Çırağan Sarayı'nın Yanışı ve Sonrası
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Hadiseler
- Gösterim: 2281
Sarayın Meclis-i Meb’usan Binasına Çevrilişi ve Yanışı
Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı sonlarına doğru 23 Temmuz 1908′de anayasa tekrar yürürlüğe girerek II. Meşrutiyet ilan edilmişti. Yapılan seçimler sonucu 17 Aralık 1908 günü Sultanahmed’de eski Evkaf Dairesi’nde Meclis-i Meb’usan’ın açılışı yapılır. 31 Mart 1909 olaylarından sonra gelişen hadiseler neticesinde, Meclis-i Meb’usan’da yapılan oylama sonucu II. Abdülhamid’in hal’ine karar verilir (27 Nisan 1909).
Tahttan indikten sonra Sultan II. Abdülhamid’in Çırağan Sarayı’ında oturma isteği kabul olunmayarak Selanik’e gönderilir ve Sultan V. Mehmed Reşad Osmanlı Tahtı’na çıkarılır.
Meclis-i Meb’usan Reisi görevinde bulunan Ahmed Rıza Bey, meclis binasının yetersizliğinden yakınmaktaydı. Bu nedenle V. Murad’ın vefatından beri kullanılmayan Çırağan Sarayı’nı ideal meclis binası olarak görmekteydi. Mekteb-i Harbiye’de yapılan bir toplantıda bu fikirini Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’ya açmış ve olumlu karşılanmıştı. Ancak Þeyhülislam Sâhib Bey bu fikre şiddetle karşı çıksa da Ahmed Rıza Bey’in bu isteğinin önüne geçememişti. Ahmed Rıza Bey Çırağan Sarayı’nın meclise verilmesi için padişaha başvurmuş, Sultan V. Mehmed Reşad da buna pek razı olmamakla birlikte birden bire red cevabı veriyor olmamak için Ahmed Rıza Bey’e; “Hele lazım gelenlerle bu hususta bir konuşayım, alacağım kararı size sonra bildiririm ” gibilerden biraz baştan savma sözlerle geçiştirmek istemişti.
Ancak Ahmed Rıza Bey işi bir oldu bittiye getirmek için ertesi gün gazetelere bir demeç vermiş, padişah hazretlerinin Çırağan Sarayı’nı Meclis-i Meb’usan’a ihsan buyurduğunu ilan etmişti. Bu durum karşısında yapacak bir şey bulamayan Sultan Reşad ister istemez bu oldu bittiye boyun eğmişti. Bütün bu olayların sonucunda Çırağan Sarayı meclis binası olarak kabul edildi ve meclisin ikinci dönem oturumlarına hazır olacak şekilde bazı düzenlemelere tabi tutuldu. Sarayın üst katındaki çok süslü üç salondan Boğaziçi’ne bakan birincisi padişaha ayrıldı ve bir taht konuldu. Ortadaki salon Meclis-i Meb’usan’a ve İstanbul tarafındaki salon ise Meclis-i Ayan Daireleri’ne ayrılmış ve çeşitli odalar encümenlere tahsis edilmişti. Yıldız Sarayı Þale Köşkü’nde birçok eşya ve meşhur ressam Ayvazovski’nin eserleri getirilmişti. Sarayda yapılan bu çalışmalar için 20.000 lira harcama yapılmıştı. 14 Kasım 1909′da Meb’usan Meclisi’nin ikinci dönem açılışı parlak bir şekilde yapıldı.
Alayla açılış törenine gelen Sultan V. Mehmed Reşad’ın yanında Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile Þehzade Vahdeddin Efendi bulunuyordu. Program gereğince Çırağan’a gitmiş olan Þehzadelerle hükümet üyeleri, ayan ve meclis başkanı padişah hazretlerini taşlıkta karşıladılar. Saltanat kapısı önüne dizilen müslüman, rum, ermeni ve musevi okulları öğrencileri hürriyet ve vatan şarkıları söylediler ve dizi dizi padişahı alkışladılar. Sultan Mehmed Reşad törene resmi olarak çağrılmış bulunup da salonda yerlerini almış olan elçilerin her biri ile ayrı ayrı konuştu ve kendilerine münasib kelimelerle iltifatta bulundu. Açılış nutkunu padişah adına Sadrazam Hüseyin Hilmi paşa okudu. Bu sırada, özel locasında bulunan hükümdarın sağında şehzadeler ve saray mensupları, salonda da nâzırlar yer almışlardı.
