Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
302.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 4770
302. Mektup
MEVZUU: a) Üç velâyetin farkı..
b) Nübüvvetin velâyetten daha faziletli olduğu..
c) Nübüvvet makamının bazı hususiyetleri..
Ve bunlara münasip bazı bilgiler.
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mahdumzade, Câmiul-ulum'üz-zâhiriye vel-batınıye
Mecd'üd-din Muhammed Masuma yazmıştır.
***
Bilesin ki,
Velâyet, ilâhi yakınlıktan ibarettir: zıllıyet şaibesi olmadan tasavvur
edilemez. Hicapların hailleri olmadan da hâsıl olmaz. Eğer evliya velâyeti
ise., zıllıyet damgası ile mühürlüdür. Enbiya velâyeti, her nekadar zıllıyet
dışında ise de; lâkin, esma ve sıfatın haiüyeti olmadan taHakkuk etmez. Mele-i
âlâ velâyeti, isimlerin ve sıfatların hicapları üstünde ise de, onun için dahi,
şuun ve itibarların hicapları mutlaka vardır.
O şey ki, kendisine zıllıyet şaibesi tari olmamış ve daha yolda iken esma ve
sıfat perdelerini bırakmıştır; böylesi ancak nübüvvet ve risalettir.
Mana, üstte anlatıldığı gibi olunca, mutlak surette, zaruri olarak nübüvvet
velâyetten daha faziletlidir. Kurb-u nübüvvet dahi zati ve aslidir. Bir kimse,
onların hakikatına muttali olmazsa, aksine hükmeder; kalben de kabul eder.
Vusul, nübüvvet mertebesinde olup husul dahi velâyet makamındadır. Zira husul,
vusul hilâfına zıllıyet mülâhazası olmadan tasavvur edilemez.
Husulün kemalinde, ikiliğin kaldırılması vardır; vusulün kemalinde ise.,
ikiliğin bekası vardır.
İkiliğin kalkması, velâyet makamına münasiptir. İkiliğin bekası ise., nübüvvet
mertebesine mülayim gelir.
İkiliğin kalkması velâyet makamına münasip olduğuna göre, bütün vakitlerde,
zarurî olarak sekir hali velâyet makamına lâzım gelir. Nübüvvet mertebesinde
ikilik baki olduğuna göre de, ayıklık hali o mertebenin hususiyetleri
arasındadır.
Tecellilerin husule gelmesi; ister suretlerin ve şekillerin kisvesinde olsun;
isterse renklerin ve nurların hicabında olsun., bunların hepsi, velâyet
makamlarında, mukaddematını ve mebde'lerini aşıp geçme sırasındadır. Amma,
nübüvvet mertebesi böyle değildir. Zira orada asla vusul olup tecellilerden ve
zuhurattan istiğna vardır; zira bunlar, o aslın gölgeleridir. O tecellilere
ihtiyaç ise., o mertebenin mukaddimelerini ve mebde'lerini aşma sırasındadır.
Meğer ki, uruc velâyet yolundan ola.. Bu durumda o tecellilerin husulü velâyet
vasıtası iledir; nübüvvet kemalâtına doğru ulaşma yolu mesafesini aşma vasıtası
ile değildir.
Hülâsa: Tecelliler ve zuhurat, zılâlden haber verirler. O ki, zılâl ile alâka
peydah etmekten halâs bulmuştur; tecelliyattan dahi halâs bulmuştur. İşte o
zaman, bu makamda:
— «Onun gözü kaymadı..» (53/17)
Mealine gelen âyet-i kerimenin sırrını taleb etmesi yerinde olur.
***
Ey Oğul,
Aşk ıstırabı, mahabbet tantanası, şevk heyecanı veren inlemeler, elem ve zevk
karışımı bağırıp çağırmalar, vecd, raks., bütün bunlar, zılâl makamlarında ve
zılla dayalı zuhurat ve tecelliler zamanındadır. Asla vüsuldan sonra, bu türlü
işlerin husulü tasavvur edilemez. Bu yerde mahabbet:
— Taat arzusu (iradesi)..
