İslami sanatlarda müstesna bir gelenek: Hilye
- Ayrıntılar
- Kategori: Türk sanatları
- Gösterim: 4198

Dünya tarihinin bilinen dönemlerinden itibaren kavimler çeşitli yazılar icad ederek iletişimlerde yazıyı önemli bir vasıta olarak kullanmışlardı. Yazı bulununcaya kadar geçen zamanda topluluklar öncelikle çeşitli motifleri iletişim/yazı vasıtası olarak seçmişlerdi. Bugün için tarihi değeri oldukça yüksek olan bu araçlar, çeşitli dönemlerde değişkenlik arz ederek gelişim sağlamış; zamana ve ihtiyaca göre ilerlemiş ya da gerilemiştir.
Himyerî, Fârisî, İbrânî, Rûmî, Yunânî, Kıbtî, Berberî, Endûlîsî, Hindî ve Çînî gibi yazıları bunlara örnek olarak gösterebiliriz.
Bilindiği üzere Hz. Âdem (s.a.v.) tarafından başlayan yazı araç ve gereçlerinin kullanımı belirtilen süreçten geçerek, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelmiştir.
Hz. Peygamber'e ilk vahiyler gelmeye başladığında, bu vahiyler bir taraftan Hz. Peygamber'in sadrına nakşediliyor diğer bir taraftan da vahiy katiplerine yazdırılıyordu.
Vahiy katipleri ilahi mesajları o dönemlerde Mekkî şeklinde ifadelendirilen bir çeşit Ma'kilî/Kûfî yazı ile en güzel bir halde yazma gayretinde bulunuyorlardı.
O dönemlerde yazılar, tahta kalemler ile deve kemiklerinin üzerlerine, Mısır tarafından getirilen parşömen üzerine, ince ceylan derisi üzerine, is mürekkebi başta olmak üzere, kırmızı ve mavi renklerdeki boyalar kullanarak hassas bir kuyumcu maharetiyle yazmaktaydı. Kâğıt bulunamadığı zamanlarda Ayet-i Kerime'ler geniş tahtaların üzerlerine yazılıyor, ya da düz taşların üzerine oyulmak suretiyle nakşediliyordu. Hicrî ilk asırdan itibaren İslâm Yazısı üzerine çalışan sanatkârlara önceleri kâtip, küttab verrak ve ardından da hattat denilmiştir.
Sonraki dönemlerde kâğıt çeşitlerinin çoğalmasıyla birlikte, İslâm Yazısı'nı kemaliyle yazan kâtiplerin adedi çoğalmış ve kutsî (yüce) bir sanat izzetini bulunan bu yazı, yüzlerce asırdan sarkaçlanarak günümüze kadar ulaşmıştır.
İSTANBUL: HAT SANATININ BAŞKENTİ
Türkler, İslâmiyet'le şereflendikleri zamanlarda deri işlemeciliğinde oldukça mahirdiler. Kısa zamanda İslâm Yazısı'na intibak eden ecdadımız, yazıda da hünerlerini göstermekte gecikmeyerek hat sanatı tarihinde ekol olan Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Mehmet Şefik Efendi ve Mustafa Rakım Efendi gibi güzide sanatkarlar Türkler arasından yetişmiştir. Ve böylelikle hafızalarda yer eden şu gerçek ortaya çıkmıştır:
"KUR'ANI KERİM MEKKE'DE (HİCAZ'DA) NAZİL OLDU. MISIR'DA OKUNDU. İSTANBUL'DA YAZILDI."
İstanbul gerçekten asırlar boyunca hat sanatının başkenti olmuştur. Evet, İstanbul hat sanatının başkentidir. Tarihe isimlerini celî (büyük) harflerle yazdıran hattatlar, ekseriya İstanbul'da yetişmiş, İstanbul camileri çok kısa aralıklarla icazet (diploma) merasimlerine tanıklık etmiştir. Sahaflar Çarşısı bir zamanlar sarayın yazı işleriyle ilgilenen, mürekkep, kâğıt ve kamış kalem üreten, kitap yazan, cilt ve tezhip yapan onlarca sanatkârdan oluşmaktaydı. Bu sanatkârlarla iletişim halinde olan en az on bin kişinin bulunduğu belirtilmektedir.