Sarayın Meclis-i Meb’usan olarak kullanılışı çok uzun sürmedi. 19 Ocak 1910′da sebebi anlaşılamayan bir kaza sonucunda Çırağan Sarayı Harem ve Ağalar Dairesi dışında tamamen yanar. Durumu öğrenince son derece üzüntü duyan Sultan Mehmed Reşad birçok saray görevlilerini yangın yerine gönderir. Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile şehzadelerden pek çoğu birer birer olay yerine giderler.Yangın Meclis-i Meb’usan salonu üst katından ve muhasebe dairesi üstüne rastlayan, bahçeye bakan çatı arasındaki kalorifer bacasından çıkmıştı. Yangını ilk evvel üçüncü şubede bulunan meb’uslardan bazıları duman kokusunu duyarak hademeye bildirmişlerdi.
Hademeler yukarı çıkıp kalorifer bacasının yan ve etrafındaki ince sacları koparmışlar ise de, altı tamamen yanmıştı. Getirilen bir iki kova su, hatta daha sonra yetişen itfaiye heyeti rüzgârın şiddetinden söndürememişlerdi. İtfaiye bahçedeki havuzdan su almak istemiş, fakat hortum 27 metre olduğu için yangına su yetiştirilememişti. Haliç’deki donanmadan Mesudiye Zırhlısı, Romorkör Kumpanyası’nın itfaiye vapuru , Amerika ve Rus Sefaretlerine ait birer yat sarayın önüne gelmişler, ancak lodosun şiddetli esmesi yüzünden yapılan yardım neticesiz kalmıştı.Yangın esnasında can kaybı olmamıştı.
Sarayın elektrik hademesinden Polpus Papa De Pulos yangın sırasında eşya kurtarmak amacıyla içerde kalmış, fakat geç kalınca alevlerin etrafı sarması sonucu pencereden atlayarak ayağını sakatlamıştı. Resmi evrak ve defterlerden bazıları kurtarılmış, yalnız gizli evrak odasının kapısı kilitli ve kırılamadığı için bir çok defter yanmıştı. Yangından iki gün evvel Meclis-i Meb’usan’a getirilen tablolardan çoğu kurtarılmış ise de Sultan V. Murad’ın kütüphanesi kurtarılamamıştı. Meclis-i Ayan ve Meclis-i Meb’usan encümenlerinin evrakları, padişahın dairesindeki kıymetli eşya ile gümüş takımları ve bilhassa Yıldız’dan getirilen iki metre uzunluğunda dört şamdandan üçü sağlam, biri de pencereden atıldığı için hurda halinde kurtarılabilmişti.
Sarayın yanışından bir gün öncesine kadar, on iki gün boyunca Yıldız Sarayı’nın Þale Kasrı’ndan, Silahhane’den, Mabeyn-i Hümayıun’dan, Daire-i Hususiye’den getirilen eşyaları da ne yazık ki tamamiyle yanmıştı. 6 Ocak 1910′dan, 18 Ocak 1910′a kadar Yıldız Sarayı’ndan Çırağan Sarayı’na getirilen eşyalar şunlardı: Þale Kasrı’ndan alınanlar; iki adet çinkâri vazo, iki adet maden kulplu çinkâri vazo, İstanbul’un fethini tasvir eden tablo, üç adet elektrikli fener, balgâmi taşından mamül madeni dört kollu saksı, iki adet ayakları somaki taşından büyük vazo, iki adet madeni kulplu çinkâri maun ayaklı vazo.
