Evliyalar Ansiklopedisi
MUHAMMED EZHERÎ
- Ayrıntılar
- Kategori: M-N-O-Ö-P
- Gösterim: 2549
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Abdürrahmân Ezherî’dir. 1714 (H.1126) senesinde Cezâyir’de İsmâiloğulları kabîlesinin bulunduğu bölgede doğdu. 1793 (H.1208) senesinde Cezâyir’de vefât etti.
Muhammed Ezherî, küçük yaşta Kâhire’ye gitti. Ezher Câmii hatîbi ve imâmı Muhammed bin Sâlim Hafnâvî’den, ilim ve tasavvuf yolunun edebini öğrendi. Uzun bir müddet sonra ağabeyi onu görmeye gitti. Kâhire sokaklarında ilk sorduğu kişi kardeşi Muhammed Ezherî oldu. Bulduğunda, aradan uzun bir süre geçtiği için iki kardeş birbirini tanımamıştı. Muhammed Ezherî ağabeyine; “Câmiye gel. İmâmdan sorarsın. Çünkü aradığınız onun yakın talebelerindendir. Namazda ikinci safta ol. Namaz bitince, imâmın yanına gider sorarsın” dedi. Sonra Muhammed Ezherî, hocasına, gelenin durumunu anlattı. Namaz kılınıp herkes câmiden çıktıktan sonra, imâm olan Muhammed bin Sâlim Hafnâvî, Muhammed Ezherî’nin ağabeyi olan şahsa işâret etti. O da imâmın yanına yaklaştı. Muhammed Hafnâvî ona Muhammed Ezherî’yi gösterip; “İşte bu senin kardeşindir” dedi. Bunun üzerine Muhammed Ezherî, kalkıp ağabeyinin elini öptü. Sonra hasret giderdiler. Câminin imâmı ve Ezherî’nin hocası olan Muhammed Hafnâvî, ona; “Kardeşinin yanında misâfir olarak kal. Burada olduğun müddetçe sana yardımı olur ve hizmetinde bulunur” dedi. Bir müddet sonra hocası, Muhammed Ezherî’yi ilm öğretmesi için memleketine gönderdi. Gönderirken ona çok duâ etti. Muhammed Ezherî, bu duâların çok bereketini gördü. Bir süre sonra Mısır’a dönmesini emretti. Muhammed Ezherî Mısır’a dönünce, hocası ona, icâzet verdi. Sonra tekrar memleketine gönderdi.
Muhammed Ezherî, memleketine gidip yerleşince, oradaki insanlara doğru yolu anlattı. Böylece kalblerdeki îmânların yeşermesine vesîle oldu. Muhammed Ezherî’den çok kimse istifâde etti. Yolunu şaşırmışlar, onun vâsıtasıyla kötü yollardan ayrılıp iyi bir insan oldular. O her tarafta meşhûr oldu. Mânevî ilim ve mârifetlere kavuştu. İnsanlar, çok uzak beldelerden ondan feyz almak için geldiler. İnsanların zâhirlerini Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakla, bâtınlarını ise kalb hastalıklarından temizleyip, yerine güzel huylar kazandırmakla süslüyordu. İnsanların anlıyabilecekleri şekilde konuşurdu. Onun sohbetlerinden büyük-küçük herkes istifâde ederdi. Sohbetlerini dinlemek için devlet adamları ve âlimler de gelirlerdi. Birçok kerâmetleri görüldü.
Bulunduğu yerin vâlisi, Muhammed Ezherî’yi evine dâvet etti. Muhammed Ezherî, vâlinin evinde birkaç gün kaldı. Onlara nasîhatlarda bulundu. Muhammed Ezherî, vâlinin yanından ayrılırken, vâli bir miktar para vermek istedi. Fakat o kabûl etmedi. Vâli alması için ısrar edince, dünyâlığa ihtiyâcı olmadığını göstermek için, bir kere; “Lâ ilâhe illallah” deyince, evin tavanından birkaç tâne altın düştü. İkinci olarak söyleyince, bir miktar altın daha düştü. Bunu gören vâli, ondan özür diledi. Muhammed Ezherî de onun özrünü kabûl edip, oradan ayrıldı.
Muhammed Ezherî’nin, insanlara doğru yolu göstermek için yazdığı kıymetli risâleleri vardır. Bu eserleri talebelerinden bâzıları derlemişlerse de basılmamıştır. Yazmış olduğu eserlerden birisi, Şerh-ur-Risâlet-il-Muhtasarati alâ Kavâidi İlm-is-Sûfiyye'dir.
SEN SOR, SEN SOR
Bir gün bâzı kimseler, Muhammed Ezherî’yi imtihan için huzûruna geldiler. Fakat hazırladıkları suâlleri sormaya cesâret edemediler. Birbirlerine “Sen sor, sen sor” diye işâret ediyorlardı. Muhammed Ezherî ise o sırada başını eğmiş, Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûl idi. Bir ara başını kaldırıp onlara; “Niçin susup duruyorsunuz. Câmi, Allahü teâlâya ibâdet ve O’nu anmak içindir. Câmiye, ya Allahü teâlâyı zikr için veyâ ilim öğrenmek için gelinir. Bunun hâricinde yapılanlar boş işlerdir” dedi. İçlerinden bir tânesi edeb ve hürmetle; “Efendim! Biz huzûrunuza sohbetinizden faydalanmak için geldik” dedi. Bunun üzerine Muhammed Ezherî konuşmaya başladı. Konuşurken gelenlerin akıllarından geçen bütün suâlleri cevaplandırdı. Kimin aklından geçen suâli cevaplandırırsa, ona tebessüm ederek dönerdi. Allah dostlarının yanında, kalbden geçen şeylerin gizli kalmadığını onlara gösterdi. O zaman orada bulunanlar, onun büyüklüğünü anladılar.
1) Ta’rîf-ül-Halef; c.2, s.457
2) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.10, s.135
3) Brockelmann Sup-2; s.704
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.131