Reşahat
Hoca Ubeydullah hazretlerinden tefsirler ve hikmetler
- Ayrıntılar
- Kategori: Reşahat
- Gösterim: 5298
HOCA UBEYDULLAH HAZRETLERİNDEN TEFSİRLER VE HİKMETLER
«Fatiha» sûresinin ilk âyeti :
اَلْحَمْدُ للِّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Elhamdülillahi rabbil âlemin
Hakkında buyurdular:
— Hamd için başlangıç ve nihayet vardır. Hamd için başlangıç, kulun, kendisine verilen nimete karşılık şükretmesidir. Zira bilir ki, hamd, nimeti ziyadeleştirir. Hamdin nihayeti ise, Allah'ın, kuluna verdiği kuvvetle ubudiyet vazifesini yerine getirmesindeki mazhariyete teşekkürdür. Ve yine hamdin nihayeti, kulun, kendi mazharında, asıl hamdedici olarak Allah'ı bilmesidir. Kulun mazharında hamdeden Allah'tır, gayri değildir. Kulluğun kemâli ise odur ki, kendi yokluğunu ve Allah'ın varlığını anlasın... Zat, sıfat ve fiilden kendisinde hiç bir şey bulunmadığını, sadece ilâhî sıfatlara mazhar kılındığını takdir etsin.
وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِىَ الشَّكُورُ
Ve kalîlûn min ıbadiyeşşekûr
âyetinin tefsirinde buyurdular :
— Şükür, hakikatte, kulun nimette nimet vereni görmesidir, imam Gazalî hazretleri nimetten zevk ve lezzet almanın şükre aykırı olmadığını söylemişlerdir. Nimetle lezzetlenmek Hakk'a ermeğe sebeptir.
فَاَعْرِضْ عَمَّنْ تَوَلَّى عَنْ ذِكْرِنَا
Fea'rız ammentevellâ a'n-zikrina
âyetinin tefsirinde buyurdular :
— Bu âyet iki mânaya çekilebilir. Birinci mâna, âyetin dış mânasından anlaşılandır. Yani «Bir taifeden uzaklaşmak bahanesiyle bizim zikrimizden uzaklaşanlar inkâr ve gaflet ehlidir.» ikinci mâna ise şudur : «Bir taife vardır ki, zikir olunanı görmekte istiğrak ve istihlâk hâlinde bulundukları için zikir onlardan kaldırılmıştır.» Şöyle ki, onlara zikir teklif edilse, zikrolunanı görmekten alakonulmuş olurlar. Allah'ın Resûl'ü, zikir olunanı görmekle istiğrak hâlinde bulunanlara zikir talim etmemeğe memur kılınmışlardır.
*
وَكُونُوامَعَ الصَّادِقِينَ
Vekûnü meassâdikîne
âyetinin tefsirinde buyurdular :
— Sadıklar ile olmanın iki mânası vardır : Biri zahir bakımından sadıklar ile olmak... öbürü de mâna bakımından sadıklar ile olmak... Birincisi, doğruluk ehli ile düşüp kalkmayı, ikincisi de bir taifeye gönül verip onların üstünlüğünü kabul etmeği ve izlerinden gitmeği gerektirir. Birincisinde ülfetin yalnız sureti, ikincisinde hem suret ve hem ruhu vardır. Sadıklar şu kimselerdir ki, «Mâsiva - âlem» onların gözünden silinmiştir.
ŞİİR
Âşıklar ile yâr ol, aşkı tat,
Aşkı bilmeyenden bucak bucak kaç!
insan oğlunda, temas ettiği şahıstan tam mânasiyle müteessir olmak kabiliyeti bulunduğu için sadıklarla düşüp kalkmakta birinci derecede ehliyetlidir.
*
لاَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ
Lâilâhe illallah
Kelimesinin tefsirinde buyurdular :
— Tevhid Kelimesinin zikrini umumî, yalnız celâl Kelimesiyle zikre ise hususî demişlerdir. Halbuki Tevhid kelimesiyle zikir, son mertebede hususînin hususîsidir, zira Allah'ın tecellilerine nihayet yoktur. «Allah'tan başka ilâh yoktur» suretinde tekrarlamak düşünülemez. Her defa bir sıfatı nefyedip başka bir sıfatı ispat etmekse ebediyen devam edebilir ve böylece ebedî «nefy» ve «ispat»tan kurtulunamaz. «Allah» zât ismidir, «İlâh» ise zât ile sıfatları isimlendirici «ulûhiyet» tir. Böylece, bazıları, Tevhid Kelimesini zât ile sıfatları toplayıcı ilâh ancak Allah'tır, şeklinde izah etmişlerdir.
Ve yine buyurdular :
— Tevhid Kelimesi üzerinde belirttiğimiz mânayı, benlikleri, kendilikleriyle dolu olan kimseler uzak görmemelidir. Zira kalbin yabancılardan temizlendiği zaman insanın gördüğü Hakk'ın zâtından başkası değildir. Bu keyfiyet, hoca Abdülhalik Gucdevânî silsilesinin çıraklarına bile nasip olmuştur. Hoca Bahaeddin Nakşibend tarîkatinin çıraklarına yine bu mânadan bir lezzet çeşnisi verilmiştir.
*
قُلِ اللَّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ
Kulillâhü sümme zerhûm
âyetinin tefsirinde buyurdular :
— «Sıfatları bırak, Zât'a yapış!» manasınadır.
*
يَااَيُّهَاالَّذِينَ اَمَنُوا
Yâ eyyûhellezine âmenû
âyetinin tefsirinde buyurdular :
— Akdin tekrarından ibarettir, iman ki, Allah'a kalb bağlamaktır, belirttiği akit bu âyetle tekrar edilmektedir. «O kadar çalışınız ki, bu sıfatın size ait olmadığını anlayasınız!» Murad budur :
*
فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بَلْخَيْرَاتِ
Fe minhûm zalimün li nefsihî ve min hum muktesidim ve minhûm sâbikun bilhayrât
tefsirinde buyurdular :
— Nefslerinin hiç bir isteğini yerine getirmeyip ona daima aykırı davranan ve böylece ilâhî mevhibeye istidat ve liyakat belirten bir taifeye işaret... Onlar hayr yolunda her zümreden önce gelen «muktesitler topluluğu» dur.
*
سَوَاءٌعَلَيْهِمْءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَيُؤْمِنُونَ
Sevâün aleyhim e enzertehûm emlem tûnzirhûn lâ yü'minûn
tefsirinde buyurdular :
— Bu, insan oğlundan bir taifeye işarettir ki, zatî şehadet içinde kaybolmuş ve Hakk'ın zâtından başka bir nesnenin varlığından habersiz kalmış «Müheymûn» meleklerinin kalbi üzerindedirler. Neticede Allah'tan başka hiç bir şeye iman ve tasdikleri yoktur.
*
لِمَنِ الْمُلْْكُ اليَوْمَ لِلَّهِ الوَاحِدِالْقَهََارِ
Limenil mülkül yevme lillâhil vâhidil kahhâr
tefsirinde buyurdular :
— Murad odur ki, sâlikin gönlü kendi mülkü olsun.. Yani Allah bir gönülde ahadiyet kahriyle tecelli edince, onda kendinden gayrine yer bırakmaz.
*
يَااَيُّهَاالنَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُاِلَى اللَّهِ
Yâ eyyûhennâsû entümûl fükarâû ilallâh
tefsirinde buyurdular :
— İnsan oğlu Allah'a muhtaçtır. Allah, ezelî ilmiyle bildi ki, insan, beşeriyeti gereğince, su, ekmek vesair dünya sebeplerine ihtiyaç halindedir. Bu bakımdan her neye muhtaç olursa, bu ihtiyacın hakikati, Allah'a müftekar olmaktan başka bir şey değildir Bu hikmetin ihtarı...
Bir gün, meclislerinde hazır bulunanlara türlü ihtarlar ve suçlamalarla karşılık verdiler ve dediler ki :
— Boş yere sokaklarda dolaşır, durursunuz. Bari öyle bir iş işlemeğe bakın ki, halk sizden faydalansın... Ve çalışın ki, çoklukta birlik müşahedesine varabilesiniz.
Ve bu sırada :
اِنَّااعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرْ
İnnâ e'taynâ kel kevser
âyetini şöyle mânalandırdılar :
— «Sana kevser verdik, yani çoklukta birlik müşahedesini
ihsan ettik.»
*
كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنٍ
Külle yevmin hüve fî şe'nin
âyetinin mânası üzerinde uzun uzun konuştular. Dediler ki :
— Fenadan sonra bekanın iki mânası vardır : Biri şudur ki, sâlik, zatî şehadetle gerçekleşip o müşahedede devamlılık kazandıktan sonra istiğrak ve bilgisizlik hâlinden şuur ve huzura dönünce fiil isimleri tecellilerine erer. Bütün oluşlara ait isimleri de kendisinde mevcut bulur. O isimlerden her birinin arasını farkeder ve her birinden ayrı bir zevk devşirir. îkinci mâna ise, her anda ve zamanın bölünmez parçalarında, insanın, kendinde zatî isimlerden bir eser bulmalıdır. Bu eserin dış âlemde bir izi yoktur ve zaman hesabına sığmayacak kadar kısa, zaman üstü bir zaman vahidi içinde farkedilmelidir. Ve bu hâl, velilik derecelerinin en yüksek kademelerine aittir.