Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)
- Ayrıntılar
- Kategori: Muhtasar İlmihal
- Gösterim: 14501
Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)
Peygamberimiz'in kendisinden itibaren, Hz. İsmâil'in sülalesinden olan Adnan'a kadar baba sülâlesi şöyledir:
Hz.Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Kâab, Lüey, Gaalib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Meaad, Adnan.
Peygamberimizin anne cihetinden sülâlesi:
Hz. Muhammed, Amine, Vehb, Abdimenaf, Zühre, Kilâb.
Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)'dır. Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir topluluğa, bir şehir veya köy halkına gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahlûkâta yani, onsekiz bin âlemin tamamına rahmet olarak gönderilmiştir. Onun İnsanlığa nasıl ve ne büyük bir rahmet olduğunu anlamak için, dünyaya gelmezden evvelki insanlığın haline bir bakmak lâzımdır:
Bilindiği gibi, Fahr-i Âlem Efendimizin teşrifinden önce bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışık-lıkların hüküm sürdüğü bir fetret devri mevcuttu. O günün insanları her türlü bid'at ve sapıklık içinde âdeta yüzüyordu. İnsanlık, hak, adâlet ve medeniyetten uzak, korkunç bir vahşetin girdabına gömülmüştü. Fuhuş ve eşkiyalık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin malına, canına, ırzına tecâvüz ediyor, elinde nesi varsa alıyordu. Hattâ bir kısım insanlar hurâfe ve bâtıl inançlarla hareket ederek kendi kız çocuklarını çukurlara gömüyor, öldürüyorlardı. Vahşet ve ahlâksızlığa öylesine dalmışlardı ki; bir kadını birkaç erkek ortaklaşa alabiliyordu. Ayrıca kadının cemiyette hiç değeri yoktu. Para ile alınıp satılabilen basit bir eşya muâmelesi görüyordu. İnsanlar, birbirlerine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan dâvâları almış yürümüştü. İnsanlığın bu halini Şair Mehmed Akif şu iki mısraında ne güzel tasvir ediyor:
"Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi "
İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem Efendimiz, (sallallâhü aleyhi ve sellem) Mekke-i Mükerreme'de, Milâdın 571'inci senesi Rebîulevvel ayının 12'inci gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.
Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet ve şerîat verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" ilâhi emrine tam mânâsıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadakat ve doğruluğun canlı bir örneği olmuştur.
O her türlü riyâ ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilâfa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı.
Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona " Muhammedü'l-Emin" (Emniyetli Muhammed) derlerdi.
İşte, âlemlere rahmet Efendimiz, cihânın böylesine zulmetle dolu olduğu bir devirde gelmiş, bâtıl inançları kaldırmış, iman ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîki medeniyet yolunu göstermiştir.
Bugün, İslâm tarihini tarafsız şekilde tetkik eden birçok müsteşrik (doğu bilimcisi gayri müslim) bile, Peygamberimizin yüksek mertebesini, güzel ahlâkını ve insanlık için gerçekten rahmet ve en büyük kurtarıcı olduğunu kabul etmeye mecbur kalmış, ona hayranlık duymaktan kendilerini alamamışlardır.
Muhammed Esad tarafından tercüme edilen bir eserde meşhur İngiliz filozofu T. Karlayl şöyle diyor:
"Hazret-i Muhammed (s.a.v.) riyâdan tamamen uzak olduğundan onu severim... Hazret-i Muhammed 'i tartacak, beşerde bir terâzi de yoktur. O, tartılmayacak kadar ağır ve büyüktür"
İnsaf sahibi gayr-i müslimler, Peygamberimize bu derece hayranlık duyar, alâka ve muhabbet gösterirse, onun ümmeti olan bizlerin, ona nasıl bir sevgi ve hürmetle bağlanmamız gerektiğini düşünmek lâzımdır.
Burada şunu da ilâve edelim ki, Peygamberimiz dün-yayı şereflendirdikten sonra, daha önce gelmiş Peygamberlerin tasarrufları ve getirdikleri şerîatların hükmü kalmamıştır. Hakkaniyet ve hükümranlık sadece bizim Peygamberimize âittir. Onun içindir ki, Peygamberimiz bir ara Hazret-i Ömer'in elinde mensuh Tevrat sahifelerini görünce ona âdeta çıkışarak:
"Siz de Yahûdi ve Hıristiyanlar gibi bana verilen nübüvetten, bana indirilen Kur'ân'dan şüphe ve tereddüt mü ediyorsunuz? Vallâhi, Tevrat kendine indirilen Mûsa Peygamber (şu anda) hayatta olsa idi, bana tâbi olmaktan başka hiç bir kudreti olamazdı." buyurarak bu gerçeği ifade etmişlerdir.
Binâenaleyh, bâtıl dinler ve bilhassa kesif hıristiyanlık propagandasına rağmen, iyi bilinmelidir ki, devrimizde ne İncil'in, ne Tevrat'ın hükmü vardır. Asrımızda ve kıyâmete kadar tasarruf ve hükümranlık, ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)'ya aittir.
