21. Asırda Osmanlı olmak
- Ayrıntılar
- Kategori: Tarihi Bilgiler
- Gösterim: 3596
Osmanlı adasının önce zihinlerimizdeki zincirlerinden kurtarılması gerek. Kabul edelim ki, bize sığmayan, fazla gelen, ateşteki tencere gibi kenarından taşan bir tarafı var bu adanın. Çapını 777 bin kilometrekare içerisinden algılamaya çalışmak, cüssesini Anadolu platosuna sıkıştırarak anlatmaya kalkmak, sırtına modern şablonlar giydirmek, efsanedeki zalim Prokrust gibi o görkemli tabloyu kırpıp fakir dolaplarımıza tıkmak anlamına gelir. Prokrust da, tıpkı bizim gibi, standart ebatlardaki yatağına, uzun gelenlerin bacaklarını kırarak, kısa gelenlerin de gövdelerini de uzatarak yatırmıyor muydu?
O engin ve zengin coğrafyanın bir paftasında yaşıyoruz. Yunanistandan Cezayire, Yemenden Moldovaya, Mısırdan Gürcistana kadar onlarca devlet ve millet onun harita parçaları üzerinde ikamet etmesine rağmen beyinler, tasavvur kabiliyetleri, algı eşikleri, atlasın bütününü kavramaktan aciz hale getirilmiş. Bu yüzden o bütünü her anlama çabamızda ister istemez kendimize benzettiğimiz bir karikatür fırlıyor masamıza.
Osmanlı mucizesi denilince, Macaristandaki sarıklı kadıdan tutun da Somalideki esmer fellaha, Cezayirdeki ak sakallı deniz gazisine, Adriyatikteki tecrübeli Raguzalı tüccara, Selanikteki bıyıkları yeni terlemiş Mevlevi müridine, Süleymaniyede çalışan Kayserili taşçı ustasına ve mahyacı Abdüllatif Efendiye kadar yatay ve dikey dilimler halindeki milyonlarca isim ve resim ile onlarca neslin terlerinden dikilen muazzam bir elbiseyi kastediyoruz.
Bu engin coğrafyada yaşayan rengarenk halklar hangi maharetle idare ediliyor, bu denli farklı soydan insan ve cemaat ne tür bir sihirli tutkalla tutturuluyor, hangi sırlı kazanda karıştırılıp onlardan bugün hayran kaldığımız ürünler çıkarılıyordu?
Osmanlı, kendisini bir iddia ile kabul ettirdi. Neydi bu iddia? Osmanlı kendisini bir projeyle kabul ettirdi. Neydi bu proje? Osmanlı çağında tam da yapılması bekleneni yaptığı için başarılı oldu. Neydi o yapılması beklenen?
Osmanlının iddiası, Braudelin Balkan fütuhatı için söylediği gibi, mevcut düzenden daha insanî, daha akılcı, daha gerçekçi olanı getirmekte yatıyordu. Mevcut çelişkilere önerdiği daha elverişli çözümdür Osmanlıyı başarılı kılan.
Çözümünün alternatiflerinden iyi olduğunu, kabulündeki coşkudan anlayabiliriz: Timur kuvvetleri Ankara Savaşında Osmanlı ordusunu yenince toprakları eski sahiplerine dağıtmıştı.
Bir yerde sayaç sıfırlanmış, yüz yıl öncesine dönülmüş oldu. Diğer beyliklere bir şans daha verilmişti. Ama Fetret Devrinden birkaç yıl sonra görüldü ki, çözüm yine Osmanlılardadır. Diğerleri yine başarısız oldu, Osmanlı önerisi yine kabul gördü.
Bu da bize, Osmanlıların gayet planlı, programlı, uzun vadeli bir strateji izlediklerini gösteriyor. Bunun için Gazi Evrenos Beyin adımlarını takip etmek yeterlidir. Kuzey Yunanistanı adım adım fethederken, arkasında çil çil hanlar, hamamlar, camiler, vakıflar bırakıyordu bu akıncı gazimiz. Böylece şimşek hızıyla yayılmanın sırrını da açıklamış oluyordu. Velhasıl, yalnız kılıçla değil, hayır eserleriyle de fethetmiştik Rumeliyi.
