumda, "köleye, oğlu" diye şahitlik yapanlar, mirasın yarısını,   ölenin   kardeşine   öderler.   Kölenin   kıymetinin  yarısını   da öderler.

Kızın şahitlerine gelince, onlar da mirasın altıda birini ve kızın-kıymetinin de yansını, ölenin kardeşine öderler. Zehıyre'de de böyledir.

Yine, İsa bin Ebân'm Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir.

Bir adam ölür ve geriye bir kızı1 ile bir de baba bir kardeşini bırakır; hakimde mirasın yarısını kızma, diğer yarısını da baba bir kardeşine taksim eder; sonra da bir adam gelerek, "ölenin ana-baba bir kardeşi olduğunu" iddia eder iki de şahit dinletir, bu şahitler:"Bu adam, ölen şahsın ana-baba bir kardeşidir." derler; diğer iki şahit de, "yalnız, baba bir kardeşidir." derler; başka iki şahit de, "ana bîr kardeşidir." derler ve hakim de mirasın yansını, bu adama verir; bundan sonra da, "baba bir kardeş" diyen de; "ana bir kardeş" diyen şahitler de, şahitlikle­rinden dönerlerse; bu durumda bunlar mirasın yarısını o adama öderler.

Eğer, yalnız "baba bir kardeş." diyenler şahitliklerinden döner­lerse; o adama mirasın sekizde üçünü öderler."

Şayet, "ana bir kardeş" , diyenler şahadetlerinden dönerlerse; mirasın sekizde birini öderler Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdir'inde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Bir adam ölür ve bir amca oğlunu terk eder; amcasının oğlunda da bin dirhem alacağı bulunur; bir adam da gelerek, "kendisinin, ölen adamın kardeşi olduğunu" iddia eder; hakim o bin dirhemi kardeşine hükmettikten sonra da bir adam daha gelerek: "Ben ölenin oğluyum." der; hakim de, o bin dirhemi oğluna hükmeder; bundan sonra, kardeşlik iddiasında bulunan şahsın şahitleri şehadetle-rinden dönerlerse; ölenin amca oğluna bir şey ödemezler.

Bundan sonra, oğlunun şahitleri şehadetlerinden dönerlerse; işte o zaman, oğlanın şahitleri, ölenin kardeşine oğlanın bin dirhemini öderler.

Amca oğlunun şahitleri de, ölenin kardeşine, bin dirhem öderler. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam ölür, iki tane de oğul bırakır; onlar da, mirası aralarında bölüşürler; sonra da bir adam gelerek "ben de o babanın oğluyum." diye iddia eder ve mirasa ortak olmak ister; ancak bilinen oğullan, onun kardeşleri olduğunu inkar ederler; o da, iki şahit getirerek, kendisinin de o adamın oğlu olduğunu iddia eder; hakim de o oğlanın nesebine şahit­lerin şehadetiyle hükmederse; o da mala ortak olur.

Keza, hakim, iddia eden oğlana, önceki oğlanların hisselerinin yarısı kadar hükmeder; sonra da o oğlanın şahitleri şahitliklerinden dönerlerse; o oğlana isabet ede^ malı, şahitler diğer kardeşlere tazmin ederler.

Eğer bütün şahitler şahadetlerinden dönerlerse; o zaman, sonraki oğlan, kendi hakkında şahitlik yapana müracaat ederek, hissesini alır. Ve dilerse, mal sahiplerinden tazminatım alır. Muhiyt'te de böyledir.

Câmi"de şöyle zikredilmiştir:

Ölen bir adamın, diğer birinin yanında, bin dirhem emaneti bulunur; yanında emanet bulunan şahıs da, bunu kabul eder; bir adam da, iki şahit dinleterek; "ölenin baba ve ana bir amcası olduğunu" iddia eder ve ölenin başka da varisi bilinmezse; hakim o bin dirhemi, ona hükmeder.

Sonra da, bir adam şahitler getirerek, "ölenin ana-baba bir kardeşi olduğunu" idda ederse; hakim, amcadan malı olarak, ona teslim eder.

Bundan sonra da başka bir adanı gelerek, "ölenin oğiu olduğunu" iddia ederse; hakim kardeşten alır, oğlana verir.

Sonra da bu şahitlerin tamamı şahadetten dönerlerse; oğlun şahit­leri kardeşin, şahitlerine; kardeşin şahitleri de, amcasının şahitlerine; amcanın şahitleri de o emanet bulunan adama bir şey ödemezler.

Keza, hepsi şahitlik yapsalar ve dönüş yapmasalar, malın hepsi oğlunun olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam ölür, iki tane kız, bir tane baba ve ana bir kardeş bırakırsa, kızlar mirasın yarısını kardeş de nısfını (= yansını) alırlar. Sonra   da bir adam gelerek, "ölenin ana-baba bir kardeş olduğunu" iddia ederek, iki de şahit dinletirse; hakim onu diğer kardeşin hissesine ortak ettikten sonra, bu şahitler, şahadetlerinden dönerek, "bu adam ana-baba bir kardeş değilde, yalnız ana bir kardeş derlerse; bu şahitler o adamın hissesinin yarısını tazmin ederler; tamamını değil.   

Keza, şahitlerden birisi dönerse birşey lazım gelmez. İkisi döner kardeş de, baba bir kardeş olursa, şahitler hissesinin dörtte birini öderler. Bu iki şahit, şahitliklerinin yarısından döndükleri için böyle yaparlar.

Şayet her fırka kardeşin nesebine şahitlik yaparlarsa; baba bir kardeş diyenler ve ana bir kardeş diyenler, şahitliklerinden dönünce, malın yarısını o adama öderler. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam ölür, iki ana bir kardeş, bir de baba bir kardeş bırakır; bir başkası da gelerek, "ana ve baba bir kardeş olduğunu" iddia eder ve iki de şahit dinletirse; diğerlerinin şahitleri de, "birinin babadan bir"; diğerlerinin de, "anadan bir kardeş" olduğunu söylerler; hakim baba bir kardeşten üçte birini aldıktan sonra da şahitler şehadetlerinden döner­lerse, dörte üçünü, baba bir kardeşe tazmin ederler.