Silahhane’den alınanlar; Beş adet sedef işlemeli rahle ve dolap, üç adet hat levhası, bir adet dürbün. Mabeyn-i Hümayun’dan alınanlar; bir adet cilalı dört köşe sigara sehpası, bir adet hat levhası, iki çift gümüş şamdan, bir çift gümüş oturtma saat, sekiz adet yağlı boya tablo, iki adet on üçer kollu gümüş şamdan, iki adet yedişer kollu gümüş şamdan, iki adet beşer kollu gümüş şamdan, dört adet vazo, iki adet billur fener. Daire-i Hususiye’den alınanlar; altı adet lake dolap, bir adet maun üstü pirinç kaplama dolap, beş adet çinkâri dolap, dört adet kadife koltuk, bir adet orta masası ve yazı takımı, üç adet camlı dolap, iki adet pirinç kaplama dolap, üç adet asma saat, iki adet ipek seccade, bir adet camlı dolap, bir adet kitap dolu kütüphane, iki adet etajer, bir adet hareket eder kitaplık, on takım çay fincanı ve tabak, iki adet ayaklı elektrik şamdanı, bir adet büyük barometre, bir adet hilye-i saâdet
Sarayın Yanışından Sonraki GelişmelerSarayın restorasyon sonrası durumu
Çırağan Sarayı’nın 19 Ocak 1910′da yanması üzerine büyük bir hızla yayılan haber bütün yurtta üzüntüyle karşılanmıştı. Olaya devrin basını da geniş yer ayırır. Sarayın yeniden inşa edilmesi için bazı kaza ve vilayetlerde yardım kampanyaları dahi açılır. Bunlardan Basra Vilayeti ve Düzce Belediyesi’nce gönderilen yardımlar, ilk anda böyle bir onarımın düşünülmemesi nedeniyle Donanma-i Osmani ianesine nakledilir. Sarayın yanışı sonrasında, yeniden onarılması gibi bir düşüncenin olmamasının yanında, bir müddet enkazıyla ilgili olarak hiçbir faaliyette de bulunulmamıştı.
Koca saray dolandırıcıların ve hırsızların insafına bırakılır. Birçok değerli eşyanın yanmasıyla birlikte, altın gümüş gibi madenlerin büyük çoğunluğu erimiş halde enkaz içerisinde bulunmaktaydı. Hiçbir koruma önlemi alınmayan sarayın, geceleri içine girilip değerli madenleri çalınmaktaydı. Bu durum sarayın yanışından ancak dört ay sonra farkedilir ve Dahiliye Nezareti’nin uyarısıyla Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti tarafından, deniz ve kara yönlerine birer nöbetçi konmak suretiyle korumaya alınır (22 Mayıs 1910). Bu olaylardan bir müddet sonra, sarayın yeniden meclis binası haline getirilip getirilemeyeceği konusunda araştırma yapmak üzere bir komisyon kurulmasına karar verildi (26 Temmuz 1910).
Oluşturulan komisyonda, Nafia Müdürü Franklia Efendi, Þehremaneti mühendislerinden Terziyan Efendi, Emanet-i Müşarunileyha Mühendisi Mösyö Orbek, Mösyö Valuri ve Mimar Kemal Bey yer alıyordu. Heyetten, sarayın duvarlarının sağlamlığı ve yeniden yapılabilmesi için ne kadar masrafa ihtiyaç duyulacağı hakkında bir rapor isteniyordu. Çırağan Sarayı’nın onarımı için komisyon oluşturulduğu gün ayrıca, Kumkapı’da gümüş arayıcısı esnafından Yusuf Ziya ve ortaklarıyla da bir anlaşma yapılmıştı (26 Temmuz 1910). Yusuf Ziya ve ortakları, Çırağan Sarayı enkazında altın, gümüş, bakır, kurşun vs. araması yapacaklar ve çıkardıkları malın % 20′den %24′e kadar olan miktarı kendilerine verilecekti.
