Emanet ve Ehliyet
FERD; HANGİ HALLERDE TASARRUFTAN MEN EDİLİR? (HACR)
- Ayrıntılar
- Kategori: Emanet ve Ehliyet
- Gösterim: 3701
2051 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yetimleri nikâh (çağın)a erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları tez elden yemeyin. (Velilerden) Kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise; o halde örfe göre (bir şey) yesin. Artık onların malını teslim ettiğiniz vakit, karşılarında şâhid bulundurun. Tam bir hesab sorucu olmak bakımından ise Allah yeter"(193) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayette; nikâh çağına varıncaya kadar yetimlerin denenmesi emredilmektedir. Belli bir yaş beyan edilmemiş; rüşde ermek şart koşulmuştur. O döneme kadar; mallarının tasarrufunun; velilerine âit olacağı da hassaten zikredilmiştir. Bu bir anlamda; küçük çocuğun, malı hususunda tasarruf hakkının bulunmadığının delilidir. İbn-i Abbas (ra) ve Said İbn-i Cübeyr (ra)'e göre; "Dinini ve malını muhafaza edecek güce gelen kimse, rüşde ermiş sayılır". Bazılarına göre ise; fuhşiyattan ve israftan kaçınan kimse, rüşde ermiştir. Esâsen "Akıl ve salah'ın" birarada zikredilmesi; hacr halinin kaldırılması hususunda Kadı'nın (Hâkim'in) içtihadına ihtiyaç belirtmektedir. Hz. Aişe (ranha) vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyuyan kimse uyanıncaya kadar, küçük çocuk büyüyünceye (buluğa erinceye) kadar, deli akıllanıncaya yahud şifa buluncaya kadar"(194) buyurmuştur. Bunlardan kalemin kaldırılması; tasarruf haklarının bulunmamasıyla ilgilidir. Çünkü bu haller "Ehliyet noksanlığı ve arızasını" beraberinde getirir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her talak (boşama) câizdir. Sadece küçük çocuğun (Sabi'nin) ve mecnunun (Cinnet getirmiş, bunamış kimsenin) talakı câiz değildir, vâki olmaz"(195) buyurduğu bilinmektedir. Zira bunların; şehvet duyguları ya yoktur veya mâhiyet değiştirmiştir. Nikâh nimetinin kadr-û kıymetini kavrayamazlar. Dolayısıyla sözlü tasarruftan men edilerek (Hacr konarak); ehliyetin yerine gelmesi beklenir. Bilindiği gibi "Kölelik Hâli"; mükteseb ehliyet arızalarından birisidir. İslâm'a karşı savaşma sonucu ortaya çıkmıştır. Bir insan; ruhlar aleminde gerçekleşen mîsakı reddederek müslümanlara karşı fiilen savaşırsa "Köle Hukuku" gündeme girer. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Köle ve mukâteb herhangi bir şeye mâlik olamaz, ancak talaka (Boşamaya) yetkilidirler"(196) buyurduğu bilinmektedir. Çünkü köle de olsa; nikâh nimetinin kadrini bildiği için, ehil sayılır. Diğer tasarrufları ise; efendisinin iznine tâbidir. Me'zun (İzinli) kölenin, tasarruf hakları, kendine iâde olunur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha); bir kimse rüşde ersin-ermesin, yirmibeş yaşına kadar beklenir. Yirmibeş yaşından sonra malı kendisine teslim edilir. Çünkü: "Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değiştirmeyin, mallarınızı onların mallarına katarak (helâl, temiz malınızı kirletip) yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır"(197) Âyet-i Kerîme'si tahsis belirtmemiş, yetimin malının mutlaka kendisine teslimini şart koşmuştur. Diğer Âyet-i Kerîme ise; malın teslimini rüşde ermekle sınırlandırmıştır. Eğer yetim evlenecek yaşa geldiği halde; temyiz gücüne kavuşmazsa beklenebilir. Ancak bu bekleme süresi yirmi beş yaşını aşamaz. Nitekim Hz. Ömer (ra)'den de; yirmibeş yaşına geldiğinde kendisine teslim edileceğine dâir rivâyet vardır.(198)
2052 Çocukluk, kölelik ve cinnet getirmek (Delirmek) dışında; bazı hallerde, Kadı'nın (Hâkim'in) muayyen şahıslar hakkında "Mahcuriyet" kararı verme hakkı vardır. Bazı kimselerin; zararı bütün ümmete dokunan fiillerinden dolayı, hacr edilmeleri câizdir.(199) Meselâ: Yeterli bilgiye sahip olmadıkları halde; doktorluk yapan ve verdikleri ilâçlarla, insanların ölümüne sebeb olan kimseleri tasarruftan menetmek şarttır. Zira insanların "Can emniyetini" muhâfaza etmek esastır. Yine büyücülük, muskacılık, cinlerle temas ve sihir gibi işlerle meşgul olan kimseler tasarruftan menedilirler. Din âlimi geçinen ve insanlara hileli yollar öğreten "Mâcin Müfti'nin" tasarruftan men edilmesi; "Din Emniyeti'nin" sağlanması için zarûri olur. İflâs ettiği halde; insanlardan bunu gizleyip, sürekli borçlanmak sûretiyle hileli yollara sapan tüccarın men edilmesi; "Mal Emniyetini" korumak noktasından elzemdir. Ancak bu çeşit "Hacr"ın; mâhiyeti farklıdır. Nitekim İmam-ı Kasani; "Bununla murad, hacrin hakikati değildir. Tasarrufun geçerli olmasını meneden şer'i hükümdür. Görülmez mi ki; mâcin müfti, eğer fetvâdan menedildikten sonra, fetva verse ve isâbet etse caiz olur. Şâyet mahcuriyetinden önce fetva verip hata etse, câiz olmaz. Kezâ bilgisiz doktor; menedildikten sonra ilâç satsa, fakat isâbetli olsa, satışı geçerli olur" hükmünü zikreder. Esasen kat'i mahcuriyet sebeblerinin dışındaki haller; doğrudan doğruya, ümmetin uğrayabileceği zararlara karşı Kadı'nın (Hâkim'in) tedbir almasıdır. Nitekim bir kadı (Hâkim) muayyen bir şahıs hakkında mahcuriyet kararı verse; aynı şahıs bu kararı, diğer bir Kadı'ya müracaat ederek kaldırılmasını talep edebilir. Eğer müracaat edilen kadı (Hâkim); mahcuriyet kararını kaldırırsa, bu câizdir. Çünkü ictihadların farklılaşması mümkündür ve sahihtir.(200) Fakat muayyen bir şahıs hakkında "Mahcuriyet" kararı verildiği zaman; kendisine izin verilinceye kadar, aynı mesleği icrâ etmesi mümkün değildir. Mutlaka Kadı'nın (Hâkim'in) hükmü gerekir. Fûkaha; malını har vurup, harman savuran sefih kimseler başta olmak üzere; kimlerin hangi sebeblerle "Mahcuriyetine" karar verileceğinin üzerinde hassaten durmuştur. Mahcuriyet kararının verilmesinden önce ferdin uyarılmasının vâcip olduğunda ittifak vardır. Bunun sebebi şudur: tasarruftan men etmek, insanın bazı haklarına el koymak manasına gelir. Bu sebeble; ağır bir cezâ hükmündedir. Zarûri olmadığı müddetçe bu yola gidilmez. İkâz (Emr-i bi'l maruf) sonucu; hatalı yoldan dönme ve mahcuriyete muhatab olmama imkanı doğar. Sebeb yokken; insanın haklarına engel olmak, zûlümdür ve haramdır.