Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
100.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 5781
100. MEKTUP
MEVZUU: Şeyh Abdülkerim Yemeni'nin:
— Sübhan Hak gaybi bilmez.
Sözüne cevab..
***
NOT : ÎMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Molla
Hasan Keşmimi'riye yazmıştır.
***
Mektubunuz ulaşması ile bize şeref verdi.
Onun münderecatı: Parçaları, asılları, babları
ve fasılları ile anlaşılmış oldu.
Onun münderecatı arasında Şeyh Abdülkerim
Yemenî'nin şu cümlesi var:
— Sübhan Allah, gaybi bilmez..
***
Ey Mahdum,
Bu Fakir'in o gibi cümleleri dinlemeye asla
takati yoktur. Elde olmadan, onları dinlerken Faruki damarım kabarıyor. O
derecede ki: Düşünmeye bile mecal kalmıyor. Tevil ve tevcihe dahi yer yok. Ama
bu söz kimden gelirse gelsin; ister Şeyh Abdülkerim Yemenî'den, isterse Şeyh-i
Ekber-i Sami'den..
Ancak bize lâzım olan, Muhammed Arabi'nin
S.A. kelâmına tabi olmaktır. Muhyiddin b. Arabî, Sadreddin-i Kunevî ve
Abdürrezzak Kâşî'nin kelâmına değil..
Bizim füsusa değil; nüsusa tutunmamız
gerekir.
Fütuhat-ı Medeniye, bizim için Fütuhat-ı
Mekkiye'den daha yeterlidir.
***
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah zatını:
— «Gaybi bilen.» (59/22)
Olarak anlattı, bunu zatı için mutlak kabul
etti..
Mana üstte anlatıldığı gibi olunca; Yüce
Allah'tan gaybi bilmeyi atmak, cidden kötü bir kabahattir. Hatta, böyle bir
şey, hakikatta Yüce Hakkı tekzib sayılır.
Sonra, gayb lafzından bir başka mana murad
etmek, onların bu kelâmını, şenaat olmaktan çıkaramaz.
Onların haline şu âyet-i kerimedeki mana
uygun düşebilir:
— «Ağızlarından çıkan kelime büyük oldu.»
(18, 5)
Keşke hileydim; onları böyle açıktan şeriatın
hilâfına söz etmeye götüren nedir?
İbn-i Mansur (Hallaç):
— Enel-Hak..
Sözünde mazurdur. Aynı şekilde, Bayezid-i
Bistamî dahi:
— Sübhanî..
Sözünde mazurdur. Zira ikisi de hallerin
mağlubu olmuşlardır. Fakat, bu gibi sözler, halin galebesine mebni değildir.
Gerçek o ki: Bu sözler, sahibinden bilerek çıkmıştır. Tevile dayandırılmıştır;
ama özür kabiliyeti de yoktur. Halbuki, bu makam, asla tevil kabul etmez. Böyle
zahirden sarf edilen sözler, ancak sarhoş sözleridir; başka değil.
Şayet bu sözü söyleyen kimsenin gayesi:
Halkın kendisini levm etmesi ve kendisinden kaçması ise., bu dahi kötüdür;
fenadır. Çünkü: Halkın levm etmesini sağlayacak yollar çoktur. Bu durumda,
ancak hangi zarurettir ki, kendisini küfür sınırına götürecek işleri irtikâba
çağırır..
Vesselam..
***
Siz o cümlenin tevili için kelâm ettiniz;
onun için manalar sordunuz.. Sorulan suale cevap verilmesi hükmünce, zarurî
olarak bu babda kelâm edeceğiz.. Şöyle ki:
Gayb ilmi, Sübhan Allah katındadır.
Ama gayb için söylenmiş şöyle bir cümle
vardır:
— Gayb, ancak madum olan bir şeydir. Madum
ise, malum olamaz. İlim dahi maduma taalluk edemez.