Manasına gelir.. Ulemanın da anlattığı gibi, şevke ve zevke menşe olabilecek
derecede anlatılan mana üzerine zaid bir şey yoktur Yani: Sofiyeden bazılarının
sandığı gibi..
***
Ey Oğul, dinle..
İkiliğin kalkması, velâyet makamında matlub olduğu için; zarurî olarak evliya,
iradenin izalesine çalışmıştır. Bu manada, Şeyh-i Bistam (Bayezid-i Bistamî)
şöyle demiştir:
— İstiyorum ki, iradem olmaya..
Nübüvvet mertebesinde ise., ikiliğin kalkması nazara alınmadığından, iradenin
kendi zevali matlub değildir. Nasıl matlub olur ki; haddi zatında irade kâmil
bir sıfattır. Nefsin ona düşkün oluşu, onun mütaallakatının habaseti dolayısı
iledir. Bu durumda, yerinde olur ki; onun alâka duyduğu şeyler, kabaset
nevinden ve razı olunmayan cinsten olmaya.. Elbette gerekli olan odur ki: Bütün
muradlar. Sübhan Hakkın razı olduğu şeylerden ola.. Bu mana icabı olarak;
velâyet makamında, tüm beşeri sıfatların nefyine çabalarlar. Nübüvvet
mertebesinde ise., bu sıfatın kötü alâkalarının giderilmesi matlubdur: bu
sıfatın aslının giderilmesi değil.. Zira o, haddizatında kemal üzeredir.
Üstte anlatılan manada, ilim sıfatını ele alalım. Şayet ona bir noksan arız
olursa., bu, onun kötü alâkasındandır. Bu durumda, onun kötü alâkasını gidermek
zarurî olur; onun aslını gidermek değil.. Bu kıyas, bütün sıfatlarda
geçerlidir.
O kimse ki, velâyet yolundan nübüvvet makamına ulaşır; elbette onun için yol
esnasında sıfatların aslını nefyetmek lâzımdır. O kimse ki, anlatılan makama
velâyet tavassutu olmadan ulaşır; onun için sıfatların aslını nefyetmeye hacet
yoktur. Elbet onun için yerinde olan, o sıfatların kötü alâkalarını nefyetmektir.
***
Aşağıda anlatılanların da bilinmesi gerekir., Şöyle ki: Kendisinden:
— Velâyet-i evliya, velâyet-i suğra..
Diye tabir edilen, velâyet-i zilliyedir. Ki bu, yukarıda anlatıldı. Enbiyanın
velâyeti ise., zilli geçmiş olup anlatılandan başkadır. Bunda matlub olan ise.,
beşerî sıfatlar dolayısı ile. kötü alâkaları gidermektir; o sıfatların aslını
gidermek değil..
Sıfatların kötü alâkaları giderilme durumu hâsıl olunca., enbiya velâyeti hâsıl
olur. Onlara salât ve selâm olsun. Bundan sonra uruc vaki olunca, nübüvvet
kemalâtına taalluk eder.
Üstteki beyandan anlaşılmış oldu ki: Nübüvvet için velâyetin aslı mutlaka
lâzımdır. Zira velâyet, onun mukaddimeleri ve mebde'leri meyanında sayılır.
Zıllî sayılan velâyete gelince., nübüvvet kemalâtına kavuşmak için ona hacet
yoktur. Evliyanın bazısı ona erdiği halde, bazısı da ona hiç raslamaz. Bu
manayı anla..
Hiç şüphe edilmeye ki, kötü alâkalarına nisbetle, sıfatların aslını gidermek,
cidden zordur. Bu durumda, nübüvvet kemalâtının husulü, velâyet kemalâtının
husulüne nisbetle daha ehven, daha kolay ve daha yakındır. Seyirde ve
yakınlıkta olan bu tefavüt; asıldan ayrılan işlere nisbetle, asla vusul olan
bütün işlerde caridir. Kimyanın aslını görmez misin?. En kolay yoldan husule
geleceği gibi, kolay bir ameliye ile elde etmek müyesser olur. O ki, aslından
ayrılmıştır; mihnet, taab ve meşakkat içinde olup onun tahsili uğruna ömrünü
ifna eder. Durum böyle olmasına rağmen, eline mahrumiyetten başka bir şey
geçmez. Bu meyanda elde ettiği dahi asla benzeyen şöyle veya böyle şeylerden
başka değildir. Çoğukez, bu arızî benzerlik dahi ondan zail olup gider. Kendi
aslına döner; habasete ve denaete yönelir. Haliyle, aslına vâsıl olan kimse
böyle değildir. Zira bu, amelin kolay yanında olup yolun yakınına girmiştir. Aldatma
ve habaset korkusundan da emin bulunmaktadır.
