Fıkıh Köşesi
HİDAYET - DALALET VE HÜKÜMLERİ İLE AMEL
- Ayrıntılar
- Kategori: Fıkıh Köşesi
- Gösterim: 5578
Soru: "Halk arasında yaygın olan, "İman ile paranın kimde olduğunu bilinmez" sözü, bir tartışmaya vesile oldu. (..) Hidayet (iman) ile küfür, gece ile gündüz gibi birbirinin zıddıdır. İmanın kimde olduğu bilinmediği takdirde, İslam ahkamının uygulanması mümkün olabilir mi? (..) Dalaletin keyfiyeti nedir? Bir insanın; başkalarını da dalalete sürüklemesi sözkonusu ise, iddialarına cevap verilmesi gerekmez mi? Değişik gerekçelerle susmak, hidayet ile dalaletin birbirine karıştırmasına sebeb olmaz mı? Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, küfür ahkamı ile hükmetmesi ma'zur görülebilir mi?"
CEVAP: Bütün peygamberlerin, insanları İslam'a davet ettikleri sabittir. (1) İslam alimleri; insanlık tarihini, hidayetin ve dalaletin keyfiyetine göre tasnif etmişlerdir. İmam-ı Şehristani: "İtikad yönünden insanlar milel ve nihal ehli olmak üzere ikiye ayrılırlar. Milel; vahye tabi olan ve hak bir şeriat ile amel edenlerin vasfıdır. Nihal ise, heveslerine göre yaşayan ehl-i ehvaya verilen isimdir" (2) diyerek, meselenin özünü veciz bir şekilde ifade etmiştir. İnsanların kanaatlerinden kaynaklanan inançların ortak vasfı, zan (nıhle) hükmünde olmalarıdır. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf (as)'un kıssası beyan edilirken, bütün insanlığa şu hatırlatma yapılmıştır: "Sizin Allahu Teala (cc)'yı bırakıp da taptıklarınız, kendilerinizin ve atalarınızın takmış olduğu isimlerden başkası değildir. Allah bunlara hiçbir hüccet indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a mahsustur. Allah kendisinden gayrısına ibadet etmemenizi emretmiştir. Hak din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi: 40 )
Allahu Teala (cc) Hz. Adem (as) ve Hz. Havva'yı yeryüzüne indirdiği zaman şöyle buyurmuştur: "Hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir "Hüda" gelir de, kim benim hüda'ma tabi olursa, artık onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak değildirler" ( El Bakara Suresi: 38.) İnsanlar, cüz'i iradelerini kullanmak ve şu iki yoldan birini seçmek durumundadırlar. Birincisi: Allahu Teala (cc)'ya iman etmek ve hayatını İslam'a göre düzenlemektir. (Hidayete tabi olmak) Hakimiyeti Allahü Teala(cc)'ya tahsis eden, "lehu'l mülk ve lehu'l hamd" diyerek, ikrarda bulunan kimselere Müslüman denilir. Bu tercih, ruhlar aleminde gerçekleşen "misakın" tabii bir sonucudur. Bunu dikkate alan bazı İslam alimleri "Hevasına muhalefet eden ve Allahu Teala (cc)'ya teslim olan mükellefin, meşru fiillerine ibadet denilir." (3) tarifini benimsemişlerdir. Hevalarına muhalefet edemeyen insanların, hüdaya tabi olmaları mümkün değildir. İkincisi: Hevasına tabi olmak, şahsi kanaatlerine ve keyfi arzularına göre yaşamaktır. Bu tercihi yapanlara dalalet ehli denilir. Arapça'da "Dalal" kelimesi; "yolunu kaybetmek, doğru yoldan çıkmak, ve insanı talep ettiğinden mahrum bırakmak" gibi manalara gelir. Dalalete düşene "Dal", dalalete düşürene "Mudıl", dalalete düşürmeye, azdırmaya da "İdlal" denilir. (4) Arzularını İslama tabi kılmayan kimseler, her an dalalete düşebilirler. Resul-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahu Teala (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslama tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz" (5) buyurduğu ve insanları uyardığı sabittir. Dalalete düşmenin birçok sebebi vardır. Dünyevi ihtirasa kapılmak, her türlü felaketin başlangıcıdır. Tağuti güçlerin ihtiraslarına tabi olmak, dalaleti satın almaktır. Hevalarını ilah edinen ve şehvetlerine tabi olan kimseler, çevrelerindeki insanları da dalalete sürükleyebilirler. Kur'an-ı Kerim'de, kıyamet gününde ortaya çıkacak manzara şöyle tasvir edilmiştir: "O gün yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken: "Eyvah bize!.. Keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik" diyeceklerdir. (Onlara tabi olanlar da o gün) "Ey Rabbimiz!.. Hakikat biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar bizi yoldan saptırdılar diyeceklerdir. Ey Rabbimiz!.. Onlara (liderlerimize ve büyüklerimize) azaptan iki katını ver. Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov!."( El Ahzab Suresi: 66-68) Hesap gününde; tuğyan eden ve insanları hidayetten uzaklaştıran önderler ile onlara tabi olan kimseler, birbirlerinin düşmanı haline geleceklerdir.
Bir insanın batıl iddiaları ile başkalarını dalalete sürüklemesi sözkonusu ise, iddialarına cevap verilmesi vaciptir. Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin; küfür ahkamı ile hükmetmesi, ikrah hali müstesna, ma'zur görülemez. Molla Hüsrev: "-Siyeru'l ecnas'ta kaydedildiğine göre; bir kimse başkasına küfür ahkamı ile emretmek için azm eylese, sırf bu azmi sebebiyle kafir olur. Şayet bu kimse kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaatte o konuşulan sözü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur" (6) diyerek, önemli bir inceliğe işaret etmiştir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.
(1) Sahih-i Buhari- İst: 1401 C: 4 Sh: 142 K. Enbiya:48.
(2) İmam-ı Şehristani- El Milel ve'n Nihal- Beyrut: 139 C: 1 Sh: 4.
(3) Seyyid Şerif Cürcani- Et Ta'rifat- İst: ty Sh:146.
(4) Ragıp El Isfahani-El Müfredat fi Garib'il Kur'an-İst: 1986 Sh: 440.
(5) İbn-i Kesir- Tefsiru'l Kur'ani'l Aziym- Beyrut: 1969 C: 3 Sh: 490, Ayrıca İmam-ı Nevevi- Erbaun- Hadis N0: 40.
(6) Molla Hüsrev- Düreru'l Hükkam - İst: 1307 C: 1 Sh: 324.