Bunun manası şudur:
Sübhan olan Yüce Allah'a göre gayb mutlak
madum, katıksız hiç bir şey değil ise, o zaman ona ilmin taalluku bir mana
ifade etmez. Çünkü, o şeyin malum olma durumu, mutlak madumiyet durumundan ve
katıksız hiç bir şey olmamaktan çıkarır.
Görmez misin ki, şöyle bir şey denemez.
— Allah-ü Taâlâ, şerikini bilir.
Çünkü, Yüce Mukaddes Hakkın şeriki asla mevcud
değildir ve katıksız olarak, hiç bir şey olmamak durumundadır.
Evet,gaybin ve şerikin mefhumunu tasavvur
mümkün olur. Ama söz onun mefhum olmasında değil; mısdakındadır. Yani:
Doğrusunu ortaya koymaktadır. Üstte anlatılan misal, bütün muhal derde geçerlidir.
Onların mümkün olması tasavvur edilir. Ama doğululuklarını tasavvur etmek
imkânsızdır.
Bir şeyin var olma durumu, o şeyi muhal
olmaktan çıkarır; ama o seve zihnî bir varlık verümesi en azından şarttır.
***
Mevlâna Muhammed Ruhi'nin verdiği manaya
itirazınız doğrudur. Çünkü, mücerred olan ehadiyet mertebesinde ilmî nisbetin
nefyi, mutlak ilmin nefyini gerektirir. Gayb ilmine nefyin tahsisi için
verilecek yön yoktur.
Mevlâna'nın tevcihinde bir başka şekilli mana
şöyledir: Mücerred ehadiyet mertebesinde; her nekadar ilmî nisbet yok ise de,
Yüce Hakkın Âlim olma sıfatı, olduğu gibi kaim durmaktadır. Çünkü, Allah-ü
Teâlâ, zatı ile bilir; sıfatı ile değil.. Zira o mertebede sıfatlar
nefyedilmiştir. Görmez misin ki; sıfatları baştan nefyedenler dahi şöyle
derler:
— Sübhan Hak âlimdir.
Halbuki onlar, sıfatları Sübhan Hak'tan selb
ederler.. Yine derler ki:
— Sıfatlara terettüb eden inkişaf, zata
terettüb eder..
Bu iş böyle..
Gelelim sizin:
— Yüce Mukaddes Zat gaybinin, gaybe iradesi
ve ona ilim taallukunun caiz olmadığı.. Yani: Gaybe..
Şeklinde yaptığınız tevcihi beyan etmenize..
Eğer burada ilimden murad, Yüce Mukaddes
Vacib Zat'ın ilmi ise., bu: Tevcihlerin hakikata en yakm olanıdır. Ama, Vacib
Taâlâ'nın, ilminin zat-ı bahte taallukuna cevaz olmayışında, Fakir'in açacağı
bir bahis vardır. Şöyle ki:
Adem-i cevaz üzerine beyan ettikleri mana
malumu ihata için, ilim hakikatinin iktizasıdır. Yüce Mutlak Zat ise., ihatanın
olmayışını gerektirir; bu taallukta ikisi birleşemez..
Burada karışık bir durum vardır. Şöyle ki:
Anlatılan bu mana, yani: Malumu ihata için,
ilmin hakikatinin iktizası, ancak husulî ilimde olur. O da kuvve-i ilmiyede
malum suretinin husulü içindir.
Huzurî ilme gelince, üstteki mana, hiç
geçerli değildir.
Üzerinde durduğumuz ilim ise., huzurî olup
husulî değildir; mahzurlu yanı yoktur. Zira, Sübhan Hak Taâlâ'nın zatına ilim
taalluku, huzurî yoldandır; husul yolu ile değil..
***
İşin hakikatini en iyi bilen Sübhan
Allah'tır. Allah-ü Taâlâ efendimiz Muhammed'e, onun pâk âline bereket ve
selâmet versin.
Evvel âhir selâm..