Bu yolun saliklerinden bir cemaat; ağır riyazet, şiddetli mücahede sonunda
zıllardan birine vâsıl olunca., sandılar ki: Mutluba kavuşmak, ağır riyazetlere
ve şiddetli mücahedelere bağlıdır. Amma bilmediler ki: Matluba varmanın, bu
yoldan daha'yakın bir başka yolu vardır; bu dahi nihayetin de nihayetine
ulaştırır. Bu yol, içtiba yolu olup mücerred fazla ve kereme kalmıştır. Bu
cemaatın tercih, ettiği yola gelince., inabe yolu olup mücahedeye bağlıdır. Bu yoldan
vâsıl olanlar dahi azdan daha azdır. İçtiba yolundan vâsıl olanlar ise.,
enbiyanın büyük bir cemaatıdır. Onlara selâm olsun. Bunların hepsi, içtiba
yolundan seyirlerine geçmişlerdir. Keza onların ashabı dahi, tebaiyet ve
veraset ile içtiba yolundan vâsıl olmuşlardır.
İçtiba erbabının riyazetine gelince., bu: Vusul nimetinin şükrünü eda etmek
içindir. Resulûllah S.A. efendimiz yaptığı ağır riyazetin manasını sorana şöyle
cevap vermiştir:
— «Şükreden bir kul olmayayım mı?.»
Halbuki, kendisinin gelmiş ve geçmiş günahları bağışlanmıştır.
İnabe ehlinin mücahedeierine gelince, bu dahi, vusulün husulü içindir, ikisi
arasında o kader fark var ki..
İçtiba yolu, yola alınmak ve yola çekilmektir. İnabe yolu ise., yol üzere
seyirdir.. Cezbe ile seyir arasında büyük fark vardır. Çabuk cezbe olur; amma,
vuslatın vadesi uzundur. Seyreden, ağır gider; çok kere de yolda kalır. Bu
manadan olarak, Hace Bahaeddin Nakşıbend şöyle dedi:
— Biz, faziletli kılınmışlarız.
Evet., üstteki mana yerindedir. Eğer böyle bir fazilet olunmaydı; başkalarının
nihayeti, nasıl bunların bidayetine dere olunmuş olurdu?.
Bir âyet-i kerime meali:
— «Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve.. Allah büyük fazlın
sahibidir.» (62/4)
***
Biz yine esas söze donelim.. Deriz ki:
— Bu Fakir, muazzam şeyhine yazdığı arzuhallerde şöyle yazmıştı:
— Tüm muradlar kalktı; lâkin, iradenin kendisi hali üzere baki kaldı.
Bir müddet sonra da, şöyle yazdı:
— İrade dahi, muradlar gibi, kalkmış oldu.
Vakta ki, Sübhan Hak, kendisini veraset-i enbiya ile müşerref eyledi; o zaman
bildi ki: İradenin, kötü alâkalarının kalkması, zeval bulması, iradenin
kendisinin kalkması değildir. Çünkü: Etem ve ekmel bir şekilde kötü alâkaların
kalkma husulünde, iradenin aslının kalkması gerekmez.
Çoğu kez, mücerred fazl ile, bir şey müyesser olur; amma buna zorlu çalışma
ile, onda bir dahi erilemez.
Ey Oğul,
Velâyet makamında yerinde olan odur ki, dünya ve âhiretten yana tam ye'se düşüle
ve onlardan iraz edile.. Âhiret ile alâka peydah etmek, dünya ile alâka
nev'inden sayılmalıdır. Âhirete dair şevk dahi dünya şevki gibi sayılmalı..