HİLYELERİN HAT SANATINDAKİ YERİ
Şüphesiz hüsn-i hat, ruhunun derinliklerinde sanat ve estetiği bir arada barındıran sanatseverlere asırlardan beri önemli mesajlar vermiştir/vermektedir. Hoş kokulu satır aralıklarında estetik kurallara sadık kalarak belirli bir perspektifte ilerleyen İslâm Yazısı, bugün için günbegün güzel sanatlar içerisindeki hak ettiği mevkie (yere) ulaşmaktadır. Hilyelerin hat sanatında müstesna bir yeri vardır.
"Hilye" lügat itibarıyla yaratılış, suret (görünüş) ve sıfat manalarına kullanılmıştır. Türk-İslâm edebiyatında ise, Hz. Muhammed'in sîret ve sureti manasında kullanılarak, Hz. Peygamber'in ahlâkî ve fizîkî güzelliklerini; dış görüşünü anlatan eserlere hilye ya da şemâil adı verilmiştir. Hz. Peygamber'in görünen uzuvlarının şekli, sıfatları ve güzel ahlakı İslâm alimleri tarafından senetleriyle birlikte yazılarak siyer kitaplarını oluşturmuştur. İlk siyer kitabı İbn-i İshak'a ait Sîret-i Resûlullah'tır. İlk hilye kitapları da İmam-ı Tirmizî'nin Eş-Şemâilün-Nebeviyye'si ve Kâdı Iyaz'ın Kitabüş-Şifa'sıdır.
Kur'an-ı Kerim'de "biz seni ancak alemlere rahmet olsun diye gönderdik" (Enbiya Suresi, 107. Ayet-i Kerime) hitabıyla anılan Hz. Peygamber'i, Saadet Asrı'nda görebilmek şeref bakımından ulaşılabilecek en son nokta idi. Rahmet Peygamberi'ni dünya gözü ile görebilenlere Ashab/Sahabe denmiştir.
Tabiidir ki Hz. Peygamber'i dünya gözü ile görmek herkese nasip olmayacaktı. Hz. Peygamber'i göremeyenlerin yaptıkları ortak şey, onu görenlerden sormak oldu. Hz. Peygamber'in etrafı çepeçevre aydınlatan güzellikleri, asırlar boyunca dilden dile gönülden gönüle aktarıldı. Bu noktada Hz. Ali önemli bir misyon yüklendi. Çünkü Hz. Ali küçük yaşından itibaren Hz. Peygamber'in yanında kalmış ve onun himayesinde yetişmiş ve Hz. Peygamberi en iyi bir şekilde tanıma fırsatını bulmuştu.
Hz. Peygamber de, sevenlerinin kendi hilyesini bilmelerini teşvik etmişti. Hz. Ali Peygamberimizin şu hadisini nakletmektedir: "Her kim benden sonra hilyemi görürse, beni hayatımda görmüş gibidir. Ve kim ki bana şevkle bakarsa, Allah onun üzerine cehennem ateşini haram kılar..."
Bu müjdeyi alan sahabeler Hz. Peygamber'in siret ve suretini hafızalarına nakşederek, onu göremeyenlere aktarıyorlardı.
İslâmiyet'te resim ve heykelden uzak durulmuştur. Bunun sebebi zaman içerisinde resmi/heykeli yapılacak/dikilecek kişilerin zamanla beşeriyetten (insanlıktan) uzaklaştırılabileceği düşüncesiydi. Bunların yerine ifade yönüyle tesiri daha kuvvetli olan tarife önem verilmiştir. Hz. Peygamber'in sağlığında onun fiziki güzellikleri, asırlar boyunca hatırlanabilmesine imkân tanıyabilmek için başta Hz. Ali olmak üzere pek çok sahabe tarafından tarif edilmişti. Bunların içerisinde en bilineni Hz. Ali'ye ait olanıdır. Bunun yanında Hz. Aişe'nin, Hz. Hasan ve Hüseyin'in, Ebu Hüreyye'nin ve diğer sahabelerin tariflerine de siyer kitaplarında rastlanmaktadır. Nitekim Ümmü Ma'bed'in tarifindeki Hz. Peygamber'in özellikleri Hz. Ali'nin tarifinden daha detaylıdır.