Ayrıca arama işlemini de tayin olunacak bir memurun denetimi altında yapacaklardı. Keşif komisyonunun çalışması sonucu oluşturulan raporda, sarayın yeniden yapımı için 400.000 liraya ihtiyaç olduğu, yalnız duvarlarının tamiriyle yapının koruma altına alınabilmesi için de 1.050 lira gerektiği belirtiliyordu (24 Kasım 1910). Keşif bedelinin yüksek oluşu nedeniyle, saray içerisinde Yusuf Ziya ve ortaklarının işleri bitinceye kadar beklenip daha sonra duvarları tamir edilerek binanın üzerinin kapatılıp korunmasına karar verilir. Çırağan Sarayı inşa edilirken, Sultan Abdülaziz tarafından İtalya’da Carrara’dan getirtilen mermerlerle yaptırılan ve sarayın bahçesine konan iki arslan heykeli, sarayın yanışından sonra yakınında bulunan Jandarma müfrezesi tarafından koruma altına alınmıştı. Heykeller 17 Temmuz 1911′de alınan bir kararla Dolmabahçe Sarayı bahçesine gönderilir.
Bu arslan heykelleri halen Dolmabahçe Sarayı’nda bulunmaktadırlar. Çırağan Sarayı’nın muhafazasıyla görevli olan Beşiktaş Jandarma karakolunun mevcudunun azalması üzerine sarayın korunmasında sorunlar çıkmaya başlar. 1912 yılı başlarında Çırağan Sarayı’nın hemen bitişiğinde bulunan Küçük Zabit İbtidai Mektebi öğrencilerinin sarayın kapılarını kırarak içeri girip eşyaları aldıkları ve bahçede bulunan ağaçlardan söküp götürdükleri tesbit edilmişti (16 Mart 1912). Jandarma Takım Komutanlığı’nın okul müdüriyetine yaptığı şikayet üzerine verilen cevapta; okul öğrencilerinin eğitim ve öğretimle meşgul oldukları belirtilerek, aksine bahsi geçen fiillerin sarayı muhafaza ile memur jandarmalar tarafından yapıldığı belirtiliyordu. Bu olanlar üzerine İstanbul Valiliği tarafından, Dahiliye Nezareti’ne yazılan bir raporla, Çırağan Sarayı’nın gerek jandarma ve gerekse orada bulunan Küçük Zabıt İbtidai Mektebi idarecilerince muhafaza edilemiyeceğinin anlaşıldığı belirtilmiş ve sarayın muhafazasının hangi kuruma ait olacağı konusunda bilgi istenmişti (11 Mayıs 1912).
Bu başvuru üzerine konuyu ele alan Dahiliye Nezareti de sarayın, Hazine-i Hassa’ya mı, yoksa Maliye Nezareti’ne mi ait olduğu konusunda bir türlü karar verememişti (19 Mayıs 1912). Ancak, 9 Haziran 1912 tarihli bir bildiriyle saray içerisinde 24 Kasım 1910 tarihinden itibaren değerli madenlerin arayıcılığını yapmakta olan Yusuf Ziya ve ortaklarının işlerinin bitiminden sonra bir karara varılabileceği belirtiliyordu. 13 Nisan 1914′te Meclis-i Vükela kararıyla, sarayın enkaz ve arsasının Hazine-i Hassa’ya ait olduğu Maliye Nezareti’ne bildirilir. 1. Dünya Savaşı sonunda, İstanbul’un işgal altında bulunduğu dönem içerisinde, Çırağan Sarayı harabeleri “Bizo Kışlası” ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 4 Mart 1924′te Halifeliğin kaldırılmasıyla, İstanbul’da Osmanlı Hanedanı’na ait köşk ve kasırlarda büyük bir yağma yaşanır. Hanedanın üç gün içerisinde boşalttığı bu köşk ve kasırların birçok eşyası tedbirsizlik yüzünden yağmalanmış ve meydanlarda haraç-mezat satılmışlardı. Çırağan Sarayı binaları da bu yağmadan nasibini alır. Çünkü Sarayın yalnızca Mabeyn Dairesi yandığı için Harem ve Ağavat Daireleri saltanat mensupları tarafından kullanılmaktaydı. 1930′larda sarayın bahçesi, Beşiktaş Futbol kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilir. II. Dünya harbi sıralarında turistik bir otel yapılması etrafında Prof. Bonatz ve Sedat Hakkı Eldem tarafından tetkiklerde bulunulur.