Bunlar, bu yolda sevimli olan işler değildir. Bu manadan ötürü, Davud Taî şöyle
dedi:
— Selâmet istiyorsan, dünyaya selâm edip geç; keramet istiyorsan, âhirete karşı
kibirli ol., büyüklen.,
Yüce Allah'ın:
— «Sizden bir kısmı dünyayı ister; bir kısmı da âhireti ister..» (3/152)
Emri üzerine fikre varıp, her iki taifeden de şikâyette bulunmuşlardır.
Hülâsa..
Sübhan Hakkın gayrı olan masivayı unutmak, dünyaya ve âhirete şamildir. Fena ve
beka ise., ikisi birden velâyetin parçalarındandır. Bu durumda, elbet velâyette
âhireti unutmak gerekir.
Âhiretle taalluk, ancak nübüvvet kemalâtında iyi gelir. Âhirete karşı şevk dahi
onda beğenilir. O yerde şevk ve korku şöyledir: Âhiret şevki ve âhiret
korkusu.. Âhiretle alâkadar olmak dahi şu âyet-i kerimelerdeki mana iledir:
— «Korku ve ümid ile Rab'larına duâ ederler.» (32/16)
— «Rab'larından çekinirler; azabından da korku duyarlar.» (17/57)
— «Tenhada dahi Rab'larından çekinirler ve onlar kıyametten de korkarlar.»
(21/49)
İşbu âyet-i kerimelerde, onların vasıflan anlatılır. Yani: Üstte anlatılan
makam erbabının..
Onların ağlayıp inlemeleri, âhiret ahvalini hatırlamalarındandır. Elemleri ve
hüzünleri ise., kıyamet gününün dehşetlerinden korktukları içindir.
Devamlı olarak, kabir fitnesinden Allah'a sığınırlar; cehennem azabından dahi
korkarlar. Bu azaptan, tam bir tazarru ile Melik Cebbar Allah'a iltica ederler..
Onlar katında, Yüce Hakkın şevki, âhiret şevkidir; mahabbetleri ise, âhiret
mahabbetidir. Çünkü, Yüce Allah'ın cemaline kavuşmak, âhirette vaad edilmiştir;
tam manası ile rızanın kemali ise., yine âhirete bırakılmıştır.
Dünya, Yüce Hakkın buğzuna uğramıştır; âhiret ise., onun razı olduğudur. Bu
durumda, Yüce Hakkın razı olduğu ile, buğzettiği vakitlerin hiç birinde müsavi
olamaz. Zira, buğza uğrayan; iraz edilip kendisinden yüz çevirilmeye lâyıktır.
Kendisinden razı olunan ise., ikbale lâyıktır. Razı olunan şeyden iraz edip yüz
çevirmek, sekrin aynı olup Yüce Hakkın rızasının ve davetinin hilâfınadır.
Nitekim, Allah-ü Taâlâ'nın şu fermanı, anlatılan mananın şahididir:
— «Ve.. Allah, sizi selâm yurduna davet eder..» (10/25)
Yani: Cennete davet eder..
Sübhan Allah, tekid ve mübalağa ile, âhirete teşvik eder. Bu durumda, âhiretten
iraz edip yüz çevirmek, Yüce Hak ile muaraza olur, Hakikatte durum bu olup Yüce
Hakkın rızası bulunan şeyi kaldırmaktır.
Davud-u Taî'nin, velâyette sağlam kademi olduğu için, üstün şanına göre;
— Âhireti terk etmek, keramettir.
Manasına kail oldu. Ama, bilmedi ki: Ashab-ı kiramın tümü, âhiret fikrine
müptelâ olmuş; onun azabından korkup titremişlerdir. Şöyle anlatıldı:
— Hazret-i Ömer r.a. bir evin önünden geçiyordu. Orada, birinin şu âyet-i
kerimeyi okuduğunu işitti:
— «Rabbın azabı vaki olacaktır; onu giderecek bir şey de yoktur.) (72/7-8)
Bu âyet-i kerimeyi işitince, düşüp bayıldı. Kendisini taşıyıp evine götürdüler.