Peygamberimizi İyi Tanıyalım
Gerek dünya ve âhirette şerefli, faziletli ve iyi insan olabilmek; âlemlere rahmet olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa'yı (s.a.v.) iyi bilmek, iyi anlamak ve ona hakîki ümmet olmakla mümkündür. Bir insan, Peygamberimizi bilmedikten, tanımadıktan, sevmedikten sonra hiçbir şeyle şerefli ve faziletli olamaz.
Peygamberimizin adı Muhammed, babasının adı Abdullah, annesinin adı Âmine'dir. Ana rahminde yedi aylık iken babası vefat etmiştir. Milâdî 571 senesi Nisan ayının yirminci gecesine tesadüf eden, Rebîulevvel ayının onikinci (Pazartesi) gecesi sabaha karşı Mekke'de doğmuştur. Doğduğu zaman hiçbir çocuğa benzemiyordu. Onda gözüken peygamberlik nûru, bakan gözleri kamaştırıyordu.
Dört yaşına kadar süt annesi Halîme'nin yanında kaldı. Sonra âilesine teslim edildi. Altı yaşında iken annesi Âmine vefat etti. Dedesi Abdü'l-Muttalib onu yanına aldı. Fakat annesinden iki sene sonra, sekiz yaşında iken de dedesi vefat etti. Bu defa da amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.
Peygamberimizin çocukluk ve gençlik zamanları, bekârlık-evlilik devirleri, hâsılı bütün hayatı hiç bir insana nasip olmayan fazilet ve kemâlât ile geçmiştir.
Yirmibeş yaşında Hadicetü'l-Kübrâ vâlidemiz ile evlendi. Hiç bir zaman putlara tapmadı. Çocukluğundan beri onları hiç sevmezdi. Hazret-i İbrahim aleyhisselâm'ın dini üzere Allâh'a ibâdet ederdi. Zaman zaman Mekke'nin yanında bulunan Hira dağına gider, Allâh'ın kudret ve büyüklüğünü düşünürdü. Allâh'ın kendisine tâ ezelde ihsân ettiği aşk ile muhabbet denizine açılır, kalbinde yanan tevhid nurunun pırıltıları içinde Allâh'ı zikrederdi.
Peygamberimiz yine bir gün, Hira mağarasında kendisine hâs lâhûti âleme dalmışken, Cebrâîl aleyhisselâm Allâh'ın emri ile ona peygamberlik vazifesini bildirmeye geldi. İnsanlığın kurtarıcısı, Allâh'ın sevgilisi Hazret-i Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'e:
" - Oku!" dedi. Peygamberimiz:
" - Ne şey okuyayım? " dedi. Cibrîl-i Emîn:
" - Oku!" diye tekrar etti. Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Cibrîl-i Emîn, Peygamberimizi tutup mübârek göğsünü üç defa sıktı. Böylece Peygamberimize mânevî bir ameliyat tatbik edilmiş oldu. Ve Peygamberimiz büyük bir mûcize olarak birden okumaya başlayıverdi. Melek üçüncü emri verdi. Ve ilk olarak vahy olunan âyeti okudu. Âyetin yüksek meâli şu idi:
" - Seni yoktan var eden, tedrîcen terbiye edip büyüten, kemâle ulaştıran Rabbi'nin ism-i şerîfi ile oku. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku! O çok kerîm olan Rabbinin hakkı için ki, O, kalemle tâ'lim etti; insana bilmediğini öğretti."
Böylece Hazret-i Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e Peygamberlik vazifesi verildi. Kur'ân-ı Kerîm, yirmi üç senede tamam oldu. Onüç sene insanları Mekke'de hak yola dâvet etti. Büyük meşakkatlar ve ızdıraplar çekti. Her şeye sabredip Allâh'ın varlığını, birliğini yaymaya çalıştı. Sonra Medîne-i Münevvere'ye hicret etti. On sene de orda peygamberlik vazifesini bütün gücü ile yerine getirmeye çalıştı. İnsanlara insanlığı öğretti, medeniyeti belletti. Karanlık gönülleri İslâm'ın nuru ile aydınlattı. Böylece vazifesini tamamladı. Altmış üç yaşında vefat etti. İnsanlık âlemine de hidâyet rehberi olan Kur'ân-ı Kerîm'i ve sünnet-i seniyyesini tavsiye ve emânet etti.
Salât sana, selâm sana ey Allâh'ın Resûlü. Seni hakkı ile bilen ve öven âlemlerin Rabbı Allâhü Teâlâ'dır. Sen Rahmeten lil'âlemînsin. İns ü cinnin peygamberisin. Sen Hâtemü'l-Enbiyâ'sın. Sen "Levlâke Levlâk, lemâ halaktü'l-eflak" hitâb-ı izzetinin muhatabısın. Sen Muhammed Mustafa'sın (sallallâhü aleyhi ve sellem).