Vahdettin`in naaşı haczedilecekti!
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Hadiseler
- Gösterim: 2752
Son Osmanlı padişahı olan Sultan Vahideddin’in hayatı inişli çıkışlarla dolu hüzünlü ve dramatik bir hayattır. Vefatı da aynı dramın bir parçası olarak kayıtlara geçmiş, cenazesi dahi borçlarından dolayı haczedilmek istenmiştir.
Sabık bir Osmanlı Sultanı olarak Vahideddin Han’ın vefat ettiği gün ise, hüzün dağdağası içinde geçen uzun bir süreçten sonra bir çocuk nefesiyle hayatının ışıdığı güne rastlamıştır.
San Remo’da hüznü sevince dönüştüren ve Sultan Vahideddin’i gülümseten olay, Sabiha Sultan’la Þehzade Ömer Faruk Efendi’nin o günün (16 Mayıs1926) sabahında bir kızları dünyaya gelmiş olması ve bu müjdeli haberin sabık Sultan’a telgrafla ulaştırılmasıdır.
Torunları tarafından “Þahbaba” nâmıyla anılan Vahideddin Han bu yeni torununa “Necla” ismini koyarken, Abdülmecid Efendi de bu isme “Hibetullah”ı ilâve etmiştir. Vefat hadisesi ise o mutlu günün akşamı şöyle cereyan etmiştir:
“Sultan Vahideddin, o gece akşam yemeğinden sonra bütün kadınlarını, hazinedarlarını odasına toplamış ve geç vakitlere kadar pek tatlı ve neş’eli sohbetlere dalmışlardı.
Bahisler dönüp dolaşıp İstanbul’a ve Çengelköy’ündeki köşke geliyor, herkes bu geçmiş refaha ve gençlik hatıralarına âid tatlı bir hikâye anlatıyordu.
Sultan Vahideddin, bu tatlı sohbetleri en hararetli yerinde keserek:
— Haydi, yatsı namazınızı kılınız da geliniz. Sohbetimize yine devam ederiz” demiş ve kadınlar kalkıp namazlarını kılmak üzere dışarı çıkmışlar.
Bu esnada Sultan Vahideddin daima yanında bulunan ve hizmetlerine bakan son zevcesi Nevzad Hanım’a seslenerek:
— “Biraz safram kabarıyor, bana bir tas getir” demiş. Derhal getirilen tasa pek az miktarda ve sarı bir safradan ibaret istifra ettikten sonra:
— “Aman şu leğeni dök de şurada pis pis kokmasın” demesi üzerine Nevzad Hanım leğeni musluğa dökmüş ve acele ile odaya döndüğü zaman Sultan Vahideddin’i uzandığı şezlongunun üzerinde cansız bulmuştu.”
VI. Sultan Mehmed Han diye de maruf olan 36. Osmanlı Padişahı Sultan Mehmed Vahideddin, ülkesinden uzakta geçen 3,5 senelik bir “zorunlu sürgünden” sonra İtalya’nın San Remo şehrinde bu şekilde vefat eder. Vefat haberinin yayılması üzerine Manolya Villası’nın önü ana baba günü olur. Gelenlerin çoğu San Remo sakinleridir. Fakat gelenlerin içinde villaya doğru koşan birileri daha vardır: Alacaklılar…
Sultan Vahideddin’in İstanbul’dan ayrılırken yanında bulunan 20 bin altın çoktan bitmiş ve aylardan beri elde avuçta takı, zînet adına ne varsa satılmış, bunlar da yetmemiş, bir yandan da San Remo esnafına borçlanılmıştır.
Sultan’ın vefatının akabinde İtalya hükümeti çeşitli şaibeleri engellemek için Sultan’ın otopsisini ister. Otopsi Profesör Fava tarafından yapılır. Sultan’ın aort damarının nikotinden dolayı adeta kemikleştiği görülür. Lâkin otopsiyi İtalyanlar yaptırmasına karşın parasını Sultan’ın ailesi ödemek zorundadır. Bu otopsinin parası dahi ancak çok sonraları ödenir.