Osmanlı bugün bir çıkış yolu olabilir mi? Bu soru Hangi Osmanlı? konusunu gündeme getirir. Eğer Osmanlıyı bitmiş bir hadise olarak telakki ediyorsanız, evet tarihe karışmıştır. Ondan ancak müzecilik anlamında yararlanabilirsiniz.
Oysa benim gibi Osmanlının bitmediğine inanıyorsanız, durum tamamen değişir. Osmanlı, insanlığın şafağından bugüne kadar uzanan sonsuzluk kervanının görkemli duraklarından biriydi.
Bir mücadeleyi devraldı ve bayrağı, atom çağına kadar iyisiyle kötüsüyle getirmeyi başardı. Daha da önemlisi, sancağı ellerimize devretti ve gitti. Gitti mi gerçekten de? Aslında hayır, bir yere gitmedi. Aramıza karıştı. Osmanlı ruhu bizde yaşamaya devam ediyor.
İnsanlığın Son Adasına böyle bakarsanız, sular altında kaldığı için bir kıtayken bir adaya, Anadoluya büzülmüş görünen ve bu yüzden de gönül kasları bir yay gibi gerilmiş olan bizlere çok iş düşüyor.
Suların çekileceği ve hatta kuruyacağı bir zaman mutlaka gelecektir. Kitabımız, zulüm ebediyen payidar olamayacaktır, demiyor mu? Dünyada zulüm devam ettikçe bir Osmanlıya her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Buna inanıyorsak, bir zindana çevrilmiş bulunan beyinlerimizi temizlemek ve fıkrada Temelin başını zindanın duvarlarına vurarak Hatırla oni! diye ağlaması örneğinden yola çıkarak, ne olduğumuzu hatırlama çabasına girmemiz gerekir.
Bu muharref, bu felç edici, bu kötürüm bırakıcı tarihin zincirlerinden kurtulduktan sonradır ki, kurtuluş umudumuz yeniden filizlenecektir. Yani kurtuluş umudumuz aslında tarihte değil; bizde. Biz tarihte değil, tarih bizde kurtulacaktır.
300 yıldır gerileyen bir tarihin evlatları olduğumuz öğretildi bize. Bir başka gözlükle bakınca görüyoruz ki, bu 300 yıl, yükseliş dönemine parmak ısırtacak başarılarla, inceliklerle, adam gibi adam resimleriyle örülü.
Karlofça bize bir utanç sayfası olarak okutuldu. Oysa şimdi anlıyoruz ki, Rami Mehmed Paşamız, Kutsal İttifak karşısında hiç de yenik bir devletin diplomatı gibi diz çökmemiş, Osmanlılık şeref ve namusunu sonuna kadar korumuştu. Öte yandan Lozanın zafer olduğundan övgüyle söz edilir.
Oysa Yunanlılardan Anadoluda zulümlerinin, yaktıkları kasaba ve şehirlerin tazminatını dahi almamış, böylece en azından onları tarihin gözünde suçlu bırakacak en değerli kozu elimizden kaçırmışızdır.
Yenik düşmüş bir tarihin vârislerinin kalp ve beyinlerinin özgür ve kendine güveni tam olarak yetişmesini bekleyebilir misiniz? Umut, kendimizdedir dostlar. Tarihi yeniden ve farklı bir gözle okumak, karanlık sayfalarında şimşekler çaktırmak bunun için önemli.
Onu bir masal kitabı gibi esneyerek okumanın faydası yok. Öğrensek ne olacak o tarihi? Hatta öğrenmesek daha iyi belki de. Önemli olan, bizi geçmişe değil, bugünün kördüğümlerinin üzerine, geleceğin ufuklarına itecek bir tarih okumak ve okutmak.
Velhasıl, umudumuz tarihte değil. Aksine, tarihin umudu bizde. Baksanıza, tarih, gövdesindeki donmuş enerjiyi boşaltacak yer arıyor ve ayçiçeğinin yüzünü güneşe dönmesi gibi, bize her fırsatta göz kırpıyor.
Muhalif Yahudi yazar İsrael Şamirin başlıkta alıntıladığım çağrısını bunun için önemsiyorum: Geri gel ey Osmanlı! Asırların yirmi birincisi de senin gür sesini hasretle bekliyor.
Mustafa ARMAĞAN