Daha sonraları da Çırağan’ın Deniz Müzesine tahsisi ve zemin katında tarihi kadırgalar ile saltanat kayıklarının teşhiri, birinci katının bir balkon haline getirilmesi, son katın da müze salonlarına ayrılması düşünülmüş fakat gerçekleştirilememiştir. 1946 yılında, sarayın bodrum katında bulunan mevlevi postnişinlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilir. Aynı yıl içerisinde saray, çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesi’ne bırakılır. 1987 yılında, otel olarak kullanılmak amacıyla yabancı bir şirket tarafından restorasyonuna başlanır. Ayrıca sarayın bahçesine de modern bloklar oturtulur. 1992 yılında hizmete açılan saray , halen bu işlevine devam etmektedir. Çırağan Sarayı’nın Mimari özellikleri Üslup ve Planı Çırağan Sarayı, 1863-80′li yıllarda yaygınlık kazanmış olan oryantalist üslubun en önde gelen örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Geç dönem Osmanlı mimarlığına egemen olan eklektik üslup anlayışı 1860 sonrasında oryantalist eğilimlerin de katılımcılarıyla daha da çeşitlenmiştir. Geçen yüzyılda batı dünyasında büyük ilgi ve beğeni kazanarak farklı türlerdeki yapılarda uygulanmış olan oryantalizm, Türkiye’de ilk kez Sultan Abdülaziz döneminde çok sayıda yapıda uygulanmış ve Osmanlı bezeme geleneğine de yabancı düşmediğinden doğal olarak beğeni kazanmıştır. Batı Avrupa çıkışlı olan bu modanın İstanbul’daki yansımasında özellikle Mağrib mimarlığı izlerinin baskın unsur olduğu gözlenmektedir.
Model alınan, aynı içerikli Avrupa Oryantalizminin ilk ve ana kaynağının İspanya’daki Elhamra Sarayı olması, bu yapıyı Osmanlı örneklerinde de dolaylı olarak pay sahibi yapmıştır. Sarayın iç ve dış mekânların arasında üslup açısından farklılıklar gözlenir. Cephede klasik vurgular arasında neo-gotik motifler kullanılmıştır. İç mekânlar ise oryantalist bir anlayışla düzenlenmiştir. Saray plan açısından başlıca dört kısma ayrılır. Bunlar; Mabeyn, Yatak ve Valide Daireleri’nden oluşan Büyük Saray-ı Hümayun, Harem Dairesi, Ağalar Dairesi ve çeşitli yapılardan oluşan müştemilatı. Sarayın bulunduğu alan 115 metre genişliğinde 664 metre uzunluğunda olup toplam 76.360 m2 lik bir alanı kaplamaktaydı. Büyük Saray-ı Hümayun; bodrum kat dahil üç kattan oluşmuştu. Toplam olarak 9.850 m2 lik bir alanı kaplıyordu.