Şayet ölen adam, ana-baba bir kardeş yerine, ana bir kardeş bırakır; diğer bir adam da "ana-baba bir kardeş olduğunu" iddia eder; iki şahit de, birinin baba bir kardeş olduğuna şahitlik yapar; o da, mirasın altıda birini almış olursa; sonra da şahitler şahadetlerinden dönerek, "bunlar da baba bir kardeştir." diye'şahitlik yaparlarsa; altıda dördü bunlardan alınır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam ölür, ana bir iki kardeş; babadan da bir kardeş bırakır; hakim de ana bir iki kardeşe; üçte birini, babadan bir kardeşe de üçte ikisini, hükmeder ve bundan sonra da bir adam, "ölenin ana ve baba bir kardeşi olduğunu" iddia eder; şahitler de: "Bu adamın, gaib babadan bir kardeşi var." derler ve hakim buna göre hükmünü verirse; ana-baba bir kardeşe, diğer kardeş takdim edilir. O zaman hakim baba ve ana bir kardeşe, ana bir kardeşten ve baba bir kardeşten ana-baba bir kardeşin hisselerini alarak onlara verir.

Bundan sonra, şahitler şahadetlerinden dönerlerse "ana bir kardeş" diyenlere tazminat gerekmez.

Baba bir kardeş diyenlere, üçte iki tazminat lazım gelir.

Eğer şahitler, onun, "baba bir kardeş olduğunu isbat ederler; hakim de ona mirasın yarısını hükmeder; sonra da iki şahit gelerek "ana bir kardeş" derlerse; hakim, baba bir kardeşten fazlasını geri alır.

Sonra da, bütün şahitler, şahitliklerinden dönerlerse; her fırkaya mirasın yarısını ödemek gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen, Allahu Tealadır. [10]

 

8- VASIYYET HUSUSUNDAKİ ŞEHADETTEN DÖNMEK
 

Bir adanı: "Filan adam öldü ve malının tamamının üçte birini vasiyet eyledi." der; ikide şahit dinletir ve sonradan bu şahitler, şehade-tinden dönerlerse» malın üçte birini tazmin ederler.

Keza, "Adam, hayatında malının üçte birini vasiyet etti." diye şahitlik yaparlar; adam ölene kadar da davacı çıkmaz; sonra da bunlar şahitliklerinden dönerlerse; malın üçte birini tazmin ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet ölümünden sonra, "Ölen adam, şu cariyeyi ibda edene vasiyet eyledi." diye şahitlik yaparlar; hakim de adamın malımn üçte birinden, o cariyeyi o adama hükmeder; cariye de doğum yapar; bundan sonra, şahitler de şahitliklerinden geri dönerlerse; cariyenin hüküm verildiği günki kıymetini tazmin ederler. Fakat, doğurduğu çocuğun kıymetini tazmin etmezler.

Keza o cariye başkasında doğum yaparsa, şahitler, o doğan çocuğun kıymetini tazmin etmezler.

Akar da böyledir. (= Akar diye, gelir getiren dükkan,, han, hamam ve emsali gibi mallara denir.) Mebsüt'ta da böyledir.

iğer şahitler arasındaki görüş ayrılığı kalkarsa; şahitler, varislere cariyenin kıymetini, bin dirhemden öderler.

Eğer varisler: "Cariyenin kıymeti, iki bin dirhemdir." derler; cariye de ölmüş bulunursa; şahitlerin sözü geçerli olur.

Ve eğer cariye, hayatta ise, hali hazırdaki kıymeti de iki bin dirhem olursa; varislerin sözü geçerli olur.                                            

Eğer cariyenin kıymeti, hali hazırda, bin dirhem ise, şahitlerin sozu geçerlidir.

Eğer cariyenin kıymeti, hali hazrıda, iki bin dirhem olur da şahitler, "hüküm günü cariyenin kıymetinin bin dirhem olduğunu" isbat eder­lerse; bin dirhem üzerinden tazmin ederler.

Keza, cariyenin kıymeti hali hazırda, bin dirhem olur da varisler, "hüküm günü, cariyenin kıymetinin ikibin dirhem olduğunu" isbat ederlerse, iki bin dirhem üzerinden tazminat alırlar.

Eğer her iki taraf da şahit dinletirlerse, varislerin şahitleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.  

Bir adam ölür; üç bin dirhemi, bir de oğlu kalır; iki şahit de "ölen adam, şu adama malının üçte birini vasiyet etti." derler; başka iki şahit de, bir başka adam için "ölen adam, bana vasiyyet etti." derler; ölen adamın oğlu da, bunların hiç birini kabul etmez hakim, vasiyetin üçte bi­rini şahitlerin şehadeti gereğince, o iki adama hükmettikten sonra da şa­hitlerin tamamı, şehadetlerinden dönerlerse; oğluna bir şey ödemezler. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Ve şahitler, kendi lehlerine şahitlik yaptıkları adama üçte birini tazmin ederler... Keza, eğer önceki, şahitlerin adaletleri önce kabul edildi ise, sonra da ikinci şahitlerin adaletleri kabul edildi ise, önceki adam aldığı üçte birin yarısını ikinci adama verir.

Bundan sonra, üçüncü şahitlerin adaletleri kabul edilirse, o alınan mallar, asıl mirasçıya hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vasiyeti bir kişiye yapmış, iki şahit de o vasiyet şehadetinden geri dönmüşUrse; yapılan bu vasiyet, geri yerine döner...

Bundan sonra, ikinci şahitler vasiyetlerinden dönerlerse; vasiyet ortancaya.döner.

Sonra da, hepsi şehadetten dönerlerse; üçte bîrin tamamını şahitler ortancaya öderler. Ortanca da üçte birin yarısını, birinciye öder. Önceki şahitler, varise bir şey ödemezler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer şahitler, şahitliklerinden dönmezler; fakat, ortanca adam; bir köle bulur ve o şahitlik yaparsa; malın üçte biri büyük ile küçük arasında taksim olunur. Muhıyt'te de böyledir.

Üçbin dirhem bırakarak ölen bir şahıs, malının da üçte birini bir başkasına vasiyyet eder ve ona teslim ettikten sonra da, iki şahit, bu şehadetlerinden vaz geçerler ve o vasiyyet varislere hükmedilir; sonra da aynı iki şahit, şehadette bulunarak,  "üçte bir malın, bir başkasına vasiyyet edildiğini söylerler; hakim de böylece hükmettikten sonra da şehadetten dönerlerse, o şahitler üçte bir ve üçte bir olarak, iki defa vereseye tazminatta bulunurlar.  Önce kendisi için vasiyyet olunana öderler.

