Fıkıh Köşesi
CEHALETİN KEYFİYETİ VE ELFAZ-I KÜFÜR
- Ayrıntılar
- Kategori: Fıkıh Köşesi
- Gösterim: 5277
Soru: "Türkiye'de asırlardır din ile devletin ve siyasetin münasebeti tartışılmaktadır. Devletin dine müdahale ettiğini, buna mukabil dinin devlete karışamadığını görüyoruz. (...) Son birkaç yıldır, İslam fıkhını 'irtica', şuurlu Müslümanları 'mürteci' ilan eden zihniyet ile karşı karşıyayız. Bir sohbette bu konu açıldı ve değişik görüşler ortaya atıldı. Cahiliye dönemi ile içinde bulunduğumuz hal arasında münasebetler kuruldu. Bazı kardeşlerimiz; cehaletin bilgisizlik değil, İslam'ın zıddı olduğunu iddia ettiler. Cehalet kelimesinin ve kavramının mahiyeti nedir? (...) Aydınlanma felsefesi ve çağdaş uygarlığın dine değil, akla ve bilime dayandığı iddiası doğru mudur? Bir Müslüman 'Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması şarttır. Din, ferdin vicdani bir meselesidir. Ben Müslümanım, fakat İslam fıkhının siyaset ve devletle ilgili hükümlerini redediyorum' diyebilir mi? Dediği takdirde, bu elfaz-ı küfre girer mi?"
CEVAP: Önce cehalet kelimesi üzerinde duralım. Lügat alimlerine göre cehalet, ilmin zıddı olan "cehl"den müştakdır.(1) Cehl ise, birbirine yakın üç ayrı manaya gelmektedir. Birincisi; insanın ilimden ve bilgiden uzak olma halini ifade eder. Asıl olan ve yaygın olarak kullanılan mahiyeti budur. İkincisi; bir şeyin hakikatini reddetmek veya mahiyetini gizlemektir. Küfrün müradifi olarak cahiliye kavramı da kullanılmıştır. Üçüncüsü; bir işi yapılması gerekenin zıddına yapmaktır.(2) Cehlin sülasi terkibinden olan cahiliye, Hz. Peygamberimiz'in tebliğinden önceki dönemi ifade eden bir ıstılahtır.(3) Bunun dışında, "Allahu Teala (cc)'nın varlığından habersiz olmak ve O'nun indirdiği hükümleri bilmemekten doğan karanlık dönem" veya "İnsanların bir hidayet rehberine sahip olmadıkları fetret devri"(4) gibi mahiyetleri ifade için de kullanılmıştır. Türkiye'de batıl ideolojileri savunan aydınlar; alemlerin Rabbi olan Allahu Teala (cc)'ya değil, kendi kanaatlerine göre bir yaratıcıya inanmaktadırlar. Büyük Fransız devriminden sonra Batı'da, aklı esas alan ve kilisenin (ruhban sınıfının) siyasi tezlerini inkar eden filozoflar, yeni bir dünya düzeni kurmaya gayret etmişlerdir. Burjuva aydınlarının; ruhban sınıfı (kilise) ile hesaplaşabilmek için, sekülerizmi ön plana çıkardıkları malumdur. Devlet adamlarına ve politikacılara; "insanlar arasındaki ilişkileri düzenlerken dini değil, aklı ve bilimi esas almalarını" tavsiye eden düşünürlere "aydın" (!) ve bu harekete de "aydınlanma felsefesi" adı verilmiştir. Ruhban sınıfı ile hür düşünceyi savunan aydınların mücadelesi, bütün dünyada değişik tartışmalara vesile olmuştur. İslam toplumunda ruhban sınıfı bulunmadığı için; bu tartışma "din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması" veya "dinin siyasete alet edilmemesi" gibi tekliflerle, değişik bir mahiyet kazanmıştır. Olmayan ruhban sınıfının iktidarından korkan aydınlar; asırlarca irtica kavramını, keyiflerine göre kullanmışlardır. Halen kullanmaya devam etmektedirler. Bahsettiğiniz kimseler; dünya işlerini ve siyaseti bilmeyen (cahil) veya bunları düzenlemeye tenezzül etmeyen garip bir ilaha inanmaktadırlar. Bir Müslümanın, "Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması şarttır. Din, ferdin vicdani bir meselesidir. Ben Müslümanım, fakat İslam fıkhının siyaset ve devletle ilgili hükümlerini reddediyorum" demesi (bilmeme hali müstesna) mümkün değildir. İslam bir ideoloji değil, vahye dayanan bir dindir. Bir Müslümanın; muhkem nasslarla sabit olan hükümler karşısındaki tavrı, "İşittim ve itaat ettim" ile sınırlıdır. İslam fıkhının "Zahiru'r Rivaye" olan hükümlerini reddeden kimsenin Müslüman vasfını muhafaza edebilmesi imkansızdır. Bu sözleri kasden, fakat küfür olduğunu bilmeyerek söyleyen kimse için iki durum söz konusudur. Birincisi: Bilmemenin mazeret olduğunu esas alan alimlere göre, bu kimse kafir olmaz, ancak günahkar olur. Meselenin hakikatini öğrenmesi ve itikadını tashih etmesi vaciptir. İkincisi: Bilmemeyi özür kabul etmeyen alimlere göre kafir olur. Feteva-ı Hindiyye'de, "Bir kimse kelime-i küfrü kasden söylediği halde, bunun küfür olduğunu bilmez ise; bazı alimlerin hilafına rağmen, alimlerin ekserisine göre kafir olur. Bilmemek özür değildir. Hülasa'da da böyledir"(5) hükmü kayıtlıdır. Hesap gününü düşünen Müslümanlar; mahiyetini bilmedikleri bir mesele ile karşılaştıklarında, "İslam'ın hükmü ne ise, hakikat odur" demeleri zaruridir. İbn-i Abidin, "Küfre müeddi olan sözleri öğrenmek de farzdır.Yemin ederim ki, şu zamanda bunlar en mühim şeylerdendir. Zira birçok defa avamın, küfre varan sözler söylediğini işitirsin. Halbuki onlar bundan gafildirler"(6) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.
(1) İbn Manzur-Lisanu'l-Arab-Beyrut: 1955, C: 11, Sh: 129; El-Firuzabadi, Kamusu'l Muhit: İst: ty, C: 3, Sh: 342.
(2) Ragıb İsfahani-El Mufredat fi Garibi'l Kur'an- İst: l986, Sh.143.
(3) Bedrüddini Ayni-Umdetu'l Kari-İst: 1311, C: I, Sh: 237.
(4) İbnu'l Esir-En Nihaye fi Ğaribi'l Hadis-Beyrut: ty, C: I, Sh: 123; ayrıca Bedrüddini Ayni-A.g.e., C: 1, Sh: 237.
(5) Şeyh Nizamüddin ve Heyet-Feteva-ı Hindiyye, Beyrut: 1400, C: 2, Sh: 276.
(6) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar, İst: 1982, C: 1, Sh:41