Bu halin eleminden bir müddet hasta olup kaldı. O kadar ki, halk kendisine:
— Geçmiş olsun..
Demeye geliyordu.
Evet..
Dünyayı ve âhireti unutmak, fena makamında ve orta hallerde müyesser olur. O
zaman, âhiretle alâkadar olmak, dünya ile alâkadar olmak gibi gelir. Amma, beka
ile müşerref olunup iş nihayete erdiği zaman, nübüvvet kemalâtı dahi zillini
uzattığı zaman., bütün gayret âhirete yönelir; cehennemden de, Yüce Hakka
sığınılır. Cennet dahi temenni edilir.
Cennetin ağaçları, ırmakları, huri ve gılmanları ile; dünyaya ait eşyanın hiç
bir benzerliği yoktur. O kadar ki, bunlar bir birinin nakzedeni olup misalde
gazapla rıza gibidir. Cennetin ağaçları, ırmakları ve orda bulunanların tümü,
salih amellerin neticeleridir, semereleridir. Nitekim, Resulûllah S.A.
efendimiz bu manada şöyle buyurdu:
— «Cennet, ekimsiz yaban yerdir. Oranın ekimi şu tesbih duasını okumalıdır:
— Allah Sübhandır. Allah'a hamd olsun. Allah'tan başka ilâh yoklar. Allah en
büyüktür.» (1)
Resulûllah S.A. efendimiz bir hadis-i şerifinde, şöyle buyurduğu Cabir'den r.a.
anlatıldı:
— «Bir kimse şu tesbihi okursa., onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.»
— Allah sübhandır; ona hamd olsun.» (2)
Bu manaya göre, cennetin ağacı, okunan teşbih dualarının iyi bir neticesi olur.
Tenzihiyet kemalâtı, anlatılan cümlede harllerin ve seslerin kisvesine girdiği
gibi: cennette dahi aynı kemalât, ağaç kisvelerine girecektir. Bu kıyasa göre:
Cennette olanların tümü, saiih amellerin neticesidir. Yüce Hakkın varlığına
dair kemalâttan, söz ve amel kisvesine giren dahi, cennette lezzetler ve
nimetler perdesinde zuhur edecektir. Zaruri olaraktan da bu lezzet ve nimete
ermek makbul olacak ve rızaya uygun düşecektir. Likaya ve vusule dahi vesile
olacaktır.
Eğer Rabia-i Miskine anlatılan sırra vâkıf olmuş olaydı; cennetin yakma fikrini
hatırma getirmezdi. Hiç bir şekilde, cennetle alâkadar olmayı, Sübhan Hakkın
gayrı ile alâkadar olmak görmezdi. Haliyle, dünyaya ait lezzetlerin ye
nimetlerin durumu böyle değildir. Zira bunların menşei habaset olup âhirette
neticesi dahi mahrumiyettir. Allah-ü Taâlâ bizi ondan saklasın.
Her nekadar dünya nimetleri şeriat açısından mubah ise de; hesaba durmak
önümüzdedir. Yazık bin kere yazık.. Şayet rahmet elimizden tutmaz ise.. Şer'an
bir mubah olma durumu yok ise., o zaman: Şiddetli tehdidlere uğramak vardır.
Bir âyet-i kerime meali:
— «Rabbımız. nefislerimize zulmettik; bizi bağışlayıp merhamet etmezsen, ziyana
dalanlardan oluruz.» (7/149)
Bu mana açısından bakılınca, buradaki lezzetlerle o lezzetler arasında ne gibi
bir münasebet olur?. Buranın lezzeti, öldürücü zehirdir: öbürü ise., faydalı
tiryaktır.
Âhiret endişesi, ya avam müminlerin nasibidir; yahut da, havasın da havası
zatların nasibidir. Havas zümreye gelince., bunlar bu endişeden uzaktır,
kerameti, anlatılanın aksinde görürler.
Bir mısra:
Aşkına düştükleri kadardır insanların yolları..