Şayet vasiyyete şehadette bulunurlar, sonrada hükümden sonra, şehadetten dönerlerse; veya vasiyyet için tek şahıs şahitlik yapar ve onunla da ikinci üçte bir vasiyyet şahit: şehadetten döner hükümde verilmiş olmazsa; sonra da iki şahit şehadette bulunur ve bundan da geri dönerlerse, önceki vasiyyet olunan zata, —varislere değil— üçte bir tazminatta bulunurlar.

Eğer her iki şahit, birlikte şehadette bulunurlar; hakim de sonraki vasiyyet olunana, hükmederse; daha sonra da ikinci kişinin vasiyyet şahitleri, —birincinin haricinde— şehadetten dönüş yaparlarsa onlara hükmün yüzünü açmaları sorulup şehadetten neden döndükleri araştırılır mı?

Yoksa susulur mu? Veya üçte bir malı, varislere tazmin etmeleri için,rücûsabitleşirmi?                                          

Eğer susar, bir itiraz yapmazlarsa; üçte biri tazmin ederek vereseye öderler.

Eğer bundan sonra, birinciye vasiyet edilenin şahitleri, şehadetten dönerlerse; onlar da birinci vasiyet olunana üçte bir tazminatta bulu­nurlar.

Şayet şehadetten rücu' ederlerse; sual vaktında varislerin haricinde önceki vasiyet olunana, üçte biri tazmin ederler. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam ölür, ayni seviyede (= ayni değerde) üç köle bırakır; iki şahit de şehadette bulunarak: "Gerçekten ölen zat, şu köleyi, şu adama vasiyyet eyledi." derler; hakim de öylece hükmeder; sonra da, başka iki şahit, "ölen adamın o vasiyyetinden vaz geçip, geri döndüğüne" şahitlik yaparlarsa hakim, bu köleyi varislere iade eder.

Diğer iki şahitde, şahitlik yaparlar ve: "Ölen zat, üçüncü köleyi su ,  adama'vasiyyef eyledi." derler; hakim de öylece hükmeder; sonra da, o şahitliklerinden geri dönerlerse; önceki şahitlere tazminat gerekmez, v    İkinci şahitler kölenin kıymetinin yansım öncekilere öderler.

Üçüncü kölenin şahitleri de, kölenin kıymetini ikinci şahitlere öderler. Ve hiç birisi, varislere bir tazminatta bulunmazlar."

Şayet bütün şahitlerin adaletleri tesbit edilir ve hakim üçüncü kölenin vasiyet olunduğuna hükmettikten sonra da hepsi birden şeha-detten rücu ederlese; üçüncü kölenin şahitleri varisler için, bir tazminatta bulunmazlar.

Önceki ve ikinci şahitlerin şehadette bulunduklarına da bir tazmi­natta bulunmazlar. Şayet ortanca şahitler, üçüncü köleye tazminat yaparlar ve vasiyyete beyyine ibraz ederler, sonra da şahitler varislere başvururlar ve önceki şahitler de, ikinci şahitlere karşı beyyine gösterir-lerse; ona göre, önceki kölenin kıymetinin yansı birinci köleye hükme­dilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Şayet bîr adam ölür, her birisinin kıymeti biner dirhem olmak üzere, iki köle bırakır; malının üçde biri de bin dirhem olur; her bir fırka da kölenin birisinin vasiyyet edildiğine şehadette bulunurlar ve her kölenin yarısına da hükmedilirse; sonrada şahitler şehadetlerinden dönerlerse; onlar üzerine varislere bir tazminat yoktur. Her bir fırka, kendisine vasiyet olunan zata, kölenin kıymetinin yarısını tazmin eder.

Eğer o tazminattan şahitler üçte biri çıkarırlarsa, o takdirde kendi-

fe­sine şahitlik yaptıkları kölenin kıymetini, varislere öderler.

Şayet ölenin malı bin beşyüz dirhem, olur ve her bir fırkaya da kölenin dörtte bir kıymetini ödemeleri hükmolunmuş bulunursa; şahitler, şehadetlerinden dönünce, her bir fırka varislere beşyüz dirhem ödeme yaparlar.

Her bir fırka, kendisine vasiyet olunana da kölenin kıymetinin dörtte biri olan iki yüz elli dirhemi öderler.

Eğer Ölen adamın malının üçte biri, ikibin dirhem olur, kölelerden bîrinin değeri de iki bin dirhem, diğerinin de değeri, bin dirhem olur. Hakim de herbirinin üçte birini hükmederse, şayet kıymeti iki bin dirhem olan kölenin şahitleri,  şehadetten dönerlerse, bin dirhemini varislere öderler. Bin dirhemin üçte birisini de kendisine vasiyet edilen zata öderler.

Değeri bin dirhem olan kölenin şahitleri ise, bin dirhemin üçte birini kendisine vasiyyet olunana öderler. Bu durumda o iki şahidin mirasçı­lara birşey ödemesi gerekmez.

Eğer bu kölelerin her birinin değeri biner dirhem, ölenin de malının üçte biri bin dirhem ise; ikinci fırka şahitler, rücuları sebebiyle birinci adam olan, kendisine vasiyyet yapılan zata, kölenin kıymetini tazmin ederler. Varislerin önceki ve ikinci şahitlerde bir hakkı olmaz.

Şayet ölenin malından üçte bir çıkınca bu üçte biri İkibin dirhem ederse, ikinci şahitler, öncekine kölenin kıymetini, varislere de ikinci kölenin kıymetinin yarısını öderler.

Eğer ölen adamın üçte bir malı, binbeşyüz dirhem ise, iknici şahitler kendisine vasiyyet edilen birinci adama, kölenin kıymetini öderler; ikinci kölenin kıymetini de varislere öderler.

Şayet iki kişi şahitlik yaparlar ve "Gerçekten ölen zat, şu adama terekesinden şunu vasiyyet eyledi" derler. Hakim öylece hükmettikten sonra da, bu şahitliklerinden dönerlerse; o şahitlere tazminat gerekmez.

Eğer vasi, vasiyyetinden bir şeyi zayi ederse, tazminat vasiyyet edene aittir. Hâvî'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [11]

 

9- HADLER VE CİNAYETLER HUSUSUNDAKİ ŞEHADETLERDEN DÖNMEK
 

îki kişi, c'bir adamın, bin dirhem çaldığına" dair şahitlik yapsalar ve bizzat o adamında eli kesilse; sonra da bu şahitler, şehadetlerinden dönseler; o şahitlerin malından eli kesilen adama elinin diyeti ödettirilir.