En üst katta birbirinden şekil itibariyle farklı yapılmış, fakat büyüklükleri birbirine yakın olan üç sofası vardır ve üçü de merkezi tiptedirler. Her birinin deniz ve kara tarafında eyvanlar vardır. Yalnız Ortaköy tarafındaki bölümdekinin o tarafa nazır bir eyvanı daha vardır. Bölümler merdivenlerin iki tarafına alınmış çifte koridorlarla birbirine bağlıdır. Merdivenler iç aydınlıklardan ışık alırlar. Odalar her sofanın dört köşesine muntazam bir şekilde taksim edilmiştir. Yalnız kara tarafından ayrıca bölünmüşlerdir. Binanın planı cephede tamamiyle ifade edilmiştir. Planda mihverler gayet tertiplidir. Orta sofanın cephesi iki yandakilerden biraz daha geniş tutulmuştur. Selamlık hamamı bütünüyle dışarıya çıkarılmıştır. Binanın cephe düzenlenmesinde, 120 m.’ye varan uzunluğunun ortası çökmüş görünmemesi için, optik bir düzenlemeye başvurulmuş ve orta kısım biraz yükseltilip iki yana doğru hafif eğilim vererek düzeltilmiş bir algılama sağlanmıştır. Tek bir kitleden oluşan cephe ritmik bir düzen içerisindedir. Pencereler boyut bakımından birbirinin aynıdır. Salon, oda ve balkonlu oda pencereleri yalnızca üst kısımlardaki dekoratif biçimler bakımından ayrılır. Saraya deniz tarafında iki yönlü büyük mermer merdivenlerle girildiği gibi, öteki yönlerinde de mermer merdivenler bulunmaktadır. Deniz tarafındaki merdivenlerle “Direkli Salon”a girilir.
Bu salon 40 m. uzunluğunda, 20 m. genişliğinde ve 14 m. yüksekliğindeydi. Sarayın dış cephelerinde ve içinde 1.300 mermer, porfir, somaki direk bulunuyordu. İçinin duvarları tümüyle beyaz, pembe ve yeşil mermer ile işlenmişti. Harem dairesi, büyük Saray-ı Hümayun dairesi gibi bir bodrum ve iki ana kattan oluşmaktaydı. Toplam on dört odadan oluşan yapı, 6.180 m2 büyüklüğündeydi. Ağalar Dairesi de yine bodrum, birinci ve ikinci katlardan oluşuyordu. Ağalar Dairesi’nin toplam büyüklüğü 2.400 m2 idi. Sarayın, cadde üzerinde bulunan köprü ile birleştiği noktada vaktiyle bir Çini Köşkü mevcuttu. 1905 yılı tamiratında harap bir vaziyette olduğu için çinileri sökülüp muhafaza altına alınmış ve 360 m2 büyüklüğündeki yapı yıkılmıştı. Yine, rıhtımda “Mermer Köşk” adında bir yapı daha mevcuttu. Bu da önce 1888 ve daha sonra 1905 yıllarındaki tamiratlarda yıkımına karar verilen yapılardan biriydi. Sarayın muhafaza duvarları kısmen taş ve kısmen dökme demirlerden oluşmaktaydı. Rıhtımda bulunan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları Marsilya taşından inşa olunmuştu. Muhafaza duvarlarının toplam uzunluğu 3.070 m. idi.
Süslemesi
Çırağan Sarayı süsleme açısından oldukça zengin bir görünüşe sahipti.Saray içerisinde ağırlıklı olarak geometrik süslemeler kullanılmıştı. Temelde saray, bütün yönleriyle birbiriyle uyum içinde olan bir düzene sahiptir. Mobilyasından kapılarına, pencerelerinden sütunlarına ve halılarından tavanlarına varıncaya kadar bilinçli bir süsleme anlayışı içerisindedir. Sarayın tasarımını yapanlar, genel olarak bütün sarayın bir geometri armonisi içerisinde ayrı ayrı unsurlarda hemen hemen aynı motifi kullanarak muazzam bir denge yakalamışlardı. Bu ince tasarım sarayın inşa faaliyetleri sırasında birer birer siparişleri verilen her üründe kendini göstermekteydi. Sarayın inşası devam ederken, Gördes ve Uşak’a sipariş olunan halıların kontratında bir nokta dikkati çekmektedir. Kontratın ikinci bendinde istenilen halıların özellikleri sayılırken, halılarda bulunması istenilen ve “şeşper” adı verilen altıgen bir madalyonun üzerine vurgu yapılmakta ve gösterilen bu motifin uygulanmasına dikkatle riayet olunması istenmekteydi.