"Hilye" kelimesi hat sanatında Peygamberimizin (sav) görüşünü anlatan Hadis-i Şerif ile dört halifesi ve torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'in isimleri bulunan güzel hatlarla yazılmış levhaları ifadede kullanılmaktadır. Peygamberimizin (sav) ahlâkî ve fizîkî güzelikleri hattatlar tarafından kâğıdın müşfik yüzüne aktarılması olan hilyeler hat sanatında bir güzide gelenek haline gelmiştir.
Hattatlar asırlar boyunca en güzel hilyeyi ortaya çıkarabilmenin gayreti içerisinde bulunmuşlardır.
Hat sanatı uçsuz bucaksız bir okyanusa benzetilecek olursa, hilyeler de şüphesiz bu okyanusa hayat veren büyük denizler olacaktır.
Hattatlar büyük bir heyecan içerisinde asırlar boyunca en güzel hilyeyi yazmanın tatlı telaşını ve huzurunu yaşaya gelmişlerdir. Müzehhipler ustalıklarını hilyeler üzerinde göstermişler ve neticede güzellikleri aktarılmakta güçlük çekilen devasa hilye levhaları ortaya çıkmıştır.
Hattatlar arasında Hz. Ali'nin daha çok bilinen tarifinin hilye şeklinde yazılması bir gelenek halini almıştır. Hilye levhalarında Hz. Ali'nin rivayeti ile günümüze kadar yazılan; gönülden gönüle, hilyeden hilyeye aktarılan ifadeler aşağıdaki gibidir.
Hilye-i şerif, hilye-i saadet ve hilye-i nebevî olarak da kullanılan hilye kelimesi, halk arasında hat sanatına dair en fazla bilinen obje olmuştur. Hilyelerin bulunduğu yerlerin madden ve manen emniyet içerisinde olacağına inanılmıştır. Hilyelerin Hz. Peygambere (sav) hürmeten küçük kâğıtlara yazılarak insanlarımızın kalbinin üzerinde taşındığı bilinmektedir. Hat sanatı tarihinde şimdiki formuyla ilk hilyeyi Hattat Hafız Osman tertib etmiştir.
Aşağıda bu tertibin detaylarına yer verilmiştir.
Hilyeler pek çok değişik formda yazılmakla birlikte klasik hilyelerde aşağıdaki bölümlerin bulunmasına özen gösterilir.
1-Baş makam
Bu bölümde değişik yazı stilleriyle besmelelere yer verilmektedir. Bu besmeleler genellikle celî (büyük) olarak yazılır.
2-Göbek
Bu bölümde, hilyede yer alacak olan Hz. Peygamber'in fizikî özelliklerinin çoğuna yer verilir. Bu bölüm mevcut hilyelerde daha çok dairevî şekilde kullanılmış olsa da, hilyelerin bir kısmında oval ve dikdörtgen şekillerinde göbeklere rastlamak mümkündür. Bazı hilyelerde baş makamın sağ ve sol taraflarına Lafza-i Celâl ve İsm-i Nebî yazılarak, servi formatında koltuk kısmına kadar devam eden bölgeye Esma-i Hüsna ve Esma-i Rasül yazılmıştır.(Hattat Abdülkadir Efendi, Hattat Mahmud Celaleddin'e ve Hattate Esma İbret Hanım'a –ki Hattat Mahmud Celaleddin'in hanımıdır- ait hilyeler böyledir.)