Şahitlere kısas yoktur. Bu bize göre böyledir.

Bin dirhem ikisine ödettirilir. Çünkü, onların şahadeti üzerine adamın eli telef olmuştur.

Bütün nefsî kısaslar böyledir. Bundan aşağı olsa bile yine böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer şahitler, iki sirkata şahitlik yaparlar; adamın da eli kesilirse; sonra da o şahitler, sirkatin (=  hırsızlığın) birinden geri dönerlerse; tazminat gerekmez. Attabiyye'de de böyledir.

Dört kişi, bir adam hakkında, "zina etti." diye şahitlik yaparlar; iki  kişi. de,   "bu  adamın,  zina yapmayan  birisi  oduğuna"  şahitlik yaparlar; hakim de dört şahidin şehadeti gereğince recmine - taşlanarak öldürülmesine) karar verir; sonra da hepsi de şehadetlerinden döner­lerse; "zinasına" şahit olanlar, diyetini tazmin ederler. Ve kendilerine de kazf cezası verilir. İmamlarımızın üçüne göre de, bu böyledir.

Doğruluğuna (= iffetine) şahitlik yapanlara bir tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Dört kişi, "bir adamın zina eylediğine" şahitlik yaparlar ve onu iffetli sayan da olmaz; hükümdar da onu dövdürür ve o şahıs kamçı yarası alır; sonra da şahitler, şehadetlerinden dönerlerse İmâm Ebû Hânîfe (R.A.)'ye göre, yaralama diyeti lazım gelmez.

İmâmeyn'e göre ise, lazım gelir.

Şayet kamçı, yaralama yapmazsa, bi'İ-ittifak tazminat gerekmez.

Kazf, içki ve ta'zir hadleri de buna göredir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet şahitlerden birisi, had hükmünü verilmeden önce, döner; birisi de had hükmünden sonra, şehadetinden döner; fakat henüz had yapılmış olmazsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Had tatbik edilir." buyurmuşlardır.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "dönene had yapılır. Şayet had ifadan önce, hükümden sonra dönmüş olursa, hassaten had (= ceza) onaugulanır." buyurmuştur. Havî'de de böyledir.

Dört kişi, bir adamın zina yaptığına şehadette bulunsalar sonra da "muhsan olduğunu" söyleseler; hakim de, recmine hükmeylese; bundan sonra da şahitler şehadetlerinden dönseler; adam da, taşlarla yaralansa, fakat henüz sağ olsa; artık hakim onun recmini durdurur .Ve bu şahitlere, yaralama tazminatı ödettirir. Mebsût'ta da böyledir.

İki şahit, bir adam hakkında, ""kölesini azad eyledi." diye şahitlik yaparlar; dört kişi de onun zina eylediğine ve ihsasına şahitlik ederler; hakim de önce hürriyetine, sonra da recmine hükmeder; sonra da bütün şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bu durumda hürriyetine şahitlik yapanlar kölenin bedelini efendisine öderler. "Zina yaptı diyenler" de diyetini öderler. Şayet recm olunanın başka varisleri ve asabası yoksa, efendisine tazminat verirler. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer o hürriyet şahitlerinden birisi, aynı zamanda zina ve ihsan şahidi de olsaydı kiymeti nisbetinde diyetini de öderdi. Hâvî'de de böyledir.

Dört kişi, bir kölenin, hem hürriyetine, hem de zinasına şahitlik yapsalar;  hem  de  evli  olduğunu  söyleselerdi;  hakim  de  bunların tamamım kabûî ve infaz etseydi; sonra da hürriyetine şahitlik yapanlar, şahitliklerinden dönselerdi; diyet, gerekmez, kölenin kıymetini efendi­sine öderleredi.

Şayet ikisi zina şahitliğinden, ikisi de hürriyet şahitliğinden dönselerdi. hürriyet şahitlerine, tazminat gerekmezdi. Yalnız, zina şahiliğinden dönenlere, yarım diyet ve kazf cezası verilirdi. Mebsût'ta da böyledir.

Şahitler,  babalarının,  kardeşlerinin,  amacalarınm veya maca oğullarının nikahlı ve zinalarına şahitlik yaparlarsa; verasette töhmetle­rine itibar olunup, acele edilmez.

Şayet recmedilirlerse, ölümlerine sebeb olana, miras düşmez.

Sonra da, birisi, şehadetinden dönerse; diyetinin dörtte biri dönene borç olur. Ve şayet, şahitler onun butlanına şahitlik yaparlar ve "o zinayı görmedi. Biz onun dörtte bir diyetini borç görüyoruz. O varis olamaz." derler ve onu yalanlarlarsa; diyeti borçlanır ve kazf cezasına da uğrar. Verasetten de, mahrum olur. Kâfî'de de böyledir.

İki kişi, kısasa şahit olurlar; adam öldürüldükten sonra da bu şahitlikten dönerlerse; diyeti öderler. Onlardan hiç birine kısas icra edilmez. Muzmarat'ta da böyledir.

İki kişi, kısasa şahitlik yaparak, "bir adamın, başka bir şahsı hataen öldürdüğünü" söylerler; sonra da şehadetten dönerlerse, onlara diyet lazım olur. Ve bunu kendi mallarından öderler.

Keza: "filanın elini, hataen kesti" derler; hakim de böylece hük­meder; sonra da şehadetleriden geri dönerlerse; elin diyetini öderler. Bedâi'de de böyledir.

Üç kişi, "kasden, bir adamın, birisini öldürdüğüne" şahitlik yaparlar; veliye de akid hakkı verilince, o da, batilin döğülüp, elinin kesilmesini ister ve öyle de yapılır; sonra da şahitlerden birsi, şehadetten dönerse; dönen, kendi malından kesilen elin diyetinin dörtte birini tazmin eder. Bunun üçte ikisini birinci senede öder. Üçte birini de, ikinci senede öder. İkinci olarak şehadetinden dönen, diyetin yansını —üç senede, her sene üçte birini almak üzere— öder.

Eğer, üçüncü şahit de dönerse, o da diyetin yarısın üç senede —her senede, üçte birisi olmak üzere—öder.

En önceki dönen şahit, elde kalan diyetin dörtte birinden artanını öder.

