Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
479.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 4292
479. MEKTUP
MEVZUU: a) Kâmil
hakikatinin beyanı.
b) Hazret-i Şeyhimizin
keşifleri ile Sahibü'l-Fütuhat Muhyiddin b.Arabi'nin keşifleri arasındaki fark.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz.
bu mektubu, Mir Mansur"a yazmıştır.
***
Hayal edilen bu kâinat
arası; gözle görülür, müşahede edilir, yaygındır, sathı vardır, enli ve
boyludur, işte, bu Muhyiddin b. Arabi ve ona tabi olanlara göre, o Hazret-i
Vücud'dur ki, hariçte ondan başkası yoktur.
Bu vücud dahi, Sübhan
Hakkın zatı olup ona:
-Vücudun zahiri ismini
verirler. Bunun sebebi de, ilmi suretlerde tekessür eden o vücudun in'ikâsıdır.
O tekessür eden ilmi suretlere dahi:
-Vücudun batını ismini
verirler. Ayrıca bunlar için:
-Ayan-ı sabite denir. Bu
varlık, o ilmi suretler libasına bürünmesi dolayısı ile; çoğalan, yayılan, enli
ve boylu tahaylül edilir. Halbuki o, kendi vahdeti ve basatatı iledir.
Yine derler ki:
-Avamdan olsun, havastan
olsun; herkesin müşahede ettiği, bütünün hissettiği, yani bu safhada kevniyet
kisvesinde ve temayüz eden şekillerde ve suretlerde o Sübhan Hak'tır ki, avama:
-Alem demek tevehhümü ile
gelir.
Halbuki alem, ilim
konağından asla çıkmamış ve harici vücuddan yana bir koku almamıştır.
Hazret-i vücud aynasında
zahir olan ise, o ilmi suretlerin akisleri olup hariçte zuhuru ile avamı:
-Harici vücud demek
tevehhümüne düşürmüştür. Bu manada Mevlâna Cami şöyle dedi:
Kâinat mecmuasından ders
alarak;
Derinden okuduk, yaprak
yaprak..,
Hakka ki, onda ne
gördük, ne okuduk;
Başkasın), hep Zat-ı Hak
hep Şuun-u Hak...
***
Fakir'in inancına ve
kanaatine gelince... Bu arsa, vehim arasıdır. Mümkinatın şekilleri ve suretleri
bulunan, şekiller ve arsalar ise, his ve vehim mertebesinde, yüce Allah'ın
san'atı ile sabit olmuştur. Böylelikle de sağlamlık kazanmıştır.
Bu kâinat safhasında her ne
ki, müşahede olunur ve hissedilir; o mümkinattan sayılır, isterse, bu müşahede
edilen bazı saliklere vacih vehminde gelsin ve hakkiyet unvanı ile zuhur etsin.
Lâkin o, bu alem ferdlerinden sayılır.
Yüce Allah ise, ötelerin de
ötesinde bilip gördüklerimizden yana münezzeh keşif ve müşahede ettiklerimizden
yana da müberradır.
Bir şiir:
Nasıl gösterilir halka
onun cemalinden nur;
O hangi aynadır ki, bu
nur onda suret bulur.
Bu babda netice söz şu ki:
-Bu mevhum arsa, yüce
mukaddes Vacib mertebesinin harimi olan harici arsanın zillidir.
Nitekim, bu mertebenin
vücudu dahi, o mertebenin zillidir. Bu vehim mertebesine; hariç mertebesi için
zil oluşu dolayısı ile:
-Hariç dense de yeridir.
Tıpkı ona, zilli vücud itibarı ile:
-Mevcud dendiği gibi...
Bu vehim arsası, hariç
arsası gibi; işin aslı cümlesindendir. Bunların sadık hükümleri olduğu gibi,
ebedi muamele dahi bunlara bağlıdır. Nitekim, Muhbir-i Sadık Resulullah (sav)
Efendimiz bu manayı haber vermiştir. Ona ve âline salât ve selâm olsun.
***
Şimdi mülahaza edilip
düşünülmesi gerek. Üstte anlatılan keşiflerden hangisi, yüce Allah'ın tenzihine
daha yakın ve onun takdisine daha lâyık. Ve onun yüce mukaddes Zatına daha
münasip...
Ayrıca, onlardan hangisi
ilk ve orta hale münasip. Yine onlardan hangisi intihaya münasiptir.
Bu Fakir, senelerce ilk
kesife inanırdı. Bu yerde, onun üzerine nice acayip haller ve garip müşahedeler
geçti. Kendisine bu makamda, çokça haz da geldi.
Şanı büyük Allah'ın fazlı
ile sonunda malum oldu ki, her ne ki görülür ve bilinir, o Sübhan Hakkın
gayrıdır; nefyi gerekir.
Şöyle böyle hallerden
sonra, iş nefiyden de geçti; intifaya vardı. Kendisini HAK unvanı ile izhar
eyleyen batıl da zail oldu. Görmekten ve bilmekten kaydı. Gayb gaybi ile
taalluk hasıl oldu. Mevlum dahi mevcuddan ayrıldı. Kadim dahi, hadisten fark
edildi. Bunlar da, ikinci keşfin hasılıdır.
Müellife ait bir rubai:
Kâinat arsalarında
fehmin inceliğinde;
Defalarca gelip geçtik
tam bir ok sür'atinde...
Baştan başa göz olduk
uğruna da göremedik;
İlâhi sıfat zıhından gayrı,
sabit vehimde...
Münacaat makamında bir
ayet-i kerime meali:
"Allah'a hamd
olsun; hidayet ederek bizi buna kavuşturdu. Allah bize hidayet etmeseydi; buna
eremezdik. Rabbimizin resulleri gerçeği getirdi."(7/43)
***