3-Hilâl
Bu bölüm bütün hilyelerde bulunmaz. Hilâl, eğer hilyede yer alıyorsa yeşil ya da kırmızı altınla süslenir. Altının üzerine tezhip motifleri tatbik edilir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) nurunun on sekiz bin alemi kaplaması siyer kitaplarına konu olmuştur. Hz. Peygamber'in yakın ashabından Hz. Enes bin Malik'in konuyla ilgili bir rivayeti vardır: "Ben Hz. Peygamber'den daha güzel bir zat görmedim. Mübarek yüzünden sanki güneşin nurları akardı. O güzel yüzünde parlayan letafet nurları, gülümsedikçe güzel dişlerinden saçılan tatlı parıltılar, karşısındaki duvarlara aksederdi."
Bu sebeple Sevgili Peygamberimize hürmeten hilyelerin göbek bölümlerinde güneşe ve hilâle yer verilmiştir. Hilyelere dikkatlice bakıldığında süslemelerin hilâlin dışında kalan kare şeklindeki sahada yoğunlaştığı görülecektir. Tezhibin (süslemenin) yoğunlaştığı bu bölgeye çoğunlukla dört halifenin isimlerinin yazılması bir gelenek halini almıştır. Bu bölümde dört halifenin isimlerinin yanında Sevgili Peygamberimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in isimlerine de yer verilmiştir. Bu bölümde halifelerin isimleri yazılmayarak peygamberimizin dört meşhur isminin (Ahmed, Mahmud, Muhammed, Mustafa veya Ahmed, Mahmud, Hâmid, Hamîd) yer aldığı hilyeler de mevcuttur. Bazı hilyelerin bu bölümünde dört halifenin isimlerinin yerine cennetle müjdelenen on sahabenin isimleri yer almaktadır. Nadir de olsa bazı hattatlar hilyelerin bu kısmına Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen 28 peygamberin isimlerini yazmayı tercih etmişlerdir.
4-Hz. Ebubekir (r.a.)
5-Hz. Ömer (r.a.)
6-Hz. Osman (r.a.)
7-Hz. Ali (r.a.)
8-Ayet-i Kerîme
Bu bölümde Sevgili Peygamberimizle ilgili ayetlere yer verilir. En çok da Enbiyâ Suresi'nin 107. Ayeti "Ve mâ erselnâke illâ rahmete'n lil-âlemîn", "Biz seni âlemlere ancak rahmet olsun diye gönderdik" ayeti kullanılır. Bu ayetin dışında üç ayet daha vardır ki kullanım sırasına göre şöyle sıralanabilir.
Kalem Suresi'nin 4. Ayeti: "Ve inneke le-alâ hulukin azîm", "Hiç şüphesiz, sen büyük bir ahlâk üzerindesin."
Fetih Suresi'nin 28 ve 29. Ayetleri: "Ve kefâ bi-llahi şehîden Muhammedu'n rasülullah", "Muhammed'in Allah rasulü olduğuna Allah'ın şehâdeti yeter."
Saf Suresi'nin 6. Ayeti: "Ve mübeşşiran bi rasülin ye'tî min bağdi'smuhû Ahmed", "...Ahmed isminde bir rasulü de müjdeleyici olarak geldim..."
9-Etek
Bu bölümde hilye metnine devam edilir. Bu kısmın sonunda hilyeyi yazan hattatın ismi, imzası, dualar ve hilyenin yazıldığı tarih bulunur.
10, 11-Koltuk
Bu bölüm, hilyenin etek kısmını kuşatan iki boşluktan oluşmuştur. Koltuk adı verilen bu bölümlerde tezhip motiflerine yer verilir. Bazı hilyelerin koltuk bölümlerinde "Levlâke levlâk lemâ halaktül eflâk", "Sen olmasaydın sen olmasaydın (Habib'im) ben bu âlemleri yaratmazdım" kudsî hadisi (kaynağını vahiyden alan hadis) yer almaktadır.
Hattatlarımız hilyelerde hemen her çeşit yazı stilini kullanmışlardır. Baş makam ve ayet bölümlerinde kullanılan yazılar celi (büyük) tutulmuştur. Hilyelerde standard bir ebad yoktur. Bununla birlikte günümüze kadar ulaşan hilyelerde kâğıt genişliğinin 50 santimetreden büyük tutulduğunu söyleyebiliriz. İstanbul'da bazı camilerde devasa hilyeler bulunmaktadır.