Eğer üçüncü şahit, bir köle bulabilirse, işte o, elin tam diyeti olur. îkincı şahit akîleye üç senede öder.

Üç kişi, "bir adamın kasden öldürüldüğünü" söyleseler; hakim de hükmetse ve adamın velisi, öldürenin elini kestirse; sonra da şahitlerden birisi, şehadetten rücu' etse; veli de adamın ayağını kestirse; sonra da bir şahit daha vazgeçse; bütün rivayetlere göre kısas geçersiz olur.

Eğer, adam yaralamalardan beri olursa; önceki şahide dörtte bir diyet düşer.

İkinci şshide de, dörtte bir diyet ile adamın yaralama diyetinin yarısı düşer.

Eğer üçüncü şahit, , köle ise, o kölenin velisine de adamın diyeti düşer. Eğer adam, o ikisi tarafından öldürülmüş ve üçüncü köle de cinayete dahil olmuş ise; "rücû edicilere adamın diyetinin yarısı düşer. Üçüncüye, ise, onun köleliği açık değilse ve o birlerinden de uzak ise, el kesim diyeti öncekilere aid olur. Üçte birer nisbetinde ödeme yaparlar. İkinci ve üçüncüye nısıf diyet düşer.

Üçü tarafından öldürülmüş, diyet eşit olarak (üçte bir + üçte bir + üçte bir) ödenir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, "velisinin elini kestiğini iddia eder ve "bunu hataen yaptığını ve ondan dolayı da öldüğünü" beyyine ile anlatır; şahitler de "gerçekten velinin hataen elinin kesildiğine, fakat ölmediğine" şahitlik yaparlar; başka iki şahit de, "elinin kesildiğinden dolayı öldüğünü" söylerler fakat elinin kesildiğine şahitlik yapmazlar ve kölenin diyetini öderler; sonra da şahitler şehadetinden dönerlerse; bu şahitler diyetin tamamını öderler.

Bundan sonra, eğer şahitler ölüm şahidiyse, el kesme şahitleri onlara müracaat ederek, verdiklerini alırlar.

Keza bir adam, diğerine karşı, "hata yoluyle, parmağını maf­salından kestiğini" iddia eder; fakat, hangi mafsaldan kestiğinde şüphe eder; iddia' olunan adam da, iki şahit getirerek, "O, eli kesilenin şahsın evvelden çolak olduğunu" söylerler; sonra da, başka iki şahit gelerek: "Bunun eli çolaktı." derler; hakim de, "onun elinin kesildiğine" hüküm verir bundan sonra da, şahitler şahitliklerinden dönerlerse; el kesme diyetini öderler. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit, "bir adamın, kölesini hataen öldürdüğüne" şahitlik yaparlar; başka iki şahit de, "aynı adamın, kölesini azad ettiğine" şahitlik ederler; hakim öldürüldüğüne hüküm verdikten sonra da şahitler şahitliklerinden dönerlerse; ölüm şahitleri, kölenin kıymetinin tamamını tazmin ederler.

Hürriyet şahitleri ise, on bin dirhemin dokuz bin dirhemini tazmin ederler.

Eğer, hürriyet şahitleri önce şahitlik yapmışlar; hakim de Ölenin hürriyetine hüküm vermiş; sonra da iki şahit: "Kölenin efendisi, onu hürriyetinden sonra öldürdü." derlerse; kölenin efendisi de böylece bilir; sonra da hürriyet şahitleri şehadetlerinden dönerlerse; cinayet şahitleri on bin dirhem tazminat öderler. Kâfî'de de böyledir.

İki şahit, "kölenin, şartlı olarak hürriyetine" şahitlik yapsalar, (Meselâ: "Gerçekten kölenin velisi şu adamı, dünden önceki gün öldürdü." deseler, o da, kölenin kıymetinin bin dirhem olduğunu bilse; iki şahid de: "Dün öldürdü ve "eğer köle şu eve girerse, hürdür." demişti deseler; iki başka şahit de: 'O köle, bugün o eve girdi." deseler; hakim de hükmünü verdikten sonra da şahitler, şehadetlerinden dönseler; cinayet şahitleri bin dirhem tazminat öderler. Diğer şahitlere birşey gerekmez. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) İmlâda şöyle buyurmuştur:

İki şahit, bir adam hakkında gerçekten bu adam, şu adamın oğlunu kasden öldürdü." ve yine ayni şahitler şehadette bulunurak: "Ayni adam, şu adam da oğlunu kasden öldürdü." diye iddia da bulunsalar; o ana ve baba da öldüren kimseyi iddia eyleseler ve kendilerinden başka da ölenlerin varisleri olmadığını söyleseler, hakim de kısasla hükmeylese sonra da şahitler şehadetlerinden vazgeçseler ve: "Hayır, Öldürmedi." deseler, o şahitler mısıf diyet öderler.

Eğer şehadetlerinden vazgeçmezler, fakat, onlardan birinin oğlu sağ olarak gelirse; ölenin velisi diyetin yarısın ister şahitlere; isterse katilin babasına Ödettirir.

Şayet ölen iki kişi, bir adamın oğlu olsalar, hakim de öldürene kısas hükmü verse ve baba oğlunu öldürmüş olsa sonra da oğullarını, öldürdü diyen şahitler, "şahitliklerinden vazgeçseler, onlara tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

En doğrusun bilen Allahu Teala'dır. [12]

 

10- ŞEHADETE ŞAHİTLİK ETMEKTEN DÖNMEK
 

İmam Muhammed (R.A.), el-AsıPda şöyle buyurmuştur: İki şahit, bir adamın şahitlerine karşı şehadette bulunsalar; sonra da usûl ve fürûa başvursalar; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): O usûle karşı, tazminat yoktur. Tazminat ancak furua karşıdır." buyurmuşlardır.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Üzerine şahitlik yapılan zat muhayyerdir. İsterse, usûle,  isterse  fürûa   tazminat   yaptırır." buyurmuştur.

(Usûl diye, insanın, ana-baba ve ne kadar yukarıya giderse gitsin bunların ana ve babalarına derler. Fürû' ise, her ne kadar aşağıya inerse insin, bir kimsenin evladın ve evladının evladına derler.) Zehıyre'de de böyledir.

Şayet fürû' tazmniatda bulunursa, usûle müracaat edemez.