Prens Sami Bey, Sultan olan dayısının cesedine bir ceviz tabut yaptırır. Sultan’ın cenazesi Þehzade Faruk ile Seccadecibaşı tarafından yıkanır ve tabuta yerleştirilirİşte bir yanda Sultan’ın naaşı yıkanırken bir yandan da miktarı belli olmayan borçların alıcıları olan esnafın patırtısı gürültüsü ayyuka çıkar. Üstelik yanlarında icra memurlarını da getirmişlerdir. Amaçları sabık Padişahın cenazesini borçlarından dolayı haczettirmektir. Nitekim R. Cevad Ulunay bu olayın ayrıntısını şöyle aktarır:
“O aralık içeriye telaşla Hayreddin Ağa girdi:
— Efendim, esnaf yanlarında bir memur getirmişler.
— Ne memuru?
— İcra memuru.
Hayreddin Ağa gözyaşlarını mendiline içirerek:
— Velinimet Efendimizin cenazelerini haczettireceklermiş.
Bu söz ortalığı altüst etti…
— Nasıl oluyor yahu?
— Neredeyiz?
— Medeni bir memlekette böyle rezalet olur mu?
— Ölü haczedilir mi?
Tahir Bey:
— Edilir efendim, dedi. Bunlar öyle menfaatperest adamlardır ki, haklarını elde etmek için her vasıtaya başvururlar.
— Ne yapacağız?...
Tahir Bey:
— Efendim, dedi. Biz cenazeyi bahçenin sarmaşıkla örtülü kısmındaki hiç açılmayan kapısından kaçıracağız.
— Başka çaremiz yok, zira alacaklılar bir santimlerinden vazgeçmiyorlar; bu kadar borcu karşılamaya imkânımız yok…”
Hane halkına yüksek sesle ağlamaları emredilir ve o curcuna içinde Sultan Vahideddin’in uzun süre evde mahsur kalan na’şı -bazı kaynaklarda bu sürenin bir ay olduğu belirtilir- sandığa konularak hiç açılmayan bahçe kapısından kaçırılıp, arabaya konulur. Bozuk kaldırımlar üzerinden istasyona ulaştırılır. Sultan’ın naaşı Þehzade Ömer Faruk Efendi’nin refakatinde önce Beyrut’a ve oradan da Þam’a getirilip Sultan Selim Camii’nin bahçesine defnedilir. Uzun süre yaptırılamayan Sultan’ın mezarı, ancak yakınlarda yaptırılabilmiştir.
Sultan Vahideddin’in San Remo’daki borçları ise bir rivayete göre kızı Sabiha Sultan tarafından, bir başka rivayete göre ise sabık Hicaz Kralı Hüseyin ile Irak Kralı Faysal ve Mısır Prenslerinden Ömer Tosun Paşa’ların nakdi yardımlarıyla tasfiye edilmiştir.*
Son bir not: Geçenlerde Þam’a seyahat eden bir dostum, Sultan Vahideddin’in mezarını da ziyaret eder. Sultan’ın mezarının bahçesinde olduğu Sultan Selim Camii’nin tamiratta olması nedeniyle ezan okunmaz. Fakat bir Osmanlı sevdalısı olan Suriyeli bir müslüman tarafından gönüllü olarak her gün hiç aksatmadan bu camide beş vakit ezan okunur. Dostum bunun nedenini ezan okuyan kişiye sorduğunda aldığı cevap göz yaşartıcıdır: Duydum ki Osmanlı Sultanı Vahideddin Efendimiz “Beni ezanların okunduğu bir yere defnedin!” diye vasiyet etmiş. Ben de her gün beş vakit onun mezarının başında ezan okuyorum ki vasiyeti yerine gelip, ezansız kalmasın…
* Geniş bilgi için bkz. Kadir Mısıroğlu, Osmanoğulları’nın Dramı, Sebil Yayınları, İstanbul 1974; Murat Bardakçı, Þahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul 1998.
Fahri Güven- Milli Gazete