Çırağan Sarayı ile aynı anda yapılmış olan Beylerbeyi Sarayı için böyle bir siparişte bulunulmamıştı. Dolmabahçe Sarayı için dahi motifleri belirtilerek halı siparişi verilmemişti. Burada Çırağan Sarayı için özel olarak halı dokutturma konusunun asıl nedeni , saray içerisindeki önceden plan ve programı yapılmış olan ortak süsleme dengesini yakalama kaygısıydı. Nitekim halılarda kullanılan motifin hemen aynısı sarayın tavanlarına da uygulanmıştır. Sarayda kullanılacak olan mobilyalar da özel olarak yaptırılmıştı.
Dolmabahçe Sarayı için yurt dışından birçok mobilya getirtilmesine rağmen, Çırağan Sarayı için böyle bir durum söz konusu değildi. Bunun nedeni de; yine sarayda uygulanması düşünülen süsleme bütünlüğünü sağlayabilmekti. Bunu sağlamanın tek yolu da , halı siparişinde olduğu gibi, mobilyada da istenilen tarz ve kumaşın kullanılarak saray için en ideal formda üretimi yapabilecek birine bu işi havale etmekti. Sarayın Doğramacıbaşısı Vortik Kemhaciyan’a, sırf bu amaca yönelik olarak Beşiktaş’ta bir atölye açılmış ve mobilyalarla birlikte, sarayın kapı, dolap ve pencerelerinin üretimi de kendisine verilmişti. Sarayın iç süsleme dengesi ile , dış cephe arasında farklılıklar vardır. İçerde bulunan geleneksel motiflere yakınlık ve şark havası, dışarda yerini gotik ve neo-klasik anlayışa bırakır.
Cephe süslemesinde kullanılmış olan sütunların rumilerle süslü zar başlıkları ve pencerelerin üst kısmını süsleyen gotik havalı ajur şebekeler yapıya özel bir üslup kazandırmıştır. Döşeme seviyesine kadar inen pencere boşluklarından tam ortadaki diğerlerinden hiçbir fark gözetmeksizin giriş haline getirilmiştir. Merdivenin iki kolunun sarayın cephesine dayandığı bölümü, pencereler, arasına yerleştirilmiş, ileri fırlayan sütunlarla olduğu kadar pencere ayağı sütunlarla da belirginleştirilmiştir. Deniz cephesinde, iki yanda kanatların orta kısımları da aynı şekilde sütunlarla vurgulanmıştır. İki katın arasında ileri fırlamış olan silme, bütün cephe boyunca devam eder, sütunlarla dışarı taşkın olan kısımlarını da dolaşır ve cepheyi hareketlendirir.
Ajurlu ve düz panolarla süslenmiş geniş ve ağır bir korniş üstten sarayı taçlandırır. Yakından bakıldığında gotik espiri ile geliştirildiği görülen zarif bir friz iki katı ayıran silme ve kornişin altında iki sıra halinde dolaşır. Çırağan Sarayı’nın iki saltanat kapısı son derece haşmetlidir. Fakat bu haşmet ve büyüklük kapıların zarafetinden hayret edilecek şekilde hiçbir şey kaybettirmez. Yol üzerinde yer alan köprü iki saltanat kapısı arasındadır. Taştan yapılmış olup üstleri kemerlidir. Bu kemerler sekiz sütun ve aynı sayıdaki payeler üzerinde yükselmişlerdir. Payeler kare olduklarından her bir köşesine birer çift mermer yekpare sütun isabet ediyor.
Bunlar kapıların sütunlarının aynı modelindedir. Köprünün korkuluğu da taştan olup geometrik kabartmalarla süslenmiştir. Sonuç olarak, Batı sanatı etkisi ile yenilikler arayan ve yerli motifleri ve elemanları değişik bir şekilde yeniden yorumlayarak bir üsluba ulaşan XIX. yüzyıl Osmanlı mimarisi, bu üslubu Çırağan Sarayı’nda en güzel ve zarif şekilde uygulanarak dönemin en güzel saray yapısını meydana getirmiştir.
Kaynak: gezmen.com