Eğer usûl tazminatta bulunursa, bunlar da fürûa müracaat ede­mezler. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet fürûdan birisi, müracaatda bulunursa; hilafsız hepsine tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet fürû'un şahitleri, asim şahitlerini yalanlar veya "onlar yanlış söyledi." derlerse; hakim, bunların sözüne iltifat etmez.

Eğer fürû'un şahitleri: "Biz şahitliklerimizden döndük." derler; aslın şahitleri de: "Biz şahitliklerimizde hata ettik." derlerse; tazminat, fürûun şahitlerine ait olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Eğer bir fürû', hakime gelerek: "Gerçekten biz şehadetimizi kabul ediyoruz; fakat, onlar şehadetlerinden dönüyorlar." veya "Bize haber verildiğine göre onlar şahitliklerinden vazgeçmişler-." derlerse; bu durumda hiçbirine tazminat gerekmez. Edebü'1-Kadî Şerhi'nde de böyledir.

Eğer   usul,   şehadetlerinden   rücû'   eder   ve:   "Fürü,   bizim, şahitliğimizin üzerine şahitlik yapmadılar." derlerse; bi'1-icma üsüle tazminat gerekmez.

Eğer: "Biz onlara karşı yanlış söyledik." veya "Şahitliğimizden vazgeçtik." derlerse; cevap İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre durum aynıdırİYani tazminat gerekmez.

İmam Muhammed (R.A.)'e göre ise, usûl tazminatta bulunur. Inâye'de de böyledir.

İki şahit, dört şahide karşı şahitlik yaparlar; hakim de onların şehadetine göre hüküm verir; sonra da, şahitler şehadetlerinden döner­lerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Onlar, üçte iki tazminatta bulunurlar." buyurmuşlardır.

İmâm Muhammed (R.A.) ise, iki fırka yarı yarıya tazminat yaparlar." buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Bütün alimler, şunun üzerinedirler: İki şahit, iki şahide karşı şehadette bulunurlar; dört şahit de o iki şahide karşı şehadette bulunur; hakim buna göre hükmünü verdikten sonra bu şahitler, şehadetlerinden dönerlerse, tazminatın yarısını iki şahit; yarısını da dört şahit öderler. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, iki şahide karşı bir şahısta bulunan bin dirhem üzerine, şehadette bulunur; diğer iki şahit de başka birinde bulunan bin dirheme, bizzat şahitlik yaparlar; hakim, şahitlerin şehadetine göre hükmettikten sonra da birinci fırkanın şahitlerden biriyle, ikinci fırkanın şahitlerinden biri, şahitliklerinden dönerlerse; bunların ikisine, malın sekizde üçü tazmin ettirilir. Bunun sekizde ikisi önceki şahitlere; sekizde biri ise, ikincilere aittir.

Şayet önceki fırkanın şahidi, şehadetinden dönmezse, hakkın dörtte biri onların üzerine olur.

Eğer, sonraki iki şahit, önceki şahitlerden birisiyle birlikte, şahitlik­lerinden dönerlerse; malm yarısın öderler. Bunun yarısı, önceki iki şahide; kalan da sonraki şahitlere aittir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer her fırka, iki şahide karşı şehadette bulunurlar ve bunlardan birer tanesi şehadetlerinden dönerlerse; bu şahitlerden ikisi 8 de 2 ile, malın yarısını tazmin ederler.

Mebsût'da şöyle zikredilmiştir: Yalnız yarısını tazmin ederler. Esahh olan da Mebsût'ta zikredilendir.

Bu mes'ele Cami" de de istihsanen böyle cevaplandırılmıştır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Tezkiyeciler   tezkiyelerinden   dönerlerse;   İmâm   Ebû   Hanîfe (R. A.)'ye göre, tazminatta bulunurlar.

Diğer imamlara göre, onlara tazminat yoktur. Sahih olan kavil ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.Â.)'nın kavlidir. Muzmarat'ta da böyledir. En doğrusunu bileri Allahu Teala'dır. [13]

 

11- ŞAHİTLİKTEN DÖNMEKLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
 

Şayet bir kadın, kocasına karşı, "nafakasını her ay on dirhem olarak anlaştıklarını  "  iddia eder;  kocası da:  "Hayır beş dirheme anlaştık." der ve kadın on dirheme anlaştıklarına dair, iki şahit dinletir; hakim   ona göre hükmettikten sonra da, kadının şahitleri şehadetle-rinden vaz geçerlerse; kadının emsalinin nafakası, on dirhem veya daha fazla ise, şahitlere tazminat gerekmez.

Şayet on dirhemden az ise, o farkı şahitler kadının kocasına tazmin ederler. Mebsût'ta da böyledir.

Hakim, kocaya karşı, her ay için, karısının nafakasının belirlenen miktarını hükmeder; bunun üzerinden de bir sene geçer; sonra da iki şahit, şahitlik yaparak: "Koca nafakayı ödedi." derler hakim de bunu kabul  eder;  bilahare de,  şahitler şahitliklerinden dönerlerse;  bütün nafakayı kadına öderler.

Keza her mahremin çocuğu için, hakim nafaka tayin ederse; mes'ele yukardakinin aynıdır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, karısına cima etmeden önce; onu boşar ve bir mehir de tayin, tayin olmaz; iki şahit:  "Bunlar, bir köleye anlaşma yaptılar. Adam da köleyi kadına verdi. Kadın bu köleyi teslim aldı." derler; hakim  buna  göre  hükmettikten  sonra  da,  şahitler  şehadetlerinden dönerlerse; şahitler, o kadına, kölenin kıymetini verirler.

Bu mes'ele şunun hilafınadır: Eğer şahitler: "Mehir olarak, bir köle üzerine anlaşma yaptılar." derler, fakat "kadının köleyi aldığını" söylemezler, hakim, köleyi kadına hükmettikten sonra da, şahitler şehadetlerinden dönerlerse; şahitlerin, bu köleninkıymetini tazmin etmesi eerekmez. Muhıvt'te de böyledir.

Eğer iki kişi, kasden adam öldürmeden dolayı, yirmi bin dirheme anlaşmışlar, sonra da önceki sulh şahitleri şehadetlerinden dönmüşlerse; hiç birine tazminat gerekmez.

Eğer inkar sulh için olmuş ve onlar (iki şahit): "Gerçekten, o yirmi bin dirheme sulh oldular." demişler katilde: "Hayır," diyerek inkar etmiş; sonra da şahitler, şehadetlerinden dönmüşlerse; diyet üzerine olan fazlalığı şahitler tazmin ederler. Bu, nefsin haricinde olan şeyler hakkındadır. Mebsût'ta da böyledir.

İki şahit, hataen yapılan adam öldürmeden dolayı, af yapıldığına şahitlik yaparlar veya yaralamadan (ister hataen, isterse kasden olsun) af yapıldığına şahitlik diyet hakkında yaparlar; hakim böylece hükmet­tikten sonra da, şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; o diyeti veya yara­lama diyetini tazmin ederler. Diyeti üç senede ödemek, şahitlere ait olur.

Eğer yaralama diyeti beşyüz veya daha ziyade dirheme baliğ olmaz ise, bir senede ödeme yaparlar. Fazla olursa, diğer senede de öderler.

Beşyüz dirhemden az olursa, hâl-i hazırda ödeme yaparlar.

Şayet diyet, hal-i hazırda vacip olur; onlardan da bir şey alınmaz ise, iki şahit de: "Diyetten teberru etti." diye1 şahitlik yaparlar; hakim beraatına karar verdikten sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; onlara tazminat gerekir. Hâvî'de de böyledir.

İki şahit, bir mal için şahitlik yaparlar; sonra da hakim bunları çağırarak,  sulha davet eder; şahitlerden bazıları da anlaşmaya razı olurlar; sonra da şahitlerden birisi şehadetinden    dönerse; ona bir tamzminat gerekmez. Kunye'de de böyledir.

İki şahit, şehadette bulunarak: "Bu adam, şu adamın kölesidir." derler; hakim Öylece hükmettikten sonra da, adam onu, bir mal karşılığı azad eder; bilahare de şahitler şehadetlerinden vaz geçerlerse üzerine şahitlik yapılan için bir tazminat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

İki şahit, bir adamın elinde bulunan bir kölenin, başka birisine ait olduğunu" söyler; hakim, onların bu şehadetleri üzerine hükmettikten sonra da üzerine şahitlik yapılan şahıs, köleyi, lehine şahitlik yapılan şahıstan yüz dinara satın alır bundan sonra da, şahitler şehadetlerinden dönerlerse; üzerine şahitlik yapılan ve kölesi elinden alınan zat, şahitlere başvurarak —eğer onlar şehadetlerini doğrulamaz iseler— yüz dinarı onlardan alır. Şahitler şehadetlerinden döndükleri vakit bu bir haktır. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit, bir adamın yanında bulunan kölenin, başka birine ait olduğuna şahitlik yaparlar, hakim de öylece hükmeder; elinde bulunan zat da, bunu inkar eder; sonra da şahitler şehadetlerinden dönerlerse; hakim, o kölenin bedelini şahitlere tazmin ettirir. İster, köle yanında olan, köleyi karşı tarafa vermiş olsun; isterse, vermesin fark etmez.

Hatta, köle lehine hükmedilen zat, aleyhine hükmedilenene bağış yapmış olsa bile, yine böyledir. İki şahit onun bedelini tazmin ederler.

Şayet lehine şahitlik edilen zat, ölmüş ise; aleyhine şahitlik yapılan adamın varisleri, şahitlere müracaat ederek kölenin bedelini alır; üzerine şahitlik yapılana öderler. Havî'de de böyledir.

Keza, iki şahit, bir borç veya bir ayn (= eşya) hakkında şahitlik yaparlar; hakim lehine şahitlik yapılana hükmettikten sonra da şahitler, şehadetlerinden vazgeçerler; sonra da lehine şahitlik yapıian şahıs ölürse, bu şahsa aleyhine şahitlik yapılan şahıs varis olur. Şahitler de tazminatta bulunmazlar, Muhiyt'te de böyledir.

Keza, o köle öldürülür, lehine şahiltik yakılan da, onun kıymetini alırsa; davalı, onlardan, onun kıymetini geri alır. Veya mirasından alır.

Keza, onunla beraber başkada varisi varsa; onun mirasından hisse­sini iade eder. Havî'de de böyledir.

îsâ bin Ebân'ın Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birinin yanında bulunan bir cariyeyi iddia eder; "onun bir kızının da, onun cariyesi olduğunu" söyler; cariyeyi yanında bulun­duran şahıs da, bunu inkâr eder ve "sabiyyenin, o cariyenin olduğunu" iddia eder; müddeî de, iki şahit getirerek, "cariyenin kendisinin olduğunu" isbat eder; başka iki şahit de gelerek, "sabiyyenin (= kız , çocuğunun) o cariyenin olduğuna" şahitlik yaparlar; hakim cariyeyi de, kızıda davacıya hükmettikten sonra da, "cariye iddia sahibinindir." diyen şahitler, şehadetlerinden dönerlerse, bu durumda hakim, şahitlere, hem cariyenin, hem de kızının bedelini tazmin ettirir. Çünkü hakim, cariyeyi, onların şehadeti üzerine müddeîye hükmeyylemişti. Asıl ki­minse, furûu da onundur ve o ona tabidir. Sanki onlar çocuğu da cariye gibi şehadette bulunmuş gibidirler.

İmâm şöyle buyurmuştur:

Sen görmez misin ki, bir adamın yanında bir köle bulunur; o da, malı çok bir tüccar olur ve-bu köle ölüp çok mal bırakır; bir adam gelerek, bu köleyi iddia eder ve "Bu benim kölemdir." der ve malının da tamamını alır, köle yanında bulunan şahıs bunu inkar ederek: "Köle iddia sahibinin değildi. Mal da kölenin di." der; iddia sahibi de, iki şahit getirerek, kölenin kendisine ait olduğunu isbat eder ve kölenin malları o adama verilir; bir çok şahit de, malın köleye ait olduğuna şahitlik yaparlar; hakim köleyi de, malını da iddia sahibine hükmettiktgen sonra da, "Köle müddeînin" diyen şahitler şehadetlerinden dönerlerse; bu durumda onlar, hem köleyi hem de bütün malını tazmin ederler.

Bundan sonra, eğer, "kız çocuğu o cariyenindi." diyen şahitler, şehadetlerinden dönerlerse; cariyenin şahitleri çocuğun şahitlerine mü­racaatla, onun bedelini, o şahitlerden alırlar.

Müııtekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birisinin yanında bulunan bir cariyeyi iddia eder; hakim de onu, ona hükmeder; gerçekten bu cariyenin yanında, bir kız çocuğu bulunur; o da davalının yanında olur ve hakim bunu bilemez; iddiacı onu da "o çocuk bu cariyenindir." diye iddia eder; ayni şekilde hakim, anasına tabi olarak çocuğu da iddiacıya hükmeder ve hakimin bu hük­münden sonra, ananın şahitleri, şehadetlerinden dönerlerse, bu durumda' o şahitler, hem ananın, hem de çocuğun kıymetini tazmin ederler. Bu mes'elenin benzeri daha öncede geçti ve aynı bu mes'ele gibidir, eşittirler.

Hakimin hükmü, ana ile evlâda birlikte bir hükümdür. Ayrılmaları mevzuu bahis değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın elinde, bir köle bulunur; iki şahitde, onun başka bir adamın kölesi olduğunu" söyler; hakim ona göre hükmettikten sonra da, iki başka şahit gelerek, "bu kölenin, daha başka birine ait olduğunu" söyleseler, hakim de, hükmünü öyle verse; işte bu köle, üçüncü adamın olur.

Bundan sonra da şahitler şahitliklerinden dönerlerse; her fırka, aleyhine şahitlik yaptığına karşı, o kölenin kıymetini öderler. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, bin dirheme bir ev satın alıp,    bu evin kıymetinin sekizde birini de peşinen öderse; iki şahit de gelerek: "Bu adam, evi, bu eve bitişik olan bir şuf'a sahibidir." deseler; hakim de şuf'a sahibinin hakkına hüküm verse; sonra da bu şahitler şahitliklerinden dönseler; şahitlere tazminat gerekmez.

Şayet evi satın alan müşteri, o eve ilave bina yapar; hakim de onun kıymetini noksanlandırsa, şahitlikten dönen şahitler, o noksan kıymeti öderler. Havî'de de böyledir.

Miintekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İki şahit, bir adam karşı, "işte bu adam, dün şu adama bin dirhem borcunun olduğunu söyledi." deseler, hakim de o adama bin dirhemi hükmederek ondan alsa; sonra da, şahitler şehadetlerinden dönseler; hakim onlara bu bin dirhemi ödemelerini emredince de, bu şahitler: "Biz beyyine ile geldik. Sen de ona göre hüküm verdin." deseler, hakim bun­ların sözlerine itibar etmeyip, bin dirhemi onlara ödettirir.

Şayet iki şahit,   "bir adamın,  kölesini  bir  ay önceden  azad eylediğine" şahitlik yapsalar; bir başka şahitte, gelerek "kölenin efen­disinin, onu bir sene önce azad eylediğine, ben şahidim.' dese, hakim bu kölenin hür olduğuna hükmettikten sonra da, iki şahit, şahnitlikleirnden dönseler; hakim de "onların, kölenin kıymetini efendisine ödemelerini" isteyince; şahitler: "Biz, onun, köleyi, on sene evvel azad eylediğine iki şahit getiririz." deseler; bu sözleri, istihsanen kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahit, bir adama karşı: "Bu adam, şu adamı filan adamdaki alacağını almaya vekil eyledi. O da borcunu kabul etti." deseler; hakim, vekili ve onun almasını hükmettikten sonra da, alacak sahibi gelerek, vekilin vekaletini inkar eyîese;  şahitler de şahitliklerinden dönseler: vekilin o şahitlere tazminatı gerekmez.

Keza, şayet iki şahit, "bir emaneti veya bir ganimet malını veya bir miras malını veya daha başka bir şeyi almaya" vekil olduğuna şahitlik yapsalar, mesela yukarıdakinin aynıdır. Havî'de de böyledir.

Zimmî olan iki şahit başka bir zimminin üzerinde, diğer bir zim-minin malının veya şarabının veya hınzırının (=   domuz) olduğuna şahitlik yaparlar; hakim buna göre hükmettikten sonra da şahitler şahit­liklerinden dönerlerse; o zaman, o malın veya şarabın veya domuzun kıymetini öderler.

Eğer şahitler müslüman olurlar ve sonra da şahitliklerinden döner­lerse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, o domuzun veya şarabın parasını tazmin ederler.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bunlar, birşey ödemezler.

Şayet, şahitler müslüman olmasalar da, üzerine şahitlik yapılan şahsı (~ meşhudun aleyh) müslüman olsa; sonra da şahitler şehadetlerin den dönseler, domuzun kıymetini öderler; şarabmkini ise ödemezler. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer iki şahit, bir adamın, kölesine "Eğer sen şu eve girersen hür­sün." dediğine veya karısına, "Eğer eve girersen boşsun." dediğine şahitlik yapsalar; bu kadın da nikah edilmiş fakat cima edilmemiş bir kadın olsa, iki şahit gelerek: "Şart yerini buldu." deseler; sonra da önceki şahitler, hükümden sonra, şahitliklerinden vazgeçseler; tazminat önceki şahitlere aittir. Kölenin kıymetini ve mehrin yarısını öderler.

Eğer sonraki şahitler, şahitliklerinden dönerlerse; —sahih olan, —onlar bir tazminatta bulunmazlar.

Şayet iki şahit, "birinin işini, başka, birine ısmarladığına, (yani "kendi karısını bir başkasının boşamasına" veya "kölesini birbaşkasının azad etmesine izin verdiğine") şahitlik yapsalar, sonra da şahitliklerinden dönseler; birşey gerekmez. Kâfî'de de böyledir.

Eğer iki şahit, bir adam hakkında, "işini bir şeye talik eyledi." deseler; diğer ikisi de "emrolunan o işi, yaptı." diye şahitlik yapsalar; başka iki şahit de, "şartın yerine geldiğini" söyleseler; sonra da hepsi şahitlikten dönseler; en önceki şahitler tazminatta bulunurlar Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Eğer iki şahit, bir adamın evli olduğuna şahitlik yaptıktan sonra, bu şahitliklerinden dönerlerse, bize göre tazminatta bulunmazlar. Kâfî'de de böyledir.

En doğrusunu bilen, bütün noksan sıfatlardan münezzeh bulunan AllahuTeala'dır. [14]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/93.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/93.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/93-94.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/94-96.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/97-98.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/99-102.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/103-109.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/110-117.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/118-121.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/122-134.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/135-139.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/140-144.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/145-147.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/148-154.


Günün Sözü

"Akıllı, nefsini hesâba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz, nefsini, hevâsına tâbi‘ kılan ve Allah’dan bâtıl şeyler arzu edendir.” (Hadîs-i Şerif—Tirmizî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.