Emanet ve Ehliyet
VAKFIN ŞARTLARI
- Ayrıntılar
- Kategori: Emanet ve Ehliyet
- Gösterim: 3873
2014 Şimdi vakfın nasıl teşekkül edebileceği konusu üzerinde duralım. İslâmi bir yönetimde; mükellef, gönül huzuruyla malının bir kısmını vakfedebilir. Zira gerek kendisi hayatta iken, gerek ölümünden sonra; Kadı (İslâm'a göre hükmeden hakim) vakfın her türlü işini tâkip eder. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) iki yoldan birisiyle vakfın lâzım olacağına hükmetmiştir.
Birincisi: Bir kimse usûlü dairesinde mülkünün bir kısmını vakfetmek isterse; selâhiyetli bir kimseye (Kadı'ya) mürâcaat eder. Kadı (Hakim) vakfın luzûmuna hüküm verirse, vakıf gerçekleşir.
İkincisi: Bir kimse; ölümünden sonraya nisbet ederek "- Ben öldüğüm zaman şu mülküm fülân cihete vakfedilsin" deyip, bundan dönmeden ölürse, terekesinin üçte birinden mûteber olmak üzere lâzım olur. Çünkü böyle bir vakıf; vasiyyet hükmündedir. Vasiyetin cevazı ve luzûmu şer'an sâbittir. İmameyn'e göre dört yoldan birisiyle vakfedilen şey, vakfedenin mülkünden çıkar, vakıf olması lâzım ve sâbit olur.
Birincisi: Ulû'lemr (Sultan) tarafından tâyin edilmiş, selâhiyetli bir Kadı'nın (Hâkim'in) hükmüdür. Artık hükümden sonra vakıfdan dönme imkânı yoktur. Çünkü bu hüküm kat'i olarak bağlayıcıdır, ictihada (Dönme hususunda) imkân yoktur.
İkincisi: Ölüme ta'lik edilmiş vakıftır. Vakfedenin hayatta iken; ölümünden sonra, mülkünün bir kısmının vakfedilmesini vasiyet etmesiyle gerçekleşir. Ancak bu malının üçte birini aşamaz.
Üçüncüsü: Bir kimsenin: "- Şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülân cihete vakfettim" demesiyle sâbit olur.
Dördüncüsü: Daha yapılırken (Mescid cami vs. gibi) vakfedilen mülktür. Sahih olan kavle göre; mescid inşaatına başlamadan Ulû'lemr'den izin talep etmek gerekir. Bu vakıf'dan da dönülemez.(96) Fukahâ; vakıf yapan kimsenin, belli şartlar ileri sürecekse mutlaka kadı'ya (Hâkim'e) müracaat etmesi gerektiği hususunda müttefiktir. Ancak hiçbir şart ileri sürmeden; güvendiği kimseleri mütevelli tâyin ederek, vakıf kurabilir. Bu durumda Kadı'ya mürâcaatının şart olup-olmadığı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Essah olan kavle göre; şart değildir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Müteahhirin ûleması "Vakfeden kimse, vakıf senedinin sonuna: "Hakikaten bu vakfın sıhhatine ve lüzûmuna Kadı'lardan (Hâkimlerden) bir kâdı, hüküm verdi" diye yazar ve fakat ismini (Kadı'nın kim olduğunu) zikretmezse, bu da câizdir. Sahih olan Şemsü'leimme Serâhsi'nin kavlidir. Feteva-ı Kadıhanda da böyledir. Uygun olan vakfeden kimsenin, vakfı ölümünden sonraya bırakması ve vakfedeceği malı mülkiyetinden çıkarmamasıdır. Böyle yapmazsa, bi'licma vakfedilen mal, vakfedenin mülkünden çıkar"(97) hükmü kayıtlıdır. Vakfın sıhhati açısından Kadı'ya (H‹kim'e) müracaat zaruridir. Çünkü vakfedilen malın; İslâmi esaslara uygun şekilde kullanılması bu şekilde sağlanabilir. Eğer bir beldede; Kadı mevcut değilse, vakıf işlerinin sıhhatli yürümesi düşünülemez. Nitekim Osmanlı döneminde kurulan vakıflar günümüzde gayri İslâmi şekilde kullanılmaktadır. Hatta, bir vakıf eserinin uzun yıllar genelev olarak kullanıldığı, basında yer almıştır. Vakıf gelirlerini artırmak için kurulan "Vakıflar Bankası'nın"; fâizle meşgul olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Çünkü laik bir devlette; "Vakıf" İslâmi esaslara bağlı kalmak mecburiyetinde değildir. Tabii şer'i manada; "Vakıf" olma özelliğinden söz edilemez. Ancak müslümanlar cemaat haline gelir (Emir'i, Kadı'sı, Muhtesib'i, Amil'i vs.) ve aralarında İslâm fıkhını uygularlarsa, "vakıf" kurabilirler. Bu bir ruhsattır. Elbette vakıf işlerinin düzenli yürütülmesinden yine "Kadı" mes'ûldür.