Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
305.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 5244
305. Mektup
MEVZUU: a) Namazın sırları..
b) Avam müptedi ile, müntehinin kıldığı namaz arasındaki fark..
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mir Muhibbilah Mankpurî'ye yazmıştır.
***
Rahman Rahim Allah'ın adı ile..
Allah'a hamd olsun. Selâm, seçmiş olduğu kullarına..
***
Allah-ü Taâlâ seni irşad eylesin.. Bilesin ki..
Fakir'e göre: Namazın tamam olması ve kemali; onun farzlarını, vaciplerini;
sünnetlerini, müstahaplerini yerine getirmekten ibarettir. Bütün bunlar, fıkıh
kitaplarında tafsilatı ile yazılmıştır. Sayılan dört şey dışında, bir başka
şeyin, namazın tamamiyetinde medhali yoktur. Namazda huşu dahi bu dört şeye
dere edilmiştir. Kalb huzuru dahi, yine bu dört şeye bağlıdır.
Bir cemaat, bu dört şeyin ilmi ile iktifa edip onlarla amel etmeyi boş sayıp
bırakma yolunu tercih ettiler. Hiç şüphe edilmeye ki: Onların, namazın
kemalâtından nasipleri azaldı.
Bunlardan bir başka cemaat ise., daha ziyade Sübhan Hak ile kalb huzuruna önem
verip duyguların amellerine iltifatları azaldı. Yalnız farzları ve sünnetleri
yapmakla kaldılar. İşbu cemaat dahi, namazın hakikatini anlayamadı; onu
bilemeyip namazın kemalini bir başka yolda aradılar.. Kalb huzurunu, sadece
namazın ahkâmı cümlesinden bir parça saymadılar.
Resulûllah S.A. efendimizin buyurduğu:
— «Namaz, ancak kalb huzuru ile olur..»
Hadis-i şeriften murad, bu dört işle beraber olmasıdır. Ta ki: Bu işlerin
yerine getirilmesinde bir fütur olmaya.. Fakir'in zihnine bu huzuıdan başka bir
huzur gelmemektedir.
Burada şöyle bir soru çıkabilir:
— Namazın tamam olması ve kemali, anlatılan dört şeye bağlı olduğuna ve onun
kemali zımnında başka bir şey düşünülmediğine göre; müptedi ile müntehinin,
hatta avam halkın namazı arasında ne fark vardır?. Zira onlar dahi bu emirleri
yerine getirerek namazlarını kılarlar.
Bunun için verilecek cevap şudur:
— Burada fark, amel cihetinden değil; ameli işleyen cihetinden gelmektedir.
Zira amelin ecri birdir; değişik olması da, amel edenlerin değişik olmalarına
göredir. O kadar ki: Bir amelin ecri; mahbub ve makbul bir kimsenin işlemesi
ile kat kat olur. Yani: Ondan başka birinin yaptığı amel karsısında..
Bir ameli işleyen kimse, kadri yüce olursa., onun amelinin dahi ecri bol olur.
Bu manadan olarak, şöyle demişlerdir:
— İrfan sahibinden gelen riyaya makrun amel, müridin ihlâsla yaptığı amelden
daha faziletlidir.
Üstte anlatılan mana icabı olarak, Hazret-i Sıddık r.a. Resulûllah S.A
efendimizin sehvini taleb ederdi. Şuna inanırdı ki: Onun sehvi, kendi
sevabından ve bilerek yaptığından daha faziletlidir. Bu arada şöyle derdi:
- Keşke ben, Muhammed'in sehvi olaydım.
Bu haliyle tamamen, Resulûllah S.A. efendimizin sehvi olmayı temrnni ederdi.
Şuna da inanırdı ki: Kendisinin tam olan amelleri, kemal üzere olan halleri
Resulûllah S.A. efendimizin ameldeki sehvinden daha noksandır. Bu suretle tam
bir temenni ile istedi ki: Tamam olan hasenatının derecesi, Resulûllah S.A.
efendimizin bir sehiv derecesi gibi ola..
Resulûllah S.A. efendimizin sehvine misal olarak, farz namazların iki rikâtının
sonunda selâm vermesidir. Yani: Dört rikâtlı farzlarda.. Nitekim, bir rivayette
şöyle anlatılmıştır:
— Müntehinin namazına dünyalık netice ve semere terettüb etse dahi, âhirette
alacağı bol ecir vardır. Ama müptedinin ve avamın namazı böyle değildir.
Bir mısra:
Arştaki ile yerdeki nasıl nisbet edilir?.
Bu arada bir mikdar, müntehinin kıldığı namazın hususiyetlerinden anlatalım..
Şunun için ki: Bununla diğerleri kıyas edile..
Müntehi olan bir kimse, bazı zamanlar; Kur'an okurken ve selâm verirken, dilini
Hazret-i Musa'nın ağacı gibi bulur. Tekbirlerde de böyle.. Kuvvelerini ve
duygularını âletlerden ve vasıtalardan başka bir sev olarak görmez.
Bazı zamanlarda dahi o: Batınının ve hakikatinin; bütünüyle zahirinden ve
suretinden kopmuş olduğunu görür. Bu şekilde gayb âlemine katılır. Böylece
kendisine, keyfiyeti meçhul olan bir nisbet hâsıl olur. Ama namazdan çıkınca,
yine eski haline döner.
Bu arada, üstte sorulan sual için şöyle diyebiliriz:
— Anlatılan dört vazifeyi kemal üzere yerine getirmek, ancak müntehinin
nasibidir. Ama müptedi ve avamdan sayılan kimseler, onları kemal üzere yerine
getirmekten uzaktır. Buna muvaffak olmaları zordur. İsterse mümkün olan bir şey
olsun.
Bir âyet-i kerime meali:
— «Bu, zordur; ancak huşuu olanlara değil..» (2/45)
Selâm hidayete tabi olanlara..
***