HİLYE-İ ŞERİF YAZILACAK KÂĞIT TİTİZLİKLE SEÇİLİR
Hilye yazılacak kâğıt hattatlar tarafından titizlikle seçilmektedir. Bu noktada en önemli husus kâğıt renginin gözü yormaması; estetiğe ve tezhibe uygun olmasıdır. Hilyelerde daha ziyade çay renkli; açık nohut ve kirli sarı renkli kâğıtlar kullanılmıştır. Bazı hilyelerde hafif zeminli ebruların da kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bir kısım hilyeler vardır ki tezhiplendikten cam çerçevelerde muhazafa edileceği yerde yazıldığı ve tezhiplendiği haliyle dekoratif tahtaların üzerine yapıştırılmıştır. Bu hilyeler zamanla güneş ışığı, haşarat ve rutubete maruz kalarak sanat kıymetini yitirmiştir. Hat sanatı geleneğinde ayrı bir önemi bulunan hilyeler, bazan icazetname/diploma olarak da yazılmıştır. Hattatlar, öğrencilerinin hazırlamış olduğu hilyelerin etek bölümüne icazeti yazmaktaydılar/yazıyorlar.
HİLYELERİN TEZHİBİ
Hilyelerin tezhibinde en önemli malzeme altın ve boyadır. Önceki dönemlerde tezhipte tabii malzemelerden üretilen pastel renklerin çoğunlukta olduğu toprak boyalar kullanılmaktaydı. Altının dışında topraktan imal edilen boyalar mevcuttu. Bu sebepledir ki asırlar öncesinden tezhiplenen hilyeler günümüze kadar gelebilmiştir. Bugün tezhip sanatında genellikle hazır boyalardan yararlanılmaktadır. Altını hariç tutacak olursak, diğer tezhip malzemelerinin tamamı kimyevidir. Hattatlarımızın kullandıkları kâğıtlarda asit oranı oldukça fazladır. Bu da eserlerin ömürlerinin oldukça kısalmasına sebep olmaktadır. Günümüzde yapılan eserlerin ömrünün bir ya da bir buçuk asır olduğu belirtilmektedir. Hilyelerde dönemlere göre yapılan tezhip formları ve kullanılan renkler değişmektedir. Bununla birlikte mevcut hilye örneklerine baktığımızda zeminlerde siyah, mavi, lacivert (nadiren kahverengi ve yeşil) ve bu renklerin yakın tonlarının tercih edildiğini, çiçeklerde pastel renklerinin (sarı, mavi, pembe) kullanıldığını görebiliriz.
Hilyelerin tezhibinde kullanılan çiçek ve yaprak motifleri müzehhibin yaşadığı asırdan izler taşır. XVI. yüzyıl klasik motiflerinin sonraki asırlarda kısmen de olsa terk edildiği, Lale Devri'nde lale, gül ve çiçek motiflerinin sıklıkla kullanıldığı, XIX. yüzyılda da Barok ve bunun bir çeşidi olan Rokoko üslûbuna hilyelerde yer verildiği görülmektedir. Günümüz tezhip sanatçıları hilyelerde sıklıkla tezhip sanatında doruk noktada bulunan XVI. yüzyıl klâsik tezhip motiflerini kullanılmaktadırlar. Beytullah'ın, Mescid-i Nebevî'nin ve Medine'nin kimi hilyelere minyatür tekniğiyle nakşedildiği görülür.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de hattatlarımız hilyeleri en güzel bir şekilde yazmanın gayreti içerisindedir. Gerek yekpare gerekse parçalar halinde yazılan hilyeler, usta bir mücellidin tezgâhından geçerek murakkaa gerilmekte, ardından narin bir müzehhibin/müzehhibenin fırçasından damlayan altınlar, hilye levhalarını aydınlatmaktadır.
Bu aydınlığın devam etmesi sanatseverlerin ortak temennisidir.
Önümüzdeki asarda klasik sanatlarımızın itibarı daha da artacak; sanat ve sanatkâr hak ettiği yere gelecektir.
İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni