Sin-Şın'a gelince
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Hadiseler
- Gösterim: 1924
Mevlana Cami diyorki: "Ben Muhammed Parisa Nakşibendî (ks)'den şöyle işittim Füsus can'dır, Fütuhat gönüldür ve onların büyük babası Kitab-ı Faslü'l-Hitab'ta ne zaman ariflerin büyükleri dedi demişse bundan murat Hazreti Þeyhtir."
“Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Sin-Þın'a gelince (girince) diyordu. İşte Osmanlı Devletinin yükselme dönemi hükümdarlarından Yavuz Sultan Selim Han Doğu üzerine sefere çıkmıştır.1516 tarihinde Þam şehrine girmiştir. Böylece Sin (Selim), Þın'a (Þam) gelmiş oldu yani I. Selim Þam'a girdi.
Yavuz Sultan Selim Þam'da bu büyük velî'nin mezarını aramaya başladı. Þam'ın çöplüğünü kazdırdı, kazdırdı… Yaklaşık 3 asırdan beri biriken çöplerin arasından büyük velî'nin cesedi çıkarıldı. Ceset taptaze duruyordu...”
Þeyh-i Ekber diye de anılan büyük veli, vahdet-i vücud düşüncesini tüm Anadolu'ya yaymış tasavvufta çığır açmıştır. Onu biraz tanıyabilmek için İmam Yafii'nin tarihinde zikrolunan şu olayı izah edelim: Þeyh Þıhabeddin Suhruverdi ile bir araya gelip hiç konuşmadan birbirlerine nazar edip ayrılmışlardır. Sonra ona Þeyh Þıhabeddin'in halinden sorduklarında şöyle dedi "Tepeden tırnağa sünnetle dolu bir zattır." Þeyh Þıhabeddin ise onun hakkında şunları söyledi: "O hakikatler denizidir."
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin çok sayıda eseri bulunmaktadır. Yazdığı 500'e yakın eserinin büyük çoğunluğu tasavvuf içeriklidir. Bu eserlerin hazırlanması hususunda kendisi şunları söylüyor; "Bu eserleri hazırlamaktaki muradım eserleri yalnızca telif etmek değildir. Bu eserleri Hak tarafından emir aldığım için kaleme aldım." Onun pek çok eseri içerisinden en meşhurları Füsus ve Fütuhat'tır. Hatta olayların derinlikleri ve inceliklerinin farkına varmayanlar bunları eleştirmişlerdir. Aslında eserlerinde yazdığı gerçekler ve marifetler; hikmet, incelik ve fikir derinliği başka eserlerde görülmemiştir. Bir kısım insanlar ise bu eserlerin kıymetinin farkına varabilmişlerdir.
Mevlana Cami diyorki: "Ben Muhammed Parisa Nakşibendî (ks)'den şöyle işittim Füsus can'dır, Fütuhat gönüldür ve onların büyük babası Kitab-ı Faslü'l-Hitab'ta ne zaman ariflerin büyükleri dedi demişse bundan murat Hazreti Þeyhtir."
“Molla Celaledddin nehr-i füyûzât
Vâridâtı kâmil sâhib-fütûhât
Aşk-ı Mevlâ ile olmuş zuhûrat
İbn-i Arabi’yle meydan iledir”
Efe Hazretleri
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri hayatı boyunca pek çok harikulade kerametler göstermiş, ibret verici hayat levhaları ortaya koymuştur. Hatta eserlerinde geleceğe dair bazı açıklamalarda bulunmuş, ipuçları vermiştir. İşte bunlardan bir tanesi: Eserinde "Sin-Þın'a gelince (girince) Muhyiddin'in kabri ortaya çıkar." demiştir. Burada "Sin"den kasdedilen Osmanlı Hükümdarı I. Selim (Yavuz Sultan Selim)'dir. "Þın"dan kasıt ise Þam şehridir. Sin-Þın'a gelince (girince) tabiriyle ne anlatılmak istenmiş, insanlara hangi mesajlar verilmiş onu izaha çalışalım:
Öncelikle Þeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin yaşadığı dönem 1164-1240 tarihleri arasıdır. Yavuz Sultan Selim'in Þam'a girme olayı ise 1516 tarihidir. İki olay arasında 3 asırlık zaman dilimi bulunmaktadır. Olayın ayrıntıları ise şu şekildedir:
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Þam'da ayağını bir yere basarak insanlara şöyle seslendi: "Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır." İnsanlar bunu anlayamadı ve kendisini küfürle suçladılar. Bu sözlerinden dolayı ölüme mahkûm ettiler. Büyük velî'yi şehit ettikleri gibi cesedini de Þam'ın çöplüğüne attılar. Bir müddet sonra ayağını bastığı yeri kazdıklarında bir küp altın buldular. Aslında büyük velî insanlara bir ders vermek istemiş onları paraya, maddeye, kapitale tapmakla suçlamış gerçek tapılması gerekenin Allah olduğu mesajını vermiş fakat insanlar bunu anlayamamışlardır. Bu gerçek ancak çok sonraları anlaşılabilmiştir. Günümüzde ise bu realite kaçınılmaz bir haldedir.
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Sin-Þın'a gelince (girince) diyordu. İşte Osmanlı Devletinin yükselme dönemi hükümdarlarından Yavuz Sultan Selim Han Doğu üzerine sefere çıkmıştır. 1516 tarihinde Þam şehrine girmiştir. Böylece Sin (Selim), Þın'a (Þam) gelmiş oldu yani I. Selim Þam'a girdi. Yavuz Sultan Selim Þam'da bu büyük velî'nin mezarını aramaya başladı. Þam'ın çöplüğünü kazdırdı, kazdırdı… Yaklaşık 3 asırdan beri biriken çöplerin arasından büyük velî'nin cesedi çıkarıldı. Ceset taptaze duruyordu, ne alnındaki ter zerrecikleri ne de boynundaki kandamlacıkları kurumuştu. Yüce yaratıcı kendi dostunu aynen muhafaza etmiş, söylediği sözü ise tüm insanlara ibret verircesine aynen ortaya çıkarmıştır. Böylece Selim'in Þam'a girmesiyle büyük velî'nin mezarı ortaya çıkmıştır.
Yavuz Sultan Selim Han hemen oradaki tüm çöpleri temizletmiş büyük veli için bir türbe inşa ettirmiştir, türbenin yanına ise bir cami ve imaret yaptırmış, bir vakıf kurdurmuştur. Bunların tamamı üç ay içerisinde gerçekleşmiş Yavuz Sultan Selim tamamlanan cami açılışında ilk cuma namazını da eda etmiştir. Þam Salihiye'de bulunan bu türbe ise o günden günümüze kadar insanlar tarafından ziyaretgâh haline getirilmiştir. Böylece büyük velinin gerçek kimlik ve niteliği de tüm insanlarca anlaşılmıştır. İnsanlara verilen dersin büyüklüğü ise tarih boyunca takdir edilmiştir. Yunus Emre hazretlerinin söylediği gibi;
Bilmeyen ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun
beyiti ne kadar ibret verici ve düşündürücüdür.
Somuncu Baba Dergisi / Eylül 2005
BİBLİOÐRAFYA
Abdurrahman Cami, Nefahatü'l-Üns, Evliya Menkıbeleri Tercüme ve Þerh, Lami Çelebi, Haz: Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, s. 757-768, İstanbul.
Mehmet Hemdemi, Solakzade Tarihi, Haz: Vahid Çabuk, c. II, s. 85, 1989, Ankara.
Necip Fazıl Kısakürek, Veliler Ordusundan 333, "Halkadan Pırıltılar", s. 278-283, 1986, İstanbul.
Sabah Gazetesi "Selimin Þam Seferini Bildi" 02.05.2005 tarihli yazı
Resul KESENCELİ